MİMARLIK GÜNDEM
Bastırılmış Olanın Geri Dönüşü: Gezi’den Saraçhane’ye Kent, Kamu, Direniş
Bülent Batuman, Dr. Öğr. Görevlisi, Bilkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü
“19 Mart 2025’te gerçekleşen, yerel ve ulusal siyasete hukuksuz ve anti-demokratik bir müdahale, sonraki günlerde yaşadıklarımızsa halkın sokağa çıkarak bu girişimi - en azından belli bir ölçekte - püskürtmesiydi. Bu anlamda da Türkiye’de demokrasi mücadelesi tarihine görkemli bir sayfa eklenmiş oldu.”
“19 Mart sabahında İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatları aşıp önce Beyazıt Meydanı’na ardından da İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının bulunduğu Saraçhane’ye yürümesi, hem muhalefetin sokak protestoları karşısındaki ikircikli tutumunu sona erdirdi hem de İstanbul’un kamusal mekânlar ağı içinde yeni bir rota ve yeni bir varış noktası belirlemiş oldu. Günlerce süren teyakkuz hali, sadece İmamoğlu ve arkadaşlarının gözaltı-tutukluluk halinin protestosu niteliğinde olmayıp aynı zamanda bir mevzi olarak büyükşehir belediyesinin savunusu niteliğindeydi. Kamusal mekânla kamu binası, açık alanla iç mekân iç içe geçti; demokrasiye sahip çıkma eylemi kent yönetimi odağında mekânsallaştı.”
“Bugünün temel sorusu yaşanan hukuksuz müdahalenin kanıksanmasına nasıl direnileceği ise, bu sorunun cevabı kentsel siyasetin imkânlarından ve yerel yönetimi demokratik inşanın nüvesi haline getirmekten geçiyor.”
19 Mart 2025’te gerçekleşen, yerel ve ulusal siyasete hukuksuz ve anti-demokratik bir müdahale, sonraki günlerde yaşadıklarımızsa halkın sokağa çıkarak bu girişimi - en azından belli bir ölçekte - püskürtmesiydi. Bu anlamda da Türkiye’de demokrasi mücadelesi tarihine görkemli bir sayfa eklenmiş oldu. 18 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edilerek cumhurbaşkanı adaylığı imkânsız kılındı, ertesi gün ise kendisi başta olmak üzere, İstanbul kent yönetimini oluşturan kadronun hemen tamamı gözaltına alındı ve ilerleyen günlerde tutuklandı.
[1] Aynı günlerde İBB yönetimi ile birlikte ana muhalefet partisi CHP’ye eş zamanlı olarak kayyum atanacağı konuşulmaktaydı. Fakat 19 Mart sabahında İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatları aşıp önce Beyazıt Meydanı’na ardından da İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının bulunduğu Saraçhane’ye yürümesi, hem muhalefetin sokak protestoları karşısındaki ikircikli tutumunu sona erdirdi hem de İstanbul’un kamusal mekânlar ağı içinde yeni bir rota ve yeni bir varış noktası belirlemiş oldu. Günlerce süren teyakkuz hali, sadece İmamoğlu ve arkadaşlarının gözaltı-tutukluluk halinin protestosu niteliğinde olmayıp aynı zamanda bir mevzi olarak büyükşehir belediyesinin savunusu niteliğindeydi. Kamusal mekânla kamu binası, açık alanla iç mekân iç içe geçti; demokrasiye sahip çıkma eylemi kent yönetimi odağında mekânsallaştı. Sonuçta, Gezi’den beri bastırılmış görünen itirazın ateşlediği direniş iktidara geri adım attırdı ve kayyum planı kadük hale geldi.
Görünürde Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının önünü kesme girişimi olsa da aslında bu müdahale, İmamoğlu’nun kişiliğinde somutlaşan bir siyasal projeyi, İstanbul’da yerel yönetim bağlamında gelişen siyasal projeyi bastırma girişimiydi. Zira aksi olsaydı İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptali sonuç almak için yeterli olurdu ve suç isnat etmekte bu denli başarısız kalınacak bu kadar çok kişiyi tutuklamaya gerek kalmazdı. Söz konusu siyasal proje, 2019’da yerel seçimleri kazanan ve 2024 seçimlerinde de beklenmedik düzeyde bir başarıya kavuşan CHP’nin sol popülist belediyeciliğinde somutlaştı.
[2]
Hatırlayacak olursak, 2019’da siyasal İslam’ın İstanbul’daki egemenliğine son veren, Millet İttifakının farklı siyasal eğilimleri olan kitleleri bir araya getirebilmesi olmuştu. Bunu mümkün kılan ise, bir yandan popülist bir söylem, bir yandan da kaynağını -bastırılmış görünse de- Gezi Direnişinden alan ve 2013’ten beri metropolleri sarmış olan başka türlü bir toplumsallık arzusuydu. 2019-2024 döneminde CHP’li belediye başkanlarının çoğu bu popülist pozisyonu hızla benimsedi. Dahası, tarihsel koşullar bu popülist pozisyonu destekleyecek şekilde gelişti. Pandemi ile başlayan, sonrasında yüksek enflasyon şartlarında kronikleşen, özellikle metropollerde yaşam maliyetlerinin dayanılmaz boyutlara ulaştığı koşullarda CHP’li belediyelerin ucuz ekmek ve su, erzak yardımı, kreş ve yaşlı bakım desteği ve kent lokantalarıyla sembolleşen sosyal belediyeciliği önemli bir etki yarattı ve CHP’nin uzun süreden sonra (70’lerin toplumcu belediyecilik hareketinden beri) ilk kez kentli emekçilerle buluşmasını sağladı.
[3] Bu koşullarda özellikle İstanbul ve Ankara’nın büyükşehir belediye başkanları sadece kişisel karizmaları yüzünden potansiyel cumhurbaşkanı adayları olarak öne çıkmadılar; ‘belediye başkanları olarak’ görünür oldukları için (özellikle 2023 depremleri sırasında), yani hükümetin yoksulluğu giderek derinleştirdiği koşullarda alternatif (yerel) bir iktidarın imkânı konusunda ikna edici olabildikleri için öne çıktılar. İşte İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyum atama girişimi, sadece Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemeyi değil, bu alternatif iktidar olasılığını yok etmeyi hedefledi.
Yukarıda değindiğim gibi, CHP’li metropol yönetimlerinde ortaya çıkan bu yerel iktidarı inşa eden sol popülizmin, Gezi Direnişinin ürettiği çoğulcu kamusallığın dolaylı bir ürünü olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Buna ek olarak da, bu yerel iktidar yapılanmasının 70’lerin toplumcu belediyecilik hareketinden önemli bir farkı bulunduğunu tespit etmek. Zira 70’lerdeki deneyimin nefesinin yetmediği şey belki de yerel yönetimi yeni bir kamusallığın odağı haline getirmekti.
[4] Kentli emekçileri sınıfsal bir çatışma ekseninde tanımlamış olan ve Cumhuriyet tarihinin bugüne kadarki en verimli yerel yönetim deneyi olan bu hareketin 2019 sonrası CHP belediyeciliği ile aşıldığını, dahası Saraçhane Direnişinin bir anlamda bu kentsel politikanın ürünü olduğunu ileri sürmek mümkün. Zira bugünkü CHP belediyeciliğinin en önemli boyutu yeni bir kamusallık inşasına olanak sağlaması oldu. Saraçhane’yi Gezi’nin devamı kılan ve onun ötesine taşıyan da, politik tahayyül açısından daha dar olmasına rağmen, budur.
Şimdiye kadar Türkiye’de kamusallık ve mekân üzerine yapılan tartışmalar iki temel odak etrafında şekillendi. Bunlardan ilki kamusal mekânın siyasal olana indirgenemezliğiydi. Kamusal mekân aynı zamanda sosyal bir mekândır, sıradan pratiklerin devinip durduğu, kendi politik dinamiklerini ürettiği ve zaman zaman da siyasal olanla çakışan patlamalara yol verdiği bir toplumsallık mekânı. İkinci tartışma odağı ise kamunun nasıl tanımlanacağı üzerineydi; kamusal olanı belirleyen ne dereceye kadar devlettir? Eğer Gezi Direnişi birinci tartışmayı, toplumsal olanın zenginliği ve ürettiği siyasal olasılıklar açısından geçersiz kıldıysa, Saraçhane Direnişi de ikinci tartışmayı, belediye binasının kendisini bir müştereğe çevirerek geçersiz kıldı.
Kamusal mekân, kelimenin en yoğun anlamıyla ‘kentsel’ mekândır; kenti kent yapan ayırıcı özellikleri, bir başka ifadeyle kentin özgüllüğünü, içinde barındırır zira. İşte Gezi, tam da bu özgüllüğün kristalleştiği bir olaydı; kenti kent yapan (dolayısıyla kamusal mekânı kamusal mekân yapan) özgüllüğün bir patlamayla ülke sathına saçıldığı bir an. Hiç kimsenin değilmiş gibi görünen bir park ve birkaç ağaç, tüm hoşnutsuzlukların ve itirazların isyana dönüştüğü, öngörülmeyen imkân ve olasılıkların mecrası haline gelmişti. İtirazın önce konusu, sonra da sahnesi haline gelen kamusal mekân, özgürlük arzusunun da somutlaştığı (direniş) kamp(ı) biçimine büründü.
Gezi’yi izleyen yıllarda sokaktan kovulan ve iktidar otoriterleştikçe kriminalize edilen özgürlük arzusu Saraçhane’de tarih sahnesine geri döndü. Şimdiye dek siyasal kültürümüzde devletin kamusu olarak kodlanan belediye binası otoriterliğe karşı demokrasi mücadelesinin mevzii haline geldi. Böylelikle de direniş, hem açık ve kapalı mekânlar arasındaki siyasal ayrımı, hem de şimdiye dek devletin kamusal mekânı tanımlayan sınırlarını, yani devletin kamusunu ilga etti.
Belki bunlardan daha önemlisi ise, Saraçhane Direnişinin kentsel siyasetin sınırlarını geçersizleştirmesiydi. Ünlü kitabı
The City and the Grassroots’da Manuel Castells bir hareketin “kentsel toplumsal hareket” olarak tanımlanabilmesi için kenti, kentlileri ve iktidarı eklemleyerek kendi bilincini oluşturması ve özerkliğini koruması gerektiğini ileri sürer.
[5] Ona göre merkezi siyasetin güdümündeki hareketler ancak kentsel reform üretebilir, kent mekânı merkezi siyasetin sahnesi olmakla yetindiğinde ise bu hareketler “kentsel gölgeler” olmaktan öteye gidemeyecektir. Castells’in yaptığı tartışma kentsel siyasetin özgüllüğü üzerineydi ve kentsel olanla merkezi siyaset arasındaki ilişkiye kuşkuyla yaklaşıyordu. Şimdi ise, Gezi’den başlayıp Saraçhane’ye uzanan süreçle gördüğümüz, kentsel siyasetin merkezi siyasete etkisi. Kentsel siyaset, Castells’in kaygısının aksine, özgül alanının ötesine taşarak yerel yönetimi demokrasi mücadelesinin mevzii olarak tanımlıyor, onu toplumcu bir kamusallığın odağı haline getiriyor. Bugünün temel sorusu yaşanan hukuksuz müdahalenin kanıksanmasına nasıl direnileceği ise, bu sorunun cevabı kentsel siyasetin imkânlarından ve yerel yönetimi demokratik inşanın nüvesi haline getirmekten geçiyor.
NOTLAR
[1] Bu satırların kaleme alındığı sırada, 26 Nisan tarihinde ise kentin mekânsal politikalarından sorumlu bürokratları hedef alan ikinci bir gözaltı dalgasıyla büyükşehir belediyesini işlemez hale getirecek ikinci bir müdahale gerçekleşti. Gözaltına alınan ve tutuklanan kadrolar için dikkate değer sayıda şehir plancısı bulunması, gündemde olan siyasal çatışmanın kentsel boyutuna dair bir gösterge olarak düşünülmeli. Şehir Plancıları Odası’nın konuya dair basın açıklaması isabetle bu noktaya işaret ediyor: ŞPO, “6 Şehir Plancısı Meslektaşımız Daha Gözaltına Alındı”, 26.04.2025, (https://www.spo.org.tr/detay.php?sube=0&tip=3&kod=13201). [Erişim: 27.04.2025]
[2] 2019 sonrası kentsel siyasette sol popülizmin imkân ve olasılıklarını daha önce farklı mecralarda tartıştım. Bkz. Batuman, B., 2019, “Siyasal İslam’ın Kentsel Devrimi ve Yerel Seçimler Sonrasında Toplumcu Kentsel Siyasetin Olanakları”, Mimarlık, sayı:409, ss.13-7; Batuman, B., 2020, “Kentsel Popülizm? Kentsel Siyasetin Güncel Koşulları ve Olasılıkları”, XXI, Haziran 2020; https://xxi.com.tr/i/kentsel-populizm; Batuman, B., “Yerel Seçimler: Kentsel popülizmin ötesine bir adım”, Gazete Duvar, 28.12.2023, https://www.gazeteduvar.com.tr/yerel-secimler-kentsel-populizmin-otesine-bir-adim-makale-1657201; Batuman, B., “Yerel seçimler: Metropoliten siyasetin coğrafyaları ve popülist strateji”, Gazete Duvar, 04.04.2024, (https://www.gazeteduvar.com.tr/yerel-secimler-metropoliten-siyasetin-cografyalari-ve-populist-strateji-makale-1681491).
[3] Doğan, A. E., “Başkanları Siyasetin Odağındayken Belediyeciliğin Neresindeyiz?”, Praksis Güncel, 13.03.2025, (https://praksisguncel.org/baskanlari-siyasetin-odagindayken-belediyeciligin-neresindeyiz/). [Erişim: 24.04.2025]
[4] 70’lerin toplumcu belediyecilik hareketi üzerine detaylı bir tartışmayı şurada yapmıştım: Batuman, B., 2010, “Toplumcu bir Belediyecilik Modeli: ‘Yeni Belediyecilik Hareketi’ 1973–1977”, Mülkiye Dergisi, sayı:34/1-Bahar, ss.223-241.
[5] Castells, M., 1983, The City and the Grassroots: A Cross-Cultural Theory of Urban Social Movements, Berkeley: University of California Press, s.284.
Bu icerik 9 defa görüntülenmiştir.