BİENAL
Mimarlık Öyküsünü Arıyor: 19. Venedik Mimarlık Bienali’nden İzlenimler
Sait Ali Köknar, Dr., Berlin Uluslararası Uygulamalı Bilimler Üniversitesi
19. Venedik Mimarlık Bienali 2025, bu sene, Carlo Ratti küratörlüğünde “Zeka. Doğal. Yapay. Kolektif.”(Intelligens. Natural. Artificial. Collective.) başlığı altında düzenlendi. Sergiden deneyim ve izlenimlerini aktaran yazar, serginin günümüz mimarlık pratiğine ilişkin düşündürücü ve ufuk açıcı eserleri üzerine değerlendirmelerde bulunuyor.
Neredeyse yarım asırdır uluslararası mimarlık ortamının nabzını tutmayı başaran Venedik Mimarlık Bienali’nin hangi temalar etrafında şekilleneceğinin ilanı her seferinde merakla beklenen bir tartışma konusudur. 2023’ün Aralık ayında İtalyan araştırmacı mimar Carlo Ratti’nin bienale ‘sergi komiseri’ olarak atanması haberine eşlik eden kısa açıklamayla ondokuzuncu bienalin küratör imzalı bir sergiden çok, kolektif bilgiye ve ortak akla danışarak şekilleneceği izlenimini edinmiş olduk [1]. Malum şüphelilerin işlerinden bıkmış beklenmedik katkılara açık zihinler için iyi, içinde yaşadığımız çok sesli ortamın muğlaklığından yorulmuş net bir söz bekleyenler için kötü haber. Ratti’nin çağrısına benzer bir tutumu, Rem Koolhaas’ın yönettiği 2014 bienalinde görmüştük. Ratti zekâ olarak çevirebileceğimiz inteligens türlerini ararken, Koolhaas mimari bileşenlerin peşine düşmüştü. Çok hassas davranmayıp gözümüzü kısarak baktığımızda her iki ismin elimizdeki mimarlık yapma biçimlerinin karşımızdaki sorunlarla yüzleşmekte yetersiz kaldığına ilişkin kanıda birleştiklerini söyleyebiliriz. Öyleyse farklı bir şekilde birleştiklerinde farklı mimarlıklara evrilecek Koolhaas’ın temel parçalarına ya da farklı mimarlık yapma biçimlerine evrilecek Ratti’nin temel yapma biçimlerine, yani teknolojilere, hatta proto - teknolojilere bakmalı.
Ratti göreve gelmesinden dokuz ay sonra, 2024’ün Eylül’ünde, en azından beni çok heyecanlandıran ‘Döngüsel Manifesto’ başlığında bir sergi kurulum belgesi yayınladı[2]. Burada düzeltilmiş makina tercümesiyle aktarmakta yarar var:
- Net Sıfır Karbon yaklaşımını göz önünde bulundurarak tasarlayın, inşa edin, işletin ve yıkın. (ör. emisyon faktörü hesaplarının, Yaşam Döngüsü Analizlerinin (YDA), detaylı metrajların sağlanması)
- Geri kazanılmış, geri dönüştürülmüş veya yenilenebilir malzemelerin veya ideal olarak yerel kaynaklı mevcut sergilerin / varlıkların kullanımını en üst düzeye çıkaracak şekilde tasarlayın - toplam ağırlığın % 50'sinden az olmamasını hedefleyin.
- İnşaat atıklarını ortadan kaldıracak şekilde tasarlayın - çöp sahasına sıfır atık bırakmayı hedefleyin.
- Hafif malzemeler ve basit bağlantı sistemleri ile modülerlik ve prefabrik tasarımlar için tasarım yapın, gereksiz bileşenlerden kaçının.
- Kolay söküm için tasarlayın - malzemelerin % 100 geri dönüştürülmesini veya yeniden kullanılmasını hedefleyin. Uçtan uca tedarik zinciri ile yakın çalışın.
- İnsanların yanı sıra doğaya da olumsuz etkisi olan tehlikeli ve kirletici malzemelerden sakının.
- Doğa için tasarlayın - sahanın ekolojik değerini artırın ve suyun verimli kullanımını teşvik edin - inşaatın yakın çevresiyle paylaştığı ekosistemlere hizmet etmesini hedefleyin.
Tekrar tekrar okuyunca sergi kurulumuyla sınırlı kalmayıp bütün mimarlıklara yol göstermesi gereken bir belge ile karşı karşıyız. Net söz üretmekten sakınan bir küratörden mimarlığın önündeki problemin mahiyetine ve bu problemi nasıl çözmemiz gerektiğine dair beklenmedik netlikte bir ifade. Hedef, bienalin sadece tartıştıklarıyla değil, davranışlarıyla da sorunla bütünleşen tutarlı bir tavır sergileyerek, örnek oluşturması. Yukarıdaki maddelerde saklı sorun - çözüm tarifini hala zihinlerinde netleştiremeyenler için tercüman olmaya çalışayım: Gezegenin sınırlı kaynaklarının artık büyüme ekonomisini taşıyamadığı bir dünyada, elimizdekileri idareli kullanmalı ve kalıcı sürdürülebilir inşa etme yolları bulana kadar zaman kazanmalıyız. Bir bienal hiç bu kadar net olmamıştı.
Ana Sergi
Venedik Mimarlık Bienali büyük bir sergi. Giardini ve Arsenale’ye yayılı katılımlara beşer dakika ayırsanız bile hakkını vererek iki günde tamamlamanız mümkün değil. Gezmeye küratör sergilerinin yer aldığı Arsenale’deki gemilerin halatlarının eğirmek için inşa edilmiş 320 metre uzunluğundaki Cordiere’den başlayalım. Bir süredir Giardini’deki sergi binasının tamirat nedeniyle kapalı olması ve dudak uçuklatıcı bir rakamla 770 kişinin katılımıyla 127 birim ve 153 panelden oluşan ana sergi nefes kesici durağını geçerek boğucu bir yoğunlukta düzenlenmiş
[3]. Bu rakamlar ortalama ana sergi katılımcı sayısının on katı düzeyinde. Üzerine Arsenale’nin diğer mekânlarına ve Giardini’deki özel ülke pavyonlarına yayılı ulusal katılımları da hesaba katın. Duvarlara ve kağıda basılı tüm yazılı malzemeyi ortalama bir okurun iki senede bile bitiremeyeceği bir yoğunluk hayal edin
[4]. Küratörlük sekretaryası aynı sorunla başa çıkmak adına işlerin açıklamalarına artık ister serginin temasıyla bütünleşen deyin, ister çaresizlikten deyin, yapay zekânın ürettiği özetler eklemiş. Ortada bilgiye dönüşemeyen, seçim ve yerleştirme sürecinde Excel tablolarına yayılmış bir ‘büyük veri’ problemi var
[5]. Sergi katılımları doğal, yapay ve kolektif adlı üç alt başlık altında derlenmesine derlenmiş; ama bunun ötesine geçen bir akıllı düzenleme düşünülememiş. Sergi tasarımının da ağzından kaçırdığı üzere işler üç yüz metre boyunca koordinatlara yerleştirilmiş. Sergiyi gezenler tarafından anlamlandırılmayı bekliyorlar.
Sergi girişinde sizi klimaların dış üniteleriyle ısınmış gibi yapan bir mekân karşılıyor. Hani sorun gezegenin kaynaklarının sınırlı olması değil de ısınmasıymış gibi. Ana mekânda sergi panellerini taşıyan geri dönüştürülebilirmiş gibi yapan, mantar kaplamış gibi dikmeler, özel alüminyum ekstrüzyon eklemli sergi birimleri dikkati çekiyor. Kimi zaman mekâna anlam verebilmek için tavandan yerlere kadar sarkan kumaşlar, içine azıcık kişiyi aldıktan sonra uzaktan bakacakların sahneyi göremediği bir forum, okunamayan künyeler, birbirine karışan sesler… Ortaya çıkan sergiyi döngüsel manifestoyu akılda tutarak gezebilmek sinir sahibi olmak istemiyorsanız mümkün değil. Sergiyi konser ve moda sahnelerinde uzmanlaşmış bir ekibin tasarlamış olması ise ironiye son noktayı koyuyor [6]. ‘Mış gibi’ yapan bir sergiyle karşı karşıyayız [7].
Manifesto gözlüklerimizi kapatarak ilerlediğimizde ise basitçe bir bilim fuarıyla karşı karşıyayız. Aşırı sağ tandanslı hatta faşist yönetimlerle flörtleşen teknoloji önderlerinin gündem olduğu bir ortamda sergiyi bir tekno biraderler fantezisi olarak görmek de mümkün [8]. Malum şüphelilerin vasat sunumlarının arasında tanınmadık, ufuk açıcı, ümit verici sunumlar da var. İşleri tek tek tanıtmak yerine serginin arızalı duruşunu anlayabilmek için örneklere birer semptom olarak bakalım. Kengo Kuma ve ekibinin bulunmuş ağaç dallarını üç boyutlu basılmış eklemlerle birleştirerek kurduğu strüktürün benzerleri hem de daha iyi örneklerle literatürde zaten var. Öyleyse bu temsili bir iş olmalı. Robotik üretim araştırmalarında Gramazio Kohler’in yeri ayrıdır, ama sergide özel üretim olduğu anlaşılmayan çelik bir kafesin içinde çırpınan insansı bir robot ile temsil ediliyorlar. Fil tezeğinden özel üretim tuğlaları hoş görünümlü ön germeli bir tonoza dönüştüren Fil Şapeli adlı iş ise nesli tükenmekte olan bir türden elde edilen butik miktarda maddeyi geleceğin sürdürülebilir malzemesi olarak öneriyor olamaz. Kısa kesip işlerin farklı teknolojileri temsilen sergide yer aldıklarını varsayarak ulusal katılımlara doğru devam edelim. Yoksa işin içinden çıkamayacağız.
Ulusal Katılımlar
Venedik Mimarlık Bienali gibi büyük boyutlu ve çok katılımlı bir etkinlikte sergi komiserliğinin varlığına rağmen, bienale kendi ek bütçeleri ve küratörleriyle gelen ülke pavyonlarının aynı tema etrafında anlaşarak birleşmesi istense de genelde pek gerçekleşmeyen bir durumdur. On dokuzuncu bienalin ulusal katılımlarında ise görünür bir ahenk var. Küratörün döngüsel manifestosu dışında hiç de tarif edici olmayan davetini düşünecek olursak, bu ahengin kaynağını olsa olsa her katılımcının kendi durduğu yerden ufuktaki apaçık problemlerle doğrudan hatta samimi bir yüzleşme gayretiyle açıklayabiliriz. Ulusal pavyonlar farklı sunumlarla geçmişteki hataları tekrarlamadan gelecekteki sorunlarla nasıl başa çıkabileceğimize ilişkin adeta bir birlerinin sözünü tamamlayan içerikler sunuyorlar. İstismar edilmiş, kolonize edilmiş kadınların, toprakların, kültürlerin haklarını dert eden İngiltere, Fransa, İsviçre, Avustralya bir tarafta, zorlu iklim koşullarına geçmiş örneklerden devşirme çözümler arayan Meksika, Brezilya, Birleşik Devletler başka bir tarafta, biyolojik süreçleri insanın hizmetine sunan - başka bir bakış açısıyla da hegemonyası altına alan - Kanada ve Belçika gibi örnekler başka bir tarafta öbekleniyorlar. Ana sergiye oranla ulusal katılımlar daha az çelişkili, daha doğrudan, daha iç açıcı.
İtalya’nın enformel yaşama deneyimi ve direnişlerini, Avusturya’nın kızıl Viyana konut politikaları deneyimi ile birleştiren Avusturya pavyonu ile binaların altıncı cephesini, grobetonun yerin tabanına bakan çakıllı yüzeyini serginin bir parçası olarak yeniden hayal eden Danimarka pavyonu kendi sorunlarıyla tereddütsüz yüzleşerek bizlere ilham veriyor. Türkiye Pavyonunu da kendi hinterlandındaki değerlerinden nitelikli bir yapışlar derlemesi sunarak serginin genel havasıyla ortaklaşan güncel ve önlerde saf tutmuş bir tavır sergiliyor. Almanya gibi yüksek bütçeli bir katılımın yaşam alanlarımızın her geçen gün daha çok ısındığını kanıtlamaya çalışan başlangıç seviyesindeki sunumuyla sorunla yüzleşmenin daha ilk aşamalarında olduğunu görmek ise biraz endişe verici. Her zaman zengin mimarlık kültürünün ürettiği değerleri öne çıkarmayı başarabilen İtalya sunumu ise maalesef etrafında anlamsızca inip çıkarak dolaşılan sözsüz bir depoyu andırıyor [9]. Ama madem bu bir izlenim yazısı, kendi adıma en etkileyici işler olarak Sırbistan’ın sergi boyunca giderek kendini söken YZ ile şekillenmiş örgü tekstillerden kurulmuş inanılmaz poetik mekânını ve Macaristan’ın mimarlık yapmayarak meşhur olmuş mimarlarını sergilediği sunumunu ayrı bir yere koyabilirim. Polonya’nın bir yangın söndürücünün gerçek bir yangını söndürebilme yetersizliğinde mizahlaştırdıkları binalarda güvenlik hissi oluşturma yöntemlerini batıl inanç ritüelleriyle birleştirerek hazırladıkları sunumu ise, mimarlık ortamının bir aynası olan bienale içkin ‘mış gibi yapma’nın muhteşem bir eleştirisi olarak en başa koyarım. Artık asla bir yangın söndürücüye gülümsemeden bakamayacağım. Belki de mimarlığın önümüzdeki elli yılda şekillenecek çözüme katkısı bir yangın söndürücünün yangına karşı etkisinden öteye geçemeyecek.
Yeniden Değerlendirmeli Sonuç
Tıpkı yaygınlaşan sinemanın etkisiyle tiyatronun işlevsizleşip öyküsünü yitirmeye başladığı yıllarda Luigi Pirandello’nun oyuncu ve seyirci arasındaki dördüncü duvarı yıkan “Altı Kişi Yazarını Arıyor” adlı oyununda olduğu gibi, mimarlık da kaybettiği öyküsünü arıyor. Yetmişli yılların başından beri uygulamaya konan neoliberal politikalarla, üretilen değerin artmasına rağmen o değeri üretenlerin bu artıştan pay alamamaya başladığı, sosyal devlet politikaların terk edildiği, yatırım yapmadan kâr dağıtan bir esnek sermaye modeline geçilen, çalıştıranların çalışanlarla beraber, hem de dışarıdan aynı görününen ‘
unité’lerde yaşamaktan vazgeçtiği yetmişli yıllar aynı zamanda Venedik Mimarlık Bienali gibi bir etkinliğe ihtiyacı doğuran yıllar. Yeterince iş bulamayıp Ticino başta olmak üzere İtalya’nın çeşitli yerlerinde kendi evlerini yaparken bolca düşünmeye vakit ayırmak zorunda kalan mimarların bir araya gelerek bir arayış platformu olarak kadim Venedik Bienali içinde bir sergi olarak ilk adımlarını atan Venedik Mimarlık Bienali, bazılarının iddiasının aksine sonradan değil daha ilk günden ‘uyanık’ ve giderek daha çok ekonomik koşulların esiri altına girmiş mimarlığın öyküsünü aradığı dekadan, ama inatla hayaller etrafında buluşturmayı sürdürebilen, metrekare mimarlıklarını dışarıda bırakarak, parayla satın alınan yan etkinliklere mahkum bırakan dayanıklı bir ortam.
Olay ufkumuzu yükselen faşizm korkusuyla tekno biraderler kabuslarının ötesine taşıyarak Ratti’nin ana sergisine ve onu çevreleyen ulusal katılımlara baktığımızda, var olan mimarlık yapma biçimlerinden bir şey çıkmayacağı analiziyle, prototip seviyesinde, saçma, şuursuz, ilişkisiz, henüz ne anlama geldiğini bilmediğimiz, kullanmayı beceremediğimiz, olsa olsa ancak koordinatlara dizebildiğimiz deney kaplarındaki yapış parçacıklarını aşırı bir yoğunlukla birleşmeye zorlayan prebiyotik bir hayal çorbası görüyoruz. Bu hayal bizzat bienal tarafından Yaşam Boyu Altın Aslan Ödülü’ne layık görülen Donna Haraway’in yapayla doğalın bütünleşerek birlikte yaşadığı, yıkıcı Kapitalosen [10] döneminin kapanıp Kutulusen döneminin başladığı büyük hayalinden kesinlikle çok uzak, eksik, strüktürsüz, sözsüz ve sahte. Ama diğer mimarlık bienallerinden daha kapsayıcı, daha öğretici, doğru soruları sordurabilen, anlamlandırılmayı bekleyen bir temsili ihtimaller havuzu. Bu bienaldeki bir iş sayesinde arık yapay zekânın doğru adının AI (aritificial intelligence) değil RI (recycling intelligence) olduğunu öğrendim. Toprağı, üç boyutlu yazıcıyla kavuşturan belki de yeni vernaküler üretimlerin önünü açacak deneyler gördüm. Mimarlığın güç ile ilişkisini anlamaya çalışan düşey zaman çizelgelerinin yatay bir çizelgede birleştiği meta bir çizelge gördüm. Birarada sergilenmesi bir suç olması gereken Normandiyadaki süper lüks marka Hermes’in işlikleriyle, Şili’deki Cita Oberdad Tiyatosu’nu yan yana görerek düşüneceğimi tahmin etmediğim ihtimaller düşündüm.
Vakit parçalara dikkatli bakarak, deneyci bir tavırla, mecburen yeni, çözüme yönelik, bütünlüklü ve daha büyük yapış biçimleri hayal etme vakti. İsterse yangın tüpü isterse bir kibrit çöpü büyüklüğünde olsun.
NOTLAR
[1] Ratti, Carlo, 2023, “Carlo Ratti appointed Curator of the Biennale Architettura 2025”, La Biennale de Veniezia Resmi Web Sitesi, 23 Aralık 2023, (https://www.labiennale.org/en/news/carlo-ratti-appointed-curator-biennale-architettura-2025). [Erişim:13.06.2025]
[2] Ratti, Carlo. 2024. “A Circular Economy Manifesto”, La Biennale de Veniezia Resmi Web Sitesi, 20 Eylül 2024, (https://www.labiennale.org/en/news/circular-economy-manifesto). [Erişim:13.06.2025]
[3]Moore, Rowan, 2025, “Venice Architecture Biennale review: ‘a hot mess of pretension’”, The Observer, 10 Mayıs 2025, (https://observer.co.uk/culture/architecture/article/venice-architecture-biennale-review-2025). [Erişim:13.06.2025]
[4]Wainwright, Oliver. 2025. “Can robots make the perfect Aperol spritz? – Venice Architecture Biennale 2025 review”, The Guardian, 9 Mayıs 2025, (https://www.theguardian.com/artanddesign/2025/may/09/robots-aperol-spritz-venice-architecture-biennale-2025-review-3d). [Erişim:13.06.2025]
[5] Barabási, Albert-László; Bonino, Michele; Ciuccarelli, Paolo; Yaneva, Albena, 2025, “Constructing La Biennale”, 19. Venedik Mimarlık Bienali, Giardini, Fexc.
[6] Rogers, Thomas, 2025, “A Touch of Apocalypse Chic at the Venice Architecture Biennale”, The New York Times, 2 Mayıs 2025, (https://www.nytimes.com/2025/05/02/arts/design/sub-venice-architecture-biennale.html). [Erişim:13.06.2025]
[7] Gallanti, Fabrizio, 2025, “Fakery and deception is everywhere at Venice Architecture Biennale 2025” Dezeen, 6 Haziran 2025, (https://www.dezeen.com/2025/06/06/fakery-deception-venice-architecture-biennale-2025-fabrizio-gallanti-opinion/). [Erişim:13.06.2025]
[8]Harper, Phineas, 2025, “Venice Architecture Biennale 2025 Review: A Tech Bro Fever Dream.” ArtReview, 14 Mayıs 2025, (https://artreview.com/venice-architecture-biennale-2025-review-a-tech-bro-fever-dream). [Erişim:13.06.2025]
[9] Milan, Laura, 2025, “Padiglione Italia, in fuga dalla curatela.” Il Giornale dell’Architettura, 9 Mayıs 2025, (https://ilgiornaledellarchitettura.com/2025/05/09/padiglione-italia-in-fuga-dalla-curatela-phineas-harper). [Erişim:13.06.2025]
[10] Haraway, Donna J., 2016, “Staying with the trouble: Making kin in the Chthulucene”, Staying with the Trouble, Duke University Press,
Bu icerik 164 defa görüntülenmiştir.