BİENAL
Toprağı Düşünürken Yeryüzünde Barınma Halimizi Mimarlık Üzerinden Sorgulamaya Açmak: “Yerebasan" Pavyonu
Şebnem Yalınay Çinici, Prof. Dr., Öğr. Üyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Mayıs ayında ziyarete açılan 19. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu, Ceren Erdem ve Bilge Kalfa'nın küratörlüğünde, "Yerebasan" başlığıyla ele alındı. Yazar, 18. Venedik Uluslararası Mimarlık Bienali’nin Türkiye Pavyonu’na odakları çevirerek deneyimlediği seçkinin penceresinden; mimarlığın yerle, malzemeyle, doğayla ve teknolojiyle olan ilişkisine dair düşündürdüklerini aktarıyor.
Mimarlığın yeryüzü ve toprak ile kurduğu ilişki insanların tüm canlılarla birlikte dünya üzerinde sürdürdüğü yaşama dair büyük bir soru olarak da var olagelmiştir. 19. Venedik Mimarlık Bienali 2025, bu sene, Carlo Ratti küratörlüğünde “Zeka. Doğal. Yapay. Kolektif.”(Intelligens. Natural. Artificial. Collective.) başlığı altında bu soruya oldukça kapsamlı ve çoğulcu bir cevap vermeye çalışıyor. Bu seneki bienal seçkisi aynı zamanda en çok katılımcı sayısıyla öne çıkan bir çeşitlilikle sunulduğunu da ayrıca belirtmek gerekir diye düşünüyorum.
Söz konusu temayı, yeryüzünde tüm canlı - cansız varlıklarla ortak bir ekosistem olarak yaşama deneyimlerimizden, moderniteden itibaren süregelen özne - nesne ayırımına dair eleştirilere dek pek çok farklı açıdan tartışmak mümkün. Bu bağlamda Türkiye Pavyonu, hem bu geniş çeşitlilik, yoğunluk ve çok sayıdaki işin ana vurgusunu netleştiren hem de zenginliğini kaybetmeden görünür kılan bir çerçevede durmakta. Ceren Erdem ve Bilge Kalfa'nın küratörlüğünde, "Yerebasan" başlığıyla ele alınan pavyon, toprağı, üzerinde ve onunla beraber var olduğumuz hem malzeme hem de düşünsel bir ortam olarak sunmakta (Resim 1). Sergi, biraraya getirdiği işlerin birlikteliğinde, toprağı yapılı çevrenin zemini veya nesnesi olmaktan çıkararak kültürel, ekolojik ve politik mücadelelerin kesişiminde konumlandırıyor. Böylece kazarak, yerinden ederek, içindeki değerli madenleri çıkararak, ekip - biçerek veya üzerinde yapılar yaparak barındığımız yeryüzü, tanıdığımız anlamlarının ötesinde farklı bir düşünce alanı olarak önümüze açılıyor. Araçsal olmaktan uzaklaşan bu yaklaşım toprakla var olma pratiklerini, mimarlığı kurma olanaklarını ve toprakla bir olma bilincine duyulan ihtiyacı farklı boyutlarda da sorgulamaya açmakta.
Türkiye Pavyonu'nun bu tematik yaklaşımı, tüm bienal seçkisinde de görüldüğü üzere küresel mimarlık pratiklerinde giderek daha fazla tartışılan enerji + kaynakların etkin kullanımı ve iklim krizine yönelik ekolojik, politik, sanatsal ve felsefi yaklaşımlara dair kavrayışlara, yerel ve özgün bir perspektifi de sunmakta. Toprak, salt doğal bir zemin veya arka plan olmaktan çıkarak, insan - toprak - yeryüzü - barınma - teknoloji ilişkilerinin tarihsel, kültürel ve biyolojik açılımlarını içeren bir tartışmanın merkezi haline gelmekte. Bu anlamda sanatçıları, akademisyenleri, araştırmacıları ve mimarları yaptıkları çalışmalarla bir araya getiren “Yerebasan”, mimarlığın ontolojik dönüşümünü talep eden bir söylemi de güçlü bir şekilde gündeme taşımakta.
Zeminaltı
“Yerebasan” seçkisindeki işlere üst başlıklarla bakmak istersek çalışmaları zemin altından zemin üstüne doğru okumak mümkün diye düşünüyorum. Bu kapsamda, öncelikle tarihsel, arkeolojik ve jeopolitik bir okumayla toprağın hafızasına yönelik çalışan Sinem Dişli'nin “Toprak Pigment Ayrımları: Yerin Katmanlarını Açığa Çıkarmak”(
Resim 2)ve“Gülleler” (
Resim 3) çalışmaları ile başlayabiliriz. Dişli, bu çalışmaları ile toprağı bir arkeolojik katman olarak gören, geçmişin izlerini bugünün yüzeyine taşıyan bir bellek zemini olarak ele alıyor. Dişli’nin çalışmaları, özellikle Mezopotamya ve Anadolu topraklarındaki uygarlık kalıntılarına odaklanan ve toprağın sessiz tanıklığını görünür kılan işler. Arkeolojik katmanlar üzerinden zamansal bir derinlik sunarken, aynı zamanda toprağın içindeki politik çatışmaları, toprak üzerindeki egemenlik mücadelelerini de yine toprak aracılığıyla bizlere geri sunmakta.
Yine bu bağlamda, Serkan Taycan'ın coğrafi haritalama temelli fotoğraf serisi “Kabuk” ise, toprağı yalnızca bir yer olarak değil, sınır çizgilerinin, mülkiyet rejimlerinin ve kentsel inşaların şekillendirdiği jeopolitik bir alan olarak düşündürüyor. 2011 – 2013 yıllarında çekilen üç fotoğraf, toprağın mekânsal sınırları aşan bir politika alanı olduğunu ortaya koyarken, toprağın jeopolitik işlevi, onun mimarlık dışı sosyopolitik bağlamlarını da gündeme taşımakta ve kentin taş ocakları, hafriyat, inşaat döngüsüne dair de sarsıcı bir okuma yapmakta. Yer altına yönelik yine hafızalarımızda en üzücü şekilde yer eden depremlere yönelik “Sarsıntı” başlıklı işiyle Ali Miharbi ise yine Anadolu coğrafyasının hareketli zemin yapısını tavandan sarkan, belli aralıklarla sallanan bir lamba enstalasyonu ile deneyim olarak canlandırmakta.
Zemin
Zemin altından zemine doğru ilerlediğimizde Ali Mahmut Demirel’in “Latmos Tanrıları-Karadere Maden Ocağı ve Balıktaş Mağarası” baskıları ile Orkan Telhan’ın “Yeryüzü Örtüleri”çalışmaları (
Resim 4), toprak yüzeyinin teknolojiyle olan ilişkisini tartışmaya açmakta. Telhan mikrobiyal aşılamayı odağa alan çalışmasıyla toprağın işleme, maden, tarım, inşaatlar sonrası yüzyıllar boyu süren yorgunluğunun giderilerek onarılmasının yollarını araştırıyor. Bunun yanı sıra Ali Mahmut Demirel’in çalışması ise, mekân, zaman ve toprak üzerine sanatsal bir yerleştirme olarak ele alınırken, terk edilmiş ve toprağa karışmakta olan endüstriyel yapılar aracılığıyla zamanın toprak üzerindeki etkisini de görselleştirmekte. Bu iş, mimarlığın geçiciliğini ve doğayla kurduğu kırılgan ilişkiyi göz önüne sererken, aynı zamanda toprağın yavaş ancak kaçınılmaz dönüştürücü gücünü de ön plana çıkarıyor diye düşünüyorum.
Zeminüstü
Zemin üzerine doğru okumamızı sürdürdüğümüzde Füsun Alioğlu ve Senem Akçay’ın “Anadolu Vernaküler Toprak Barınak Mimarisi Araştırması” (
Resim 5) bizlere coğrafyamız üzerinden tarihsel bir okuma sunarken, tarihimizdeki toprak ile ev kurma geleneğinin günümüzdeki araştırmaları ise sergi kapsamında oldukça ilgi çekici çalışmalarla yer almakta. Özgül Öztürk’ün bu kapsamda pek çok projeye danışmanlık yapmasının yanı sıra kendi projeleri olan “Anadolu Meleği ve İğneada” Projeleri toprağı beraberinde taşıdığı kadim bilgilerle bize sabır, hafıza ve dönüşümü tekrar öğreten özellikle kırsal ölçekte birlikte yapma kültürünün temel parçası olarak ele almakta (
Resim 6). Sergide yer alan Herkes için Mimarlık ve Poçolana Works’ün “Süper Kerpiç Çocuk Kitaplığı” yapısı da benzer bir hep birlikte yapma kültürünün toprak zemininin üstünde toprakla nasıl mümkün olabildiğinin bir diğer örneğini oluşturmakta.
Team Bosphorus’un “ReYard Evi”, toprağın bir yapı malzemesi olarak sürdürülebilirliğini tartışmaya açarken, toprak, kerpiç ve doğal bağlayıcılar gibi yerel ve düşük karbon ayak izine sahip tekniklerle geliştirdikleri panel ve malzeme örneklerini, modern inşaat tekniklerinin uzun yıllara yayılmış yapma pratikleri ile buluşturmanın yollarını araştırmakta (Resim 7). Bu yaklaşımlar, toprağı yalnızca doğal bir kaynak olarak değil, modern mimarlığın unuttuğu bir bilgi alanı olarak da ele almakta. Yalın Mimarlık'ın “Toprak Kule” projesi ise bu düşünceyi yapılı kentsel çevre ölçeğine taşıyarak, mimarlığın toprağın üzerinde yükselirken, yerinden ettiği toprağı nasıl anlamlı bir biçimde kullanılabileceğine dair kent çeperinde bir olanağı hepimize hatırlatmaya başlıyor.
Toprağı bu anlamda güncel teknolojilerle araştırmaya açan Atelier FY’in “Toprak Tuğla_Kazıdan Yapıya”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tasarım - malzeme araştırmaları kapsamında Fulya Akipek ve Tuğrul Yazar önderliğinde gerçekleştirilen “Common - Action Walls” (Resim 8) ve “REC II-Muqarnas” (Resim 9) çalışmaları ile yine aynı ekibin daha kalabalık disiplinlerarası bir grupla gerçekleştirdiği “Bire-Pan” (Resim 10) projeleri sergide önemli bir söz ile yer almakta. Sıkıştırılmış toprağın yapı malzemesi olarak nasıl ele alınıp geliştirilebileceği ve toprak ile daha bütün bir yapı yapma pratiğinin sürdürülebilir çevreleri kurmadaki katkısı teknolojik bir araştırma konusu olarak bu proje çalışmalarıyla sergide yer almakta.
Sıkıştırılmış toprak bloklar kadar toprağın 3B olarak basılabilir akışkanlıkta da ele alınabilir olması Yelda Gin’in “3B Toprak Baskı”çalışmasıyla malzeme araştırmaları arasında sergilenmekte. Bu yaklaşımın yapıya dönüşmesi üzerine de Solidified’in “Nevterra Evi”projesi (Resim 11), uygulanabilir bir örnek olarak sergide görülebilmekte. Teknolojinin toprak ile düşünürken sağladığı olanaklara başka bir örnek olarak, Solidified tarafından üretilen “Biyo-Bilgi Tabanlı 3B Baskı Tuğla Örgüsü” (Resim 12), herhangi bir örtü formu düşüncesi içinde her bir tuğlanın farklı parça - bütün olasılıkları kurabilecek şekilde artık birbirinden bağımsız ama birbirini tamamlayıcı biçimde tasarlanıp üretilebileceğinin incelikli bir örneğini oluşturmakta. Solidified ekibinin bu kapsamda mermer tozu kullanarak 3B baskı yöntemiyle ürettikleri çalışmaları ise seçkideki en büyük ölçekli işlerinden biri (Resim 13). Yine Mono - Earth ve Solidified’in ortak çalışması olan “Kozmik Çekirdek” ise bir gezegeni önce toprağı ve yüzey örtüsü ile anlama fikrinden yola çıkarak anıtsal bir okumayı sanatsal olarak sunmakta (Resim 14).
Ama tüm serginin hem en ortasında yer alan hem de en büyük ölçekli işi olan Ceren Erdem ve Bilge Kalfa’nın Förni ve Mono - Earth işbirliği ile ürettiği “İn” yerleştirmesi ise ziyaretçileri yüzyıllardır belleklerinde taşıdıkları toprağın içinde olma, yaşama, yuvalanmaya dair güncel bir deneyim alanı açıyor (Resim 15).
Son Birkaç Söz
Özetle, 2025 Venedik Mimarlık Bienalinde yer alan “Yerebasan” Türkiye Pavyonu, mimarlığın yerle, malzemeyle, doğayla ve teknolojiyle olan ilişkisini kökten yeniden düşünmeye çağıran, asıl aktör toprakla bir birliktelik hali sunmakta. Yeryüzünden gelecek bilginin birlikte hissederek, toprağın titreşimlerine kulak vererek oluştuğunu tekrar hatırlatıyor. Sergideki işler, mimarlığın ölçülebilir ve planlanabilir evrenini sarsarak, toprağın temsil edilemezliğine bir kez daha işaret ediyor. Toprak artık nesnel anlamlarının ötesinde, yerle ve bağlamla ilişkili bir bilgi alanı olarak kendini sunuyor. Yani bilgi evrensel hakikatler üzerinden değil, yerinde ve ilişkisel olarak bir açığa çıkarma hali olarak karşımıza çıkıyor. Mimarlık bu zeminde artık kuran / inşa eden olmanın yanı sıra aynı zamanda fail olarak üstlendiği rol ile de sorgulamaya açılıyor.
Toprağı yalnızca geçmişin izlerini taşıyan değil, bugünün politik çatışmalarının şekillendiği etkin bir birliktelik zemini olarak görme hali güncel tartışmalar çerçevesinden baktığımızda, Donna Haraway’in “sympoiesis” ve “konumlanmış bilgiler” (situated knowledges) kavramlarıyla da farklı bir çerçeve kazanmakta diye düşünüyorum. Haraway, The Companion Species Manifesto ve Staying with the Trouble kitaplarında, insan olmayanla kurulan ilişkilerde karşılıklı bağımlılık ve ortak yaratımın altını çizerken, “sympoiesis” kavramı, tekil ve sabit nesneleri yaratmaktan ziyade, birbirini var eden ilişkisel süreçlerin önemini vurgular. “Yerebasan” seçkisinde yer alan tüm çalışmaları Haraway’in “doğayla ortaklık” kurma çağrısının somutlaştığı örnekler olarak da okumak mümkün düşüncesindeyim: doğayı yönetilecek bir kaynak değil, birlikte yaşanacak bir ortak olarak görmek.
Bu bağlamda, Heidegger’in gelassenheit, yani var olanı ‘oluşuna bırakarak’ onunla var olma kavramını da hatırlamak pavyondaki işlerle kurulan çerçeveyi anlamamıza farklı bir perspektif sunacağı inancındayım: mimarlığın toprağa yönelik yaklaşımında, ona şekil verme iradesinin geri çekilmesi, toprağın kendi süreçleriyle var olmasına izin verilmesi, onunla beraber var olma arzusu. Heidegger’in “istençsizliğin istenci” (will-not-to-will) ifadesiyle de düşünebileceğimiz bu birliktelik hali, mimarlığın doğaya egemen olmaya değil, onunla birlikte var olmaya yönelik arayışına işaret eder. Toprağı edilgen bir kaynak değil, bilgi üretiminde kendisinden öğrenilebilecek bir aktör olarak konumlandırır. Dolayısıyla, toprağın malzeme olarak performansına değil, onunla birlikte düşünmeye yönelik çözümlemelere odaklanmayı düşündürür.
“Yerebasan”, bu düşünsel eksende mimarlığı bir irade eylemi olarak değil, doğa ile “birlikte var olma”, bir eşlik, bir duyarlılık pratiği olarak ele alır. Toprakla düşünmek, doğal süreçlere kulak vermek; kontrol etmektense birlikte dönüşmek anlamına gelir. Dolayısıyla bu pavyon, mimarlığın yeryüzüyle ilişkisini yeniden müzakere eden ontolojik bir bilinçten pozisyonunu sunar. Ne kadar her türlü tartışmaya açık olursa olsun, bu pozisyon, tüm kurma eylemlerimizi ve mimarlığımızı toprağa, zemine, yeryüzüne kulak vererek yeniden düşünme gerekliliğini sessizce ama güçlü ve bilgece dile getirmekte diye düşünüyorum.
* Resim 1 – 3 dışındaki tüm fotoğraflar yazara aittir.
KAYNAKÇA
“Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu: Yerebasan”, 2025,
Arkitera, (https://www.arkitera.com/haber/venedik-mimarlik-bienali-turkiye-pavyonunda-sergilenecek-projenin-ayrintilari-aciklandi). [Erişim: 30.06.2025]
“Türkiye Pavyonu: Toprağın Hafızasında Mimarlık”, 2025, ArtDog Istanbul, (https://artdogistanbul.com/venedik-mimarlik-bienali-turkiye-pavyonu-yerebasan/). [Erişim: 30.06.2025]
“Venedik Bienali Türkiye Pavyonu'nda ‘Yerebasan’”, 2025, Art Newspaper Türkiye, (https://www.artnewspaper.com.tr/2025/03/11/venedik-bienali-19-uluslararasi-mimarlik-sergisi-turkiye-pavyonunda-ceren-erdem-ve-bilge-kalfanin-kuratorlugunde-yerebasan-isimli-proje-sergilenecek). [Erişim: 30.06.2025]
Heidegger, M.,1959, Gelassenheit, Stuttgart: Günther Neske Verlag.
Heidegger, M., 1971, “Building Dwelling Thinking”, A. Hofstadter (ed. ve çev.), Poetry, Language, Thought, New York: Harper & Row, ss.141-160.
Haraway, D., 2003, The Companion Species Manifesto: Dogs, People, and Significant Otherness, Chicago: Prickly Paradigm Press.
Haraway, D., 2016, Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene, Durham: Duke University Press.
İKSV, 2025, "Yerebasan Projesi", (https://www.iksv.org/tr/haber/venedik-mimarlik-bienali-turkiye-pavyonu-nda-sergilenecek-yerebasan-projesinin-ayrintilari-aciklandi). [Erişim: 30.06.2025]
Bu icerik 43 defa görüntülenmiştir.