315
OCAK-ŞUBAT 2004
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • 9+1

    anlama / anla(t)ma / anla(ş)ma
    Tansel Korkmaz

    Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tasarım Kültürü ve Yönetimi Programı

    9+1 Yuvarlak-Masa Toplantıları Moderatörü

ÖĞRENCİ BULUŞMASI

KONGRE: 15. YAPI VE YAŞAM: UIA 2005'e DOĞRU "KENTLER VE MİMARLIK" ÜZERİNE

  • Boşluğun Mimarisi
    Emre Demirel

    Araş.Gör., Hacettepe Üniversitesi,

    İç Mimari ve Çevre Tasarımı Bölümü

  • Günümüzde Koruma / Restorasyon Çıkmazı
    S.Sarp Tunçoku

    Yrd.Doç.Dr., Mimar - Restorasyon Uzmanı,

    Sivas - Cumhuriyet Üniversitesi,

    İnşaat Mühendisliği Bölümü

    Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyesi



KÜNYE
ÖĞRENCİ BULUŞMASI

Alternatif Mimarlık Eğitiminde Bir Öğrenci Buluşması: “Kimlik-siz” Teması ile BULUŞMA 7.5

Nazlı Elçin ve Zühal Ekinci

DEÜ Mimarlık Bölümü, 4. sınıf öğrencileri.

Buluşma 7.5 Organizasyon Komitesi adına.

* Buluşma 7.5 Organizasyon Komitesi Nazlı Elçin, Zühal Ekinci, Bora Başok, Saner Belli, Ali Haydar Pekdemir, İsmail Hakkı Aslan, Tuğba Turgan, Serhat Özdiş, Güray Karabağlı, Ayşe Miray Gemi, Esma Aydan Artan, Ayşegül Akçay, Ersin Gelgi, Müge Özduran, Deniz İnal, Emre Günay, Eda Tuna, Dilara Has ve Damla Aslan’dan oluşuyor. Buluşma ile ilgili her türlü bilgiye http://web.deu.edu.tr/7.5/ adresinden ulaşılabiliyor.

7 yıldan bu yana çeşitli üniversiteler tarafından gerçekleştirilmiş olan Mimarlık Öğrencileri Buluşmaları, geleceğin mimarlarını bir araya getirerek, onların hem mimarlık hem de hayata dair her şey hakkında paylaşımda bulunmalarını, tartışmalarını sağladı. Organizasyonlara DEÜ Buluşma 7.5 adı altında bir “yaz buluşması” ile katılmak istedi ve farklı bir formatta genç mimar adaylarını bir araya getirmeyi amaçladı. En son Buluşma 7’de olduğu gibi yine atölye kurucuları, seminer düzenleyicileri ve bizzat organizasyon komitesi olarak tamamen bir öğrenci organizasyonu olması, ancak öte yandan da, bir o kadar profesyonelce bir organizasyon oluşturulması hedeflendi.

Buluşma 7.5’un teması “Kimlik-siz”di. Bu tema ile kavramsal ve kuramsal boyutuyla kimlik olgusunu ele alıp oluşum-gelişim evrelerini incelemeyi, konuyu güncel boyutuyla ele almayı ve mimarlıkla bağlarını irdelemeyi hedefledik. Çeşitli konularda var olan kimliksizlik problemini tartışmaya açmayı ve bunu yaparken de kimliğin “siz” yani “biz” olma durumunu ön plana çıkarmayı amaçladık. Böylece bireysel gelişimin ve birikimin çok önemli olduğu mimarlık alanında, bireylerin kendilerini ve çevrelerini ne denli sorguladıklarını, ne denli alış-veriş içinde olduklarını ortaya çıkartmayı, kendi kimlikleriyle onları yüzleştirmeyi düşündük. Kimlik “biz” olarak mimarlıkta ne kadar varız? Ne kadar “biz” olarak bir şeyleri şekillendirebiliyoruz? Bu soruların yanıtlarını almayı amaçladık.

Temayı temelde iki yönlü olarak açarak, hem farklı açılımlara, soyutlamalara yaklaşıp geniş ve kaygan bir yüzey oluşturmuş, hem de bazı noktalarda somutlayıp bir yerlerden tutmak istenmişti. ”Bizleri rahatsız etmeyecek sınırlar koyarak” ifadesi komitenin amaç bildirisinde yer alan bir cümleydi ve kaybolup gitmeden kaliteli ürünler elde edebilme kaygısının bir yansımasıydı bu ifade.

Buluşma 7.5 Organizasyon Komitesi, etkinliği anlatırken “... geleceğin mimarlarını bir araya getirip birlikte düşünüp paylaşımlarda bulunabilecekleri, çalışmalar sonunda ürünler elde edebilecekleri bir platform...” diyordu. Evet, sadece bir platform hazırlamaktı DEÜ’nün yaptığı. ”Biz her şeyi hazırladık, gelin ve eteklerinizdekileri dökün“ diyordu basitçe.

İzmir’in sıcak Temmuz günlerinde 300 öğrenci toplandı ve bunu gerçekleştirdi. Katılımcıların hazırladığı atölyeler, proje sunumları ve seminerlere ilgi yüksekti. 3 gün boyunca genç mimar adayları hep birlikte çalıştı, eğlendi, gezdi...

*

Kimlik

Zühal Ekinci

Sahip olduğumuz ilk kimlik, daha doğar doğmaz konan isimlerimizdir hiç kuşkusuz. Bebeklikten ergenliğe ya da ilk insandan günümüze bedenimizle birlikte ruhumuz da her yeni gün, biraz daha değişti. Yaşadığımız çevre, insanlar, zaman, düşünceler ve daha aklımıza gelmeyen daha bir çok şey bu değişime yön verdi. Sonradan kazanılmış sosyal kimlik, her insanda farklı olan özle birleştiğinde “siz”i yani kimliğinizi oluşturdu.

Kimlik Batı dillerinde (identity) denklik anlamına geliyor; yani bireyin tıpatıp kendi olma durumu. Arapça’da ise (hüviyet) mahiyet, gerçek özellik anlamına geliyor. Farklı iki kültürde yapılan tanımlamalar, kimlik kavramını her bireyde farklı ve kendine özgü olan bireysel nitelikler olarak açıklıyor. Oysa bugün ve tarih boyu kimlik kavramını ele aldığımızda, bireysel niteliklerin yanında -hatta belki daha fazla- dış etkilerden beslenen bir yapısı olduğunu anlıyoruz. Öyle ki, yaşam boyu birbiri ardına edinilen ve değişen bir çok kimliğe sahip oluyoruz. En temelde, Türk, İtalyan, Fransız, Uzak Doğulu, Orta Avrupalı, Amerikalı ve Afrika yerlisiyiz... Sonra, Şamanist, Budist, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve Ateistiz. Daha da var... Öğretmen, öğrenci, avukat, işçi, doktor, çiftçi, mühendis, sporcu, sanatçı ve daha kim bilir neleriz neler olacağız?...

Dolayısıyla böyle farklı kaynaklardan beslenen ve hem zamana hem bireye bağlı değişken bir kavramın ne olduğunu, nasıl olacağını açıklamak zor. Daha değinmediğimiz bir çok boyutu olan ve hayatımız boyunca farkında olarak ya da olmayarak yüklendiğimiz ve yüklediğimiz “kimlik” kavramı, bir kavramdan öte insanın kendini bulma çabasıdır. Kazanılması gereken ilk ve zorunlu tek savaş budur belki de...

Bireyin kimlik arayışını yalnız kendi içinde değil, yaşadığı toplum, coğrafya, zaman ve sosyal çevre içinde sürdürdüğünü düşünürsek, bu etkenlerin bireyler üzerinde ortak bir “kültürel kimlik” yaratması da kaçınılmazdır. Kültürel kimlik değerlerinin “evrensel kimlik”le olumlu etkileşimde bulunabilmesi ancak farklılıklara gösterilecek olumlu tutumla mümkün olabilir. Yani birey kimliğini bulma çabasını, gerek kendi dünyası içinde gerekse dışında sürdürmelidir.

Kimliği bulma çabası tek ve net bir sonuçla değil fakat aynı kaynaktan beslenen farklı dallarla sonuçlanır. Bireysel kimlik, sosyal kimlik, mesleki kimlik vs... Bu dalların birbirleriyle olan ilişkilerini daha özelde, mimarlık perspektifiyle ele aldığımızda karşımıza yanıtlaması güç pek çok soru çıkmaktadır... Mimari kimlik var mıdır? Yoksa hale hazır bir kimlik mi edinilmelidir? Kimliksiz olan mimari midir? Yoksa mimar mıdır?

Mimarın kimlik arayışı da diğer bireylerde olduğu gibi çoğunlukla bireysel ve toplumsal değerler etrafında ikiye bölünmüştür. Kimi mimarlar kendi değerlerinin peşinden gitmiş ve varlığını sürdürebilmek için kendi yolunu çizmiştir. Mimar, bu yolda tasarımda bireysel özgürlüğün sınırını ego ve sorumluluk etkisi altında aramıştır. Kimileri ise yaşadıkları dönem içinde var olan akımların etkisi altında kalmışlardır. Bir başka deyişle, doğadaki tüm canlılar gibi varlıklarını sürdürebilmek (kimliği bulmak) için değişen koşulara ayak uydurmayı seçmiş ve zaman içinde çeşitli adaptasyonlar geliştirmişlerdir. Geliştirilen bu adaptasyonlar (mimari akımlar) tarih boyunca dönemin çeşitli etkilerini yansıtmış, yaşanılmış ve zamanla yerini bir başkasına bırakmıştır. Bu değişimin sebebi ne tek başına zaman, ne de değişen düşünce yapısıdır. Yaşanılan coğrafyanın da tıpkı canlı organizmalarda olduğu gibi mimariye ve geliştirilen mimari adaptasyonlara etkisi büyüktür. İklim ve çevre koşullarına bağlı olarak elde edilen malzemeler, farklı bölgelerde kendine özgü ve kültürel kimliği yansıtır nitelikte sivil mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bunun yanında teknolojinin gelişmesiyle yeni yapı malzemeleri ve yapım tekniklerinin bulunması da konstrüktivizm ve high-tech gibi mimari akımların geliştirilmesinde etkili olmuştur. Bazen de daha önce geliştirilmiş olan bir adaptasyonun (akımın) varlığı, ona karşı ve bir o kadar da bağlı yeni bir adaptasyonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yani modernizm yaşanmasaydı postmodernizm doğabilir miydi? Her ne sebeple oluşursa oluşsunlar, çoğu zaman dönemin ihtiyaçlarına cevep veren bu mimari adaptasyonları benimsiyor ve varlığımızın yansımalarını (kimliği) bu koşullar altında sunmaya ve hatta şekillendirmeye çalışıyoruz. Ancak mimari kimliği ve bu kimliğin bireysel olan niteliklerini varedebilme çabasından vazgeçildiği takdirde, sonuç ifadesizleşen ve aynılık içinde “kimliksiz“leşen eserler olacaktır. Örneğin, bugün Aldo Rossi’ye ait herhangi bir tasarımı şu veya bu akımın etkisinde demeden Aldo Rossi imzası ile tanıyorsak, bu, kimliğin özgün ve özgür ifadesindendir. Doğru olan nedir peki? Kendi yolunu çizip yürümek mi, yoksa soyal yaşantımızda olduğu gibi, “şuyum, buyum…“ un sonuna, bir de mimari kimliklerimizi mi eklemek? Bir kimlik arayışıdır gidiyor. Aramak, bulmak, kaybetmek… Hepsi aynı şey demek aslında. Hepsi kendini ifade edebilmek, kimliği bulmak yolunda birer durak noktası.

Bu yaz mimarlık öğrencileri İzmir’ de buluştu. Kimliğin, “ben“in, “sen“in, “biz“in ve “kimlik’siz“in peşinden gittik. Hep birlikte aradık, bulduk, kaybettik… Sonuç ne olursa olsun birlikte yol aldık…

*

Kimlik-siz-leşme

Nazlı Elçin

“Kim” sorusunun merkezinde gelişen bir kavram belki de “kimlik”. Zaten “kimlik sorulur” birçok yerde değil mi? Sahiden de bir sorunun cevabı olması durumudur yani. Ne olduğunun, kim olduğunun bilinmesi. Yanıtsız ve tanımsız olması, belirsizlik hali de “kimliksizliktir“ o halde.

Öylesine bir boşluk mudur kimliksizlik? Başı-sonu yok mudur? Birdenbire mi kimliksiz olunuverir? Bir gün bir şeylerin eksik olduğunu fark etmek ya da her şeyin eksik olduğunu. İşte bu ayrımsama noktasında başlar “kimlik arayışı”. Zorlu bir süreçtir çoğu zaman. Deneme-yanılma yöntemiyle bir şeyler elde etmeye çalışılır. Uymayınca çözümü bir başka yerde ararsın ya da bir yolculuğa, keşfe çıkarsın kendi içinde, olmazsa çevrende. Aradığını bulabildiğin anda rahatsındır artık, mutlusundur; “siz” takısından kurtulmuş bir biçimde hain-hınzır gülümsüyorsundur etrafa. Ne olduğu belli, net, tanımlanabilen bir şey olduğunu haykırabilirsin herkese. Peki ya olmuyorsa? Ulaşılamıyorsa bu mutlu sona? Dayanılmaz bir sancıdır bu işte. Kaosun ta kendisidir. ”Kimlik bunalımı“ denen şey de çok yakın değil midir buna?

Böylesi içinden çıkılmaz durumlarda ideal çözümdür “kimlik kazandırma”. Peki gerçekten var mıdır böyle bir “kimlik yükleme” durumu? Öylece sonradan giydirivermek üzerine. Ya bir beden büyükse? Ya da sıkıyorsa yanlardan azıcık? Bu gerçek bir kimlik olabilir mi? Yoksa bir yanılsama, bir kandırmaca, yani kimliksizliğin ta kendisi midir? Hayatımızın büyük bölümünü bu tür “sanal kimlik”lerle yönlendirmiyor muyuz? ”İmaj” denilen şey, ne kadar gerçek kimliğin dışa vurumudur?

Kimliksiz olmak gerçekten bir “yokluk hali midir? Yoksa hep bir yerlerde vardır da, keşfedilmeyi, açığa çıkarılmayı mı bekliyordur? Takdir edilmeyi ya da yerilmeyi hayal ediyordur belki de gerçekten varolabilmiş her “şey” gibi hayatta.

Kimliğin de bir doğum-gelişim-ölüm süreci vardır, doğal adaptasyonları geliştirmiş olduğu. Kimlik adaptasyonları kaldırabilir mi, yoksa evrim sonrası tamamen farklı bir şey midir bağımsız olarak? Olaylar, eleştiriler, kişiler hatta sadece zamanın kendisi dahi bir şeyler ekleyip çıkarmaz mı? Bu süreçler yaşanırken etkileşimin payı nedir? Kimlik tamamen bir içsel olgu mudur? Yoksa dışarıdan da şekillendirilebilen, üzerinde oynanabilen, esneyebilen bir şey mi?

Belki de “kimliksizlik” sadece bir “şey” dir...

Bu icerik 3157 defa görüntülenmiştir.