339
OCAK-ŞUBAT 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ETKİNLİKLER

YANSIMALAR: “Koruma Alanına Yeniden Bakış” Dosyası Üzerine

DOSYA: Mimarlık ve Eğitiminde “Süreklilik ve Değişim”

MİMARLIK ELEŞTİRİSİ: Turgut Cansever’in Söylemi ve Mimarlığı

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİKLER

Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinden “Öteki Modernler”e Bakışlar

Kıvanç Kılınç

Doktora Öğrencisi, New York Eyalet Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü, Binghamton-ABD

 

Tonguç Akış

Doktora Öğrencisi, ODT&Uum

Türkiye’deki modern mimarlık tarihi yazımında karşılaştırmalı bir okumanın eksikliği, mimarlık okullarında giderek daha sık biçimde işlenen bir konu haline geliyor. ODTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans Programı’nca bu yıl ikincisi düzenlenen ODTÜ Mimarlık Tarihi Atölyesi, bu soruna yeni bir açılım getiren etkinlikler arasında öne çıkıyor.  

20. yüzyıl başı Türkiye, Hollanda ve Sovyet Rusya’sının modern mimarlığa ilişkin deneyimlerinin karşılıklı bir perspektiften irdelendiği atölye, ODTÜ Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. İnci Aslanoğlu tarafından yapılan, “Türkiye’de Modern Mimarlık” başlıklı sunuşla başladı. Erken Cumhuriyet Dönemi, modern mimarlığımızı biçimlendiren üsluplar ya da akımlar arasında bölgeselcilik, Alman neo-klasisizmi ve modernist mimariyi merkeze yerleştiren Aslanoğlu’nun sunuşu, farklı bağlamları işleyen sonraki konuşmalara Türkiye mimarlığı üzerinden bir girizgâh yapması bakımından önemliydi.

 

“Hollanda’da Modern Mimarlık” başlıklı sunuşunda TU Delft’ten Jan Molema, Hollanda modernizminin kökenlerini antik formlardan daha güncel “modern” biçimlere, Frank Lloyd Wright’tan Berlage’nin mimari çizimlerinde saklı “geometrilere” uzanan bir ölçekte inceledi. Özellikle, “modern” tanımının, “ilk modern”lerden sayılan Berlage’nin binaları üzerinden sorgulanması ve formdan da öte, bir düşünme biçimi olarak yorumlanması atölyenin amacına uygun, yerinde bir açılım sağladı. Hollanda, hem De Stijl gibi modern mimarlığı derinden etkileyen akımlara evsahipliği yaptığı, hem de Berlage gibi “teorisyen” erken modernlerin vatanı olduğu için, özellikle de dönemin Sovyet avangart mimarlığıyla olan kaçınılmaz ilişkisi hatırlandığında, atölye için uygun bir seçimdi. Üstelik Türkiye’deki tartışmalarda (son dönemdeki yükselen değer “Dutch modernizmi”ni bunun dışında tutabiliriz) çok da üzerinde durmadığımız bir “alan” Hollanda mimarlığı.

 

Sovyet Rusya’nın Türkiye mimarlığıyla ilişkisi ise çok daha doğrudan kurulabilecek nitelikte. TU Delft’ten Ivan Nevzgodin’in “SSCB’de Modern Mimarlık” adlı sunuşunda, 1920–30 arasında, sosyal ve politik bağlamdan bağımsız düşünülemeyecek olan Sovyet modern mimarlık pratiklerinin düşünsel kökenleri, verilen örnekler ile izlendi. Başlangıçtaki “avangart” mimarlık anlayışının yirmi yıl içinde dönüşerek biçim değiştirmesinin ardında yatan nedenler kavranmaya çalışıldı. Nevzgodin’e göre, SSCB’de, konstrüktivizmin işlevsel katkıları ve rasyonelliğin bütüncül anlayışı ile oluşturulan mimarlık ve şehircilik projeleri, devrimi ülkeye yayma doğrultusundaki araçlar olarak belirlenmişti. Modern Sovyet mimarlığının temelleri, bu düşünsel köklerin yanısıra formel yenilik ve eklektik anlayışlar olarak tariflenen örnekler ile de zenginleşerek, ülke genelinde heterojen bir mimarlık pratiği yelpazesinin oluşmasına neden oldu. Ayrıca, ülkedeki yerel kaynakları yerinde değerlendirme amaçlı uygulanan kentsel projeler, modern bütüncül planlamadaki anlayışın izlerini üst ölçekte de taşımaktaydı. Yeni kentlerin ve yapıların kurulmasının ardındaki idealist tavır, davet edilen uzmanlar ile birlikte gerçekleştirilen modern mimarlık ve şehircilik kararları ile eklemlenerek gerçekleşti. Böylelikle kentlinin gündelik hayat içinde dönüşümü hedefleniyordu. Ancak, zamanla değişen iktidar algısı, mimarlık yarışmaları ve dönüştürülen yapılar yoluyla belirgin hale geldi. Bu algı, çağdaş biçim arayışından uzak, işlevsel yeniliğin üzerini örten ve iktidarın temsilini yapılar üzerinde kurmaya çabalayan, “anıtsal” bir anlayışı barındırıyordu. Neo-klasik formların cam ve çelik cepheli modern yapılara tercih edilmesi, sadece politik söylemin kendini yeni biçimde üretmesi nedeni ile değil, aynı zamanda iklimsel yerelliğin zorladığı bir değişim olarak ortaya çıkan bir durumdu.

 

Nevzgodin ve Molema’ya yöneltilen soruların ve tartışma bölümünün ardından sona eren Mimarlık Tarihi Atölyesi’ne ileriye dönük şu katkılarda bulunmak mümkün: Sunuşlara, araştırmalarına farklı ülkelerin modern mimarlık deneyimleri arasındaki örtüşmeleri ya da ayrılıkları konu eden çalışmaların da eklenmesi, tartışmanın bir aşama daha ileri götürülmesini sağlayabilirdi. Öte yandan, karşılıklı okumalar yapan ama bu esnada Avrupa merkezci bir söylemden özenle kaçınan çalışmaların, özellikle de Türkiye mimarlığı bağlamında çok fazla üretildiğini söylemek zor. Ne de olsa, tüm bir mimarlık tarihi yazımının kıyısında durabilme cesaretini gerektiriyorlar. Bu nedenle, cesaretli başlangıçlar yapmak da en az bunun kadar değerli. Birbirini (hem de birçok yönden) etkilemiş örneklerin, karşılıklı bir değerlendirme amacıyla biraraya getirilmesi bile, tek başına övgüyü hak ediyor.

 

Bir diğer öneri ise, bir dinleyicinin bu üç sunuşa bir de Almanya örneğinin eklenmesinin yararlı olacağı fikrini dile getirmesiydi. Böylelikle yukarıdaki çerçevede paylaşılan Türkiye, Hollanda ve Sovyet Rusya arasındaki deneyim, 1920’ler ve 1930’lar Almanya’sının modern mimarlık söylemine etkisi ve diğer örneklerle olan bağlantısı takip edilerek daha da zenginleştirilebilirdi. Özellikle de Aslanoğlu’nun Ankara ağırlıklı sunuşunda bahsettiği mimarların çoğunun Almanca konuşulan ülkelerden geldiği düşünülürse, bu fikrin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

 

Sonuçta, her üç oturumda da hem “modernizmlerin” çoğulcu yapısının ve zengin ifade biçimlerinin altının kalın çizgilerle çizildiğini, hem de modernizmin bu üç ülkedeki farklı hallerinin aslında birbirinden nasıl beslendikleri üzerine fikir alışverişi yapıldığını söylemek mümkün. İnci Aslanoğlu’nun erken Cumhuriyet dönemi modern mimarlığımızı besleyen ana damarlar arasında saydığı Alman neo-klasisizminin benzer formlarının Türkiye’deki kamu yapılarında Sovyet Rusya ve Almanya’yla aynı dönemde “moda” olduğunu bildiğimizden, bu tür bir karşılıklı okumanın yapılmasının ne kadar önemli olduğunu tekrar etmeye de gerek kalmıyor.

Bu icerik 2537 defa görüntülenmiştir.