339
OCAK-ŞUBAT 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ETKİNLİKLER

YANSIMALAR: “Koruma Alanına Yeniden Bakış” Dosyası Üzerine

DOSYA: Mimarlık ve Eğitiminde “Süreklilik ve Değişim”

MİMARLIK ELEŞTİRİSİ: Turgut Cansever’in Söylemi ve Mimarlığı

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Mimarlık ve Eğitiminde “Süreklilik ve Değişim”

Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve Değişim

Haluk Pamir

Prof. Dr., 4. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı Başkanı, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı

İki yılda bir yapılan kurultayın bu dönemki konusu, “Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve Değişim” olarak belirlendi. Kurultay için bir yıl önce duyuru broşürü için aşağıdaki konulara değinmiştim:

 

Ülkemizde ve genel olarak dünyamızda, 21. yüzyılın öncelikli konuları arasında küresel biyo-atmosferik değişimler, çevresel kirlenme, küresel nüfus hareketliliği, küreselleşen kapitalin, emeğin, hizmetlerin, malların ve değerlerin dolaşımı, yeni yerelliğin kendini tanımlaması, yoksulluk ve bunların getirdiği sorunlar ve çözüm arayışları sayılabilir. İnsan haklarının çok boyutlu ve karşılıklı kabul esaslarına dayanılarak tanımlanması, yaşam güvencesinin ve kalitesinin artırılması, yaşam kalitesinin paylaşımı, daha sağlıklı ve yaşanabilir yerleşimlerin ve yapıların üretilmesi, varolanların bu yönde dönüştürülmesi, yerleşim planlamasının ve mimarlık sanatının bu gereksinimlere gereken yanıtları verecek donanımı sağlaması ve bütün bu konularla ilgili tartışma ve üretim süreçlerine insanların örgütlü ve bilinçli bir şekilde katılımı için sürdürülen çalışmalar bu çerçevede güncelliğini korumaktadır.

 

21. yüzyılın içinde yaşadığımız ilk on yılı, dünyada ve ülkemizde yeni elektronik, sanal ve etkileşimli bilgi üretim ve paylaşım sistemlerinin etkili olacağı bir dönem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu dönem aynı zamanda yerleşimlerin, yapıların ve ürünlerin düşünülmesi, üretimi ve kullanımında adı geçen sistemlerin ağırlıklı olarak kullanıldığı bir zaman dilimi olacaktır. Yeni teknolojiler daha çok sayıda ve daha hızlı deneysel üretime olanak vermektedir. Böylece düşünme hızımız ile deneme hızımız birbirine daha çok yaklaşmıştır. Ancak yeni teknolojilerin ve bu teknolojilere bağlı olarak gelişen yeni düşüncelerin olası sonuçları, mimarlığın hizmet ettiği değişik nüfus grupları tarafından aynı şekilde algılanmamakta ve değerlendirilmemektedir. Burada önemli bir engelleyici neden, hızla çoğalan enformasyonun insanın işleme kapasitesinin çok üstüne çıkması ve örgütlenemediği sürece gürültü olarak algılanabilmesidir. Üretilen enformasyonu, örgütlü veri tabanlarına ve derin bilgiye dönüştüremeyenler için bu böyle sürecektir.

 

Yapılı ve doğal çevre ile değişik nüfus gruplarının farklı şekillerde ilişkilendirilmesinin nedeni, dünyamızın % 80’inin, ülke nüfusumuzun ise neredeyse % 40’ının yoksulluk sınırının altında yaşamakta olması ve bu grubun çevre, barınma ve üretimden yararlanma sorunlarının hızla çözülemez bir noktaya gelmesidir. Uygun teknolojiler sayesinde bu grupların da kaliteli mimarlık hizmeti alma olanağına sahip olması beklenmelidir. Buna karşılık, bu sorunların dışında kalan ve halen mimarlık hizmetleri alma olanağı olduğu düşünülen Türkiye nüfusunun % 60’ı ise mimarlık ortamı iyi düzenlenemediği için kaliteli hizmet alamamaktadır.

Kaliteli mimarlık hizmeti sunma ortamı, tasarım, planlama, inşaat, projelendirme, yapı malzemeleri sektörleri iyi düzenlendiği takdirde düzenlenmeye yatkın hale gelecek ve giderek olgunlaşacaktır. Bu çerçevede mimarlık politikalarının ve mimarlık yasasının oluşturulması ve kamuoyuna mal edilmesi çok önemli bir adım olacaktır. Mimarlık politikaları yukarda sözü edilen ve içinde bulunduğumuz dönemde dış dinamikler olarak mimarlık alanını sınırlayacak olan parametreler dikkate alınarak geliştirilmelidir.

 

Bu politikalarla ve küresel ortamın getirdikleriyle etkileşimli bir şekilde gelişmesi beklenen mimarlık eğitimi ise ulusal sorunlarımız ile sınırlanmış durumdadır. Dengesiz oluşmuş akademik kurumlar ve ortamlar her noktada belli bir standardı yakalayan eğitim hizmetinin verilmesini, bu hizmetlerde şeffaflığı ve hesap verebilirliği gerçekleştirememiştir. Önümüzdeki dört yıl içinde akademik kurumların hem eğitim hem de araştırma alanlarında ve kendi aralarındaki etkileşimde bu standartları oluşturması ve değişime yatkın bir dengeyi yakalaması gerekmektedir. [...]

 

“Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve Değişim.” Bu başlık hem jenerik hem de klişe gibi gelebilir. Ancak durum hiçte böyle değil, söz ettiğimiz değişim hepimizin uzun çalışmaları sonucunda gelmiş bulunuyor. Uzun derken, en azından biçimsel olarak son dört yıldan söz edebiliriz.

 

Bir kere, 5 yıllık mimarlık eğitimine karar veren Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) Genel Kurulu, yasama süreci için konuyu Bakanlar Kurulu’na geçirdi. İçinde bulunduğumuz Kasım ayında bu işlem tamamlanmış olacak. Mimarlık lisans (tasarım ağırlıklı) (en az 240 ECTS) ve yüksek lisans (profesyonel mimarlık hizmeti anlayışı ağırlıklı) (en az 90 ECTS) derecelerinin bir süreklilik içinde verileceği ortak ve okullar arasında karşılaştırılabilir, ancak anlayış farklılıklarına göre de farklılaşabilir, akademik ortam olarak düşünülecek eğitimden söz ediyoruz.
 
Bunu YÖK’ün görevlendirdiği komisyonla beraber Mimarlık Okulları Bölüm Başkanları İletişim Grubu’nun (MOBBİG), Mimarlık Fakültesi Dekanları Konseyi’nin (MİDEKON) ve Mimarlar Odası’nın yoğun katkıları ile başardık. Aynı şekilde, 2007 yılı Nisan ayında Avrupa Birliği’nde Mesleklerin Tanınması ve Serbest Dolaşımı konusunda hazırlanmış direktif ile ilgili olarak Türkiye Mimarlık Alanı çalışması da tamamlanmıştı. Bu da yine aynı ulusal gruplarımızın çalışması ile tamamlandı ve AB Genel Sekreterliği’mize teslim edildi.
 
Şimdi sıra, araştırma alanımızın düzenlenmesi için üniversitelerdeki tasarım enstitülerinin kurulması konusuna gelmiştir. Burada diğer tasarım disiplinleri ile birleşen mimari tasarım ile yüksek lisans ve doktora yapmanın önünü açmalıyız. Tasarımın alternatif bir anlama ve bilgi üretme, dolayısıyla kendine özgün bir araştırma alanı olduğunun akademik ve toplumsal vurgusunu yapmalıyız.
 
Alanın bu tür örgütlenmesi zamanlıdır. Son zamanlarda, Türk mimarlarının başarıları daha tanımlı bir iş bağlamı gerekliliğini ortaya koymuştur. Ancak Türkiye’de tasarım sektörünün hizmet vereceği inşaat sektörlerindeki durum, akılların karışık olduğunu göstermektedir.
Buna en iyi örnekleri konut alanından verebiliriz. Genelde, toplum olarak konut edinme hakkından söz ediyoruz, ancak burada özel durumlar olarak dikkat çekmek istediğim bazı boyutlar var:


Bir taraftan metrekaresi, dünyanın gelişmiş ülkelerindeki örneklerinden çok daha yüksek fiyatlarla satılan ve adları “royal country”, “golden valley” ve benzeri gibi olan her boyutu ile toplumumuzun yabancılaşmasına öncülük eden konut yerleşim örnekleri;


Satın alanların % 80’inin alımdan sonra aldığı konutun içini değiştirmek zorunda kaldığı ucuz konutlar arasında sıkışmış olan bir mimarlık ve yaşam durumu;


Yine hiçbir ülkede olmadığı kadar ucuz konut vaadi ile başlamış olan ve yarım kalan veya çok yavaş ilerleyen 1,5 milyonluk bir çoğunlukla konut kooperatifçiliğine dayanan konut stokumuz;


Yeni bir durum olarak yurtdışından gelen ve çoğunun tamamen içinde yer aldığı topluma kapalı olduğu çeşitli yatırım fonları için yapılan konutlar. Bunların da önümüzdeki yıllarda 500 bin adete çıkacağı dünkü gazete haberleri arasında yer alıyordu.


 
Bu üretimlerin hepsi toplumun gerçek ihtiyaçlarından soyutlandığı için mimarlığımıza katkı yapamıyor. Biz, sade ve inançlı mimarların çoğunluğu bu gelişimlere yüz vermiyoruz. Ama kendi koyduğumuz kurallarla da toplumu etkileyemiyoruz. Bunun nedeni mimarlık ortamında geliştirdiğimiz ve toplumla paylaştığımız tasarım düşünce sistemlerimizin olmaması.
 
Bu durumu şöyle anlatabilirim. Yukarda sözünü ettiğim ve tamamladığımız AB uyumlu mesleki nitelikler ve eğitimi bize ancak bir alt yapı verebilir. Avrupa Birliği’ndeki mimarlık hizmetlerinin kazanması gereken nitelikler için geliştirilen ve mimarlık hizmetleri ile mimarların kazanması gereken davranış kalıpları ile ilgili hedeflerin (ki biz buna “afetlerle ilgili bir bölüm” ve “evrensel tasarımla ilgili bir bölüm” ekledik), mimarlık ortamında kullanılmasının bizim toplumla yapılı çevreyi ve tasarımını paylaşımımızda anlamlı bir mimarlık hizmetinin alt yapısı için gerekli olduğuna inanıyorum, ancak üst yapı olarak elimize bunlardan fazla bir olanak geçmeyecektir.
 
Üst yapılar bazındaki değerler sistemleri ve olanakları için:


Mimarlar olarak bu kadar çok ve uyumsuz konutlar ve benzeri yapılar yerine “hayat boyu yapılar ve konutlar” yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz;


Yukarıdaki örneğin başarılması için “insanoğlunun ve onun kurduğu sosyal birimlerin ve toplulukların hayat boyu gelişimi”ni anlamaya, öğrenmeye yönelen ve ona göre davranan bir meslek olmaya çalışmalıyız;


Bu kavramları kullanacak bir mimarlık ortamı üst değerlerinin, bunların eğitimini vermesi ve hem üyeleri ile hem de iletişim kuracağı halkımız ile “yaşam boyu tasarım ve yapılı çevre eğitimi” vermesi gerekiyor;


İşte bütün bunlar bir taraftan tasarım enstitüsü kurulurken geliştireceğimiz “yaşam boyu mimarlık eğitim süreci” için bize bir üst yapı oluşturacaktır.


 
Türkiye’nin bu konulardaki düşüncesinin entegrasyonu için, hayat boyu gelişim, hayat boyu yaşam çevreleri, hayat boyu topluluklar, hayat boyu bölgeler üzerinde düşünmeli ve kavramsal çerçeveler geliştirmeliyiz. Türkiye’nin bu alanlardaki sorunu, önümüzdeki davranışları yorumlayıp yönlendirecek açıklama sistemlerinin olmamasıdır. Bunlar yerine, Türkiye’nin her zaman için yönlendirici olan düşüncesi, genel olarak ‘pratik’ ve ‘yapma’ üzerinden gelişiyor. Yapma üzerinden açılımlar çok sayıda hata ve hatadan öğrenerek oluyor. Daha çok düşünmeyi denemeli ve pratikte biraz yavaş davranmalıyız. Bunun için en iyi yöntem, akademik ortamın öncülüğünde bütün sektörlerin beraberce düşünmeleridir. Bu bir tür düşünce sistemi için çabalama yerine, birbiriyle yarışan ve kendine güvenecek kadar gelişmiş birden fazla düşünce sistemi ile iş yürütülmelidir.
 
Bu noktada ise farklılıklar konusu gündeme gelecektir. Bunlar önümüzdeki yıllarda hızla artacak olan alternatif yaşam tarzları, yeni topluluklar, yeni yerel yönetim anlayışları, yeni uygun teknolojiler, yeni şekillerde birleşecek olan planlama/mimari tasarım/uygulama teknolojileri konusudur. Bütün bunlarda yeni profesyonel hizmet biçimleri ve yeni hizmet ağları önem kazanacaktır. Toplantımıza katılan RIBA Başkanı Jack Pringle’ın vakıf başkanı olduğu Architects Aid (Mimarlar Yardım Vakfı) bunlara iyi bir örnek olabilir. Dolayısıyla yeni araştırmalara, yeni eğitim biçimlerine, yeni müfredatlara ve yeni örgütlenmelere gereksinimimiz var.
 

Bu icerik 1557 defa görüntülenmiştir.