341
MAYIS-HAZİRAN 2008
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: Söylem ve Mimarlık

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Söylem ve Mimarlık

“Özgürlük” Söylemi ve Mimarlığın Özgürleşme Deneyimi

Emel Kayın

Yrd.Doç.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

Mimarlık tarihi, mimarların özgürlük arayışlarının sayısız denemeleriyle yazılmıştır. Varolan karşısında özgürlüklerini ilan edişlerinin ve aynı anda kendilerine sınırları ve kuralları farklı, yeni bir hapishane inşa edişlerinin. Somut ya da soyut, fiziksel ya da sosyo-kültürel tüm varolanlar, mimarlık için sınır koyucular olarak algılanmış, yaratıyı varolandan kurtararak özgürlüğüne kavuşturmak, bazen söylemler aracılığıyla dile getirilen, bazen da bilinçaltı bir hedefi oluşturmuştur. Kurtulmak istenenler kimi zaman teknolojik kısıtlamalar, kimi zaman yer, kimi zaman mimarlık dili, bazen da geçmişten kalanların maddi varlığı ile ilgilidir.

 

Mimar, tarihi boyunca sınırları aşabilmekle uğraşmış olsa da, varolan normların yaratısını etkilemesine modernite öncesinde daha çok boyun eğmiştir. Modernite sürecinde artan özgürleştirici söylemler mimarlık alanına yansırken, mimarın güçlenen konumu ve teknolojik gelişmeler de yaratının önünü açmıştır. Postmodernite ise kısmen net sayılabilecek bu ilişkileri karmaşık bir mecraya savurmuştur. Sınır, merkez, yer tanımlarını sarsan küreselleşme ve büyük teknolojik olanaklar, kimilerine göre yaratıcı için gerçek bir özgürlük, kimileri içinse onun içine düşürüldüğü bir boşluktur. Mimarlık alanındaki sonsuz arayışın, bir yönüyle de varolan-sınırlayan karşısında bir özgürleşme deneyimi olarak okunabileceğine inanan bu makale, sözü edilen deneyimi kavramsal çözümlemelerin yardımıyla irdelemeyi ve bu alanın gelecek yönelimine ilişkin ipuçları bulmayı amaçlamaktadır.

 

ÖZGÜRLÜK KAVRAMI VE ÖZGÜRLÜĞÜN SINIRLARI

 

"Özgürlük" bir bakış açısından, "ahlaki özne" olarak nitelenen kişinin dış koşulları ve psikolojik-biyolojik yapısının belirlediği şartları aşmayı başararak kendi ideallerine, isteklerine ve hedeflerine uygun davranabilmesi durumudur.[i] Bir diğer görüş, "özgürlük" kavramının, insan ile doğa ve toplum arasındaki ilişkiyi dile getirdiği, bilimsel açıdan ise "bilincine varılmış ve böylece egemen olunmuş zorunluluk" olarak açıklanabileceği yönündedir. Bu bakış açısından özgür kişi, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olandır.[ii]

 

Özgürlük kavramının felsefe alanındaki tartışılma süreci, "özgürlüğün keşfi-özgürlüğün devlet, toplum, birey vb. olgulara göre konumlandırılması-tanımlı konumların eleştirisi" gibi safhalar izlemektedir. Thilly, çağdaş felsefenin temellendiği Rönesans dönemi ruhunun, "otoriteye ve geleneğe karşı başkaldırı ortamını" hazırladığını belirtirken, bu dönemde politik, ekonomik, kültürel özgürlük arzusunun kısmen gerçekleştiğini ve özgürlük kaygısındaki düşünce sistemlerinin ortamda yer bulabildiğini belirtir.[iii] Bu makale mimarlık-tasarım alanına odaklandığından, özellikle düşünce-zihin özgürlüğü konusundaki yaklaşımlarla ilgilenecektir.

 

16. ve 17. yüzyılların felsefecilerinden Bacon, önyargıların bırakılarak düşüncenin özgürleştirilmesi gerekliliği üzerinde durur. Zihin-beden karşıtlığına ve zihnin özgür olduğuna inanan Descartes ise, ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz, deneyimlerimiz, duyumlarımızla kavradığımız düşünceleri sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirmemizi ve önyargılarımıza karşı kendi kendimizi korumamız gerektiğini savunur.[iv] Spinoza, zihin gücü ve insanın özgürlüğü konusuna odaklanarak, bilgisiz kişinin dış nedenlerle sürüklenebileceği savından hareketle, özgürlük-bilgelik ilişkisini kurmaktadır.[v] Locke ise, özgürlüğü insanın isteğine değil, eylem gücüne bağlı bir olgu olarak ele alır. Özgürlük fikrinin geliştiği 18. yüzyılda Voltairie "İstediğimi yapabildiğim zaman özgürümdür, fakat ne isteyeceğim konusunda zorunluluk ile karşı karşıya bulunmaktayım." diyerek özgürlük-zorunluluk ilişkisini vurgular. Rousseau da, gerçek özgürlüğün, kişinin istençleri ve toplum çıkarlarının uyum içinde olması ile gerçekleşebileceğine inanmaktadır.[vi] Kant özgürlüğü, usun olanağı bilinen ama anlaşılmayan idealarından biri olarak nitelerken, ahlakın da özgürlüğe bağlı olduğunu savunur.[vii] Hegel ise, istencin özgür olduğundan hareketle, özgürlüğün hem bilinçle, hem de dışsal olgular ve onlarla ilgili zorunluluklarla bağlantısını kurar.[viii]

 

19. yüzyılda Nietzsche, özgürlüğü, toplum ve felsefe alanına yönelttiği güçlü eleştiriyle birlikte ele alarak, insanın bir sahteleştirme içinde yaşadığını, yaşamın özgürlüğü ve neşesinin tadına varmak uğruna bilgisizliğin korunduğunu öne sürer. Nietzsche "Bağımsız olmak çok az insanın işidir ve bu sadece güçlü olanlara verilen bir ayrıcalıktır." derken, kendi gerçekliklerinden emin eski felsefecilerin yerini, muamma bir yapı taşıyacak yenilerinin alacağını da haber verir.[ix] İlerleyen zamanda belirginleşecek olan bu dönüşüm, özgürlük tartışmasını da etkileyecektir. Mill, düşünce özgürlüğünün özgür ülkelerde bile, farklı görüşler tarafından yaratılan korku ve kaygının tehdidi altında olduğunu söylemektedir.[x] 20. yüzyıl felsefecilerinden Russell, özgürlük konusunun "ortam değiştiğinde, isteklerin de değişeceği durumu" hesaba katılmadan ele alınamayacağı ve bunun özgürlüğe ulaşmayı güçleştirdiği üzerinde durur.[xi] Sartre ise, insanın özgürlüğe mahkum olduğunu vurgulayarak, kişinin dünyadaki tüm yaptıklarından ve tutkusundan sorumlu olduğu için özgür olduğunu savunur.[xii]
 
Günümüze yaklaşıldığında, eski yönelimler üzerinde farklı çözümlemeler ve eleştirel yaklaşımların geliştiği görülmektedir. Derrida, "liber" sözcüğünün medyada "özgür-şarap-kitap" eşanlamlarıyla kullanılmasını eleştirirken, "özgürleştir" anlamına gelen "libere" sözcüğünü ve "özgürleştir kendini, kendini ve ötekileri" buyruğunu ortaya koyar.[xiii] Özgürlüğü bir deneyim olarak ele alan ve bireysel boyutunu vurgulayan Nancy ise, fiziksel ortamlar, toplumsal yasalar vb. unsurların özgürlük için yetersiz olduğunu, özgürlüğün destek aldığı tek şeyin "özgür olma kararı" olduğunu öne sürer. Nancy, "Özgürlük -eğer özgürlük bir şey ise- temellendirildiğinde kendini iptal eden şeydir." derken de, teoloji ve felsefenin büyük ikilemini farkettiğini belirtir.[xiv] Bu ikilem sadece teoloji ve felsefenin değil, bilim, sanat ve önemle mimarlık alanının da temel bir sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
MİMARLIĞIN ÖZGÜRLEŞME DENEYİMİ
 
Özgürlük konusunda, yukarıda bir bölümü verilen kavramsal çerçeve değerlendirildiğinde, mimarlık alanının eklemlenebileceği şu tartışma izlekleri ortaya çıkmaktadır: Özgürlük kavramı mimarlık alanında nasıl yorumlanmaktadır? Mimar ahlaki bir özne olarak özgür müdür? O özgürlüğe mahkum mudur? İdeallerini, isteklerini, hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olmayı başarabilmiş midir? Özgürlük söyleminin mimarlıktaki yansımalarını izlemek kadar, özgürleştirici ortamların hapishaneye dönüşme olasılıklarının peşine düşmek de ilginçtir.
 
Özgürlük fikrinin ve deneyiminin geliştiği modern zamanlar, kuşkusuz mimarlığa daha çok özgürlük sunmuştur. Tarihsel sürecin büyük bölümünde mimarlık katı kurallarla tariflenmektedir. Vitruvius'un Mimarlık Üzerine On Kitap başlıklı yapıtında İmparator Sezar'a hitaben yazdığı "Sana kesin kurallar geliştirdim; onlara bakarak gerek varolan yapıların, gerekse yeni yapılacak olanların kalitesi hakkında kişisel bilgiye sahip olabileceksin, çünkü ekteki kitaplarda mimarlık sanatının tüm ilkelerini açıkladım." şeklindeki ifadesi, mimarlığın sınırlarını da ortaya koyar.[xv] Bu süreçte mimar bireyin ahlaki bir özne olarak kişisel kararını verme olanağı kısıtlı olduğu gibi, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olma ihtimali ve zorunluluklar karşısındaki bilinç durumu da tartışmalıdır.
 
Özgürlük deneyiminin Rönesans sürecinde yol alması, mimarlık alanında da dönüşümler yaratmıştır. Thilly, Rönesans döneminde insan etkinliğine olan ilginin yoğunlaşmasıyla yeteneğin ön plana çıkarılmaya başlandığını, sanat ve mimarinin insan merkezli yeni bir boyut kazandığını belirtir.[xvi] Tanyeli ise, mimarlığın da içinde bulunduğu sanat alanı için, Rönesans'tan bugüne uzanan dönemi bir "kişilikler çağı" olarak niteleyerek, bu süreçte mimarın ana görevinin "tasarlamak" eylemi haline geldiğini ve tasarımın yapı üretiminden bağımsızlaştığını öne sürmekte; ütopik tasarımları da bu gelişmeye örnek göstermektedir.[xvii] Sözü edilen süreç, mimarlığın özgürleşme deneyiminde temel bir kırılma noktası olarak görülebilir. Bu evrede mimar bireyin ahlaki bir özne olarak kişisel kararını verebilme olanağı artarken, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen olma ihtimali çoğalmış, zorunluluklar karşısındaki bilinç durumu ise tartışılabilir olmayı sürdürmüştür.
 
Modern düşüncenin gelişmesiyle birlikte, mimarlık alanında geleneksel kalıplar geçerliliğini yitirirken, artan teknolojik olanaklar da mimarlığa ufuklar açmıştır. Bu süreç yeni arayışlar kadar, büyük reddedişlerin de tarihidir. Böyle bir çerçeve içinde bakıldığında, modern mimarlık aslında bir özgürleşme deneyimidir. Varolan karşısında eleştiri kurma, isyan etme ve söylem oluşturma, özgürleşme deneyiminin başlangıç halkalarından üçünü teşkil etmiştir.
 
Modern mimarlığın öncüleri, söylemlerinde öncelikle, mimarın-mimarlığın sıkışmışlık durumunu sorgulamışlardır. Gropius 19. yüzyıl mimarını "tekniğin imkânlarına hükmedememeksizin akademik anlamda bir estetikçiliğe takılıp kalan ve sadece sanat yapmaktan öteye geçemeyen, yorgun ve alışılagelen kuralları terk edemeyen bir kimse" olarak nitelemektedir.[xviii] Le Corbusier ise, mimarlığın 20. yüzyıldaki sıçrayışını " Büyük bir çağ başlamakta, yeni bir anlayış doğmakta." sözleriyle açıklarken, varolanın onda yarattığı hapsolmuşluk duygusunu da "Mimarlık gelenek ve görenekler içinde boğulmaktadır." şeklinde ifade etmektedir. Düşüncelerini 1923'de Bir Mimarlığa Doğru adlı yapıtıyla somutlayan Le Corbusier'nin özgürlüğün elde edildiğine ilişkin inancı, aşağıdaki cümlelerde de somutlandığı üzere, güçlüdür:
 
Yapım kendi yöntemlerini bulmuştur. Bu yöntemler binlerce yıldır boşuna aranan ‘özgürleşmeyi' gerçekleştirmiştir. Yeterince kusursuz gereçlerden yararlanıldığında, hesap ve buluşlarla her şeyin yapılması olasıdır ve bu tür gereçler vardır. Beton ve demir, şimdiye kadar bilinen inşaat örgütlenmelerini tümüyle değiştirmiştir; bu malzemeler, matematiksel hesaba, kurama, şaşmadan ve hatasız olarak uyarlanabilirler; böylece hem erişilen başarı açısından, hem de doğal olguları anımsatan ve doğada gerçekleştirilen deneyimleri yeniden üreten görüntüleri açısından, bizi yüreklendiren sonuçlar verirler. Eğer bu durumu geçmişle kıyaslarsak, sadece uygulanmayı bekleyen ve eğer alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyi bilirsek, şimdiye kadar katlanılan güçlükleri aşıp gerçek bir özgürleşmeyi sağlayacak çözümlerin bulunduğunu görürüz. Yapım koşullarında devrim olmuştur.[xix]
 
Modernist mimarlar özgürlük arayışlarını, isyankar olduğu halde, yeni bir sağduyu da vadeden söylemlerin üzerinde geliştirmişlerdir. Modern mimarlığın öncülerinden Wright duruşunu, "Ben bir asi miyim? Evet. Ama ömrü boyunca -hatta daha da fazlasında- işinde her gün doğru bildiğini yapan biri ne kadar asiyse o kadar." sözleriyle ifade ederken, savunucusu olduğu Bağımsızlık Bildirgesi'ni de aşağıdaki cümlelerle açıklamaktadır:
 
Neden bağımsızlık? Tekrar ediyorum, dışarıdan gelen her türlü baskıdan, yaşamdan kopuk bütün kaynaklardan bağımsızlık -yeni ya da eski- Klasizm'den ve sözümona klasiklere her türlü bağımlılıktan bağımsızlık; günümüzün ticarileştirilmiş ya da akademik standartlarıyla yaşamın çarmıha gerilmesinden bağımsızlık; dahası, yaşam üzerinde baskı yapan her şeyin reddedilmesi; yalnızca "eski-kolonyal" geleneklerimizdeki kültür kopukluğu konusunda değil, eğitimimizdeki eklektisizmin hala ayakta kaldığı her konuda da tam bir Bağımsızlık Bildirgesi sözkonusu. Bu anlamda her türlü akademik estetikten -nerede ve nasıl yüceltilirse yüceltilsin- mutlak bir bağımsızlığı savunuyor ve ilan ediyorum.[xx]
 
Modernist öncüler bağımsızlıklarını ilan etseler de, kendilerine yeni sınırlar koymaktan geri durmamışlardır. Mimarın yapacaklarını bir biçim hiyerarşisi çerçevesinde bildiren önceki anlayışlara karşılık, modern mimarlık, mimarı bir ahlaki özne olarak düşünmüş ve neyi yapıp yapmaması gerektiğini bir özgürlük-zorunluluk ilişkisi dahilinde açıklamaya çalışmıştır. İşlev-malzeme-teknoloji üçlüsünü dürüstçe yansıtmak üzerine kurulan bir mimari ürün yaratmak, bireyin sağlıklı yaşayabileceği mekânlar oluşturmaya çalışmak gibi ilkeler, zorunluluklar olarak belirlenirken, mimarın geleneksel tarzları tekrarlamaktan kurtulması ona bir özgürlük alanı sağlamıştır.
 
Yeni mimarlık için sınır çizme çabaları, kimi durumlarda, süslemenin insan sağlığı, ulusal servet ve dolayısıyla kültürel evrim üzerinde derin yaralar açan bir suç olduğunu öne süren Loos'un pürist yaklaşımında olduğu gibi aşırı uçlara varır.[xxi] Organik mimarinin "ideal demokrasinin özgür mimarisi" olduğunu öne süren Wright'ın "Biçim işlevi izler: Çok sayıda aptal stilistik yapım bu sloganla bağdaştırıldı." şeklindeki eleştirel yorumu da düşündürücüdür.[xxii] Biçimlerin kocaman birer yalan olduklarını savunan Le Corbusier ise "Törel bir sorun. Yalana göz yumulamaz. Göz yumarsak yalanların içinde tükenir gideriz." derken, çizgisini kesin bir tavırla belirlemektedir.[xxiii] Kortan, modern mimarlığın fonksiyon ve estetiğin ikili yapısı içinde gelişme zorunluluğunu açıklamak için, sanat ürünlerini "hür olan güzellikler" ve "hür olmayan güzellikler" şeklinde iki kategoriye ayıran Croce'ye başvurur. Bu yaklaşımda estetik ve estetik dışı ereklere birlikte hizmet etmek zorunda olan objeler "hür olmayanlar" kategorisindedir.[xxiv] Sözü edilen ikili yapı, mimarın geçmişin biçimlerinden kurtulsa da, sorumluluklardan kaçınamayacağını ortaya koymaktadır. Zaten mimar, elde ettiği özgürlüğü kullanma sürecinde çeşitli paradokslar yaşamış, inşa eyleminden bağımsız bir tasarım evreninde yaratılan ütopyalarda örneklenebileceği üzere, kimi zaman yaşantıyı hapishanelerin içine yerleştirmiştir. Ancak modernist paradokslar, kısa sürede çeşitli sanat alanlarından beslenerek eleştirilerini de üretmiştir.
 
20. yüzyılın ortasından sonra, söylemlerin yapısının değiştiği, isyankar, devrimci ve özgürlükçü bildirgeler döneminin hızını yitirdiği görülmektedir. Söylemlerde eleştirel irdelemeler ve "yenilik" kavramı öne çıkarken, neye karşı olunduğu değil, neyin istendiği vurgulanmaktadır. Mimarlığın bir mekân üretimi olarak ele alınıp, diğer alanlarla ilişkilendirilmesi, kentsel ve sosyo-ekonomik taleplerin geliştirilmesi bildirgelerde dikkat çeken yaklaşımlar arasındadır. İşlevlerin ayrıştığı planlama anlayışı, kentsel yaşantıyı zayıflatması dolayısıyla eleştirilir. Fillon, 1954'te yayımladığı "Yeni Oyunlar" başlıklı bildirgesinde, büyük kentlerin amaçsız hareket etmeye-eğlenceye uygun yerler olduğundan, tutkuları uyandıracak bir mimarlıktan, ekonomik-toplumsal ayaklanmalardan ayrılmaması gereken kent planlamasından ve boş zamanların değerlendirilmesinin ciddi bir iş olduğundan sözederken, "Görevin yeni oyunlar bulmak olduğunu anımsatalım." demektedir. Constant ve Debord'un 1958 tarihli "Durumcu Tanımlar" bildirgesi ise, birleştirici kent planlaması tanımına odaklanırken, kusursuz bir mekânsal sanatla birlikte yeni davranış biçimlerinin aranmasını önemsemekte ve toplumsal, psikolojik, sanatsal boyutlar üzerinde durmaktadır.[xxv] Toplumsal-kentsel sorunlara odaklı bu bildirgeler, tasarım alanında özgürlüğün elde edildiğine ilişkin sessiz bir güvenin oluştuğunu ve artık eleştirel bir yaklaşımla yöntem üzerinde tartışıldığını sezdirir gibidir.
 
Özgürlük tartışması, 20. yüzyılın ortasından sonra durulmuş gibi görülse de, farklı içeriklerle gündeme gelmeyi sürdürmüştür. Dönemin en ilginç özgürlük taleplerinden biri, Ressam Hundertwasser'in 1958 tarihli "Mimarlıkta Akılcılığa Karşı Küf Manifestosu"dur. Mekânın rasyonel yapısına bir karşı duruşu yansıtan bildirge, mimarı özgür kılmaya çalışan erken modernistlerden farklı olarak, mimarlığı mimarlardan bağımsızlaştırmaya çalışmaktadır :
 
Artık resim ve heykel özgürdür, çünkü bugün herhangi birisi istediği şekilde bir yapıt ortaya koyabilir ve sonra da onu sergiler. Mimarlıkta ise her sanatın ön koşulu olması gereken bu temel özgürlük hala yok, çünkü bina yapmak için hala diploma gerekiyor. Neden?
 
Herkes bina yapabilmelidir ve bina yapma özgürlüğü olmadıkça bugünün planlı mimarlığı hiçbir şekilde sanat sayılamaz.[xxvi]
 
1960'larda modernist mimarlığın biçime indirgenmiş, tekdüze ve kısıtlayıcı sonuçlar yarattığı yönündeki eleştiriler artarken, "yenilik" ve "özgürlük" kavramlarının bir kez daha vurgulandığı görülür. Constant "Yeni Babilon" adlı bildirgesinde "Yeni kültürel biçimlerin çıkış noktaları, maddesel çevrenin şekillenmesi ve günlük yaşamın özgürleşme ve örgütlenmesidir." demektedir.[xxvii] Burada özgürlük tanımının gündelik yaşam üzerinden açıklanması dikkat çekicidir. Gieselmann ve Ungers'in 1960 tarihli ve "Yeni Bir Mimarlığa Doğru" başlıklı bildirgesi ise, Le Corbusier referansıyla tanıdık olsa da, geçmişin ve şimdinin yeni mimarlıkları arasındaki farklılık "Eğer teknolojik, işlevsel mimarlık yöntemlerini izlersek sonuç tekdüzelik olur." ifadesinde somutlanmaktadır. Gieselmann ve Ungers, özgürlüğü sorumluluklar ve toplumsal düzenle birlikte tariflerler:
 
Özgürlük ancak bireyin gerçekle çarpışması ve yer, zaman ve insana karşı kendi kişisel sorumluluğunu tanımasıyla varolur.
 
Bugün bu özgürlük yalnızca yaşayan demokratik bir düzende vardır.Bu özgürlükçü düzen içinde maddeci yöntemler uygulamak vicdansızlık ve sorumsuzluk ya da aptallık belirtisidir.Bunların her ikisi her zaman insanın kişisel gelişmesi karşısında ciddi bir tehlike ve engeldir.
 
Yapılacak iş, yaratıcı ruhun ortaya çıkabilmesi için özgürlüğün korunmasıdır.[xxviii]
 
Modernist mimarlığa yönelik eleştirel yaklaşımlar, postmodern kavramı altında güçlenerek farklı bir yön kazanmıştır. 1966'da Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki adlı kitabını yayımlayan Venturi, "Mimarlar, tutucu modern mimarların o katı aktörel dili karşısında daha fazla sinemezler." derken en az modernist öncüler kadar isyankardır.[xxix] Mimarlığı özgürleştirmek üzere yola çıkan modern mimarların, daha bir yüzyıl bile geçmeden katı aktörel bir dil kurmakla itham edilmeleri çarpıcıdır. Jencks, 1977'de yayımladığı Post-Modern Mimarlığın Dili adlı kitabında, modern mimarlığın öldüğünü öne sürerek, yeni yaklaşımın isyankar tavrını pekiştirmiştir. Tanyeli, postmodernizmin en doğru tanımının "modernizmin yasakladıklarının yasallaştırılması eylemi" olduğunu belirtir.[xxx] Ancak modernist yasakları yıkan postmodernizm de, eklektik olmak, tarihsel öğeleri kullanmak ve farklı sınırlamalar yaratmakla eleştirilmiştir. Yine de bu süreçte yaşanan çözülme, postmodernizmin kendi dili de dahil olmak üzere, söylemlerin başka katı aktörel diller yaratıp yaratmadığının irdelenmesine olanak sağlamıştır. Koolhaas 1990'larda yayımladığı "Masumiyet Çağı'nın Sonu mu?" başlıklı yazısında 1980'ler mimarlığını, "Artık kendi içine kapanmış, mimarlık olanaklarını ağır ve kesin biçimde törpüleyip öğüten bir şey var önümüzde." ifadeleriyle eleştirirken, mimarlığın bu dönemde öteki disiplinlere bağımlılığını kabul ve ilan ettiğini tespit eder.[xxxi] Genel mimarlık kuramlarının merkezi bir sorun tarafından zorlandığı için kendi dışındakileri reddettiğini öne süren Holl ise, düşünce-ideoloji-mimarlık ilişkisini açıklarken bireysel ve özgün arayışlara yakın durur:
 
Bir düşünce sistemi kurmaya ve binalar yapmaya yönelten mimarlık kuramlarının temelinde ideoloji oluşturmaya yönelen bir dizi sabit fikir vardır. İdeoloji genel kuramla tutarlı olan her projede görülebilir. Bunun karşıtı olarak sınırlı bir konsept üzerine kurulu bir mimarlık, benzersiz bir çeşitleme ile ortaya çıkar ve özel bir durumun tekniğini aydınlatır.[xxxii]
 
1990'lı yıllarda mimarlık konusundaki yeni yaklaşımların toplu hareketlerle sunulduğu büyük bildirgeler döneminin kapanmaya yüz tuttuğu ve bireysel arayışların öne çıktığı görülmektedir. Mimarlar modernizm sonrası dönemin eleştirel ortamı kadar, bilişim ve inşa teknolojisindeki gelişmelerin de yardımıyla yeni-modern çıkış yolları aramışlar, ancak toplu halde kabullenilmiş herhangi bir aktörel dilin sınırlamalarına maruz kalmamak için, bireysel davranmayı seçmişlerdir. Ancak bu sefer de çoğu, farklı sınırlar yaratan öznel-popüler-medyatik dillerin tuzağına düşmekten kurtulamamıştır. Gehry'nin dünya yüzünde onlarca Bilbao Müzesi inşa etmeyi arzu etmesi için başka bir neden bulmak, şimdilik, zor görünmektedir.
 
1990'lardan günümüze uzanan süreçte, söylemin yokolmadığı, ancak mimarlık ürününün önündeki konumunun dönüşerek, ardından gelen bir konuma taşındığı gözlenmektedir. Farklı çıkışlar yapan mimarların, tüketim toplumu medyasının da ivmelendirmesiyle yıldızlaştırıldıkları bir ortamda, bazen mimar ürünü üzerinden bireysel söylemini kurmayı seçerken, kimi zaman da söylem kurmaya itilmekte, bazen da çevre onun için bir söylem oluşturmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin tasarıma engin ufuklar açtığı, inşa teknolojisinin neredeyse tüm tasarımları gerçekleştirilebilir kıldığı, mekânsal örgütlenmedeki sınırların eridiği, yapısal unsurlar arasındaki ayrımların yokolduğu, yer duygusunun çözüldüğü, sanal mekânların varolduğu bir dünyada, mimar, arayıp durduğu özgürlüğe ne kadar kavuşmuştur? Gezegenin en özgür mimarı gibi görünen Koolhaas, "yazmanın mimarlığın inanılmaz katılığından ve oldukça kaba dünyasından kaçmayı sağlayan değişik bir özgürlük alanı yarattığını" söylerken[xxxiii], özgürlüğün yaratıcı insanlar için sonsuz bir arayış olduğunu ortaya koymaktadır. Aslında erken modernistlerden beri mimarların en özgür oldukları alan, "söylem alanı" olabilmiştir.
 
Çağımızda mimarın özgürlüğü her zamankinden daha sınırsızmış gibi görünse de, mekânı, sanatı ve sanatçı kimlikleri tüketim nesnesi olarak gören bir dünya düzeninin yenilik-farklılık arayışını, içselleştirilmesi zor bir hızda tasarım alanına dayatması, bu meslek alanını baskı altında bırakmaktadır. Böyle bir gelişmenin en önemli sonucu, basit yaşamsal gerçekliklerin sürekli ötelenmek zorunda kalmasıdır. Başka bir deyişle özgürlüğü "her istediğini yapabilme olanağı" olarak ya da "başkasının özgürlüğü ve zorunluluklara bağlı bir olgu" olarak tanımlama durumları arasındaki çelişki, mimarlık eylemine ilişkin konum belirlemekte temel bir sorun olmayı sürdürmektedir. Korkmaz, Sayın'ın mimarlığını irdelediği çalışmasında "özgür iradeden özgürleştiren uzlaşmaya" ve "hükmetmekten, zorlamaktan, dayatmaktan vazgeçmek; sınırlarla barışmak, sakınmayı öğrenmek" gibi vurgulara yer verirken, bu konuda önemli bir açılım getirmektedir.[xxxiv] Sözü edilen sorunsal üzerinde farklı irdelemelerin sürdürülmesi, sınırsızmış gibi görünen dünyanın sınırlarının olduğu gerçeğiyle yüzyüze gelinen bir zamanda, mimarlık alanında yeni düşünce biçimlerinin gelişmesi açısından önem taşımaktadır.
 
SONUÇ
 
Tüm özgürleşme deneyimleri gibi, mimarlığın özgürleşme deneyimi de özgürlük-zorunluluk birlikteliğinden kaynaklanan paradokslarla birlikte, kaçınılmaz tıkanıklıklara ve tıkanıklık zamanlarında ortaya çıkan sıçrayışlara tanık olmuştur. Felsefe ve mimarlık alanlarının özgürlük arayışları arasında paralellikler olmakla birlikte, nesnel bağımlılığı az görünen felsefenin özgürleşme deneyimini daha "özgür" yaşayabildiğini söylemek mümkündür. Aslında tarih boyunca ortaya çıkan tüm özgürleştirici söylemler şu iki handikapla karşılaşmıştır: Bunlardan birincisi yaygınlaşan söylemin özünü kaybetme ve biçim düzeyine indirgenme riskinin bulunmasıdır. Sartre'ın "Varoluşçuluk sözcüğü öylesine yayıldı, anlamı öylesine genişledi ki, artık hiçbir anlamı kalmadı desek yeridir." şeklindeki yakınması, bu duruma çarpıcı bir örnektir.[xxxv] Söylem konusundaki ikinci handikap ise, yeni-özgür ufuklar açmak vaadiyle ortaya atılan bir söylemin yaygınlaştığında ve kendi egemenliğini kurduğunda bir hapishaneye dönüşme riski ile ilgilidir. Berman "Kurduklarımız ve başardıklarımız arasında en yaratıcı olanları bile, eğer hayat devam edecekse, bizim ya da çocuklarımızın onlardan kaçmayı ya da dönüştürmeyi isteyeceğimiz hapishanelere ya da kabirlere dönecektir." derken, böyle bir döngüye işaret etmektedir.[xxxvi] Bu döngüden mimarlık alanı da bir biçimde kaçınamamıştır.
 
Özgürlük kavramı, her an içine düşülmesi olası hapishanelerden kaçınabilmek üzere mimarlığa yön göstermekte güçlü bir potansiyele sahipse, mimarlık alanı bundan nasıl yararlanabilecektir? Yetkin bir mimarlık arayışındaki mimar, ötekilerle -kendisi ve çevresel koşullarla- mimarlığı arasındaki ilişkiyi sorgulamanın yanısıra, kendisini özgürleştirebilmek ihtiyacındadır. Felsefe alanındaki yaklaşımlardan da yararlanarak, zihinde başlayan, çizim ortamında süren ve mekânda somutlaşan bir eylem olan mimarlığı gerçekleştiren mimar için, iki tür özgürleşmeden sözedilebilir:

Mimarın dış koşullandırıcılardan özgürleşebilmesi
Mimarın iç koşullandırıcılardan özgürleşebilmesi

 
"Dış koşullandırıcılardan özgürleşebilmek" mimarın, dönemin moda akımları, piyasa koşulları, farklı-yeni talebinin yarattığı baskı vb. olgulardan bağımsız düşünebilmeyi başarabilmesi durumunu açıklamaktadır. "İç koşullandırıcılardan özgürleşebilmek" ise mimarın kendisini yaratısı üzerinde mutlak egemen kılmak isteyen iç sesi ile eğitim, deneyim vb. süreçlerde katılaşmış yapılardan bağımsız düşünebilmeyi başarabilmesidir. Mimarın mimarlığın özüne odaklanmasını sağlayacak tüm bu arınmaların, ideal düzeyde gerçekleşmesini beklemek bir ütopyadır. Dış koşullandırıcılar, medya, ödül mekanizmaları, yıldızlaştırılmış mimar modelleri, bildirgeler, gündeme endeksli işveren talepleri vb. araçlar eliyle mimarı baskılarken, dışarıdan başlayıp içte sonlanan bir mekanizma olan eğitim de mimarı kendi dönemine özel görüşü doğrultusunda biçimlendirerek değişen zamanla ilişkisini yeniden tariflemesini zorlaştırmaktadır.
 
Wright'in artık eski bir metin olan Bağımsızlık Bildirgesi'nde vurguladığı "dışarıdan gelen her türlü baskıdan, yaşamdan kopuk bütün kaynaklardan bağımsızlık" arayışı[xxxvii], hâlâ bir biçimde geçerlidir. Tarih boyunca insanlar, ihtiyaçlar, çevresel koşullar vb. gerçeklikler ile yaratma sürecinde yaratıcıyı kaplayan sınırsızlık arzusu arasındaki gerilimi yaşamış olan mimar, herkese daha fazla özgürlük verildiği öne sürülen, ama tüm verildiği söylenenler gibi özgürlüğün de en az netleştirilebildiği bir çağda mekân üretmenin sıkıntılarını yaşamaktadır.
 
Mimar yukarıda sözü edilen iç ve dış koşullandırıcılara karşı kendisini ne kadar özgür kılabilirse, mimarlık için o kadar zamanı ve gücü kalacaktır. İşte o zaman, ötekilerle kendisi arasındaki adil-dengeli ilişkiyi, mimarlığın özünden taviz vermeden kurabilecek; o zaman varolanlar da, birer sınır koyucu olmaktan çıkarak, mimarlık yapıtını geliştiren araçlar haline gelecektir. Çağımız mimarlarının belki de en önemli ihtiyaçlarından biri budur. Yaşamın özünü anlamak ve mekânı bunun üzerinden biçimlendirmeyi denemek. Küresel alkışlar ile tanrı mimarlardan ve onlar tarafından belirlenen kült söylemlerden özgürleşebilmek; hatta kendi tanrısallıklarından bile. Bilincine varıldığında ve egemen olunduğunda "varolan" artık onları korkutmayacaktır. Bu noktada belki de varolandan alınabilecek en iyi bilgi, biçimler, boyutlar ya da detaylarla ilgili değil, çağdaş dünyada giderek kuşatılan yaşamsal özün yeniden yakalanabilmesine dair ipuçları veren ilkelerle ilgili olabilir. Belki de mimarın sonu gelmez özgürlük arayışına, varolanla kurduğu ilişkilere, varolanın koyduğu sınırları algılama-tanımlama-değerlendirme süreçlerine, yeniliğin onu özgür kılacağına dair sarsılmaz inancına, bir hapishaneden kaçarken kendisine sınırları ve kuralları farklı başka hapishaneler kuruşuna, tüm bunlara dair yaşanan sorunlar, aslında modern zamanların kaçınılması mümkün olmayan sorunlarıdır. Berman, modernliğin herkese özgürlüğün kapısını açmasına rağmen ondan korku duyulduğunu, özgürlükten ne yolla olursa olsun kaçma arzusunun derinlikli şekilde keşfedilmesi gereken modern bir duygu olduğunu öne sürerek, Dostoyevski'nin Karamazov kardeşlerinden bir alıntıyı ön plana çıkarır.
 
Şimdi bak, bugün insanlar hiçbir zaman olmadıkları kadar özgür olduklarına inandılar ama özgürlüklerini bize getirdiler ve onu tevazuyla ayaklarımızın altına attılar.[xxxviii]
 
 
KAYNAKLAR

Aker, Can ve Ahmet Özgüner, 2001, "Koolhaas ile Konuşma", Rem Koolhaas, Ed. M. Ekincioğlu, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.9-26.
Berman, Marshall, 2002, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, Çev. Ü. Altuğ ve B. Peker, İletişim Yayınları, İstanbul.
Cevizci, Ahmet, 2000, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul.
Conrads, Ulrich, 1991, 20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar, Çev. S. Yavuz, Ed. A. Yücel, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara.
Derrida Jacques, 2003, Öteki Hedef (Başka Baş), Çev. M. Başaran, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.
Dostoyevski, Fyodor, 2007, Karamazov Kardeşler, Çev. N.Y. Taluy, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Hançerlioğlu, Orhan, 2006, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich, 2006, Tüze Felsefesi, Çev. A. Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul.
Holl, Steven, "Ankraj", Steven Holl, Ed. M. Ekincioğlu, Çev. A. Şener, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.91-102.
Kant, Immanuel, 2006, Kılgısal Usun Eleştirisi, Çev. A. Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul.
Koolhaas, Rem, 2001, "Masumiyet Çağının Sonu mu?", Rem Koolhaas, Ed. M. Ekincioğlu, Çev. Ö. Madra, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.106-112.
Korkmaz, Tansel, 2004, Nevzat Sayın: Düşler, Düşünceler, İşler 1990-2004, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Kortan, Enis, 1986, XX. Yüzyıl Mimarlığına Estetik Açıdan Bakış, Yaprak Kitabevi, Ankara.
Le Corbusier, 2005, Bir Mimarlığa Doğru, Çev. S. Merzi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Mill, John Stuart, 2000, "Düşünsel Özgürlük, Teori ve Gerçeklik", Özgürlük Üstüne, Çev. S.N. Kaya, Belge Yayınları, İstanbul.
Nancy, Jean-Luc, 2006, Özgürlük Deneyimi, Çev. A.U. Kılıç, ARA-lık Yayınları, İzmir.
Nietzsche, Friedrich, 2007, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Çev. A. Yarbaş, İlya İzmir Yayınevi, İzmir.
Russell, Bertrand, 1997, Sorgulayan Denemeler, Çev. N. Arık, TÜBİTAK Yayınları, Ankara.
Sartre, Jean Paul, 2003, Varoluşçuluk, Çev. A. Bezirci, Say Yayınları, İstanbul.
Spinoza, Benedictus (Baruch), 2006, Etika, Çev. H.Z. Ülken, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
Tanyeli, Uğur, 1997-a, "Mimar", Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 2, Ed. Z. Rona ve M. Beykan, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, ss.1248-1254.
Tanyeli, Uğur, 1997-b, "Post-Modernizm", Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 3, Ed. Z. Rona ve M. Beykan, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, ss.1506-1507.
Thilly, Frank, 2002, Felsefenin Öyküsü-Çağdaş Felsefe, Çev. İ. Şener, İzdüşüm Yayınları, İstanbul.
Venturi, Robert, 1991, Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki, Çev. S. Merzi Özaloğlu, Ed. A. Cengizkan, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara.
Vitruvius, 1990, Mimarlık Üzerine On Kitap, Çev. S. Güven, Ed. F. Yeğül, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara.
Wright, Frank Lloyd, 2002-a, "İlk Akşam", Frank Lloyd Wright ve Ev, Ed. N. Togay, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.9-16.
Wright, Frank Lloyd, 2002-b, "Organik Mimarinin Dili", Frank Lloyd Wright ve Ev, Ed. N. Togay, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, ss.19-22.

 

[i] Cevizci, 2000, s.729.
[ii] Hançerlioğlu, 2006, ss.322-324.
[iii] Thilly, 2002, ss.1-2.
[iv] Thilly, 2002, ss.40-41, 68-76.
[v] Spinoza, 2006, s.293.
[vi] Thilly, 2002, ss.129-130, 201, 211.
[vii] Kant, 2006, s.10.
[viii] Hegel, 2006, ss.38-42, 51-53.
[ix] Nietzsche, 2007, ss.45-46, 53, 67-68.
[x] Mill, 2000, s.190.
[xi] Russell, 1997, s.193.
[xii] Sartre, 2003, ss.37-38.
[xiii] Derrida, 2003, ss.59-60.
[xiv] Nancy, 2006, s.12, 110-111, 206.
[xv] Vitruvius, 1990, s.3.
[xvi] Thilly, 2002, ss.2-39.
[xvii] Tanyeli, 1997-a, s.1252.
[xviii] Kortan, 1986, s.20.
[xix] Le Corbusier, 2005, s.35, 300.
[xx] Wright, 2002-a, s.9, 13-14.
[xxi] Conrads, 1991, ss.8-12.
[xxii] Wright, 2002-b, s.19.
[xxiii] Le Corbusier, 2005, ss.35-45.
[xxiv] Kortan, 1986, ss.31-32.
[xxv] Conrads, 1991, s.133, 139-140.
[xxvi] Conrads, 1991, s.135.
[xxvii] Conrads, 1991, s.154.
[xxviii] Conrads, 1991, ss.143-144.
[xxix] Venturi, 1991, s.17.
[xxx] Tanyeli, 1997-b, s.1506.
[xxxi] Koolhaas, 2001, ss.106-107.
[xxxii] Holl, 2000, s.101.
[xxxiii] Aker, Özgüner, 2001, s.10.
[xxxiv] Korkmaz, 2004, ss. 9-11.
[xxxv] Sartre, 2003, ss. 26-27.
[xxxvi] Berman, 2002, s.12.
[xxxvii] Wright, 2002-a, ss.13-14.
[xxxviii] Berman, 2002, s.19; Dostoyevski, 2007, s.328.
 

Bu icerik 10776 defa görüntülenmiştir.