324
TEMMUZ-AĞUSTOS 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

UIA 2005 İSTANBUL



KÜNYE
UIA 2005 İSTANBUL

Türkiye Kongreleri’nden Kent Panaromaları: Mimarı Olmayan Kentler

Derleyen: N. Müge Cengizkan

XXII. Dünya Mimarlık Kongresi’nin ana teması olan “Kentler ve Mimarlık” konusunda Türkiye gerçeklerine bağlı değerlendirmelerin yurt düzeyinde de gündeme getirilmesi amacıyla 7 kentte Türkiye Kongreleri ana oturumları yapıldı. Her kongre sonrasında, tartışılan tema çerçevesinde saptamalar bir bildirge olarak kamuoyu ile paylaşıldı. Sonuncusu, 28 Mayıs 2005 tarihinde Ankara’da yapılan kongrenin ardından, tüm süreci ve saptamaları biraraya getiren bir ‘Türkiye Kongreleri Bildirgesi’ hazırlanıyor. Kongrelerde yapılan saptamalar ve öneriler, aslında o kentte yaşayanlarca deneyimlenerek biliniyor olsa da, ele alınan kentlerle ilk defa karşılaşanların ‘yerinde’ değerlendirmeleriyle biçimlendiler… Kongrelerin oldukça kısa bir süre içerisinde ardarda gerçekleşmesi ise, Türkiye kentlerine ilişkin daha gerçekçi bir panorama çizilebilmesine katkıda bulundu. Burada alıntılarla yapılan derleme, ana hedef olan XXII. Dünya Kongresi’nin ön hazırlık panelleri olarak ele alınan Türkiye Kongreleri’ndeki saptama ve önerileri biraraya getirmeyi hedefliyor.

Konya Kongresi

tema: Tarihin Başkentlerinde Anıtsal Yapılar ve Yeni Mimari Çevre

tarih: 25-26 Haziran 2004

evsahibi: Konya, Antalya ve Kayseri Şubeleri

Her biri dünyanın en eski insan yerleşimlerinin birikimlerini taşıyan kentlerimiz, tarihsel kimliklerinin yeterince gözetilmediği, imar haklarının artırılması adına kendini sürekli yenileyen bir “yapılaşma baskısı ve kuşatması” altındadır. Özellikle 1950’lerden sonra artarak devam eden bu sürecin, “kentsel kimliğin öncelikli betimleyicilerinden biri olan anıtsal yapılar” üzerinde yarattığı temel olumsuzluk ise, bu değerlerin kent üzerindeki kültürel ve simgesel etkilerinin giderek yok olmasıdır. Özellikle anıtsal yapılarla dolu tarihî başkentlerimizdeki yeni mimari çevrenin oluşumunda, bu yapıların kent kimliği üzerindeki katkılarını zayıflatmayacak ve “tarihle yarışmayan” bir çağdaş kent görünümünün sağlanması ivedi önem taşımaktadır.

Kentlerdeki imar ve yapılaşma koşullarının “mimarca hizmet”e elverir bir düzene kavuşması, sadece mimarların ve plancıların değil, toplumun tüm kesimlerinin kentlerimizi yeniden mimarlıkla buluşturacak imar politikaları için “talep sahibi” olmalarına bağlıdır. Kentlerimizi mimarlıkla ve mimarlık değerleriyle yeniden buluşturma hedefine yönelik, özellikle yerel yönetimlerin kentlerine ve ülkemize karşı olan bu tarihsel sorumluluğu kendi imar politikalarında -artık- ön planda tutmaları, mimarların ve plancıların da aynı hedef için yerel yöneticilerle “taraf” değil “ortak” olan, yani yol gösteren ve katılımı destekleyen bir konumda çok daha yakın işbirliği içine girmeleri gerektiği konusunda fikir birliğine varılmıştır.

Trabzon Kongresi

tema: Kıyı Kentlerinde Mimarlık ve Yaşam

tarih: 27-28 Ağustos 2004

evsahibi: Trabzon, Samsun, Ordu ve Giresun Şubeleri

ULAŞIMDA KIYILAR VE TARİH GÖZDEN ÇIKARTILAMAZ

Hemen tüm kentlerimiz gibi kıyı yerleşmelerimiz de tarihsel ve doğal kimliklerinin yeterince gözetilmediği bir “yol ve yapılaşma” baskısı altındadır. Özellikle 1950’lerden sonra artarak süren bu durum, kentlerdeki “yaşam değerleri” üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve Karadeniz Bölgesi’nin de adeta “kıyılarını yitirmesine” yol açmaktadır. Bu bağlamda katılımcılar, Hopa-Samsun arasında yapımı sürmekte olan “Karadeniz Kıyı Yolu” uygulamasının çok yönlü olumsuzluklarına özellikle dikkat çekmişlerdir. Kıyı dokusu, yaşamı ve kent kültüründeki değeri, hiçbir kalkınma projesi için gözden çıkartılamaz. En değerli doğal ve kültürel alanları yok ederek uygulanan kıyı yolundaki “plansızlık, özensizlik ve duyarsızlığın”, hiç değilse şimdiye dek dolgu işlemi yapılmamış kesimlerde terk edilmesi için ilgili tüm kurum ve kuruluşlar harekete geçmelidirler.

Trabzon’da 3.500 yaşındaki Kale’yi, tarihî Ortahisar Mahallesi’ni ve SİT karakterindeki vadileri altına alan “tanjant yol” viyadük ayaklarıyla da en önemli merkezleri ezip geçerek, ulaşım ve şehircilik politikalarındaki “kenti ve kentsel değerler”i umursamazlığın en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Katılımcılar, bu projenin revizyonu, Taksim Meydanı’nın kentsel peyzajını yok eden viyadüklerin kaldırılması ve Trabzon’un tarihsel dokusunu gözeten yeni bir çözüm için, tüm ilgilileri “kıyı”nın “karayolu”ndan, “kale”nin ise “otomobil”den daha değerli olduğu gerçeği üzerinde bir kez daha düşünmeye davet etmişlerdir.

“KENTLEŞME” APARTMANLAŞMA DEĞİLDİR

Ülkenin doğa hazineleri olan vadilerde ve hatta yaylalarda bile çok katlı apartman yapılaşmasıyla işgal edilmekte olan Karadeniz Bölgesi’ni bu tahribattan kurtaracak acil bir “koruma bölge planı”nın üretilmesi, tüm belediye ve valiliklerin de kendi yetki alanlarındaki imar uygulamalarında bu plana uymalarını sağlayacak yasal düzenlemenin yapılması artık kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü günümüzde “koruma”nın taşıdığı anlam ve derinlik ülkesel politikalar doğrultusunda “havza”, “alt bölge” ve “bölge” kavram ve ölçeklerini ifade etmektedir. Giderek kesintisiz bir kentleşme kuşağı haline gelen Karadeniz kıyıları için yerleşmelerin yönetsel sınırlarını bütüncül değerlendirebilen politika ve söyleme sahip bir “stratejik plan”a ve ona dayalı “eylem planları”na ivedilikle gereksinim vardır.

İzmir Kongresi

tema: Tarihî Kentlerde Büyüme ve Mimarlık

tarih: 22-23 Ekim 2004

evsahibi: İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale Şubeleri

İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale kentlerinin ortak görünümleri, “büyümeyle birlikte tarihî dokuların küçülmesi” şeklinde özetlenebilir. Bu gerçek, kentin sadece eskiden gelen mimarlık değerlerini yitirmek şeklinde gözlenmiyor. Yeni yapılaşmanın da hem yasadışı yayılma alanlarında, hem de “planlı ve izinli” gerçekleşen yerlerde, yine o kentin “eskiden gelen” kimlik ve peyzaj değerlerini gözetmeyen bir “mimari”yle sürmesi de aynı gerçeğin ürünü.

Tarihî kentler büyüdükçe, “tarihselliklerinin” kanıtlarında gözlenen “küçülmeyi” durdurabilmek için, sadece imar ve planlama politikalarındaki “korumaya” dönük ihmallerin giderilmesi yeterli olmayacaktır. Kentlerdeki yeni yapılanma ve kentsel gelişme alanlarındaki genel mimarlık, şehircilik hedeflerinde de o yerleşmenin eskiden gelen karakterlerini ve kazanımlarını “sürdüren” bir anlayışın öncelik kazanması sağlanmalıdır.

DENİZLİ VE BALIKESİR

Bu kentlerimiz eski dokularını artık neredeyse “tümüyle” yitirmiş gibidirler. Kente egemen olan “yeni ve modern” karakter ile geçmiş arasındaki bağı kurabilmek için çağdaş mimarlığın esinlenebileceği kaynaklar da çok azdır. Ancak, böyle bir durum, aynı kentler için bundan böyle “kişiliksiz” bir mimarinin ve “tarihsel yaşanmışlıkları tümüyle unutan”, tekdüze bir şehirciliğin geçerli olabileceği anlamına gelmeyeceğinden, aynı kentler için izlenecek yöntemlerin başında da yine “yöresel yaşam ve kültür değerlerini gözeten bir mimarlık” arayışı gelmektedir.

ÇANAKKALE

Çanakkale örneğindeki gibi, eski dokusunun elde kalan kesimlerini koruma konusunda önlemler alan kentlerimizin büyüme sürecinde ise, tarihsel dokular, özellikle arsalardaki imar rantlarını artıran yapılanma haklarının yüksek olduğu “komşuluklar” arasında sıkışıp kaldığından, bu dokunun korunması için temel koşullar arasındaki “toplumsal bilinç” olumsuz etkilenmektedir. Kent içinde neredeyse “yan yana” denebilecek konumdaki arsalarda birbirlerinden çok farklı imar hakları nedeniyle tarihsel dokular adeta “mağduriyet bölgeleri” olarak görülmektedir.

İZMİR

“5000 yaşında” olduğunu ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurmakla onur duyan İzmir ise “metropol” kimliği ile çok daha farklı özellikler taşımaktadır. Özellikle “metropoliten planlamada” tarihî semtlerin kentsel bütünlük içindeki etkilerini ve yaşatılmalarını hedefleyen “makro” önlemlerin alınması gereğidir. Çünkü, kentin geçmişini, sadece dar-sınırlı koruma planlamalarıyla ele alan anlayış, “yaşamdan kopuk koruma alanlarını” yaratmakta, böylesi bir ayrışma ise sadece tarihsel bölgelerin çöküntü yörelerine dönüşmesini değil, yeni gelişme bölgelerini de “kente yabancılaştıran” bir mimari ve hatta toplum yaratmaktadır. Bu yönde, bir yandan aynı gelişme bölgelerindeki yapılanma haklarının, mimari karakterlerin ve şehircilik düzenlemelerinin “tarihsel bölgelerle kopuk olmamasına” özen gösterilmeli; öte yandan, kentin korunması istenilen eski dokusunun, kentin en çekici, canlı ve herkesin yararlanabileceği işlevlerle donatılmasına öncelik verilmelidir.

TİP PROJELER

Tarihî kentlerimizin büyümesinde,“kimlik ve karakter yitirilmesi” süreçlerini destekleyen önemli ve etkin uygulamalardan biri de Türkiye’nin hâlâ vazgeçemediği “tip proje”lerdir. Bu uygulamalar, bir yandan mimarlığı kentin ve çevrenin niteliklerinden uzaklaştırdığı gibi, bir yandan da “tipleşmiş mekân ve çevrelerde” yaşayanlar açısından kendi değerlerine yabancılaşan bir toplum yaratmaktadır. Sadece kimi kamu yapılarında değil, toplu konut alanlarında, gecekondu önleme bölgelerinde, hatta “2. konut” olarak tanımlanan toplu yazlık siteler ve konut kooperatifleri uygulamalarında yaygın olarak sürmekte olan; “tipleştirilmiş ve çok sayıda yinelenen mimari proje” uygulamalarından vazgeçilmelidir.

ŞEHİRCİLİKTE “MİMARLIK”

İzmir Kongresi’nde, yukarıdaki saptamalarla birlikte gündeme getirilen diğer bir olgu da Türkiye’deki “mimarlık eğitimi” ile “şehircilik eğitiminin” birbirinden “ayrıştırılması” ve bunun yine hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamalarındaki sonuçlarının özellikle tarihsel kentlerdeki yapılanma ve şehircilik kararlarına olumsuz yansımalarıydı. Türkiye’den başka, hemen hiçbir ülkede gözlenmeyen bu düzeydeki bir ayrışmanın, özellikle her bir kenti binlerce yıllık tarihsel-mimari birikimler ve kaynaklar içeren ülkemiz açısından bir an önce sorgulanarak, “mimarlık ile kent arasındaki mesleki, sanatsal ve kültürel birlikteliği gözeten” bir eğitim ve uygulama düzenine geçilmesi gerekmektedir.

“BÖLÜNMÜŞ” KENTLER

Özellikle Denizli’nin içine itildiği “imar ve planlama karmaşası”ndan hareketle, büyümekte olan kentlerin birbirlerine komşu farklı imar otoriteleri yaratılacak şekilde “bitişik belediyelere” parçalanmasının bir an önce durdurulması gerektiği de önemli bir başlık oluşturmaktadır. Kentsel gelişmelerin, kentsel bütünlüğü gözeten ve hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamaları açısından kentin tümünü hedefleyen karar ve politikaların üretilmesini sağlamaya yönelik olarak, mutlaka “kentsel planlama ve yönetim birliği” içinde gerçekleşmesi zorunludur.

Diyarbakır-Mardin Kongresi

tema: Göçü Ağırlayan Kentlerde İmar ve Mimarlık

tarih: 17-19 Aralık 2004

evsahibi: Diyarbakır, Gaziantep, Van Şubeleri ile Mardin Temsilciliği

Güneydoğu Anadolu Bölge’sindeki kentlerimizdeki mimarlık ve yaşam değerleri üzerinde göçün de baskısıyla oluşan yıpranma ve tahribatlar ivedi önlemleri gerektirmektedir. Bu bilinç içinde başlatılan proje ve girişimler, kongre katılımcıları tarafından da memnunlukla izlenmiştir. Diyarbakır’da kent surlarının çevresindeki temizleme ve düzenlemelerle birlikte tarihin yaşamla yeniden buluşturulması; İçkale’nin topluma açılarak kentin kültür ve sanat etkinlikleri merkezi işleviyle yeniden canlandırılması; Suriçi’ndeki tarihî sokaklarda gerçekleştirilen alt yapı ve peyzaj düzenlemeleri ile eski Diyarbakır evlerindeki restorasyon uygulamalarının yaygınlaşması, göçün yarattığı yasadışı ve düzensiz yapılaşma işgalinin olumsuz etkilerine karşı umut ve cesaret verici girişimlerdir. Mardin’de de özellikle Valiliğin önderliğinde sürdürülen ve diğer kurumlarla özel yatırımcıların destek ve katkıları ile zenginleştirilen “yaşatılarak koruma” ilkesine dayalı restorasyon ve yenileme projeleri ile kentsel doku korumasına dönük uygulamalar, bölgenin diğer kentleri için de örnek ve teşvik edici sonuçlarıyla çok değerli çabalar olarak gerçekleşmektedir.

GÖÇÜN YÖREYE ÖZGÜ NEDENLERİ

Başta Diyarbakır olmak üzere bu kentlerimize yönelen göçün nedenleri arasında, ülke düzeyinde 50 yıldır süren kırdan kente göç olgusundan farklı ve bölgeye has özelliklerin bulunması önemlidir. Sadece bilinen siyasal gelişmelerden kaynaklanan “köy boşaltmaları” ile değil, GAP projelerine bağlı olarak baraj suları altında kalan yerleşmelerden de gerçekleşen “zorunlu göç” ve hatta “kente sığınma” sürecinde, bu yöre için farklı bir “göçmen” gerçeği ve kültürünün oluşması söz konusudur. Bundan sonraki planlama ve kentsel yapılanma politikalarına da temel veri oluşturacağını kabul eden kongre katılımcıları, özellikle tarihî dokuyu tehdit eden düzensiz ve yasadışı yapılaşma sakinlerinin doğrudan “istihdam” edileceği yeni yerleşim projelerine dayalı kentsel yenileme ve transfer sürecinin başlatılması gerektiğinin altını çizmektedirler.

“TARİHE SIĞINAN GÖÇ” ve ÖNLEMLER

Bölgeye özgü nedenlerden kaynaklanan kente göçün öncelikle “sığınma” amacını taşıması ve buna dayalı “geçici barınma” hedefini içermesi nedeniyle, iskân için yeni yapı yerine, tarihî dokudaki mevcut yapı ve mekânların tercih edilmesine yol açmıştır. Aynı tarihsel dokuların yeni kentsel işlevlerle donatılması; kamusal hizmetler de dahil kent yaşamıyla bütünleşen sektörlerin eski kentte yer alması; geleneksel ticaretin, eski çarşı zenginliğinin ve kültür-sanat etkinliklerinin tarihî merkezlerde sürdürülmesi için teşvik ve önlemlerin geliştirilmesi; resmî kurum lojmanları da dahil, yeni konut gereksinmeleri için de bu bölgelerdeki sivil mimari örneklerinin onarılarak kullanımının yeğlenmesi; turizm ve konaklama amaçlı yeni tesisler için yine eski yapıların değerlendirildiği olumlu örneklerin daha da yaygınlaştırılması vb. gibi uygulamalar, göçün baskısı ve tahribatı altında “yalnız ve korumasız” kalan tarihsel merkezlerin kentsel dinamikleri yeniden kucaklayarak yaşatılmalarını sağlayacaktır.

“TARİHİN TERKEDİLMESİ” DURDURULMALIDIR

Diyarbakır’da bu süreç, hemen tüm yeni kentsel düzenlemelerin ve yatırımların “Surdışında” gerçekleşmesi şeklinde yaşanmaktadır. O kadar ki kentteki mimarlık hizmetlerinin de artık hemen tümü Surdışı alanlardaki yeni yapılanmalar için gerçekleşmektedir. Aynı durum Gaziantep’te çok daha yaygındır. Yeni imar ve planlama alanlarındaki hızlı yapılaşmayla birlikte, Kale ve çevresindeki eski doku kent bütünü içinde giderek daha da küçülen, bakımsız ve korunaksız bir “adacık” haline dönüşmektedir. Van’da ise eski kent yaklaşık 100 yıl önce terk edildiğinden, şimdiki kentin mimari ve kültürel peyzajı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “betonarme yapılaşma”yla biçimlenmektedir.

MARDİN’DE TARİHE DÖNÜŞ

Mardin’de, kent merkezinin dışında yeni ve “modern” bir yerleşim bölgesi kurulmasına yönelik kararlar “kentsel SİT’in korunması” adına gündeme getirilmiştir. Tarihî doku üzerindeki yeni yapılanma baskısının kaldırılması gerekçesiyle 1980’lerde planlanan şimdiki “Yeni Şehir” yaratılmış ve merkezin “terk edilmesine” kamusal yapılarla önderlik edilmiştir. Ne var ki aslında “yaşatılarak korunması” gereken eski Mardin dokusunun, bu uygulamayla daha da “sahipsiz” kılındığı fark edilmiş ve yaklaşık 20 yıllık kaçışın yarattığı “yalnızlaşma”nın giderilmesine yönelik önemli girişimler başlatılmıştır. Eski Mardin evlerinin turizm ve konaklama amaçlı restorasyonları ile Süryani cemaatine ait tarihsel kiliselerin etkinliklerini sürdürmeleri gibi çabalar; vaktiyle Mardin’den ayrılmış kimi Süryani ailelerin de bu kez “kentlerine göç ederek” eski evlerini yeniden onarıp kullanmaya başlamaları, kültürel zenginliğin canlandırılarak sürdürülmesine umut verici katkılardır.

Adana-Antakya Kongresi

tema: Kültürlerin Ortak Kenti ve Ortak MimarlıkLARı

tarih: 25-27 Şubat 2005

evsahibi: Adana ve Mersin Şubeleri ile Antakya Temsilciliği

Tarihsel süreçte bu yöredeki kentlerin kazandığı çok kültürlü özgün karakter, yerleşmelerdeki Pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürlerin, yine aynı kentteki ortak yaşam ilişkileri içinde birbirlerinden etkilenmeleriyle meydana geldi. Bu karakteri yansıtan kentsel doku ve kentsel yaşamın gelişim-oluşum süreci ile etnik-sosyal farklılıkların kentsel yaşama yansımaları da farklı MimarlıkLAR’ın kültürel temellerini oluşturdular. Bu bölgedeki “kent kültürü”nün karakterine “mozaik” denemeyeceği; tarihsel süreçte ayrı kültürlerin birbirleriyle etkileşim halinde “iç içe” girerek ve hatta kökenlerindeki kimi özgünlükleri de yine birbirleriyle paylaşarak/yaklaşarak, adeta bir “alaşım” oluşturdukları, Anadolu’nun bu anlamdaki uygarlık tanımının da bu nedenle “kültürler alaşımı” şeklinde yorumlanabileceği savunulmaktadır.

“TİPLEŞEN” MİMARİNİN KİMLİK TAHRİBATI

Ne var ki günümüz kentleşmesinde bu kültürel özgünlük ve zenginlik, mimariye yansımadığı gibi, kentlerin genelindeki yeni görüntü de tarihle bağları kopuk olan “tip peyzaj”lar sergilemektedir. Son 10 yılda kentlerin etrafını kuşatan belde belediyelerine yasa ile verilmiş olan bağımsız imar haklarının ortaya çıkardığı dengesiz yapılaşma kaosu da bu ayrışmayı kalıcı ve sürekli kılmaktadır.

ADANA

Özellikle Adana’daki “Yeni Adana” süreciyle doruğa çıkan “Eski Kent-Yeni Kent” rekabetinin kentsel kimlik ve yaşam açısından tartışılması önem kazanmaktadır. Kongre katılımcıları, bu rekabette eski kentin ihmal edilmesi, tarihî merkezin (Tepebağ) çöküntü bölgesi olmaya terk edilmesi ve kimlik açısından kişiliksiz bir yeni yerleşme yaratılmasının “kentsel dönüşüm” olarak tanımlanmasının da mimarlık ve şehircilik ilkelerinin inkarı anlamına geldiği saptamasını yaparak, kentsel büyümelerde “bütüncül planlama ilkelerinin” terk edilmemesi gereğini vurgulamaktadırlar.

Bu bağlamda örneğin Yeni Adana’daki günübirlik alış veriş, kültür ve sosyal işlevli mekânların, bağımsız “çarşı alanları”nda özel olarak tasarlanmış “kentsel buluşma merkezleri”nde, rekreasyon bölgeleriyle ilintili “toplumsal hizmet odakları”nda çözümlenmesi yerine, konut amaçlı yapı bloklarının zemin katlarında düşünülmüş olması sadece mimari ve kentsel peyzaj açısından değil, “yaşama kültürü” açısından da “yabancı” bir yerleşimin yaratılmasına neden olmuş; kent genelinde bir tür “kimlik çatışması” yaratılmıştır.

MERSİN

Mersin kıyı kuşağında Türkiye’nin en yoğun ikinci konut yapılaşması; en uzun “kıyı apartmanlaşması”nın yaratılmış olması, sosyal gereksinmelerin mimariye ve kentsel çevreye çarpık yansımaları açısından da önemli bir örnektir.

İSKENDERUN

Kentin arkeolojik kimliğini vurgulayacak bir kentsel tasarım çalışması önerilmekle birlikte, İskenderun’daki yeni yapılanma düzeninin de eski bir kıyı yerleşimi olma özelliğini gözetecek şekilde yeniden ele alınması katılımcıların ortak dileğidir.

KAHRAMANMARAŞ

Kongre gündemindeki diğer kentimiz Kahramanmaraş’la ilgili değerlendirmelerde ise özellikle “geleneksel değerler” ile “modern kentleşme” arasındaki çatışmaların sadece “rant” baskısından kaynaklanmadığı; toplumdaki mimarlık ve kentleşme anlayışında da “geçmişin gözetilmesi kültüründen uzaklaşılmış olması”nın bu çatışmada payı bulunduğu saptanmıştır.

ANTAKYA

Kentteki çağdaş yaşamın ve modern gereksinimlerin, tarihî SİT içinde değil; sadece yeni gelişme bölgelerinde yoğunlaşmasının yanlışlığı, kongrede önemle dile getirilmiştir. Bu anlamda, 7 m. altında antik Roma dönemi caddesi bulunan ve binyılların tarihsel kent arteri özeliğini taşıyan Kurtuluş Caddesi’nin ticari ve sosyal işlevlerle yaşatılarak canlandırılması; bunun da tüm kent halkının ve özellikle de yerli esnafın özendirilerek gerçekleştirilebilecek bir “tarihe dönüş” kampanyasıyla yaşama geçirilmesi önerilmektedir.

Kocaeli Kongresi

tema: Sanayi Kentinde Çevre ve Mimarlık

tarih: 15-16 Nisan 2005

evsahibi: Kocaeli, Bursa ve Eskişehir Şubeleri

UIA Konsey Üyesi ve Başkan Yardımcısı Sayın Louise Cox, Kocaeli’ndeki 1999 depremi ile 2004 sonlarında Güney Asya’da gerçekleşen tsunami felaketiyle de bağlantı kurduğu konuşmasında; “mimarlığın gereklerini yerine getirmenin aynı zamanda felaketlere hazırlıklı olmayı da içerdiğini” dünyadan örneklerle anımsattı. 1990’lı yıllarda Kocaeli valiliği sırasında, İzmit kentindeki tarihî dokunun hızla yitirilmesine yönelik olarak, Sayın Kemal Nehrozoğlu tarafından daha önce dile getirilen “kentlerimiz büyüdükçe küçülüyor” sözleri, kentler bir taraftan gelişip yaygınlaşırken, diğer taraftan eski dokunun yitirilmesiyle yaşanan kimlik kaybının “büyürken küçülme” şeklinde betimlemesi ve Türkiye’ye özgü bir gözlemin sonucuydu.

KOCAELİ

Son yasalarla, Büyükşehir Belediye sınırları il sınırlarına kadar yayılan Kocaeli, ülkemizin İstanbul’dan sonraki “metropol” kavramına uyan ikinci idari bölgesini oluşturmaktadır. Hızla yaygınlaşan yerleşme alanları içinde hemen her alt bölgenin ‘kendi içinde ayrı bir kent’ niteliği taşıması metropoliten özelliğin başlıca göstergesidir. Kocaeli’nde, özellikle İzmit Körfezi’ni çevreleyen yerleşmelerin, kıyı kuşağındaki sanayi bölgelerine olan bağımlılıkları mimarlık ve kent ilişkisinde ekonomik öncelikleri belirleyici kılmaktadır. Bu bağlamda;

* Kentle kıyı arasından geçmekte olan ve kentin denizle ilişkisini tümüyle kesen E5 (D100) Karayolu ile demiryolunun yeraltına alınmasını hedefleyen Büyükşehir Belediyesi’nin önerisi;

* Kentin sanayi belleğinde önemli bir yer tutan ve Cumhuriyet dönemi ulusal kalkınma hedeflerinin örnek tesislerinden olan SEKA Fabrika sahasının Belediye’ye devredilmesiyle ortaya çıkan olanağın, Kocaeli’nin gereksinimi olan ve “sanayi müzesi” işlevini de içerecek şekilde bir “kültür ve dinlence” alanı olarak kente kazandırılması;

* Kent merkezinde “eski demiryolu güzergahı”nın oluşturduğu yeşil koridor kültür ve sanat işlevleriyle desteklenerek bir “rekreasyon kuşağı”na dönüştürülmesi; istenmektedir.

ESKİŞEHİR

Cumhuriyet döneminde yurt düzeyinde planlı ve dengeli sanayileşmenin örnek kenti olarak gelişen Eskişehir’de, aynı döneme ait demiryolu atölyelerinin, makine fabrikalarının ve büyük üretim merkezlerinin işlevlerinde yaşanan değişim, kentin yerleşim düzeninde ve dokusunda da buna koşut dönüşümler yaşanmasına neden olmuştur. Kongre katılımcıları;

* Kentin Odunpazarı bölgesindeki eski ve özgün dokunun korunması çabaları ile diğer bölgelerdeki “kentsel tasarım” ve “kültürel çevre düzenlemeleri” arasındaki uyumun ve sürekliliğin sağlanmasını;

* Boşaltıldıktan sonra kent merkezinde geniş bir “tanımsız alan” olarak kalan eski sanayi bölgesinin, aşırı yoğun yapılaşmaya uğrayan Eskişehir kentinde, toplumsal yaşamla bütünleşen rekreatif amaçlı bir alan olarak değerlendirilmesini;

* Porsuk nehri boyunca, kıyının kentsel yaşamla bütünleştirilmesi çalışmaları için gereken kamulaştırmalar ve alt yapı yatırımlarında, Büyükşehir Belediyesi’nin diğer kamusal kaynaklarla da desteklenmesini; dilemektedirler.

BURSA

Bursa’nın hem bir “tarih kent” olarak varolması, hem de “sanayi kenti” özelliklerini kültür ve çevre değerlerini göz ardı etmeksizin sürdürebilen çağdaş bir kent olarak gelişebilmesi için, katılımcıların genel beklentisi 2000’li yıllarda üretilen “Bursa 2020 Çevre Düzeni Planı” çalışmalarına sahip çıkılmasıdır. Kongre katılımcıları, bu plan hedeflerine bağlı kalınarak:

* Türkiye’nin sayılı bereketli topraklarını ve klimasını barındıran Bursa Ovası’ndaki çevreye duyarsız müdahalelerin durdurmasını, süregelen olumsuz konumlanmalardan ve tahribat yaratan yapılaşmalardan -belli bir zaman içinde- arındırılmasını;

* Bursa’nın ve ülkemizin sanayi mirası niteliğindeki Merinos Fabrika alanının Büyükşehir Belediyesi’ne devri ile ortaya çıkan olanağın, buradaki özgün yapıların topluma açık işlevlerle korunarak kent içinde geçmişle bağ kurulan bir rekreasyon alanı olarak kent yaşamına kazandırılmasını;

* ‘Kentin içinde kalan’ ve çevreyi kirleten sanayi ve üretim tesislerinin bir an önce desantralize edilerek uygun yerlere taşınmalarını; önermektedirler.

Ankara Kongresi

tema: Modernleşme Sürecinde Ankara ve Cumhuriyet Kentleri

tarih: 28 Mayıs 2005

evsahibi: Genel Merkez ve Ankara Şubesi

Bu icerik 2335 defa görüntülenmiştir.