343
EYLÜL-EKİM 2008
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: UIA 2008 TORİNO: Mimarlığı Aktarmanın Yolları Üretilebildi mi?

KONGRE OTURUMLARINDAN

  • Küreselleşme
    Gaetan Siew
    UIA Eski Başkanı

    İngilizceden çeviren: Aydan Erim

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: UIA 2008 TORİNO: Mimarlığı Aktarmanın Yolları Üretilebildi mi?

UIA 2008 Torino İzlenimleri

Serpil Özaloğlu

UIA 2005 İstanbul'un ardından üç yıl sonra, XXIII. Dünya Mimarlık Kongresi 29 Haziran-3 Temmuz 2008 tarihleri arasında Torino'da gerçekleşti. Kongrenin ana teması olan "Transmitting Architecture", "Mimariyi Yaygınlaştırmak" veya "Mimariyi İletmek" diye çevrilebilir. Alt temalar ise ilk gün "kültür", ikinci gün "demokrasi", üçüncü gün ise "umut" idi. Oturumlar, konuşmalar, bildiriler üç güne bu temaların altında sınıflanarak yayıldı. Kongrede konuşmacılar iki kategoriye ayrılmıştı. İlki, davetli 661 mimar ve kardeş mesleklerden olan konuşmacılar; ikincisi, kongre organizasyonunun bildiri çağrısına cevap verenlerden seçilen 36 bildiri sahibi. Bildiri çağrısına 642 başvuru olmuş, bu sayı iki elemeden sonra 36'ya indirilmiştir. 36 bildirinin 5'i Türkiye'dendir.[1]

 

Kongrede "ekoloji" ve "sürdürülebilirlik" kavramları ile mimarinin bunlara olumlu ve olumsuz katkıları, konut ihtiyacı, benim dinlediğim konuşmacıların önem verdiği konuların başında geliyordu. Şehirler dünyanın yüzölçümünün % 2'sini kaplamalarına rağmen, üretilen enerjinin 2/3'ünden fazlasını harcayan yerleşimler. Bu yerleşimler nasıl çevreyle dost bir hale gelebilir konusu, konuşuldu, tartışıldı. Torino'nun tarihî merkezindeki Rönesans meydanlarından birinde, gece etkinliklerinden birisi de, başlığı "Herkes için Mimarlık" olan, dokuz İtalyan mimarın katıldığı halka açık bir tartışma-paneldi. Kongre kapanışının hemen ertesinde kaybettiğimiz, gelecek dönemin UIA başkan adaylarından Giancarlo Ius'un sözlerini yazdığı ve yine bir gece konserinde söylenen "Child be the Architect"[2] dünyanın doğal dengesinin sağlanmasında mimarı göreve çağırıyordu.

 

Kongre merkezi, Fiat Fabrikaları'nın eski üretim merkezindeydi. Binayı fuar merkezine dönüştüren mimar Renzo Piano. Bir de ana konuşmacılar için hızlı bir yürüyüşle 7-8 dakikalık mesafede olan Palavela (kapalı anfi) binası kullanıldı. Kongre organizasyonunda ana konuşmacılar, davetli mimarların oluşturduğu oturumlar, bildiri sahiplerinin oluşturduğu oturumlar ve yuvarlak masa toplantıları yer aldı. Kongre dışı etkinlikler, gün içinde ve akşamları, şehrin değişik yerlerinde düzenlenmişti. Kongre katılımcıları toplu taşım araçlarını bedava kullanabildiler ve kolaylıkla her istedikleri yere otobüs ve tramvay aracılığıyla gidebildiler.

 

KATILDIĞIM OTURUMLAR, DİNLEDİĞİM KONUŞMACILAR

Açılış konuşmalarından not ettiğim çarpıcı cümlelerden biri şöyleydi: "Mimarlar herşeyi çözemezler, ama insanların hoşa giden, iyi bir çevrede yaşamalarına engel olan sorunları ortadan kaldırmaya yardım edebilirler; konut, evsizlere konut, çevre sorunları gibi konuları tasarımlarının parçası yapabilirler." UIA başkanı karşıt kavram çiftlerinden (kimlik, yerellik x evrensellik, modernlik x geleneksellik vb.) sözetti ama aslında bunların birbirine karşıt kavramlar olmadıklarını söyledi. İstanbul Kongresi'nde olduğu gibi iyi mimarlık yapılması gerektiğinden, biz mimarların yoksullar için minimum ev tasarlarken şehirlerde gökdelenler tasarladığımızı; bunun artık gözden kaçamayacak ve utanılacak bir şey olduğunu tekrar etti. Konuşmasını "Herkes için Mimarlık" sloganıyla bitirdi.

 

Başından sonuna dinleyebildiğim dört oturum, iki ana konuşmacı, katıldığım üç kongre dışı etkinlik oldu. Metnin geri kalan bölümünde bunlardan kısaca bahsedip yine kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

 

ÇAĞDAŞ MİMARİNİN DİLİ OTURUMU (The Language of Contemporary Architecture)

Davetli konuşmacıların oluşturduğu oturuma Aaron Betsky, Kengo Kuma ve Hani Rashid katıldı. Konuşmacılar arasında Massimiliano Fuksas da görünüyordu ama gelemedi. Moderatör Marco de Michelis oturumu açarken bazı sorulara cevap aranacağını söyledi. İlk soru, mimarlığın geçmişin muazzam tarihî süreçleriyle ilişkisinin ne olması gerektiği; ikincisi, alışveriş merkezleri ve havaalanları gibi yerlerin yarattığı "yersizlik" (non-place, non-lieue ) sorununun nasıl ele alınması gerektiği; üçüncüsü, çevre sorunlarıyla mimarlığın ilişkisi ya da kısaca, mimarlığın bu sorunlara katkısı ne olabilir idi. Dördüncü soru ise, tasarım temsil teknolojilerinin ya da sibernetiğin mimari yaratılara etkisinin ne olduğuydu.
 
İlk konuşmacı Hani Rashid, neredeyse tümü gökdelen olan projelerini ve uygulamalarını anlattı. Hatta, Avrupa şehirlerinde imar kurallarına göre kilise çan kulesinden daha yüksek bina yapılamadığı için bu projelerini Malezya'da ve Kore'de gerçekleştirdiğini söyledi. Gökdelenlerinin "yeşil" gökdelen olduğuna dinleyicileri ikna etmeye çalıştı ama bunda pek de başarılı olamadı.
 
İkinci konuşmacı Kengo Kuma, çabasının peyzaj diliyle mimarlığı birleştirmek ve aslında mimarlığı silmek olduğunu söyledi. Bu amacını gerçekleştirmeye çalıştığı tasarımlarından ve uygulamalarından örnekler verdi. Örnekler çoğunlukla Japonya'dandı. Japonya'nın geleneksel peyzaj mimarlığından bahsetti ve aslında mimarlığı silme düşüncesini ilk defa on üç yıl önce dile getirdiğini de belirtti.
 
Kullandığı terminolojide dikkat çekenler, dişi mimarlık (female architecture), varolan topografyaya müdahaleyi toprağın içinde bir boşluk olarak yorumluyordu. Boşluğun mimarisinde başrol oyuncusu olduğunu gösterdi. Ormanın bir parçası olarak yorumladığı Noh Theater Projesi'ni sürdürülebilir mimariye örnek olarak verdi.
 
Çin'de yaptığı Ando Hiroshige Müzesi, yerel malzemenin (işlenmiş bambu) yapı malzemesi olarak kullanımına örnekti. Bambu binanın Çin'deki gökdelenlere bir eleştiri olduğunu söyledi. Yine yerel malzemeye örnek olarak kerpiç kullandığı yapılardan örnekler verdi ve bunun toplu konut yapımı için bir ipucu olduğunu söyledi. Bu örnek doğal olarak Mısırlı mimar Hassan Fathy'i, onun Gurna köyü deneyimini, Doxiadis ile işbirliği yaptığı sıralarda kerpiç üzerine yaptığı araştırmaları hatırlattı.
 
Üçüncü konuşmacı Aaron Betsky idi. O önce meslektaşı Hani Rashid'in projelerini onaylamadığını belirtti. Konuşmasını, dünyanın mimarlığa ihtiyacı olduğu ama binaya ihtiyacı olmadığı üzerine kurgulamıştı. Mimarlığın tanımını ise şöyle yaptı: "Mimarlık bina değildir ama bina hakkındaki her şeydir. Binayı ortaya çıkaran değişkenlerin toplamına mimarlık denir. [...] Mimarlık sanatının bileşeni teknoloji değil kültürdür. Çıkış yolu bulmak için çalışırken yazarların eserlerine, sinemaya, sanatçılara başvurmalıyız. Buralardaki ütopyayı, nostaljiyi, hayalleri ortaya çıkarmalıyız." Aslında sunuşu mimarinin ötesinde bir manifestoydu. Kendisinden konuşmasının metnini istediğimizdeyse, metnin 2008 Venedik Bienali'nin katalogunda yayımlanacağını söyledi.
 
KRİZDEKİ ŞEHİRLER VE MİMARLIĞIN UMUDU OTURUMU (Cities in Crisis and the Hope of Architecture)
Yazının başında da belirtildiği gibi, moderatörün verdiği rakamlara göre dünya yüzölçümünün % 2'sini oluşturan şehirler, toplam enerjinin 2/3'ünden fazlasını tüketmektedirler. "Şehirler, toplumların içinde bulundukları dönüşüm ve kriz gibi geçiş dönemlerini emme ve yorumlama kabiliyetine sahiptirler. Savaşlar, ekonomik krizler, etnik çalkantılar, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, şehirlerde izlerini bırakırlar ve bu izler dramatik bir şekilde belli yerler ve inşa edilen mekânlar aracılığıyla temsil edilirler. Bu koşullar altında mimarın ve projenin oynayabileceği rol nedir? Mimarlık huzurlu birlikteliklerin sürdürüldüğü mekânlar yaratarak kültürel ve toplumsal ortama katkıda bulunabilir mi? Bu oturumda mimarlığın kentsel ve bölgesel kriz durumlarında oynayabileceği rolü ve kullanabileceği araçları sorgulamak istiyoruz.".[3]
 
Oturumun konuşmacıları Richard Burdett, Nicola di Battista, P.K. Das, Bernard Khoury, Piero Properzi, Chiristina von Schweinichen'di ve dinleyici çekmeye çok müsait bir konusu vardı. İki konuşmacı ilginç iki çerçeve çizdiler. Birleşmiş Milletler'de çalışan mimar Chiristina von Schweinichen[4] verdiği örnekle bölgesel ihtiyaçların ne kadar farklı olduğunu ve bunlar tektipleştirildiğinde ortaya hiç umulmadık başka çözümsüzlükler çıktığını örnekleyerek anlattı. Bir de Beyrutlu mimar Bernard Khury'nin projeleri ve kriz konusuna yaklaşımı ironikti. Daha çok eğlence için tasarladığı projelerini gösterdi ama aslında konut projelerinin sayıca çok daha fazla olduğu anlaşılıyor. Manifestosunda özel sektöre hizmet ettiğini, çünkü sermaye sahiplerinin kentleri inşa ettiğini, konutları yaptığını belirtiyor, sosyal konut, devlet projeleri yapmadığını söylüyor ama örneğin Beyrut'ta yaptığı gece kulübü kentin içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Toprağa gömdüğü kulüp gündüzleri toprakla hemyüz olan kapaklarını kapatıyor ve yukarıdan görünüşü, akla, bir tankın yukarıdan görünüşünü ya da denizaltının dalarken aldığı görüntüyü andırıyor. Geceleri ise kapaklarını açıyor ve korunaklı iç mekâna müdavimlerini davet ediyor. Yine bir restoranın dışarıdan sadece tabelasını gösterirken ana mekânını toprağa gömüyor. Sürekli savaş halindeki bir ortamı bir bakışta karşısındakine sezdiriyor.
 
Özgeçmişi hakkında kısa da olsa bilgi veren mimar, kongrede söylediğine göre on beş yıl, yazılı kaynaklarda da beş yıl hiç mimari bir iş yapamadığından sözetti. Ondan sonra kendisine gelen işlerin konusuna bakmadan kabul ettiğini de belirtti. Gerçi yine yazılı kaynaklardan, Beyrut için önerilen ve tabula rasa yaklaşımı içerisinde olan bir planın reddedilmesi için ve Roma, Osmanlı ve toprağın altındaki katmanlardaki diğer geçmişin gözönüne alınması için nasıl çalıştığını da öğreniyoruz. Belki gece kulübü bir araç, o ortamda yaşayan insanların kendilerini bir süre için iyi hissettikleri bir sığınak olarak da yorumlanabilir. Restoranı yoksul ve aç kesimin gözlerinden saklamak için geliştirdiği planlama da akla negatif eleştiriyi değil de daha insani bir tutumu çağrıştırıyor.
 
HAYAL DÜNYASINI HAREKETE GEÇİREN TEKNİK OTURUMU (The Imagining Technique)
"Yirmi yılı aşkın bir süredir dijital teknoloji gitgide daha fazla biçimde mimariyi en gelişmiş ve hayali formlarıyla destekliyor ve temsil ediyor. Gitgide gelişen teknoloji ve yeni malzemeler, neredeyse hayal edilen her türlü deneyimi gerçekleştirebilmeyi olanaklı hale getirdi. Bu varsayımlardan hareketle, yaratıcı süreç, hayal gücü ve yeni teknolojiler arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu oturumda bu konuyu ele almaya çalışacağız."[5]
 
Bu konu özellikle eğitim alanında öğretim üyesi-öğrenci ilişkisinde, jürilerde birçok tartışmaya yol açıyor. Öğrencinin sunumunu yaptığı projelerin üç boyutlu bilgisayar "canlandırmalarında" görünenin ne kadar farkında olduğu, bazen öğretim elemanının kafasında soru işaretlerine yol açıyor. Özellikle ölçü, ölçek, mimari elemanların birbiri arasındaki ilişkiler düzeni, mimari eleman-insan ilişkisi, mekân-insan ilişkisi gibi konulara analitik olarak yaklaşılması gereken alt sınıflarda (Birinci, ikinci yıllar) bu konular elden kaçabiliyor. Bu nedenlerle oturumu merak ettim, ama tüm konuşmacılar oturumun temasını ele alır biçimde konuşmadılar. Örneğin Odile Decq moderatörün sorduğu soruyu tartışmadı. Projelerini anlattı. Oysaki yakın zamanda l'Architecture d'haujourd'hui'de dosya konusu olan, mimar adayının geleneksel yöntemler kullanarak kendisini ifade etmesinin öneminin tartışıldığı sayfalarda kendisiyle de bir söyleşi yapılmış; Paris'te yeni açılan mimarlık okulunun başında bulunan Decq, okulunda bu konuya çok önem verildiğini belirtmiş. Bu söyleşiyi de bilerek oturuma gidince insanın beklentisi projelerden çok konunun tartışılması oluyor, başlıkla içerik birbirini tutmayınca da insan hayal kırıklığına uğruyor.
 
Bu oturumda en ilgi çekici konuşmayı Marcos Novak yaptı. Kendini göçebe, sanatçı, kuramcı ve mimarlık ötesi bir mimar olarak tanımladı. En son sergisinin haberini verdi: İstanbul'da Garanti Galeri'de "Türbülanslı Topolojiler", 14 Haziran-24 Temmuz 2008 tarihleri arasında. Novak uluslararası düzeyde sibermekânda mimarlığın, mimari ve kentsel yer olarak sanal mekânın eleştirel bir bakışla düşünülmesinin, mimarlıkta ve tasarımda jeneratif (doğurgan), sayısal (computational) kompozisyonların kullanımının öncüsü olarak biliniyor. Ayrıca, 1995 yılında yazdığı, yeni ufuklar açan makalesinin başlığı "Transmitting Architecture" UIA 2008 Kongresi'nin ana teması olarak seçildi.[6] İnsan beynini, beyne gelen komutların bir kısmını belirleyici alarak mekânsallaştıran görsel malzemesi çok etkileyici idi. Konuşması ütopik bir konuşmayı çağrıştırsa da geleceğin mekânından, insan-mekân ilişkisinden sözettiğini anlayabilmek çok kolaydı. Geleneksel yöntemlerin korunmasını, sürdürülmesini ama yeni tasarım ve temsil teknolojileri konusunda da tutucu olunmaması gerektiğini söyledi.
 
KENTSEL DEMOKRASİ OTURUMU (Urban Democracy)
Bu oturumu, "demokrasi" teması altında seçilen bildirilerin sahipleri oluşturdu. Türkiye'den de üç bildiri vardı. Benim sunduğum iki yazarlı bildiri, oldukça kalabalık bir uzman grubuyla yürütülen dört yıllık bir araştırma ve saha çalışmasını, sonuçlarını ve ağırlıklı olarak da uygulama sürecinin sorunlarını konu ediniyordu.[7] Ankara'nın Bademlidere semtinde çocuklar için bir kentsel mekân çalışmasıydı. Benzer çalışmaları sunan örnekler, İtalya'dan (Roma) ve Brezilya'dandı. Özellikle Roma örneği bizimkiyle hem araştırma, hem de sonuçları açısından oldukça paralel bir şekilde gelişmişti. Bu oturum UIA 2005 İstanbul Kongresi'ndeki Global Studio oturumlarını andırıyordu, ama zaman kısıtlaması daha fazlaydı ve İstanbul'daki gibi sunuşları davetli mimarlardan oluşan bir jüri değerlendirip tartışmaya açmadı.
 
YARATICILIK VE MESLEK (Creativity and Profession)
Bu oturumun sonuna yetişebildim. Moderatör tartışmayı toparlarken şöyle bir özet yaptı: "Okullarda kullandığımız dil hem eğlenceli, hem de uğraştırıcı ve zor ama halk bundan birşey anlamıyor. [...] Biz sistemi kırmaya çalışıyoruz ama ortada şöyle bir paradoks var: Mimarlığı iletmemiz / yaygınlaştırmamız için sistemi kırmamız lazım, ama bu kendimizi de yok etmek anlamına geliyor."
 
MASSIMILIANO FUKSAS
Ana konuşmacılardan Massimiliano Fuksas, kongrenin mimarlara eleştirel yaklaşan konuşmacılarına ve söylemlerine karşı çıktı. Gerçi ekoloji, yüksek yapıların kentlere ve çevreye etkisi, sürdürülebilirlik gibi konulara girmedi ama, örneğin sosyal konut ve kamu yararına projeler yapıldığını, mimarlara haksızlık yapılmaması gerektiğini söyledi. Sonra salonun tüm ışıklarını kapattırarak, ne kendisinin, ne kongreye ait resim ve yazıların ne de dinleyicilerin görünmesine gerek olmadığını, konumuzun mimarlık olduğunu ve onun seyredilmesinin yeterli olduğunu söyledi; proje ve uygulamalarını anlattı. Bu tutum Aaron Betsky'nin "Binanın Ötesinde Mimarlık" diye sloganlaştırılabilecek manifestosuna tümüyle karşıttı, ama gösterdiği mimari eserler sanat eseri seyreder gibi seyredildi. O zaman insan bir an için tüm reel durumları unutup "Fuksas gibi dünyada zaten kaç tane mimar var? Bırakalım onlar sözü edilen sorunları düşünmeden tasarlayıp inşa etsinler," diye aklından geçirebiliyor.
 
KENGO KUMA
"Mimarinin Çağdaş Dili" oturumunda söylediklerini sayıca daha fazla proje ve uygulamasını gösterip ayrıntılandırdı. Formülasyonu: Teknoloji + estetik + işlem görmüş yerel malzemeler (toprak, ahşap, bambu, vb.). Taşı yapıda kaplama malzemesi olarak kullanmayı sevmediğini, bunu binaya makyaj yapmak olarak kabul ettiğini özel olarak belirtti. "20. yüzyılda betonun yaygın kullanımı binalarda ve kültürde çeşitliliği yok etti. Ben dünyadaki çeşitlilikleri koruyacak, sürdürülebilir bir malzeme bularak bir seçenek sunmak istiyorum," diyerek amacını belirtti. Milano projesini kendi kendini inşa eden sisteme (self built system) örnek olarak gösterdi.
 
DEĞERLENDİRME
Katıldığım oturumlarda dikkatimi çeken, davetli konuşmacıların bazılarının oturum başlıklarına, moderatörün sorduğu ya da tartışmaya açtığı sorulara, kongre kitapçığında özet olarak oturumun konusunu ve temasını açıklayan metne cevap vermedikleriydi. Bu kişiler daha çok projelerini anlattılar ama projeleriyle oturumun konusu arasında bir bağ kurmadılar. Anladığım kadarıyla kongreye gelirken konuyla ilgili bir metin hazırlamamışlardı. Oysaki, yaptıkları konuşmalar ve gösterdikleri binalarıyla aradaki ilişkiyi sağlam bir şekilde kuran, mesleki pozisyonunu belirten konuşmacılar / mimarlar daha çok ilgi çektiler. Özellikle gençler bu konuşmacıları oturum bittikten sonra da bırakmayıp tartışmak istediler. "Mimarlar yazmaz / konuşmaz yapar" sözü kime aitti hatırlamıyorum, ama yazıp konuşmayıp sadece yapan mimarlar ancak sanatçı mimarlar olduğunda dinlenebildiler, projeleri birer sanat eseri gibi seyredilebildi. Onun dışında dinleyiciler yapılanın ardında hep gerekçe aradılar.
 
Ekolojik dengesizlik, sürdürülememezlik, yenilenemez enerji kullanımı gibi konuların doğurduğu sorunlar karşısında doğa, yaşam hakkımızı elimizden alacağının sinyallerini vererek en temel hakkımız olan yaşama hakkı açısından tüm dünya vatandaşlarını eşit konuma koydu. Meslektaşlarımız da çoğunlukla bu durumun farkındaydılar. Bu sorunlara paralel olarak örneğin peyzaj oturumları (sürdürülebilir peyzaj, transmitting landscape) çok ilgi gördü.
 
Torino, gazete matbaalarıyla da ünlü bir kent. Günlük çıkan kongre gazetesine "Günaydın Mimar" başlıklı köşe yazısını, hergün farklı meslekten (komedyen, gazeteci, filozof) biri yazdı. Gazetede kongrenin günlük programlarının yanısıra, kongreye katılanların düşünceleri, bir önceki günün oturumlarına ilişkin bilgi veren ve yorum yapan yazılar da yer aldı. Ayrıca kongrenin web sayfasında da yayımlandı.
 
Kongre organizasyonu bir öncekiyle karşılaştırıldığında, herkesin hemfikir olduğu şey, İstanbul organizasyonunun çok daha fazla başarılı olduğuydu. Ama yine de kongre mimarlığın gündemini kanımca başarılı bir şekilde tespit etmiş, ufuk açıcı oturumlara da yer vermiştir. Bu arada, Torino Kongresi biterken üç yıl sonra Tokyo'da yer alacak kongrenin hazırlıkları kanımca başlamıştı bile. "Tokyo'da görüşmek üzere" cümleleri, orada tanışmış olanların ayrılırken birbirine söylediği veda cümleleri arasında bolca yer aldı.
 

[1] 6 Yunanlı, 5 Türk, 5 İranlı, 4 İtalyan, 3 Amerikalı, 2 Çinli, 2 Japon, 1 Güney Afrikalı, 1 Rus, 1 Polonyalı, 1 Alman, 1 Romanyalı, 1 İspanyol, 1 İngiliz, 1 Arjantinli, 1 Brezilyalı.
 
[2] I want the best rural and urban landscapes
Architect, help me save the climate:
Make better use of the water and energy
I'll drink and breathe while growing up
 
Child, be the architect for a better future
 
Architect, help me transform space:
Make better use of your knowledge;
I want to live in a healthier world
Architect, I need to live in a proper house,
Make better use of technology.
Why not improve our quality of life?
 
Child, be the architect for a better future
 
Architect, help me save our memory:
Respect our historical heritage.
I'm proud of my people's history
Architect, work on urban democracy:
Enhance more participation.
Turn my city into a magnet of hope
 
Child, be the architect for a better future
 
Architect, let's respect social diversity:
Increase your influence.
I want a friendlier world
Architect, let's protect cultural diversity:
Create more equity in decision-making
I want to live in a just world
 
Child, be the architect for a better future
 
We must respect diversity
Transmit respect for human beings
Sharing peace, freedom and unity
Sustain life for children, architects of the future (www.uia2008torino.org)
 
 
[3] 2008, XXIII UIA World Congress, Transmitting Architecture, kongre kitapçığı, ss.40-41.
 
[4] Birleşmiş Milletler Ekonomik Komisyonu Çevre ve İnsan Yerleşimleri bölümü domestik ve kentsel planlama programı müdür yardımcısı ve grup lideri (UNCE)
 
[5] 2008, kongre kitapçığı, s.53.
[6] www.uia2008torino.org (Temmuz 2008)
[7] Kural, N., S. Özaloğlu, S. Tanrıöver, E.S. Ural ve D. Hasırcı, 2006, Bademlidere Çocuk Çekim Merkezi, yayımlanmamış rapor, Ankara. Bildiri başlığı: Katılımcı Mimarlık-Nereye Kadar? (Participatory Process in Architecture - To What Extent?) S. Özaloğlu ve N. Kennedy Fehim.
 

Bu icerik 1805 defa görüntülenmiştir.