344
KASIM-ARALIK 2008
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

MİMAR PROFİLİ: Şevki Vanlı’nın Farklı Kimlikleri: Avangart? Girişimci? Eleştirmen?

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR
MEA ARCHITECTURA MEA CULPA
Zavallı Mimar / Gürhan Tümer



KÜNYE
MİMAR PROFİLİ: Şevki Vanlı’nın Farklı Kimlikleri: Avangart? Girişimci? Eleştirmen?

Şevki Vanlı’nın Ardından Düşün(ün)/ce

Gökçeçiçek Savaşır

Araş.Gör.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

Mimarlık camiası, 28 Temmuz 2008 tarihinde sadece Şevki Vanlı’yı değil, mimar kimliği tasarımcı, uygulamacı, eleştirmen, eğitimci gibi – ve daha pek çoğunun da eklenebileceği – alt kimliklerle nitelendirilebilecek ruhu her dem genç bir mihenk taşını kaybetti. Türkiye mimarlık ortamının yarım yüzyıllık değişim ve dönüşümüne, gerçekleştirdiği yüzü aşkın uygulama, katıldığı onlarca mimarlık yarışmasından aldığı 17 ödül, 50’yi aşkın asli jüri üyeliği, mimarlık dergilerinde yayımlanmış yüzlerce yazı, 5 kitap, konuşmacı olarak katıldığı pek çok mimarlık etkinliği ile eşine sık rastlanmayan katkıları olan bir meslektaşını kaybetti. Mimarlar Odası yönetim kadrosunda da yer almış, Türkiye mimarlığındaki çeşitli denemeleriyle ‘ilk’lere imza atmış bir mimarını kaybetti. Türkiye mimarlık kültürünü dönüştüren üretici kişilikler ile düşünce, yöntem ve yapı ölçeğinde ortaya çıkan alternatif yaklaşımları ortaya çıkarmak; farklı araştırma, eğitim ve uygulamaları destekleyip ödüllendirmek ve gündeme taşımak amacıyla kurulduğu 1986 yılından bu yana, Türkiye mimarlık ortamında etkin rol oynayan Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı’nın kurucu üyesini de kaybetti.[1] Türkiye’deki mimarlık öğrencilerini teşvik edip, onları Türk mimarlık camiasına tanıtmak amacıyla 1996 yılından beri gerçekleştirilen “Archiprix Türkiye” Yarışma Grubu’nun kurucu üyelerinden birini kaybetti.[2] Türk mimarlığı ayrıca, 1992 yılı III. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nden “Büyük Ödül”’üne (Sinan Ödülü) sahibi, “…tüm mesleki yaşamını çağdaş mimarlığın Türkiye’de en iyi biçimde gerçekleşmesine harcamış” olan Şevki Vanlı’yı kaybetti.[3]

 

Şevki Vanlı ve mimarlığı üzerine zaten pek çok yazı yazıldı; mimarlık dergilerinde adına dosyalar düzenlendi. Kendisi de, sevgilisi olarak tanımladığı mimarlık hakkındaki düşüncelerini kitaplarında ve yazılarında dile getirdi. Şevki Vanlı’nın, mimarlık mesleğinin neredeyse her kimliğiyle, elliyi aşkın yıldır verdiği mücadeleye hiçbirimiz yabancı değiliz.

Farklı yönleriyle tanıyageldiğimiz Vanlı ile 21 Nisan 2006 tarihinde Ankara’da tanışma, onun mesleğine duyduğu sevgi ve saygıyı, “mimarlık” denince duyduğu heyecanı deneyimleme imkânım olmuştu. Kendisiyle, o dönemde devam etmekte olduğum doktora tezim kapsamında, tez danışmanım ve jüri üyelerimin yönlendirmesiyle belirlediğimiz bir grup mimardan biri olması nedeniyle görüşmüştüm. [4] Ankara Or-An’da kendi tasarlamış olduğu bir yapıda bulunan Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı’nda, bir buçuk saate yakın konuşmuş, hem benim çalışmam çerçevesinde hem de daha genel bir bağlamda mimarlık üzerine söyleşmiştik.[5]

 

Doğrusu bu söyleşiden edindiğim izlenimlerimi, kendisinin aramızdan ayrılmasından kısa bir süre sonra yazıya dökmek ilk başta zor görünse de, Vanlı’nın mimarlık ve Türkiye mimarlık pratiği / eleştirisi üzerine görüşlerini birinci elden almış olmamın oluşturduğu duygular, onun deneyim ve düşünce zenginliğini bir makale sınırları içinde anlatmanın zorluğuna yenik düştü. Bir başka açıdan da, Şevki Vanlı’nın Türkiye mimarlık ortamı içindeki pozisyonu ve önemine ilişkin birkaç söz söyleyebilmeyi amaçlayan bu yazının kaleme alınması – Vanlı’nın mimarlığa bakışının temelini oluşturduğuna emin olduğum - düşüncelerini mimarlık camiasıyla paylaşmayı mimarlık mesleğine duyduğu sevgi ve saygı nedeniyle bir görev bilme dürtüsüyle bağlantılıdır.

 

Söyleşi öncesinde, kendisine ilişkin izlenimlerim yalnızca yazılarına ve konuşmalarına temellenmekteydi. Şevki Vanlı, meslek hayatını dolu dolu yaşamış, Türkiye’nin politik, sosyal, ekonomik ve dolayısıyla da mimari iniş çıkışlarına şahitlik etmişti. Tüm bu kararsız değişkenlere rağmen mimarlık pratiğinde uzun yıllar varolabilmeyi başarmış bir kişi olarak, özellikle son yıllarda deneyimlerini farklı iletişim kanalları aracılığıyla mimarlık ortamıyla paylaşmaktan çekinmemiş, hatta bunu kendine bir görev bilmişti. Kitapları ve çeşitli mimarlık dergilerinde çıkan yazılarında, içten ifadeleri ve yalın diliyle mimarlık ortamındaki her türlü profilden okuyucuya hitap edebilmiş, onlara bir metin okumanın ötesinde sanki karşılıklı konuşuyormuş hissini verebilmişti. Zaman zaman mimarlık disiplininin sınırlarını da aşabilen, oldukça geniş bir alana yayılmış görüşlerini açıkça ifade etmişti. Örneğin, Arredamento Mimarlık’ta bir seri halinde yayımlanmış olan “Arayış ve Uygulamanın Kırk Yılı” başlıklı yazılarında, Türkiye mimarlık pratiğinin 1950 öncesi ve sonrasındaki 30 yılı kapsayan arayış dolu seyahatinden bahsederken, aslında okuyucuya Türkiye yakın tarihinden kesitler vermişti. Neredeyse tüm Cumhuriyet Dönemi’ne şahitlik etmesi nedeniyle, 20. yüzyıl Türk mimarlığına ait gözlemlerini, analizlerini, yorumlarını son kitabı, Mimariden Konuşmak: Bilinmek İstenmeyen 20. Yüzyıl Mimarlığı, Eleştirel Bakış‘ta (2006), kapsamlı bir şekilde aktarmıştı.

 

Yapmış olduğum söyleşi sırasında ise, Şevki Bey hakkında, mesleğine duyduğu saygının derecesi, mimarlıkta düşüncenin ve eleştirinin tasarım faaliyetinin ayrılmaz bir parçası olduğuna inancı gibi, daha farklı detaylar yakalamaya başlamıştım. Çalışmam kapsamında görüştüğüm tüm mimarlar, konuyla ilgili, yardıma açık ve mesleklerini ciddiye alan kişilerdi. Fakat Şevki Bey’de beni şaşırtan ve hayranlık uyandıran nokta, yaşına rağmen mesleğine duyduğu sevgi ve saygı, yaptığı işe gösterdiği özendi. Diğerlerinden farklı olarak Şevki Bey, söyleşi öncesinde tüm mimarlara yollamış olduğum ön metin çerçevesinde konuyla ilgili düşüncelerini kısaca not etmiş ve yollamış; düşünceleri benim yöneltmiş olduğum sorulara yanıt veriyorsa söyleşiyi seve seve gerçekleştirebileceğini belirtmişti. Söyleşimizin hemen başında Şevki Bey’e, bu davranışının bende yarattığı hayranlıktan bahsettiğimde şöyle diyordu:

“Sizin sorularınızla karşılaşmadan önce, sizin işaret ettiğiniz konular üzerine çok fazla düşünmemiştim. Ben biraz size yolladığım bu yazıda kendimi denedim. Mesela avangardla ütopyanın tarifini düşünmemiştim. Ama şimdi bunu koyacağım kitabıma… Bu yazıyı yazarken bir sürü şeyi kavramaya çalıştım. Bildiğimiz şeylerin bir de nedenini kavramaya çalıştım. Değil mi? Bir şey söylüyorsun, neden bunu söylüyorsun? Nedenini kavramaya çalışıyorsun. O zaman kendi kendini düşünmeye mecbur ediyorsun. Burada, sizin sorduğunuz soru işin can damarı. Bence insanlar böyle bir eğitimde düşünme tembeli oluyorlar… Hocalar düşünmeye önem verirse, diğerleri de katılmak zorunda kalır. Ve sistem denen şey böyle oluşur ve de değişmeye böyle başlar. Ama böyle gelmiş böyle gidiyor, gerek projelerde, gerekse eleştirmenlerin yazılarında. Türkiye’de onlar eleştiriyorlar. Aslında davranışı eleştiriyorlar genelde. Diyorlar ki, ağaç önemli değil, orman önemli. Ben öyle düşünmüyorum. Aslında orman da ağaçlardan oluştuğuna göre, ağaçlar da tek tek önemli. Yani ormanı anlamak için ağaçları incelemek lazım.”[6]
 
Şevki Bey’in sözleri, düşüncenin mimarlığında ve dünya görüşünde ne kadar hayati bir yere sahip olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Kavramlar ve olgular da mimarlığın nesneleri kadar Şevki Bey’in düşünsel faaliyetinin muhataplarıydı. Mimarlık ürününün, onu ortaya çıkaran düşünceler silsilesi ve dolayısıyla da özneden bağımsız olamayacağını söylüyordu satır aralarında. Tasarım–düşünce–proje üçlemesini anlayabilmek için, yaratıcı özne olan mimarın anlaşılması gerektiğini şu sözlerle ifade ediyordu:
“Mesela bir projeyi alıp da […] tasarım hangi düşünce üzerine kurulmuş, mimar tasarıma nasıl bir yön vermiş, nasıl geliştirmiş o düşünceyi, nasıl düşünce mimarileştirilmiş, bunları incelemeden o proje hakkında hüküm vermek mümkün değil.”[7]
Öte yandan, sonuç ürünün değil de, sürecin önemli olduğunu ifade eden bu sözleri, yaşamakta olduğumuz coğrafyada hem yaratıcı hem de eleştiren öznelerde böyle bir pratiğin olmadığına vurgu yapmakla birlikte, nitelikli bir mimarlık kültürünün nasıl yeşerebileceğine dair ipuçları ve umudunu da taşıyordu.
 
Şevki Vanlı’nın Türkiye mimarlık ortamına katkılarından belki de en önemlisi - kimi zaman düşünceleri nedeniyle tek başına hissetme riskine rağmen - düşünceleriyle baş başa kalabilme, bunları çekinmeden ortamla paylaşabilme cesaretini göstermesi ve bu cesaretiyle örnek olmasıdır. Denemeye ve arayışa cesaret etmenin, bunun için de düşünsel olarak geniş yaşayabilmenin önemini vurgulayan Şevki Bey, Türkiye’deki ortalama ve alışılmış mimari pratiklerin dışında yer almanın zorluklarından “[…] örneğin ben, Türkiye’de yapılan yapıların dışında yapılar yaptım, projeler de yaptım, uygulanmadı” şeklinde bir serzenişle bahsediyordu.[8] Tüm zorluklarına rağmen değişime ve dönüşüme açık bir düşünme süreciyle, farklı, orijinal ve kalıplaşmamış bir üretme sürecinin gerçekleşebileceğini şöyle ifade ediyordu:
“Benim düşüncelerim, sürekli değişiyor. Benim kalıplar haline gelmiş düşüncelerim yok. Hatta bir kitabın içinde farklı iki şey söyleyebilirim. Projede de, alışılagelmiş ve anane şeylerin dışına çıkmak istediğim zaman, hata yapabilirim. O yüzden yazarak düşünmeye [çalışıyorum] ve aklımda hızla akıp giden şeyleri yakalamak için [onları] yazıyorum.”[9]
 
Şevki Bey, Türkiye mimarlık ortamında, düşünceleri ifade etme pratiğinin yazılı olduğu kadar sözel ortamda da eksik olduğundan şöyle bahsediyordu:
“Zaten aşağı yukarı 1970’lere kadar mimarinin ‘m’si konuşulmazdı. Şimdi de konuşulmuyor, başka da […] Halbuki mimarlar biraraya gelip, şöyle bir yaklaşımım var, sen ne düşünüyorsun, ben şöyle düşünüyorum, sen buna karşı ne düşünüyorsun, diye sormuyor.”[10]
1940’lı yıllarda İtalya’da almış olduğu mimarlık eğitimi sırasında, ortamın mimarlık hakkında okumaya, düşünmeye, konuşmaya ve tartışmaya ne kadar açık olduğuna dair anekdotlar vererek, benzer beklentilerle Türkiye’ye döndüğünde yaşamış olduğu sıkıntıları ise şöyle anlatıyordu:
“Buraya geldiğimde, kimse konuşmuyordu. O gün bu gündür, konuşacak kimse bulamadım. […] Yani insanlar düşünsün diye yarışmalardan sonra bir toplantı [kolokyum] yapılıyor şimdi. Mesela o toplantının konması için ben uğraştım. Bu toplantılarda projeler hakkında genel olarak tartışılmasını istiyordum. Halbuki, değil. Mesela, bu kadar yüksek proje yapsa olur mu, tartışılıyor sadece. Tamam, ama sosyal çevreden, programdan falan başla da ondan sonra. Yani böyle bir hata var ve bu maalesef okuldan başlıyor.”[11]
 
Vanlı’nın bu sözleri, onu tanımadan, düşünce yapısını bilmeden, mimarlık eğitimi ve kültürüne verdiği hizmetleri bilmeden, kolaylıkla ‘biz/onlar’ ikilisinde kendini ‘ötekileştirdiği’ şeklinde yanlış anlaşılabilirdi. Oysa ki Şevki Vanlı, düşüncelerinde ve mimari ürünlerinde, mimarlık eğitimini Batıda almış ve yıllarını verdiği meslek hayatını Türkiye’de dolu dolu yaşamış bir kişinin çoğu kez yaşayabileceği gerilimli iç çatışmayı üretken bir özeleştiriye dönüştürdüğünü göstermişti. Sözlerinde düşünce üretme dönemini tamamlayıp, üretme dönemine geçmiş olan Batı’ya karşın, kendi mimarimizde ilginç şeyler yaratabilmemiz için bizim de o düşünce üretme dönemini yaşamamız gerektiğini şöyle vurguluyordu:
“[…] Ama onların 1900’larda aldıkları noktadan değil de, yaşanmış ve onların ortaya koydukları şeylere biz de dahil olarak ve onları da öğrenerek. […] Şimdi bu konuşma sonunda şunu diyebiliriz. Biz bu entelektüel süreci yaşamadığımız için, onları örnek alıyoruz, sonra onların gösterdiği yoldan, ama kopya, ama taklit, ama yorum, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ama hiçbir zaman yeni bir tasarım yapılmıyor.”[12]
 
Söyleşimizin sonunda, Şevki Bey’e Türkiye mimarlık kültürüne yapmış olduğu diğer pek çok katkıdan öte, mimarlığın düşünülür ve tartışılır kılınması için göstermiş olduğu emekleri için teşekkür edip, keyifli olduğu kadar öğretici bir söyleşi gerçekleştirmekten duyduğum mutluluğu belirtimde, vermiş olduğu cevap hem söyleşimiz hakkında benim, hem de mimarlık hakkında Şevki Bey’in düşüncelerini çok güzel özetliyordu: “O kadar geniş o kadar güzel bir şey ki mimarlık, bir konuşmaya başladığınızda kendinizi alıkoyamıyorsunuz.”[13]
 
Sevgilimiz mimarlık üzerine daha çok düşünüp tartıştığımız bir mimarlık ortamı için… Şevki Vanlı’ya sevgi ve saygılarımla…





[1] “Amaç ve Kuruluş,” Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, [Internet, WWW], Adres: http://www.svmv.org (Erişim tarihi: 04.09.2008)
 


[2] “Archiprix-Türkiye,” Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, [Internet, WWW], Adres: http://www.svmv.org (Erişim tarihi: 04.09.2008)
 


[3] “Büyük Ödül (Sinan Ödülü),” Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, [Internet, WWW], Adres: http://www.mo.org.tr/ulusalsergi/ (Erişim tarihi: 04.09.2008)


[4] Bu söyleşi, yazar tarafından Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nde, Doç. Dr. Ali Cengizkan danışmanlığında Şubat 2008’de tamamlanmış olan “Mimarlığın Sınırlarını 1960’lardaki Avangard Oluşumlar Üzerinden Yeniden Düşünmek: Türkiye Bağlamında Yansımalar ve Alımlamalar” başlıklı doktora tezi kapsamında yapılmıştır. Çalışma kapsamında, 1960-1980 yılları arası Türkiye mimarlık ortamında öğrenci, eğitimci, eleştirmen, tarihçi, kuramcı ve uygulamacı olarak varolmuş 14 mimarla görüşülmüştür.    
 


[5] Mimarlarla gerçekleştirilen söyleşilerden önce, her birine söyleşinin çerçevesini ve odaklandığı konuları / soruları belirten bir ön metin yollanmıştır.


[6] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, yazar tarafından yapılmış söyleşi, teyp kaydı. Ankara, Türkiye.


[7] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[8] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[9] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[10] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[11] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[12] Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


[13] A Şevki Vanlı, 21 Nisan 2006, söyleşi.


Bu icerik 2920 defa görüntülenmiştir.