346
MART-NİSAN 2009
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ANMA

Yönetimin Kalitesi Kentlerin Yaşanabilirliğinde Gizli

DOSYA:

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
Yönetimin Kalitesi Kentlerin Yaşanabilirliğinde Gizli

Kentsel Yaşam Kalitesine Varlık Düzeyinde Bir Problem Olarak Bakmak: İlhan Tekeli ile Söyleşi

Söyleşi: N. Müge Cengizkan

İlhan Tekeli ile yeni “yerellik” vizyonları, yönetişim, yaşam kalitesi, yaşanabilirlik, katılımcı demokrasi, varlık problemi-tüketici mantığı karşıtlığı üzerinden yerel yönetim anlayışlarını konuştuk.

Mimarlık: Avrupa Konseyi 1992 yılında Avrupa Kentsel Şartları’nın ilkini yayımladı. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin çalışmalarına doğrudan katıldığından, Konsey belgeleri bizim için de büyük önem taşıyor. Bu şartlar, bildiğiniz gibi, Mayıs 2008’de güncellenerek “Yeni Bir Kentlilik için Manifesto” başlığıyla kamuoyuna duyuruldu. Avrupa Kentsel Şartları, yerel yöneticilerin Avrupa değerlerini esas alarak, “kamu politikalarında etik yönetişim”, “sürdürülebilir kalkınma” ve “daha ileri düzeyde dayanışma” ilkelerini esas alacağını özellikle vurguluyordu… Sürdürülebilirlikten başlayalım mı?
 
Tekeli: Sürdürülebilirlik çevrecilerin temel bir kavramı, ama insan merkezli bir çevrecilik kavramı. 1992’deki Rio Zirvesi’nde ön plana çıktı ama esas olarak 1987 Bruntland Raporu’ndan geliyor. (1)  Sürdürülebilirlik, nesiller arası kaynak kullanımında adaletle ilgili bir kavram temelde. Yani bir nesil çok kaynak kullanıp diğer nesle kalkınma için yeterli kaynak bırakmıyorsa, bu “sürdürülemez” olarak tanımlanıyor. Bir çeşit, nesiller arası adalet kavramı. Peki, nesiller arası adalete duyarlı isen, aynı nesil arasındaki adalete duyarlı olmayacak mısın? Öyle de bir ek parçası var. Ama bugün dünyada sürdürülebilirlik kavramı üzerinde bir mücadele veriliyor, kavram sürekli olarak yeniden yorumlanıyor. Gelişmiş ülkeler  çevre/ekoloji üstüne vurgu yapıyorlarken, öteki ülkeler de sosyal ve ekonomik adaletsizlikler üzerinde duruyor. Mücadele sürüyor. Çıkışından sonra geçen 20 yıl içinde bu kavram çok değişik alanlara taşındı.Tabii kavram her yere taşınınca, “kaynak” vurgusunu kaybetti. Günümüzdeki yaygın kullanılışı içinde  bir “sistem kazaya uğramadan kendisini yürütebiliyorsa” sürdürülebilir diye anlaşılmaya başladı.
 
 
Mimarlık: Sürdürülebilirlik dışında yerel yönetimlere yol gösterici başka kavramlar ortaya çıktı mı?
 
Tekeli: Tabii sürdürülebilirlik, kendi başına bir yerel yönetime yahut kent planlamaya yol gösterebilmek için yeterli bir kavram değil. Onun için İstanbul’da toplanan II. Habitat Zirvesi’nde biz Türk ekibi olarak Birleşmiş Milletler’e (BM) yeni bir ilke önerdik ve kabul edildi: “Yaşanabilirlik” (livability) ilkesi. Yaşanabilirlik, doğrudan içinde yaşanılan kentsel mekâna yol gösteren bir kavram. Sürdürülebilirlikten şehircilik, mimarlık gibi bizim alanlara geçebilmek için çok büyük bir sıçrama yapmak gerekiyor. Onun için yaşanabilirlik kavramını önermiştik. y İstanbul Deklarasyonu’nda Habitat ve gündeminde yer almıştı. BM’nin düzenlediği  Şankay’da açılacak dünya fuarının kavram (concept) çalışmasına da yansımış . Bence bu yerel seçimlerde yaşanabilirlik üzerinden tartışmayı götürmekte fayda var. Çünkü bu bizim konulara daha yakın bir kavram, bizim alanlara kolayca taşınabilir..
 
Mimarlık: Kent planlamaya, mimarlığa, tasarım alanına…
 
Tekeli: Öteki daha çok ekoloji yüklü bir kavram ve kaynak üzerinden bunu tam olarak yapamadığımız zaman laf düzeyinde kalıyor.
 
Mimarlık: Son yılarda en büyük eleştiri de sürdürülebilirlik kavramının muğlaklaşması ve esnetilmesi üzerine… Peki, yaşanabilirlik “bizim alanlara” tercüme edildiğinde neye karşılık geliyor?
 
Tekeli: Yaşanabilirlik, yaşam kalitesine referans yapıyor, yaşam kalitesinin geliştirilmesi ile ilgili bir kavram. Şimdi yaşanabilirlik kavramının içini deşmeye başladığın zaman, hele BM toplantıları gibi bütün milletlerin katıldığı bir toplantıda, üstünde uzlaşma olabilecek bir tanım yapmak lazım. Biz İstanbul Habitat toplantısında buna şöyle bir tanım getirdik, bu bence çok önemli bir tanım: Yaşanabilirlik, insan haklarının mekâna geçmesidir. İnsan haklarının kağıt üstünde soyut olarak bir yerde yazılmasının bir anlamı yoktur. İnsan haklarının insan yaşamına girmesi lazımdır. Yaşamına nerede girer? Ancak yerellikte girer. Onun için insan haklarının bir yerellikte gerçekleştirilmesi, yaşanabilirliğin üzerinde tartışma yaratmayacak bir kriteridir. Çünkü bütün dünya kabul etmiş insan haklarını. Hani kent plancılığında kent ütopyaları vardır. Ütopyalar da kendine göre bir yaşanabilirlik argümanıdır., Ama üstünde kolayca uzlaşma sağlanamaz. Oysa insan hakları tartışma konusu değildir.
 
Mimarlık: İnsan hakları yaşanabilirliği hangi ayrıntıda tanımlayabilir?
 
Tekeli: Asıl bizim meselemiz bu, bize yol gösterecek ayrıntıya indirmek gerekiyor. Birkaç örnek verirsek, bu biraz daha açıklık kazanabilir: İnsan haklarının temellerinden biri “yaşam hakkıdır”. Diyelim ki, havadaki kükürtdioksit şu oranın altında olsun demek, yaşam hakkının o yerellikte hayata geçmesi demektir. Yahut, 1948 İnsan Hakları Bildirgesi’nde yaşam hakkı “biyolojik yaşam hakkı” olarak tanımlanmamıştır, ne diye tanımlanmıştır: “Onurlu yaşam hakkı” olarak tanımlanmıştır. Onurlu yaşam hakkı esas haktır. Biyolojik yaşam hakkı yetmez; adam seni aşağılıyorsa, hani mesela bizim Ankara’da karşılaştığımız gibi, belediye başkanının bana lütfederek bir şey vermemesi gerekir; yani bu onun görevidir. Halbuki onurlu yaşam hakkı, asıl yaşam kalitesi ile ilişkili bir meseledir. Mesela, benim kimlik problemlerim için buradaki tarihsel değerleri korumak onurlu yaşam hakkımın bir parçasıdır. Daha önemlisi benim yönetilmem değil, yönetişim içerisinde bir şeylerin gerçekleştirilmesi gereklidir.
 
Aslında onurlu yaşam hakkının en önemli parçası yönetimle ilişkili parçasıdır, çünkü burada kentin herhangi bir performansını gerçekleştirmiş olmak insanlara zorluk çıkararak elde ediliyorsa, o olmaz. Yaşanabilirlik ve yaşanabilirliğin insan haklarının yerelde gerçekleştirilmesi olarak tanımlanması, bize sürdürülebilirlikten çok daha zengin bir çıkış noktası veriyor.
 
Mimarlık: Sizin ortaya koyduğunuz yeni “yerellik” kavramı ve vizyonu, aslında bu çerçevede tanımlanıyor.
 
Tekeli: Tabii. Yeni “yerellik” meselesine şöyle bir noktadan yaklaşıyorum, aslında yeni yeni yaklaştığım meselelerde şöyle bir şey var: Yaşam kalitesi ile yerellik çalışmalarında başvurulan Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” diye bir kavramı vardır (2): Önce fizyolojik düzeyden başlar, dayanışma, saygı talebi, insanın onurlu yaşam hakkı olur; en üst kademesine geldiğiniz zaman da, insanın kendisini gerçekleştirebilmesi yer alır, yani egzistansiyalist bir noktadır. Yaşam kalitesi, bir anlamda, günlük ihtiyaçların karşılanmasından, bir varlık sorununa kadar yükselen bir kademelenme içerisinde ele alınır burada. Yaşam kalitesi, yalnız alt düzeylerin tatmini ile sağlanamaz; üst düzeylere de tırmanmak gerekir. Burada da yerellik bakımından ilginç bir kavram, Heidegger’in “dasein” (bir yerde varoluş) kavramı ön plana çıkıyor. Heidegger’in “dasein” kavramı ne diyor? Bir yerde varolmak. İnsan öyle varolamaz, ancak bir “yerde” var olur diyor. Bir yerde varolmak şunu getiriyor, diyelim ki çok iyi kentsel hizmetler alıyorsun, çok güzel bir çevrede yaşıyorsun; ama bunu bir tüketici olarak yaşıyorsan varlık sorunun çözülmüş olur mu? Varlık sorunu bakımından bir yerde varolmak demek, bir yerde tüketmek değildir, onun oluşumuna katkıda bulunmak demektir.
 
 
Mimarlık: Karşılıklılık ilkesi. Yönetişim ya da özyönetişimi getiriyor, değil mi?
 
Tekeli: Her şey birlikte olacak. Hem yer, hem onun içinde yaşayanlar birlikte oluşacaklar. Böyle bir varlık problemi ki, o Maslow’un hiyerarşisinin tepesindeki kademelere tekabül ediyor, onun içinde baktığımız zaman, yönetim artık bir çözüm olamaz, yönetişim olması gerekir. Yani demokratik insanların kendilerini kamusal özne olarak hissettikleri, o yerin oluşmasına kendi katkılarının farkına vardıkları bir yaşam biçimi haline gelir. Dikkat edersen, şöyle bir soru ile karşı karşıyayız, bu yerel yönetim seçimlerinde de karşı karşıya geleceğiz: Diyecek ki adaylar, “Size su getireceğiz, kanalizasyon getireceğiz, park getireceğiz”, ama bunlar ne olacak? Hep şunu söyleyecekler: “Biz getireceğiz, siz tüketeceksiniz.” Bu varlık düzeyindeki yaşam kalitesi sorununu çözemez. Ötekiler gereksiz midir, gereklidir.
 
Mimarlık: En alt düzeyde olanı tanımlıyor sadece… Bu noktada katılımcılık konusuna geliyoruz. Denenip de başarılamayan ama yerel yöneticilerin söylemleri içersinde bir vaad gibi duran demokrasi ve katılımcılık konularında ne söylemek istersiniz?
 
Tekeli: Bu perspektifle bakabilmek ilginç bir demokrasi problemi olarak ortaya çıkıyor. Bir anlamda “katılımcı demokrasi” gibi bir problem bu, ama “temsili demokrasi”nin de bugün dünyada krize girdiğini biliyoruz. Bunun karşısına, katılımcı demokrasi öneriliyor, fakat katılımcı demokrasi temsili demokrasiyi ortadan kaldıramıyor. Neden kaldıramıyor? Çünkü sistemin yeniden üretilmesini garanti etmiyor. O zaman, ikisinin birlikte yaşamasını sağlayacak bir pratik yol bulmamız lazım. Temsili demokrasi ile katılımcı demokrasinin birlikte yürütülebileceği ve bu pratiklerin en iyi denenebileceği yerler yerel yönetimlerdir. Çünkü merkezde olamaz, ancak yerelliklerde olabilir bu; yüz yüze ilişkiler, küçük gruplar, ihtiyaçlar… Yerel yönetim bugün demokrasinin krizine karşı çözüm aranacak en uygun ölçektir. Ama bunun farkında olmak gerekir.
 
Mimarlık: Peki bu modeli, bu pratik yolu kurabilen dünya örnekleri var mı?
 
Tekeli: Tabii çeşitli ülkelerin, çeşitli deneyleri var. Bunları deneyerek inanarak yapmamız lazım. Bizde şöyle bir inanç var, bu pek derine inilmeden oluyor, deniliyor ki, “Biz katılımcılık yapmak istedik, bu olmadı, pratikte beceremedik.” Bu doğru ama onların yapmak istedikleri katılımcılık, planlanmış, düşünülmüş, özenle geliştirilmiş bir katılımcılık değil. Yani zannediliyor ki, “Sen buraya katıl” deyince herkes katılır. Bir anlamda şöyle bakılıyor, “Bak, biz bu işi iyi yapamıyoruz, katılımcılıkla yaparsak iyi olur.” Böyle araçsal bir şey değil katılımcılık. Katılımcılık özenle birlikte geliştirilecek bir model. Eğer katılımcılığa benim sözünü ettiğim gibi, varlık düzeyinde bir problem olarak bakıyorsak, bu başka bir şeyin geliştirilmesi için araç değil, kendisi gerçekleştirilmesi gereken bir amaç olarak ortaya çıkıyor. Tabii bu çok önemli bir farklılık. Bence bugünlerde Türkiye’de yerel yönetim meselelerini tartışırken, tüketim düzeyinde halka verilecek hizmetler düzeyindeki bir tartışmadan, Türk demokrasisinin kalitesini geliştirme problemi düzeyindeki bir tartışmaya tırmandırılabilirse, çok yararlı olabilir.
 
Mimarlık: Yaşam kalitesini artırmak için konuya varlık düzeyinde bir problem olarak bakan bir yeni “yerellik” tanımı yaptınız. Peki daha alt ölçekte konuştuğumuzda, kentsel yaşam kalitesi için ne denilebilir?
 
Tekeli: Bu konuda karşımızda şöyle bir soru var. Biz kentte herhangi bir yerde yaşıyoruz, etrafımızda da daha yakın bir etkileşme alanı, çevresi var, ona da mahalle gibi bir şey diyoruz. Şimdi, havanın kirliliği ne kadar, ne kadar metrekareye ne kadar yeşil alan gibi meseleleri bir kenara bırakırsak, en kritik mesele, bu yakın çevredeki ilişki biçimidir. Yani bu yakın çevrede nasıl bir yaşam biçimi önerilecek? Son günlerde mahalle baskısı dolayısıyla mahalle de tartışıldı ama Türkiye’de bunun arkasında bu yeni Osmanlıcılık akımlarının yücelttiği bir nostaljik Osmanlı mahallesi var, yüceltiliyor. Ama o mahalle aynı zamanda ne? Nostalji olarak yardımlaşma ve insanların birbirilerine selam vermesi ile yüceltilen bu mahalle, aynı zamanda da mahalle baskısının yeniden üretilmesinin mekanizması. Bizim karşımızda şöyle bir soru var: Biz birbirine saygı duyan, yakın çevresi ile saygılı ilişki biçimleri geliştirebilen insanlar olarak, ama temelde niteliği demokratik ve bir çeşit atomistik tüketici bireylerden meydana gelen bir toplum modelinin parçası olmayan yeni bir yerel yaşam biçimi önerisi geliştirebilir miyiz? Bu aslında, geçmişin nostaljisine dayanan bir şey değil, günümüzün dünyası için yeni bir yaşam biçimi önerisi haline geliyor. Dünyaya, yeni bir yakın çevre anlayışı içinde, yeni yaşam ilişkileri modeli önerebilmek, aslında evrensel bir iddia. Bu, günümüz uygarlığının karşılaştığı temel bir sorun. Bugün mesela Amerika’da da bir sürü komuniteryen yaklaşımlar var, ama onlar içinde konservatifi barındıran şeyler, aynen bizim mahalle baskısı gibi. Şimdi sormak gerekir, çağdaş kesimin demokrat mahalle modeli ne olabilir? Yani Osmanlı nostaljisinin yücelttiği mahalle özlemiyle mi, biz yaşam kalitesini ve bireyin yalnızlığını ortadan kaldıracağız? Burada bir alan var, bu alanın ayaküstü cevabını veremem. Bu değişik deneyler içinde keşfedilecek bir şey. Ama önce problemi ortaya koymak gerekiyor.
 
Mimarlık: Çok farklı kültürler için çok farklı modeller demek aslında. Yani o nedenle tek bir model önerisindense çok çeşitlenebilecek bir şey.
 
Tekeli: Olabilir. Ama bu iddiayı ortaya koymak gerekli. Yani liberalizmin atomistik bireylerine dayanan ve bir anlamda mahallenin fiilen anlamının kalmadığı bir model. Öteki modelse, yerel yakın çevrenin baskıcı bir pratiğe dönüştüğü bir model. İkisinin arasında bir model önerilebilir mi? Tabii değişik kültürler bunu kendi deneylerine dayanarak  arayacaklardır. Fakat bu arayışın kendisi içinde evrensellik  iddiasını taşıyor.
 
Mimarlık: Bu çok disiplinli bir tartışmayı gerektiriyor gibi?
 
Tekeli: Aslında tartışmadan çok, pratik gerektiriyor. Bu kağıt üzerinde uydurmaktan çok pratikte göstererek gelişecek bir şey. Yerel yönetim seçimlerinde, tabii böyle adaylarımız var mı bilmiyorum ama, hele küçük belediyelerde filan ilginç bazı deneyler yapılabilir.
 
Mimarlık: Biraz önce konuştuğumuz gibi, yerel yönetimlere aday olanların sunduklarının düzeyini gördükten sonra, bu tür kavramları açabileceklerine yönelik fazlaca bir ipucu yok.
 
Tekeli: Ama tabii yereli yapan aktörler artık sadece yerel yönetimler değil, sivil toplum kuruluşları var, başka aktörler var.
 
Mimarlık: İşin içine sokulurlarsa tabii başka aktörler de var… Küçük kentlerde sanırım bu çok aktörlü durumu hissetmek daha kolay?  
 
Tekeli: Tabii, mesela Anadolu’da bazı yerlerde gezdiğimde gördüm. Mesela, Buldan’da gördüm, ki orada bir grup var, herkes onları sayıyor, çok etkililer kamuoyunda… Belki böyle deneyler de var bizim bilmediğimiz. Biz bugün mahalle üstünde konuşuyoruz ama mahalle üstünde doğru dürüst araştırma yok. Bugün mahalle nedir bilmiyorum, nedir günümüz mahallesinin gerçeği?
 
Mimarlık: Eskiden de mahalle daha fiziksel tanımlı bir şeydi.
 
Tekeli: Ama işte onun arkasında yüceltilmiş bir sosyal ilişki modeli var. Acaba yakın ilişki mesafesinde insanlar belki yeni şehirli pratiklerle, orada oluşacak sivil inisiyatiflerle yeni kimlikler elde edebilir ve o kimliklere dayanan yeni yaşantı pratikleri doğurulabilir mi? Bunun teorik yanıtını vermekten çok, bu arayışa açık kalarak yeni deneylere girişmeyi kışkırtmak önemli.
 
Mimarlık: Örneğin, Mimarlar Odası “2009 Yerel Seçimlerine Doğru Politikalar / Değerlendirmeler” başlıklı oldukça kapsamlı bir rapor hazırladı. Başkaları da, kendi içlerinde bu süreci değerlendiriyor ve raporlar yayımlıyorlar ya da yayımlayacaklar. Ama şöyle bir şey var: Bu raporlarda üst tanımlar var, tarihsel bağlama, bazı ulusal ve uluslararası belgelere ve şartlara değiniliyor. Ama bir adım öteye götürmek için, herkesin kendi ciddi önerilerini ortaya koyması gerekiyor. Yerel yönetimlere aday olan kişilere en azından söylemlerinde yol göstermesi ve öneriler bağlamında yaralanabilecekleri bir takım ipuçlarını vermek gerekiyor. Sizce, bunun yolu nedir ve kimler ya da hangi kurumlardır bunun aktörleri?
 
Tekeli: Mesela böyle bir rapor yazdırılacak, böyle bir raporu yazanlar nasıl yola çıkıyorlar? Seçim var, bu gündeme gelecek, bu normal bir süreç. Bunu yazarken işte biraz uluslararası belgelere bakılıyor, biraz Türkiye’dekiler hakkında açılımlar yer alıyor. Fakat içinde çok önemli bir eksiklik var: Hakikaten problem nedir? O pratiğin içinden gelen sorunlara dayanan bir rapor değil. Bizim öğrenci tezleri de öyle tabii, mesela geçen gün birisi tez yazıyordu, bana geldi: “Hocam okuyorum, okuyorum, ne zaman bitecek bu iş, yani bunun sonu yok.” dedi. Senin bu işin çözüldüğünü farkedebilmen için önce problemin olması lazım ki, onun çözüldüğünü farkedebilesin. Burada da aynı problem var. Mesela ben bir problem ortaya koydum: Bu mahalle yaşantısının yerine nasıl bir model ortaya koyalım? Cevabını bilmiyorum ama aranacak şey belli. Böyle şeylere odaklanılabilirse, o zaman bu çalışmalar, raporlar birbirini desteklemeye başlar.
 
Mimarlık: Bakış açısını değiştirmek ve yeniden tanımlamakla ilgili.
 
Tekeli: Tabii. Ben şöyle bir şey dediğim zaman: Yaşam kalitesine tüketici mantığıyla değil, varlık problemi yahut insan hakları problemi mantığıyla bakmaya başladığım zaman, birden hangi politikalar değişiyor? Eğer ucu açık yaşam kalitesi olarak bakarsam, ne kadar çok tüketirsem, o kadar iyi. Peki bu nereye götürüyor? Çevresel çöküntüye. Demek ki ben bununla sürdüremem. Onun yerine önerdiğimiz insan hakları mantığı başka bir mantık. İşte o zaman yöneticinin bana daha çok tüketim önermesi gerekmiyor. Daha insanca ilişki önermesi gerekiyor. Bunun ortaya çıkarttığı yaşam kalitesinin, çevresel çöküntü etkisi olmayabilir. Varolan yaşam kalitesi söylemi yerine, böyle bir yaşam kalitesi söylemi koyduğum zaman, politikanın çerçevesi ve yönetimin performans kriterleri değişir tamamıyla.
 
Mimarlık: Peki böyle bir söylemi ortaya koyabilen, bu veya bunlar üzerine proje ya da söylem geliştiren aday adayları sizce şunun ötesine geçebilir mi? Mesela dün Murat Karayalçın şunu, ben 30 günde yapacağım. Tabii bunu söylüyor, bunu herkes algılayabiliyor ve prim veriyor.
 
Tekeli: Belediye başkanlığını bezirganlıkla elde etmek yoluyla insanların biraz kalbine girerek elde etme yolu arasında bir fark var. Mesela, Obama başkanlık konuşmasında bezirganlık yapmıyor; insanların kalbine giriyor, insanlara insan olarak yaklaşıyor, yani lider olabilme problemi burada devreye giriyor. Lider olabilme işte o bezirgan mantığından kurtulmakla gerçekleşiyor. Orada araçsal bir egemenlik, yani bir şey satarak egemenlik kurma arayışı var. Ötekinde ise, bir yeni yaşam biçimine doğru bir liderlik yapma yarışı var. Obama bunu becerdi. Obama, şimdi çok zor koşullarda geldi, başarılı olur, olamaz o başka bir mesele. Ama insanlarda bir umut üreterek geldi. O umut da “Ben sana daha çok soğan vereceğim” umudu değil, “Ben seni adam yerine koyacağım” umudu. Zaten mesele bezirganlık yarışından, bir liderlik, önderlik, daha iyi bir dünyaya doğru yolun kapsını açmak arayışına doğru. İnsanlar, eğer böyle bir alternatif yoksa, tabii o bezirganlar arasından da birini seçecektir. Ama böyle bir alternatif varsa, sanıyorum insanlar o farkı seziyor, tabii anlatmayı da becermek lazım. Ama bu başka bir niyet. Oradaki problem belediye başkanı olmanın da ötesinde bir problem.
 
Mimarlık: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
 
 
 
 
NOTLAR
 
1. İlk kez 1987 yılında Bruntland Raporu ile ortaya konan ve Gündem 21 tarafından desteklenen sürdürülebilir kalkınma kavramı, Rio de Janeiro’da 1992’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’na (UNCED) katılan tüm devletler tarafından onaylandı. Gündem 21, çevresel konuları ekonomik ve sosyal kalkınma çabalarına entegre etmeleri için dünya toplumlarına özel hedefler koyuyor. 2002 yılında Johannesburg’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi (WSSD), Rio’dan sonraki 10 yılı gözden geçirip yeni hedefler belirleme fırsatını verdi. Zirvede, tüm katılan devletlerin ve uluslararası çok-taraflı örgütlerin, “Zirve Uygulama Planı”nın hedeflerine bağlılık sözünü taşıyan bir küresel karar alındı. (http://www.undp.org.tr, 26 Ocak 2009)
 
2. Maslow Teorisi veya İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi, Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayımlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Maslow Teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha ’üst ihtiyaçlar’ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir. Maslow’un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Maslow, 26 Ocak 2009)

Bu icerik 5911 defa görüntülenmiştir.