346
MART-NİSAN 2009
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ANMA

Yönetimin Kalitesi Kentlerin Yaşanabilirliğinde Gizli

DOSYA:

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
Yönetimin Kalitesi Kentlerin Yaşanabilirliğinde Gizli

Mimarlıkta Sosyal Stratejiler ve Kentsel “İmplant”

Deniz İncedayı
Doç. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü


21. yüzyılın ilk on yılında, küreselleşme sürecinin dinamikleriyle kendisini sorgulamaya açtığı söylenebilir. Konuya ilişkin tartışmalar, değişim dinamiklerinin çok boyutlu yapısına uygun olarak farklı disiplinlerle birçok örtüşme alanları, arayüzler oluşturuyor. Bugün küresel yaklaşımın yarattığı değerlerin ve yeni kavramların daha çok tartışmaya açıldıkları bir araştırma sürecindeyiz. Her alanda birbirini tetikleyen politikaların, toplumda sistemli bir yayılmaya, çok yöne sıçrayan bir erozyona (fiziksel, düşünsel, etik, ekonomik, sosyal vb.) neden olduğu gözlemlenmektedir. Sürecin karşıt dinamikleri diğer taraftan, tüm meslek alanlarında, özellikle de mimari / kentsel tasarımda ve sivil toplumda, kavramların çarpıtılması, içlerinin boşaltılması karşısında yeni sorgulamalara neden oluyor. Tasarımın yanısıra, hukuk, çevre, sosyal bilimler, kamu yönetimi hatta temel bilimler gibi alanlarda da tartışılan değişim süreçleri, giderek yeni yöntemleri, bilginin disiplinlerarası düzenlenebilmesi ve kullanılabilmesi arayışını gündeme taşıyor.[1]
 
Bu arayış günümüzde tasarım alanının temel sorunsalı olarak görülebilir. Mesleği disiplinlerarası düşünceye açan koşullar, mimarın ve mimarlığın çağdaş toplumdaki rolünün sorgulamasını da beraberinde getirmektedir. Mimar(lık), birörnekleşen yapılaşma süreçleri, tüketim yaklaşımları, kamusal alan sorunları, sermaye merkezli baskılar karşısında “reddeden” sanatçı kimliğinin arayışına girmektedir. Yaratıcılık alanında meslek faaliyetlerini sosyal ve kültürel politikalar çerçevesinde yeniden tanımlama, bu bağlamda stratejik olarak mesleğin sosyal alandaki rolünü araştırma önerisini geliştirmektedir.
 
Küreselleşmenin bu önemli kırılma noktasında, kentsel mekânda söylem ile eylem arasındaki kopukluk rahatlıkla izlenebilir olmuştur. Bir taraftan, kent ve mimarlık politikalarını kültür politikalarıyla bütünleştirmenin öngördüğü kültürel çeşitlilikten, kültürlerarası diyalogdan, yerel değerleri destekleyen yaklaşımdan sözedilirken, diğer taraftan sermaye merkezli politikalar ve ekonomik baskılar doğrultusunda kentsel mekân uluslararası piyasaya açılmakta, ekonomi politikaları kentsel mekânı bir tüketim nesnesi olarak değerlendirebilmektedir.[2]
 
Sermaye politikalarına teslim olan mekânda, kültürel sürdürülebilirlik ve entegrasyon, yerini “implant” süreçlerine bırakmaktadır. “İmplant”, tıp alanından tanındığı gibi, organik dokuya takılan bir yabancı maddeyi tanımlamaktadır. Mimari/kentsel alanda ise, benzer şekilde dokuya dışarıdan takılan “madde”yi anlatmaktadır. Kentsel “implant”ın, başarılı örneklerde, yerel kalkınmanın bir aracına dönüşebildiğini, olumlu uygulamalarla desteklendiğini söylemek olanaklı. Ancak toplumsal araştırmaya, kültürel etütlere ve kentli katılımına kapalı gelişen süreçlerde “implant”ın dokuyla ilişkisi, bir mimari / kentsel bir sorunu tanımlamanın ötesinde yaşamı doğrudan ve bütünüyle olumsuz etkileyen bir araç olabilmektedir.
 
Toplumsal bütünleşme, mimarlığın tarih boyunca değişmeyen sorunsalı olmuştur. İnsan ve toplum araştırmasından, sosyal bağlamdan kopuk mimari yaklaşım hiçbir koşulda sürekli ve dengeli bir gelişmeyi karşılayamamaktadır. Mesleğin her alanına (koruma, yeni yapılaşma, dönüşüm vb. gibi) yayılan tartışmaların temel kavramı “sürdürülebilirlik”, toplumsal katılım ve araştırmadan kopuk kaldığında uzun erimde yaşama taşınamamaktadır. Mekânsal dönüşüm toplumsal değişime bağlı olarak kendi içinde dinamik ve süreklidir. Bu nedenle, ancak kentsel bağlamda insanı, toplumu araştıran, kültür ve çevre değerleriyle bütünleştiren tasarımlarda sürekli ve dengeli bir niteliksel gelişmeden sözedilebilir.
 
İstanbul Kenti Üzerinde İrdelemeler
Bugün Türkiye’nin büyük kentlerinde, özellikle İstanbul ve Ankara’da son yıllarda gerçekleştirilen projeler ve uygulamalar üzerinde tartışmalar yoğunlaşmıştır. Ulusal ve uluslararası sermayenin seçtiği kent politikalarına bakıldığında, mimarlığın verimli bir araç olarak değerlendirildiği görülmektedir. Gerek çıkartılan özel imar yasalarıyla kamusal alanın yapılaşmaya açılması ve özelleştirilmesi, gerekse doğal ve kültürel sit alanları (miras alanları, yeşil alanlar, orman arazileri, su havzaları vb.) üzerindeki rant baskısı kentsel mekânda önemli olumsuz gelişmeleri sergilemektedir. Baskı yalnızca gelişmeye açılan yeni metropol alanlarda, merkezî iş alanlarında (MİA) değil, kentin tarihî merkezinde ve kültür varlıkları üzerinde de gözle görünür olmaktadır. (Resim 1)
 
Kentsel dönüşüm, kent ile kentli ilişkisinin yoğun biçimde yaşandığı bir süreçtir. Kavram, belirlenen amaçlar doğrultusunda herhangi bir mekânın güncel gereksinimlere yanıt verebilmesi, sağlıklı koşullara kavuşturulması, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi gibi bir anlamı karşılar. Köhneleşmiş alanın yeniden kazanılması, yeniden yaşam çevresi olarak değerlendirilmesi ve/veya tarihî çevrenin iyileştirilmesi yoluyla hem kültür değerlerinin yaşatılmaları, yeniden üretilerek topluma mal edilebilmeleri, hem de bu alanlarda kamusal yararlılık ve hizmet hedef olarak belirlenmektedir. Büyük kentlerimizde son yıllarda gerçekleştirilen projelerde ise kentsel dönüşümün ağırlıklı olarak soylulaştırma ve rant amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Tarihî kent merkezindeki Süleymaniye, Zeyrek, Sulukule mahalleleri yenileme projelerinin yanısıra, yeni metropolleşme alanlarında ünlü mimarlar tarafından tasarlanan projeler de meslek çevrelerinde önemli bir tartışma ve eleştiri platformu yaratmışlardır. Tasarımlar farklı bakış açılarıyla irdelenerek çeşitli yönleriyle tartışılabilir; ancak bunlar üzerindeki temel eleştiri odaklarını şunlar oluşturmaktadır:
 

Projeler çoğunlukla tarihî, sosyal, kültürel bağlamlardan kopuk gelişmektedirler. Örneğin, eski kentin mahallelerindeki (Süleymaniye, Zeyrek, Sulukule gibi) yenileme projelerinde biçimsel yaklaşım, öze ilişkin olan tarihsel, kültürel değerlerin önüne geçmiştir. Kuşkusuz yeni yaşam çevreleri çağdaş gereksinimleri karşılamak, günün olanaklarına sahip olmak durumundadır. Ancak mimarlığın analizini yaparken, vaziyet planından ve kentsel bağlamdan başlayarak plan, kesit, cephe, sokak, insan ilişkileri, morfoloji, kültür bütünlüğünü kurmak ve korumayı bu bütünlük içinde çağdaş bir “yeniden üretme süreci” olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. (Resim 2)

 

Diğer önemli bir eleştiri, projelerin sosyo-kültürel bağlamla ve yerel halkla ilişkilerinin zayıflığını vurgulamaktadır. Buna örnek olarak, Sulukule bölgesi yenileme süreci gösterilebilir. (Resim 3a, 3b) Sulukule, İstanbul’un tarihî merkezinde, binlerce yıllık bir kültürün barınma alanı olagelmiştir. Roman kültürünün yaşadığı ve yaşatıldığı bir kentsel mekândır. Böyle bir alanda tarihî, kültürel, etnolojik değerleri gözardı ederek “soylulaştırma”, “etnik ayrımcılık” anlayışıyla gelişen süreç çağdaş mimarlığın temel aldığı sosyal bilimler ve kültür tarihi ilişkilerinden koparak, özellikle etnik köken farklılıklarının mekânsal zenginliklere dönüştüğü İstanbul gibi çok kültürlü bir kent için önemli bir çelişkiyi doğurmaktadır. Bu çelişki, sadece mimari ve kentsel tasarım projeleriyle sınırlı değerlendirilemez. Yöneticilerin kentsel mekânı ve “renovasyon”u ele alışlarıyla, sosyal ve kültürel değerlere karşı tavırlarıyla ilişkilidir. Kentsel dönüşüm, farklı dönemlere ait tarihî, kültürel okumaları yaparak, bölge halkının yenilemeye entegrasyonu, sakinler arası iletişim sorunları ve kültürel sürdürülebilirlik konularını da içine alan bir strateji çerçevesi kurmalıdır.

 

Küreselleşme dinamikleriyle hız kazanan küresel kentin dönüşüm sürecinde metropol alanlardaki (Kartal, Büyükçekmece, Haydarpaşa, Galata gibi) dönüşüm süreçlerine de eleştirel bakışlar getirilmektedir. (Resim 4, 5)İstanbul’un dönüşüme açılan bu alanları için, mimari-kentsel projelerin hazırlanma sürecinde yerel halkın da fikirlerine açılan, şeffaf, sosyal ve kültürel verilerle beslenen projeler yerine, ekonomik rant politikaları belirleyici ve yönlendirici olmaktadır. Ünlü mimarların İstanbul kenti için düşledikleri, yöneticiler tarafından mimari bir uluslararasılaşma, bir dünya mimarlığına katılım biçimi olarak yorumlansa da, diğer tarafta yerel ve toplumsal süreç araştırmaları açısından bilimsel yaklaşımdan uzaktırlar. Kültür ve tarih katmanlarının neredeyse hiçbir kentsel mekânında eksik olmadığı dünya kenti İstanbul’da bir “implant” süreci olarak değerlendirilebilecek bu uygulamalar, mimarlığın toplumsal bağlamı üzerindeki tartışmaları yoğunlaştırmaktadır. (Resim 6)

 

Eleştirilerin yönetim ve yöntem konusunda yoğunlaşan yönü ise, dönüşüm sürecinin, farklı disiplinlerin bilgisini biraraya getirmede, eşgüdümlemede, kurumlararası ilişkileri desteklemede ve katılımda sergiledikleri eksikliklerdir. Sorun, mimarlığın ve kültürün yapıcı işlevine, insan / toplum araştırmasına yönelen ve dolayısıyla yatay ilişkileri de harekete geçiren farklı boyutların eklenebilmesidir. Disiplinlerarası bilginin uygulama alanında kullanılabilmesi özel yasal, ekonomik, kültürel stratejileri, yeni düzenlemeleri gerektirmektedir.

 
İstanbul doğu ile batının geçiş noktasındadır. Bu ayırıcı özelliği İstanbul’a tarihten günümüze sentezleyici bir rol yüklemiştir. Farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin hem buluşma ve hem ayrılma noktasında İstanbul, çok kültürlülük, etnik zenginlik, tarihî katmanların mekânı olma özellikleriyle insanlık tarihinin ortak bir mirası niteliğindedir. Bu niteliğiyle, mimarlığın günümüzde, kültürel çeşitlilik, diyalog, sürdürülebilirlik politikaları açısından önemli bir laboratuarı olma özelliğine sahiptir.
 
Sonuç Yerine
Küreselleşme politikaları birçok meslekte yansımalarını bulurken, mimarlık ve kentsel planlama alanında da yeni tüketim modellerini yaratmaktadır. Bugün neo-liberal politikalar sonucunda ekonomik sistemlerin kentsel mekânı yeniden ürettiğini söylemek mümkün. Hatta bu yeniden üretim sürecine kentli açısından bakarak, yeni bir özne-nesne ilişkisinden de sözedilebilir. Giderek disiplinlerarası bilgiye ve çalışmalara açılan meslek alanı için özellikle bu kırılma noktasında sosyal bilimlerin, yönetimselliğin, kültür endüstrisinin başat rolü gündeme gelmektedir. Süreç aynı zamanda meslek alanında eylem ile uygulama arasındaki çelişkileri de açıkça ortaya koymakta, küreselleşmenin ulus-aşırı ekonomik devinimleri kendi mekânlaşmasını, hatta başka deyişle mekânsızlaşmasını beraberinde getirmektedir.[3] Kentsel “implant” süreçlerine bu açıdan bakarken, diğer taraftan da UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi Deklarasyonu’nun mimarlığın kentle, sosyo-kültürel politikalarla, kentliyle entegrasyonu konusundaki önerisini anımsamak yerinde olacaktır. Bildirgede, kent ve mimarlık olguları arasındaki kavramsal çözülmenin ve ayrışmanın siyasal, ekonomik ve teknolojik nedenlerinin sorgulanması gerekliliğinin önemi vurgulanmaktadır. Bugün birçok dünya kentinde sergilendiği gibi, birörnekleşen kentsel mekânda yabancılaşma ve kimliksizleşme çevreye damgasını vurmaktadır. Mimarlığın, daha genel söylersek tasarımın, toplumsal-kültürel boyutu üzerine yeniden düşünmek, yaratıcılığı bu bağlamda yeniden tanımlamak ve tasarımın yeni odaklarından sözetmek çağdaş sanatın kilit noktasındadır.
 
UIA 2008 Torino Dünya Mimarlık Kongresi’nde ise, 2006 Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus, mimarlığın yeni disiplinlerarası çalışma alanına vurgu yaparak sormuştu: “Önce insan, sonra mimar olarak yoksulluk karşısında ne yapabilirsiniz?” Sorusu, çağdaş mimari yaklaşımın disiplinlerarası gelişimi ve barış sürecindeki katkısına gönderme yapan bir mesajdı.
 
Günümüzde mimarlık, giderek özgünlüğün ve yaratıcılığın, biçimde değil, toplumsal-kültürel katkıda arandığı bir alana dönüşüyor. Bu bağlamda mimarın değişen rolü çeşitli platformlarda ve bilimsel araştırmalarda tartışılmakla kalmıyor, uluslararası standartlara, kriterlere, yaklaşımlara konu ediliyor. Kentsel mekânda “toplumsal kabul”, “sosyal restorasyon”, “yerel kimlik” gibi kavramsal açınımlar, mimarlıkta kamu fikrini düşünsel ve çok yüzlü alana taşıyor. Bu süreçte, geleceğin yıldızları kuşkusuz toplumsal bağlamla ilişkilerinde en yaratıcı olanlar, mimarlıkta kamu fikrine yaklaşırken en özgün çözümleri üretebilenler, bu nedenle de meslek faaliyetlerinde disiplinlerarası bilgiyi kullanma becerisini ustalıkla sergileyenler olacaklardır.
 
 
 
 
 
 
 
 
Resimler
 
1. Zeyrek, İstanbul
© Kamil Fırat, Mimarlar Odası Arşivi
 
2. Tarlabaşı, önerilerinden biri, İstanbul
© Tarlabaşı Geleceğini Paylaşıyor Sergisi katalogu
 
3a, 3b. Sulukule, TOKİ’nin yürüttüğü projede vaziyet planı ve sokak siluet önerileri, İstanbul
© www.fatih.bel.tr
 
4. Galataport Bölgesi, İstanbul
© Kamil Fırat, Mimarlar Odası Arşivi
 
5. Haliç Tersaneleri Bölgesi, İstanbul
© Kamil Fırat, Mimarlar Odası Arşivi
 
6. Kartal, Mimar Zaha Hadid’in proje önerisi, İstanbul
© www.skyscrapercity.com
 





[1] İncedayı, D. 2008, “Social Strategies in Architecture and Stars of the Future”, ArchiLab Europe 2008 Strategic Architecture, HYX, s.125.


[2] İncedayı, D. “Architecture from Discourse to Action”, Torino XXIII. Dünya Mimarlık Kongresi için hazırlanan sergi metninden, Torino, Temmuz 2008.


[3] Yaşat, D. 2008, “Kültür Endüstrisi, Metropol ve ‘Metropolis’ ”, “Kent ve Suç” özel sayısı içinde, Toplumbilim, sayı: Aralık 2008, s.123.

Bu icerik 2038 defa görüntülenmiştir.