347
MAYIS-HAZİRAN 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA
Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım:
HERKES İÇİN TASARIM

YAYINLAR

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
DOSYA
Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım:
HERKES İÇİN TASARIM

Herkes için Tasarım (1): MİMARLIK VE DEMOKRASİ

Maria Theodorou

Dr. Mimar, SARCHA (School of ARCHitecture for All) Kurucu Üyesi ve Yöneticisi

Günümüzde herkes için tasarım kavramı “katılımcı tasarım” ve “erişilebilir tasarım” tanımlarıyla açıklanmaktadır. Çağdaş tasarımcılar, sadece ideal olarak tanımlanan genç ve sağlıklı insan bedenini kendilerine hedef almamalıdırlar. Deforme bedenler de tasarım ürünlerini, ki bu ister mimari bir yapı, ister ise kentsel altyapı olanakları olsun, ideal olarak tanımlanan diğer grup ile aynı verimlilikte kullanabilme hakkına sahiptirler. Yaşlı ve engelli insanlar, katılımcı tasarım anlayışının hedeflediği iki farklı kategoriyi oluştururlar.(2) Bu çerçeveden bakıldığında, insanlar belirli özelliklerine göre kategorilere ayrılır ve böylece tasarlanan ürünler bedensel kusurları en aza ya da en iyi ihtimalle sıfırlamayı hedefler. Bedenin yönetimi (3), etkili bedensel öz idare, diğer bir deyişle biyo-politika (4), katılımcı tasarım anlayışının teorik altyapısını oluşturan unsur olarak karşımıza çıkar.

“Herkes için tasarım” düşüncesinin bir geçmişi vardır. 1960’lı yıllarda sürdürülen deneylerin içeriğine bakıldığında, herkes için tasarımın, bireylerle toplulukların, tasarımcı, mimar ve plancılarla beraber çalışmasına dayandırıldığı görülür. Vatandaşların tasarım süreçlerinde etkin rol oynayabilme ve sonuç ürününü belirleyebilme “hakkı” böylece sağlanabilecektir. (5) 1960’lı yılların “herkes için tasarım”ı, temelde katılımcılık teması üzerine odaklanırken, dönemin politik ihtiyaçları, bireysel özgürlük, yeni yeni ortaya çıkmakta olan “haklar” ve özellikle Henry Lefebvre’in Kentin Hakkı’nda (Right to the City’) değindiği konular ile doğrudan bağlantılıydı.

1960’ların katılımcı tasarım anlayışından, tasarımda erişilebilirliğin çağdaş ihtiyaçlarına geçişte, “herkes için tasarım” kavramının anlamı değişirken içeriği de değişti. Bu değişimde, katılıma açık tasarım ideali, vatandaşların yeni yönetim biçim ve normlarına uyum sağlamak adına işlevselleşen bir katılım anlayışına dönüştü. Bu anlamda katılım, kent yaşamına dair ortak bir görüş tasarlamak yerine “verimli yönetim ve problem giderme pratiklerinin vazgeçilmezi” (6) haline geldi. Ayrıca, 1960’ların bireysel özgürlükler çerçevesinde tanımladığı politik talepler, 20. yüzyılın sonlarına doğru biyo-mühendislikler ve yeni biyo-politika teknikleri ile şekillenen bedene ait bireysel manipülasyona dönüştü. Bu aslında neoliberal yaklaşımların, 1960’ların bireysel özgürlük ve öznelleşme ihtiyaçlarının bireylerin sorumluluğunu üstlenme görevi çerçevesinde yeniden tanımlanmasıdır.

Neoliberalizm, devletin azalan refah düzeyini, kendi vatandaşlarının özgür, girişimci, özerk bireyler olması için verdiği hizmet ile ilişkilendirir. Bireysel özgürlük, ancak hastalık, işsizlik, fakirlik gibi sosyal risklerin devletin sorumluluğundan çıktığı zaman, yani bireylerin kişisel bakım ve problemlerinin bütün sorumluluğunu kendi başlarına üstlenebildikleri ölçüde gerçekleşebilir. Neoliberal devlet, hastalığı olmayan, çalışabilen ve kendi bakımından sorumlu vatandaşları yönetmeyi ister. Engelli ve yaşlı vatandaşların devlete ve kendi hemşerilerine bağımlılıklarının en düşük seviyede olmasını beklerken, onların da en nihayetinde üretken birer vatandaşa dönüşmelerini umut eder. Herkes için tasarım, potansiyel olarak buna imkân tanımaz ve herkesin katılımcı toplumda yaşama fikrinden hoşnut olmasını sağlar. Yalnız bu durumda da kapsanan grup normlara uyum sağlayanlardır. Herkes için tasarım, sadece teknik bir konu değildir ama “erkin teknolojisi” olarak daha net anlaşılabilir. (7)

Toplumun düzen ve yapısındaki bu değişim ve onun ışığında gelişen kendi kendine bakan bireylerin oluşturduğu grup, katılımcı ya da toplumsal tasarımı hedefleyen herkes için tasarım pratiğini de etkiler. Karşıt ilgi ve görüşlerin uzlaşması, gerçek demokrasilerin değişmez bir özelliğidir ve vatandaşların kendi yaşam tarzlarını etkileyecek her konuda bilgili, bu konulara karşı uyanık ve tartışmaya katılıma hazır olmaları beklenir. (8) Pek çok farklı tip ve özellikte vatandaş profiline hitap etmeye çalışan günümüz demokrasileri, ortak bir anlaşım ve özdeşlik çerçevesinde birlikte yaşama ve varolma modelini uygulamaya geçirmişlerdir ki, bu model 1990’lı yıllarda çok-kültürlülük (multiculturalism) başlığı altında tanıtılmıştır. Fazlaca çeşitlenmiş grup ve insan topluluklarının yaşadığı kentlerde süregelen gerilim ve pek çok konudaki fikir ayrılıklarının önüne geçmek adına, bütün bilgi ve karar üretme mekanizmaları, uzman ve profesyonel işletmecilere devredilmiştir. Böylece politika tümüyle teknik ve idari bir problem, yani bir yönetim sanatı olarak tanımlanmaya başlamıştır. Vatandaşların tasarım süreçlerine dahil olmaları idari bir yükümlülük haline gelmiş ve bu nedenle de bütün politik potansiyelini yitirmiştir. “Ne yapılması” gerektiğine odaklanmak yerine “nasıl yapılmalı”ya odaklanılmaya başlanmıştır. Vatandaşların süreci kontrol etmeleri, tasarımın içeriğinden daha öncelikli bir konu haline gelmiştir. Bu durum uzman bilgiye olan bağımlılığın artmasına dayandırılabilir ki, bu da aslında yeni yönetim biçiminin niteliklerinden biridir.

Tasarım her zaman bir uzmanlık alanına dahil olmuştur ve bu durum özellikle son yirmi yılda tasarım ve inşa tekniklerinin, yeni malzeme teknolojilerinin ve mesleğin bağlamının değişmesiyle daha da belirgin bir hal almıştır. Pek çok kişi, bilim ve teknolojinin, yaşamı iyileştirme ya da daha belirgin ve arzulanan bir geleceği kontrol etme vaatlerine karşı inançlarını yitirilmişlerse de, uzman bilgiye olan bağımlılığın her geçen gün arttığına tanık oluyoruz. Belirsizlik ve tereddüt halen insan hayatına hükmetse de, vatandaşlar uzman görüşe güvenmekte kendilerini mecbur hissetmektedirler; çünkü bu yardım olmadan ilgili konuları değerlendiremez duruma gelmişlerdir. Çok bilindik bir örnek vermek gerekirse, neoliberal büyük ölçekli kentsel mekânın özelleştirilme projelerinin birçoğu, aralarında yatırımcı, uzman (mimarlar ve tasarımcılar) ve devlet otoriteleri ya da yerel otoritelerin bulunduğu bir grubun işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. Bu tür müdahaleler karşısında vatandaşların görüş bildirmeleri beklense de, sıradan vatandaşlar konu hakkında gerekli bilgi birikimine sahip olmadıklarından, teknik terimler çerçevesinden yürütülen bu tartışmalarda etkin bir rol alamazlar. 1960’larda toplumların kendi bölgelerinin düzenlenmesinde doğrudan söz ve etki sahibi olmaları bekleniyorduysa da, bugün vatandaşın elindeki tek seçenek, bu konudaki uzman otoriteye yetki verirken, bir yandan da yürütülen işleri izlemek ve gözetim altında tutabilmek için yeni sistemler geliştirmekten ibarettir. Vatandaşların, tasarım sürecine sonucu etkileyebilecek her türlü katılımları, aslında olumsuz yönde bir katılım ve katkı çabası olarak tariflenmeye başlamıştır. Vatandaşlar her geçen gün katılımcı olarak görev almaktan çok, süreci izleyen bekçi köpeği konumuna gelmişlerdir. Bu olumsuzluk rolünün benimsenmesi birçok alanda sözkonusudur ve beraberinde şüpheci olmayı, yapılı çevrenin düzenlenmesine dair alınan her karar ve eyleme karşı sürekli kuşku duyma halini de beraberinde getirir.

Vatandaşların bu gözlemci rolü, genelde başarılı yerel ölçekli eylem ve müdahalelerin ortaya çıkmasında etkili olabilir. Bir anlamda demokratik faaliyetlerin politik olmayan etkiler yaratmasını sağlayabilir ve bunlar çeşitli etaplarda engel teşkil etmekte ve hatta bazı uygulamaların durdurulmasında etkili olabilir. Ancak bu tutum, herkesin paylaştığı ve dünyada varolan daha büyük ölçekteki problemlere ve bunların organizasyonuna dair geniş kapsamlı bir tutum geliştirmekte başarılı olamaz. Bu, aslında Pierre Rosanvallon (9) ve Jacque Ranciére (10) gibi son dönem politika kuramcıları tarafından “a-politik” ya da “post-demokrasi” olarak tanımlanan durumdur.

Post-politik koşul ve durumlarda, konular teknik ya da idari sorunlar kapsamında değerlendirilir. Büyük ölçekli kent arazilerinin özelleştirilmesi sadece yönetimi ilgilendiren teknik bir sorun değildir. Devlet ya da yerel otoriteler, kent mekânlarının bakım ve güvenliğinin sağlanması ve bu mekânların iyileştirilmesi için bu arazilerin özel yatırımcıların ellerine teslim edilmesi gerektiğini savunurlar. Modern demokrasilerin başat konusu olan özel ve kamusal alan sorunu, temelde politik bir sorun olmasına rağmen, burada teknik bir sorun olarak tanımlanır. Burada toplumun kent hakkı konusunun yeniden gündeme gelmesi tesadüfi değildir; çünkü bu hak, hem özelleştirilmiş alanlarda müşterek hakların artırılmasını, hem de vatandaşların kent mekânının nasıl düzenlendiği ve kullanıldığına dair söz hakkının ellerinden alınmış olmasını sorgular. Kentlerde değişen yeni yaşam koşullarını anlamak için mimar ve tasarımcıların toplumla işbirliği içinde tartışarak ve deneyerek çözümler üretmeleri her geçen gün daha çok önem kazanmaktadır ve bu durum bizi 1960’ların herkes için tasarım taleplerine, yalnız bu kez farklı bir bağlamda bakmamızı gerektirir. 21. yüzyılın başlarından itibaren birbirinden farklı pek çok grup, gerek bir baskı grubu, gerekse de fikir grupları (tink tank) olarak yapılı çevreye ilişkin çeşitli eylemler ve etkinlikler geliştirmeye başlamışlardır. SARCHA bu gruplardan biridir. SARCHA’nın genel yapısını ve programını incelemek, herkes için mimarlık eğitiminin, herkes için tasarım düşüncesini politik bir eylem olarak nasıl yeniden tanımlayarak güçlendirdiğini anlamak adına yol gösterici olabilir.

SARCHA, School of ARCHitecture for All’un (Herkes için Mimarlık Okulu) kısaltmasıdır. Bu isim, Yunanistan’ın Atina kentinde yasal olarak Nisan 2006 tarihinde kurumsallaştırılmış, kâr amacı gütmeyen bir enstitüyü tanımlamaktadır. SARCHA’nın temelini, mimarlığın politik yönlerinin sorgulanması ve toplumun geniş kesimlerinin bu sürece katılımını öngören bir anlayış oluşturmaktadır.

SARCHA, “farklı bir kolektiflik biçimi” tanımlar ve çalışmanın amacı mimari eylem olan bir topluluk yapısı kurmayı amaçlar. Bundan hareketle mevcut olan ve değişimi getiren, yani politika ve politik olanın ilişkileri üzerinden düşünce geliştirmeyi hedefler. SARCHA, ne akademik ne de eğitim sistemine ait olan bir okuldur. Bunun yanısıra SARCHA, demokratik eğitim geleneğinden ilham alan bir kuruluştur ve bu nedenle pazarın üretim ihtiyaçlarından bağımsızdır. Profesyonel anlamda bir yeterlilik sunmayan ama kendini entelektüel üretim ve eyleme adamış bir kuruluştur.

SARCHA, antik Yunan sistemindeki “schole” kavramından beslenmektedir. Jacques Rancière’e göre “schole” kavramı günlük hayatlarında serbest, eşit ve sosyal öznellikleri nedeniyle arzu ettikleri takdirde kendilerini çalışmaya adayan kişilerin oluşturduğu bir çalışma ortamıdır. (11) SARCHA’nın sunduğu beraberlik tanımı, ne universitas’da olduğu gibi, ne de farklı özellikleri, yetenekleri çerçevesinde tutarlı ve uyumlu bir grubu temsil eden ve ortak bir eylem gerçekleştirme paydasında birleşen üyelerin oluşturduğu bir birlikteliği tarifler. Bunların aksine, toplumda (societas) hisse sahibi olan (associates), “ortak bir kaygı paylaşan ve eylem planlarını hayata geçirirken belirli teminat kuralları çerçevesinde hareket eden kolektif bir topluluğu tanımlar.” (12) SARCHA’nın hisse sahipleri, kişisel yaklaşımlarını (öznelliklerini) ve SARCHA’nın etkinliklerine katkılarını beraberlerinde getirirler. Bu topluluk halka açık duyurularla biraraya toplanır ve katılımcılar, hisse sahibi statülerini aktif katkı sağladıkları süre boyunca korurlar.

SARCHA, “sarf edilen her sözün sonuçlarının önceden düşünülerek dilin pragmatik boyutuna katkıda bulunmayı” teşvik eder. [Ayrıca]… Rutin ve nispeten önemsiz diyalogların, konu itibariyle katılımcılar için önem teşkil eden ve sonucun önceden tahmin edilemeyeceği tartışmaların önüne geçmesini engeller.” (13) Burada mimarlar, sanatçılar, akademisyenler, öğrenciler, vatandaşlar ve mülteciler otorite olarak kabul görür ve herbiri eşit sözhakkına sahiptir. SARCHA, herkesin bütün konuşma ve tartışmalarda sözalması, nispeten nahif ve uçarı inanışlar üzerine yapılacak analiz ve sınıflandırmalar sonucu bu verilerin sistematik bir bütüne dönüştürülmesini amaçlar. Bu inanış kalıplarının belirli bir sistematiğe oturtulması, sadece bazı fikirlerin meşrulaştırılmasını değil, aynı zamanda çeşitli uygulamaların yürürlüğe geçirilmesini de etkileyebilmektedir. Okulun amacı, mimarlar ve “sıradan” vatandaşların güncel, sosyal, politik görüş ve durumlar karşısında birleşebilmelerine aracı olmak, mevcut düzende bir kırılma ve kopuş meydana getirerek değişimin önünü açmaktır. Bu kopuş nasıl bir bağlama oturtulabilir? Ranciére’in değindiği “akıllı paylaşım” (distribution of the sensible) kavramı bu konuda iyi bir düşünce aracı olabilir.

“Akıllı paylaşım”, makul düzeni yöneten üstü örtülü yasaya (hiyerarşik düzene) değinir ve bu yasa (düzen) tarafından belirlenen algı modelleri üzerinden, ortak dünyada herkesin nerede, ne konumda ve ne tür bir söylemle varolacağının biçimlerini tanımlar. “…Mekânların ve zamanların, görünen ve görünmeyenin, konuşma ve boş gürültünün ayrıştırılması ile bir deneyim biçimi olarak algılanan politikanın her daim değişen yerini ve menfaatlerini belirler. Nitekim politika, görünen ve görünen hakkında söylenebilecek sözler, kimin görme ve gördükleri hakkında konuşma yetisine sahip olduğu, mekânın özellikleri ve zamanın olanakları etrafında şekillenir. Ayrıca, politik olan, hissedilir olanın yeniden paylaşımı üzerine kuruludur, yeni öznelleşme alanları ve farklı konuların ortaya çıkmasına ortam sağlar, daha önce görünmeyeni görünür kılar ve önceden sadece gürültü üretiminin kaynağı olarak algılananları, dinlenebilir konuşan öznelere dönüştürür.” (14)

SARCHA’nın kullandığı ifadeler -kullanılış biçimleri ile örtüşen kavramlar yaratmak ve bunu yaygınlaştırmak amacıyla- SARCHA’nın yapı ve programını oluşturur. (15) Kurum Atina’da Nisan 2008’den itibaren sekiz ay sürecek ve “Yapılı Olmayan” (un-built) teması altında uluslararası bir mimarlık etkinliği programı ile etkin biçimde çalışmalarına başlamıştır. (16) “Yapılı Olmayan” teması, Atina’da süregelen yoğun yapı ve inşa aktivitelerinin olduğu bir dönemde, “yapılı olmayan” durumun dinamiklerinin öne çıkarılması ve ortamda varolan ama görünmeyen potansiyelleri canlandırmak adına kasıtlı olarak seçilmiştir. Programın kapanışına denk gelen Aralık 2008 başkaldırıları ve Atina’da “yapılı olmayan” durumun benimsenmesi sadece bir tesadüf olarak algılanmamalıdır. (17) Benzer şekilde kapanış etkinliğinde “yapılı olmayan”durumun bütün olasılıkların ucunun açık bırakılması durumu ile bağdaştırılması, mekân ve demokratik yapılanma ile olan ilişkiler çerçevesinden değerlendirilmesi de şans eseri değildir.

SARCHA’daki kolektif sistemi için düşünülen düzende, kurumsal katı düşünce ve sabit fikirlerin baskınlığının engellenmesi ve zıt fikirlerin oluşumuna olanak tanıyarak sürekli bağdaşım içinde olmalarının önünün açılması fikri benimsenmiştir. Bu aynı zamanda antik Yunan’daki “demo” (strüktüre etmek) ve “demos” (yapı/ev) bileşik deneyiminin bir yansımasıdır. İlk fikir ve deneyimin dengesi olarak da tanımlanabilecek “demo” ve “demos”, istikrarsız ve tehlikeli bir kurgu olmasının yanısıra her an yıkılma eğilimi gösterir. Aynı özellik “demo-krasi”nin (demo-cracy) yapısında da mevcuttur: Ranciére’e göre “süreklilik gösteren demokrasilerin garantisi, bütün ölü zamanların ve boş alanların çeşitli katılım biçimleri ya da karşı güçlerle doldurulmasıyla değil; aktörlerin ve eylem biçimlerinin sürekli yenilenmesi, geçici ama taze birey ve öznelliklerin her an varolabilme potansiyelinin sağlanmasıyla bağlantılıdır. Demokrasi testi demokrasinin kendi imajında varolmalıdır: Çok yönlü. Münferit ve güven üzerine kurulu. (18)

Hiçbir dilbilimsel teori “demo” ve “demos” arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklayamaz. “Demo” kavramı inşa eylemlerinin tutarsızlığını çağrıştırırken, bir yandan da “inşa edilen” (built) ve “inşa edilmemiş” (un-built) arasındaki duygusal ilişkiye dikkat çeker. Mimarlık, eylem ve davranış biçimlerini sabitleyen bir kılıf olarak algılandığında, bireylerin ve grupların mimarlığın fizikselliği ile kurdukları ilişki de sınırlandırılmış ve baskı altına alınmış olur. Bu ilişkiler aslında önceden tahmin edilmesi güç, değişken ve çok yönlüdür. Mimarlığın, radikal politika kuramcılarının tanımladığı “demokrasi” kavramı ile ilişkisini kuran bu değişkenlik durumudur. Radikal politika düşünürleri için demokrasi ve biçimleri, zıtlık, fikir ayrılıkları ve bunların daimi bağdaşım süreçleri etrafında tanımlanır. Bizi politik düşünmeye zorlayan demokratik ortamda ortaya konan biz/onlar karşılaştırmasıdır ve bu da aslında herkesi tatmin edebilecek sonuç ürün hayalinin ya da üzerinde fikirbirliği sağlanabilecek kamusal alan düşüncesinin terkedilmesini gerektirir. (19)

Profesyonel mimarlar gerçek politika (realpolitik) ile ilgilenmek durumunda bırakıldıkları için kendilerini politika ile yani mevcut kurumsal düzen ile uyumlu olmak zorunda hissederler ve bu nedenle radikal demokrasi üzerindeki bu düşün ve yansımalar sadece politik kuramcıların ilgi alanıyla sınırlı kalmıştır. Özellikle son dönem mimari yapıların devlet politikası ve özdeşlik uzlaşmasını yansıtan bir mimarlık anlayışına hizmet ettikleri görülür. Burada mimarlık camiasında tanınan iki farklı mimarlık örneğine gözatmak, tartışmaya açıklık getirebilir. Bu iki yapı parlamento yapıları olmaları nedeniyle doğrudan çağdaş politikalarla ilişkilidirler.

Yapılardan ilki Foster’ın Reichtag binasıdır. Berlin Parlamento yapısında kullanılan şeffaf gök kubbe, post-demokrasilerde şeffaflık ideolojisi olarak tanımlanan yeni ideal demokrasi biçiminin, mimarlıktaki “şeffaflık” idolojisi ile pekiştirilmesinin bir sonucudur. (20) Yapının mimari formu, ziyaretçileri yapının en tepesine ulaşmak için yavaş ve uzun bir sarmal yürüyüşe davet ederken onları sıralı bir düzene koyar. Bu yürüyüş esnasında ayaklarının altında süregelen parlamenter işleyiş onlara çok yakın gözükse de, aslında kendileri bu ortamın tamamen dışında tutulmuşlardır ve sadece kaçamak bir bakış olanağı yakalayabilirler. İkinci yapı Miralles’in İskoçya Parlamento binasıdır. Diğer örnekten farklı olarak, ziyaretçiler bu binaya rahatça girebilir ve arada hiçbir engelleyici cam ya da farklı bir malzeme olmadan oturdukları banklardan parlamento üyelerinin tartışmalarına katılabilirler. Buradaki tek fark, İskoçya Parlamentosu’nda konuşulan konuların daha az önem teşkil etmesi ve gerçek politik kararların aslında Londra’da alınmasıdır.

Her iki yapının mimarisi, turist gezi rehberinde bu yapıların çağdaş birer anıt olarak görülmesi gereken yerler olarak tanımlanmasında önemli rol oynar. Halbuki her iki yapı da çoktan yitirilmiş olanın anıtıdır ve ancak bellek sayesinde örtbas edilebilecek bir kopuşu işaret eder. Demokrasinin anıtları olarak tanımlanan bu parlamento binaları, katılımın temsili olarak sahnelenmesi için tasarlanmışlardır; sarmal yürüyüş yolu artık varolmayan katılımcı demokrasi idealinin anısını canlandırmak adına yapılan bedensel bir ritüeldir. Bunların varolmaları demokratik uzlaşımcı politikaların, yani vatandaşların politik çıkarlarını ve haklarını oy verme sistemine indirgeyen ve neticesinde tüketen durumu pekiştirmektedir. Vatandaşlar, seçimden sonra profesyonel yöneticilerin yetenekleri ile donanmış politik aktörlerin, mutlu seyircileri olmaktan başka bir öznellik sergileyemezler.

Bunun yanısıra mevcut ekonomik kriz, vatandaşları bu fikirbirliğine soyunmadan önce bir kez daha düşünmeye zorlamıştır. Kentlerdeki yapılı çevre ve yaşam olanakları karşısında artan bir sıkıntı ve bunun sonucunda bir hareketlilik başlamıştır, çünkü neoliberal kentleşmenin sonuçları artık elle tutulur bir gerçeklik kazanmıştır. Öyle görünüyor ki mimarlık, alternatif bir gelecek düşüncesi ve kentlerin gerçekliğine dair farklı görüşler geliştirebilmek için politik bir rol benimseyebilmelidir. Eski bir kavram olsa da cumhuriyet (republic) kavramı, bu uğurda yol gösterici olabilir. Bu kavram, özellikle özündeki “res” tanımının ortaya koyduğu açılımlar nedeniyle mimarların ilgisini çekebilir. (21) “Res”, ortak endişeleri içeren manevi konuların, ortak maddiyat taşıyan konularla aynı oranda değerlendirilmesini ve bizim bu konulara olan bağlılığımızın tartışılmasını öngörür. Bu çerçeveden materyalliğe ve mimarlığın fiziksel yönlerine geri dönülüp bunların test edilmesi önemli olabilir. Buna benzer çalışmalar, mesela B. Latour’un nesnelere yönelik politika tanımında vardır. (22) Latour, “Nesnelerle nasıl bir ilişkimiz vardır?” sorusunu sorarken, gündelik hayatta nesnelerle kurduğumuz farklı ilişkilerden ortaya çıkan bağlantıların farklı pratikleri ve politika türlerini harekete geçirebileceğine dikkat çeker. Bu durumda “vatandaş” kavramı bir veri olarak ele alınır ki, bu çerçeveden düzenlenecek bütün faaliyetler ön yargılardan bağımsız olarak değerlendirilir ve bu nedenle de bir ayrışma gerektirmez, tam da aksine meselelere yaklaşımda kıvraklık ve yöntem belirlemeyi gerektirir. “Vatandaşlık” kavramının yeniden konumlandırılması, nesnel ve fiziksel ilişki ağlarının yeniden kurgulanması anlamına gelir ki, bu da doğrudan mimarlık pratiğinin ilgi alanına girer ve mimari üretimin politika ile ilişkisini sağlar. (23) Nesneyi bir durumun kaçınılmaz sonucu değil, bir düşüncenin sonucu olarak düşünebilmek, mimarlığa politik olarak yaklaşmak için bir yöntem olabilir. Böyle bir mimarlık anlayışının yapısının nasıl olacağını ancak bekleyerek görebiliriz. Belki de yeni post-uzlaşmacı demokrasinin getirimi olan etkin, kolektif ve katılımcı vatandaşlık için herkes için tasarım fikrini benimsemek ve deneyimlemekten başka bir şansımız kalmamıştır.

 

İngilizceden Çeviren: Derin İnan

 

NOTLAR

1. “Herkes için tasarım” kavramının anlatılması gereken ilginç bir tarihi olmasının yanısıra, temelini oluşturan ve sürekli değişken bir yapı sergileyen teorik altyapısı da detaylı bir araştırma gerektirmektedir. Bu iki konu başlığı, her ne kadar gerekli ve önemli olsa da kapsamı açısından bu makalenin içeriğini aşmaktadır. Bu makalede tartışmaya açılan konular, mimarlık ve politika arasındaki ilişkiye dikkat çekilmesi ve çağdaş demokrasiler çerçevesinden “herkes için tasarım” ve “herkes için mimarlık eğitimi” arasındaki bağlantıların incelenmesi ile sınırlı tutulacaktır. “Herkes için tasarım” tarihi kapsamında değerlendirilen teorik ve politik kuramlar, süregelen tartışmanın içeriğine ışık tutması amacıyla yeri gelen noktalarda yapılan kısa referanslarla aktarılacaktır.

2. Katılımcı tasarım kavramının amaç ve kapsamı hakkında detaylı bilgi için Cambridge Üniversitesi’nin katılımcı tasarım sayfasına bakabilir. http://www-edc.eng.cam.ac.uk/research/inclusivedesign/

3. Foucault’nun “yönetim zihniyeti” (governmentality) olarak adlandırdığı kavram, kısaca devletin yönetim politikalarına uyum sağlayacak bireylerin ortaya çıkışını ve bireylerin yönetimini amaçlayan iktidar pratiklerini tanımlar.

4. Michel Foucault tarafından kullanılan biyo-politika (bio-politics) ve biyo-iktidar (bio-power) terimleri, modern toplumlarda bireylerin disipline edilmesi ve sosyal bir düzenin sağlanmasında “pek çok farklı teknik ile bedenlerin denetim altına alınması ve nüfusun kontrolü ile” ortaya çıktığına dikkat çeker. Bu terimler daha sonra pek çok farklı kuramcı tarafından da ele alınmış ve biyo-mühendislik alanındaki gelişmeler ışığında daha da önem kazanmışlardır.

5. Katılımcı tasarım kavramına güncel bir yaklaşım için: Anarchitektur, Ed. 2008, Community Design, Involvement and Architecture in the US since 1963: Texts, Projects, Public interviews, Anarchitektur Publications, Berlin.

6. “Katılım” kavramının değişimi hakkında detaylı bilgi için: Rosanvallon, Pierre, 2008, Counter- Democracy: Politics in the Age of Distrust, Cambridge University Press, Cambridge; ss.294-298.

7. “İktidar teknolojileri” davranışlara yön ve şekil vererek, istenen etkilerin oluşumuna olanak tanırken, istenmeyenleri de engelleyen arzuların teknolojileridir. İktidar teknolojileri, “benlik teknolojileri” ve “pazar teknolojileri” olarak iki temel grupta değerlendirilebilir. Bireylerin kendi bedenleri ve ruhları, düşünceleri, hareket tarzları ve varoluş biçimleri üzerinde, kendi imkânları ya da başkalarının yardımıyla bir dizi operasyon yapmalarını ve böylece belirli bir mutluluk, arınmışlık, bilgelik, kusursuzluk ya da ölümsüzlük haline ulaşmak üzere kendilerini dönüştürmelerini sağlayan” benlik teknolojileri modern yönetimin temel bir özeliği olarak belirmektedir. Benlik teknolojilerinin gelişmesi ekonomi ve siyasette oluşturulan diğer egemenlik teknolojilerinden bağımsız olarak değil, tam tersine onlarla iç içe gelişen, temel bilgi formu olarak dönemsel ekonomi-politik düzeyin ifadelendirdiği anlamlar, roller, kimlikler ve analizlere bağlıdır. (http://en.wikipedia.org/wiki/Governmentality)

8. “Tarihsel olarak demokrasinin yükselişi hem umut, hem de sorunu beraberinde getirir. Karşılıklı eşitlik ve özerklik üzerine kurulan toplumun ihtiyaçlarını yansıtan demokrasi sorunu ve bu yüce ideallerin hayata geçirilmesine daha çok zaman olduğu sorunu… Bu nedenle, gerçek (real) demokrasilerin tarihi her zaman gerilim ve uyuşmazlıkları içermiştir.” Rosanvallon, 2008; 2-3.

9. Rosanvallon, 2008; 22.

10. Rancière, Jacque, 1998, Disagreement: Politics and Philosophy, University of Minnesota Press, Minneapolis.

11. Rancière, Jacques, 1995, On the Shores of Politics, Verso, Londra ve New York; s.53.

12. Chantal Mouffe, sivil-toplumsal birliktelik modelleri olan “universitas” ve “societas”ın aslında Orta Çağ’da ortaya çıkan ama modern demokrasilerde hâlâ geçerliliğini sürdüren kategoriler olduğunu tartışır. Mouffe, Chantal, 1993, The Return of the Political, Verso, Londra; s.66.

13. DeLanda, Manuel, 2006, A New Philosophy of Society: Assemblage Theory and Social Complexity, Continuum, Londra, New York, ss.55-56.

14. Rancière, Jacques, 2004, The Politics of Aesthetics, Continuum, Londra; s.13 ve çeşitli diğer kaynaklar.

15. Jacques Rancière’in ortaya koyduğu gibi: “Kelimeler nasıl doğrulanabilir? Temelde bu doğrulamayı ancak kişisel eylem ve davranışlar çerçevesinden yapabiliriz. Bu nedenle bu eylem ve davranışlar kanıt teşkil edecek ve gerekçeler sistemini oluşturacak şekilde organize edilmelidir.” Rancière, 1995; 47.

16. “Yapılı olmayan” programı etkinliklerine: www.byzantinemuseum.gr/unbuilt/unbuilt.htm adresinden ulaşılabilir.

17. Atina’da inşa edilmemiş kamusal alanların geri kazanımı adına vatandaşların başlattığı seferberlik hareketleri Aralık etkinliklerinden sonra daha çok ivme kazanmıştır. Atinalıların kentlerinde yapılı olmayan çevrenin biçimlendirilmesine aktif bir katılım sergilemekte kararlı oldukları görülmektedir.

18. Rancière, 1995; 61.

19. Mouffe, Chantal, 2005, “Some Reflections on the Agonistic Approach to the Public,” From Realpolitik to Dingpolitik’, Making Things Public: Atmospheres of Democracy, Ed. B. Latour ve Peter Weill, MIT Press, Cambridge, Mass; ss.804-7 ve diğer kaynaklar.

20. Rosanvallon, 2008; 258.

21.Republic” kavramındaki “res”in kamusal olanı tariflediğinin bilincinde olmamız gerekir. Rancière’in de kitabında belirttiği gibi, (2006, Hatred of Democracy, Verso, Londra; s.64) Cumhuriyet (republican) politikaları geleneğinde “kamu” türdeş vatandaşların oluşturduğu topluluğu ifade eder. Chantal Mouffe’a göre vatandaş olmanın demokratik koşulu, soyut, üniversal olarak kullanılan bu “kamu” tanımının yeniden formüle edilerek tanımlanmasına dayanmaktadır. (Mouffe, 2005; s.71) Bu makalede konunun bu yönü tartışma dışı bırakılmış, onun yerinde “res” kavramının sunduğu koşullara odaklanılmıştır.

22. Latour ve Weill, Ed. 2005.

23. Politik bir uygulama alanı olarak tanımlanan nesnel ilişkiler, Goldsmiths, University of London’da 6 Nisan 2008 tarihinde düzenlenen “The Physique of the Public” çalıştayının ana temasıydı. Çalıştayın konferansında sunulan bilgiler, bu makalede ortaya konan tartışmaları desteklemek amacıyla yeniden yorumlanarak sunulmuştur.

Bu icerik 2422 defa görüntülenmiştir.
İskoçya Parlamentosu (Mimaris tasarım: Miralles)
Berlin Parlamentosu Reictag (Şeffaf kubbe tasarımı: Norman Foster)