347
MAYIS-HAZİRAN 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA
Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım:
HERKES İÇİN TASARIM

YAYINLAR

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
DOSYA
Tasarıma Kapsayıcı Yaklaşım:
HERKES İÇİN TASARIM

Evsizlik, Yoksulluk ve Yoksunluk

Özlem Erdoğdu Erkarslan

Yrd. Doç. Dr, İYTE Mimarlık Bölümü

Modernite, toplumsal eşitlik ütopyasını gerçekleştiremedi. Bir türlü gelmeyen toplumsal adaleti beklerken, kendimizi birden sınıfsal uçurumların daha da keskinleştiği, asimetrik güçlerin tolere edilemez boyutlara ulaştığı günümüz koşullarında bulduk. Küresel ekonomideki dalgalanmalar, eşitsizliğin kanıksandığı büyük kentlerde toplumsal servislere ulaşım açısından öncelikli ve önceliksiz gruplar arasındaki farkları daha da belirginleştirdi. Oysaki uzunca bir süredir egemen politikalar toplumsal adalet ile ilgili konuları basmakalıp vaatlerle geçiştirerek, hedeflerini öncelikli gruplara yöneltmekteydi. Kentsel yaşamın gitgide kötüleşmesine rağmen, mimarlık gündemi de, ağırlıklı olarak mega projeler, yıldız mimarlar ve retoriğe doğru kaymış gitmişti. Başat dönem zevkini biçimleyen ego, pitoresk ve haz kültürü, mimarlığı da diğer başka alanlar gibi, hem arz, hem de talep açısından yönlendirdi. Çok kısa bir zaman öncesine kadar da mimarlığın toplumsal rolü, modası geçmiş, romantik bir konu olarak daha çok güney mimarlığının gündemini meşgul etti, ancak sınırlı çevrelerce rağbet gördü; ta ki ekonomik durgunluk orta sınıf Amerikalının ve Avrupalının da kapısını çalıncaya değin... Şimdi, ne yazık ki, ortak daha çok konumuz var. (Resim 1)

Toplumsal ütopyanın neden gerçekleşmediğine yanıt arayan kuramcılar, modern mimarlığın toplumla kurduğu ilişkinin paradigmalarına, sosyalist, liberal, muhafazakar ve yeşil politikaların yarattığı nüanslara yoğunlaştılar. Bu tür kuramsal yaklaşımları çok önemli ve değerli bulmakla beraber, eleştirel pratiklerin konuya daha acil ve somut öneriler sunduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, makalede, mimarların toplumdaki dengesizliklere mesleki uygulamaları aracılığı ile verdikleri yanıtlara bakarak bir değerlendirme yapmak istedim. Çalışmanın başlığında yer alan “evsizlik” ve “yoksulluk” sözcükleri günümüzün iki önemli toplumsal sorununu, “yoksunluk” sözcüğü ise bu sorunlara çözüm aramayı hedefleyen iyi niyetli, ama niteliksiz tasarım yaklaşımını anlatıyor. Bu çalışmada, evsizlik sorunu için çözüm üreten ucuz konut veya geçici evlerden oluşan örnekler seçtim. Bu örnekleri iki açıdan irdeliyorum: Ekonomik değer olarak konutu nasıl erişilebilir kılıyorlar? Evi ev yapan gündelik yaşamın nesneleriyle ya da başka bir deyişle, materyal kültürü ile nasıl yüzleşiyorlar?

FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK EVSİZLİK

Madde 25.1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.1

Yalnızca sokaklarda yatan insanların evsiz olarak adlandırılması doğru değil. Zira zorunlu barınma giderlerini karşılamaktan uzak, derme çatma kulübelerde yaşayan bireyler ya da aileler, aile içi şiddet sonucu evlerini terkeden ya da gidecek yeri olmadığı için şiddete boyun eğmeye devam eden kadınlar, 18 yaşını bitirdiği için devlet korumasından çıkan öksüz ve yetimler, tedavi olamayan alkol ve uyuşturucu bağımlıları, 60 yaşın üzerinde olup sosyal güvencesi olmayan ve aile korumasından yoksun yaşlılar, yasadışı yöntemler ile çalıştırılan kaçak göçmenler ve seks köleleri, savaş sonucu evsiz kalanlar, göçmen kamplarında yaşayanlar da hesaba katıldığında tüm dünyada evsiz insan sayısının az olmadığı görülüyor. Bu gruba yalnızca evsiz kalmamak için geliri ile orantısız kira ödeyerek, borçlanarak yaşamını sürdürmeye çalışan alt orta sınıfın tümünü de aslında katmak gerekiyor. Sosyal dayanışmanın zayıfladığı büyük kentlerde bu büyük grup artık her an gerçekten sokakta yaşama tehdidi altında.

Ancak evsizlik, yalnızca barınmak için evi olmayan kişiler için kullanılan bir terim değil. Savaş, doğal afetler, politik mültecilik gibi etkenler birçok insanı evinden koparıyor. Mülteci kampları, afet konutları, ya da acil barınma gibi modellerle karşımıza çıkan konutların tümüne birden “geçici konut” diyoruz. Hatta bu gruba yaşlı ve çocuk koruma evlerini de dahil etmek gerekiyor. Geçici evlerde yaşayan insanların büyük bölümü de barınacak yeri olmasına rağmen, kendisini evsiz görüyor. Çünkü, mekâna aidiyet duygusu ile bağlanamıyorlar. Bu durumda olan kişilerin tümü de başlarının üzerindeki çatıya rağmen psikolojik açıdan evsiz... Fiziksel veya psikolojik açıdan evsizlik genelde bir travmaya işaret ediyor; öyle ki zaten evin kaybı tek başına bir travma.... Çoğu kez buna bir de evin kaybına neden olan fiziksel veya toplumsal olayın şiddet boyutu eklenince, evsiz insanların sadece fiziksel bir barınağa değil, ait olabilecekleri bir yere gereksinim duydukları ortaya çıkıyor. Dolayısı ile ucuz ve erişilebilir geçici konutun aynı zamanda konukların rehabilitasyonuna ve travmanın onarılmasına destek veren bir niteliğe sahip olması gerekiyor.

Dünyada geçici barınak gereksinimi farklı nitelikler taşıyor: Orta Doğu ve Afrika için mülteci kampları, Amerika ve Avrupa’nın büyük bölümünde evsizler, şiddet mağdurları ve yaşlılar için koruma evleri, Çin’deki işçi konutları, Hindistan, Pakistan ve Malezya’da küresel ısınma sonucu sık sık yaşanan afetlere bağlı afet konutları gibi... Türkiye’de geçici konut gereksiniminin en önemli grubunu, istatistiklere bile dahil olamadığı halde sabit bir sorun olan mevsimlik tarım işçileri oluşturuyor. 2 Öte yandan, 2000’de yaşanan büyük deprem sonucu deneyimlediğimiz büyük çapta acil barınak sorunu, jeolojik yapımız nedeni ile yine mesleki gündemimizde kalıcı yer tutuyor.

Dünyada evsizlik rakamları, bizdekinden daha kötü durumda. Ama sistem dışındaki evsizlerin yanında, küresel krizle beraber, muhtemel evsizler grubu oluştu. Bu durumda, artık sadece gelişmekte olan ülkelerdeki mimarların değil, daha geniş grupların çözüm üretmesi gereken ortak bir sorun var: Küresel evsizlik. Üstelik bu yeni evsizler yıllarca sisteme sadakatle hizmet ederek, vergi ödemiş bireylerden oluşuyor. Öyleki, büyük çoğunluğu ev kredilerini ödeyebilmek için, yaşamlarının en üretken dönemlerinde birden çok işte çalışmışlar. Yaşadığımız küresel krizde bankaların batık konut kredilerinin büyük payı olduğunu hesaba katarak, konut sisteminin sorgulanması gerekmekte. Burada ekonomik ve politik sistemlere ait pek çok yapının değişmesi gerektiği ve bunun için kapsamlı bir revizyon gerektiği açık. Mesleğimiz bu problemin bir parçası olsa da, ne yazık ki istesek bile, kökten çözmeye muktedir değiliz...

Türkiye’de geleneksel aile ve akraba dayanışması ve yoksullara yardımı destekleyen dinsel pratikler sayesinde Batıda gördüğümüz gibi sokaklarda battaniyesi ile yaşayan çok sayıda yetişkine rastlamıyoruz. Kamusal alanlarda yatan ve yaşayanların çoğunun zihinsel özürlüler, bağımlılar ve evden kaçan çocuklar olduğu gözlenmekle beraber, resmi kurumlarca açıklanmış bir istatistik bulunmuyor.3 Devletin kurumlarına yaptığı başvuruya dayanarak evsizliği saptanan kişiler genellikle sisteme dahil olmayan, çalışmayan ve başkaca geliri olmayan kişilerden oluşuyor. Öte yandan, kendisini evsiz olarak görmeyen ancak asgari standartlara bile sahip olmayan mekânlarda yaşayanlar var ki, onlar bu tür hayır kurumlarının kapısını çalmadığı için, sayısal olarak tanımlanamıyor. Sistem dışına itilmiş veya kendi isteği ile sistem dışına çıkmış kişilerin evsiz kalma nedeni bir bakıma anlaşılabilir. Ancak, sözünü ettiğimiz türden barınaklarda yaşamaya çalışan hane halkı, kayıtdışı ekonomik faaliyet gösteren bireylerden oluşsa bile, en temel gereksinimi olan konuta erişemiyor; işte bunu meslek insanı olarak kabullenmemiz çok zor.

EV, BARINAK VE AİDİYET

Konut, fiziksel olarak mekân, program, biçim ve teknoloji üzerinden mimarların rahatlıkla konuşabildiği bir alan iken, ev, yuva gibi fenomenolojik açılımlar daha ziyade sınırlı bir akademik çevrenin ilgisinde ve gündeminde kalıyor. Yapı stokunun en büyük bölümünü oluşturan konut uygulamalarının fiziksel nitelikler üzerinden anlatılıp değerlendirilmesi, evin duyumsanan kalitelerinin uygulamanın dışında kalmasına neden oluyor. Oysaki yere, yaşama, hatta belli bir sosyal gruba duyduğumuz aidiyetin ardında hep ev ile kurduğumuz aidiyet bağlantısı yatıyor; bu nedenle popüler kültürde evsizler, bir anlamda “meczup” sayılıyor, ya da “meczuplar” evi terketmeye eğilimli olarak tanımlanıyor.

Işığın, malzemenin, objelerin, koku ve seslerin birarada oluşturduğu mekân algısı, kağıtlara çizilen eskizlerden çok farklıdır. Sarah Pink de, duyumsal evin tanımlanabilmesi için yaptığı çalışmada, bireylerin özel anlatıları üzerinden tozun, sesin, ışığın, dokunun nasıl duyumsandığını anlatır. 4 Bu çalışmaya katılanların tümü evi, içindeki nesneler ile algıladığını belirtiyor. Duvar, kapı ve pencereler onlara yakın duran mobilya ve nesneler ile hafızalarda resmediliyor. Oysaki mimarlık, iç mimarlık ve endüstriyel tasarımın tekil olarak kendi sorumluluk alanlarını çizmesi nedeni ile yapılaşmış çevrenin tümleşik imgesine karar vermek giderek daha da zorlaşıyor.

Mekânın fenomenolojik çözümlemelerinde yerin kimliği, yer duyumu ve yere bağlılık (aidiyet) en önemli üç adım olarak karşımıza çıkıyor. Barınak, sığınak veya geçici konutların yer duyumu ve aidiyet açısından sorunlu mekânlar olduğuna işaret eden çalışmalar, çevrenin kendine-yeter benlik gelişime izin vermesi gerektiği konusunda uzlaşır.5 Mahremiyet, korunaklılık, esneklik, öznellik ve empati, geçici evlerde mimari tasarımın çözmesi gereken noktalar olarak karşımıza çıkar.

20. YÜZYIL MİMARLIĞINDA EVSİZLİK SORUNU İÇİN

ERKEN ÖRNEKLER VE ALVAR AALTO

I. ve II. Dünya Savaşları mimarlığın toplumsal sorumluluk almasını gerektiren koşulları hazırladı. Basitlik, sadelik, endüstriyel üretim, standardizasyon, konut tasarımının başat değişkenleri oldu. Avrupa’nın anakara ülkelerinde modern mimarların çoğu, biçim kaygılarında süblime yönelip, seçkinci bir tavır izlerken, Kuzey Avrupa ülkelerinde gelenekselden beslenen, sıradan insanın zevkini dışlamayan farklı bir eğilim oluştu.

Alvar Aalto, Helsinki Politeknik’den mezun olur olmaz kendisini, Rus işgalinden kurtarmış ve ulusal değerler sistemi yaratmaya çalışan Finlandiya koşullarında buldu. Politik açıdan sosyalist hedefler, ulus devlet inşası ile birleşmişti ve ekonomik büyüme endüstrileşmeye endekslenmişti. Sınıfsal eşitlik bilinci politik arenada üst noktalarda konumlanmıştı. Bu nedenlerden dolayı, Aalto’nun da paylaştığı Fin modern mimarlığı Avrupa’nın geri kalanı ile standardizasyon gibi ortak kaygıları paylaşmasına karşın, özgün bir dile ve içeriğe sahip oldu.

Alvar Aalto üzerine yapılan çalışmaların çoğu, özellikle Demetri Porphyrios’dan sonra onun geleneksel mimarlık ve klasisizm ile olan biçimsel bağlantısı üzerine yoğunlaştı. 6 Aalto toplumsal sorunlar ve insani değerler açısından takındığı özgün tavrına rağmen, biçimi dışlamayan bir tasarım yaklaşımı da güttüğü için daha kolay kabullenilip onaylandı. Zira toplumsal içeriğe dayalı eleştirel mimarlık uygulamaları içerisinde biçimsel kaygılardan bağımsız denemeler Batı kültüründe istenilen etkiyi yapamamıştı. 7 Aalto, bunu kendi sözleri ile şöyle ifade etmiştir: “Mimarın görevi, değerler sistemini doğru biçimde yeniden inşa etmektir. Makine çağını insani kılmak da yine onun sorumluluğudur. Ancak, biçimi dikkate almaksızın bunu yapmak, mümkün değildir.” 8

Aalto’nun “Basit, sade nesneler için çalışmalıyız; insanın yapısına uygun ve kendiliğinden sokaktaki küçük adama hitap eden nesneler...” 9 şeklindeki sözleri, insanların bireysel veya kolektif anı katmanlarına hitap ederek onlarla ilişkiye geçmeyi hedeflediğini açıklıyordu aslında... Porphyrios’un modern mimarlık okumaları açısından çok ses getirmiş yapısalcı çözümlemelerine fenomenolojik çözümlemelerle eklemlenmek bu açıdan mümkün. Nitekim 1990’lı yıllarda da Aalto bu yönde daha fazla ele alındı. New York Modern Sanat Müzesi’nin 1998 yılında hazırladığı ve küratörlüğünü Peter Reed’in yaptığı “Alvar Aalto: Hümanizm ve Materyalizm Arasında” başlıklı sergi bu açıdan önemli bir katkı ortaya koydu. 10

Aalto erken dönemlerden başlayarak çok sayıda geçici konut ve işçi konutu tasarladı.11 Bu konutların tümü, standart üretim tekniklerine uygun olmakla beraber, bu serinin başlangıcını teşkil eden, Jyäskylä’da 1924 yılında inşa ettiği Aira Trenyolu İşçi Evleri klasisizmin biçimsel kaygılarının, üretim teknolojisinin önüne geçtiği farklı bir örnektir. Üç katlı tuğla yapı, on sekiz adet iki odalı eş daireden oluşan bu yapının girişine ortak bir avludan ulaşılır. Aira konutlarında Aalto, ince ve seçkin detaylar kullanarak işçi sınıfının yaşam kalitesine verdiği önemi göstermişti. Burada kullanılan kemerler, balkonlar, taş ve alçı silme detaylar Avrupa’da örneklerine sık rastlanan işçi konutlarına benzemekte ve yeni bir şeyler söylememekteydi. 12 Ancak yine de dairelerin iç mekânlarında karşılaşılan dairesel giriş nişleri daha sonra Aalto’nun standart konut ilkeleri ile uzlaştırmayı deneyeceği birey ile empati kurma yaklaşımını haber veriyordu. (Resim 2 ve 3) Zira, uluslararası üslubun en temel sorunu olan standardize konutun tekdüzeleşmesi ve mekanikleşmesi tehlikesi böylelikle Aalto tarafından çok önceden teşhis edilmiş oluyordu.

20. yüzyıl başındaki savaşlar ve hava atakları ülkenin büyük bölümünde altyapının kaybına ve halkın moralinin bozulmasına yol açmıştı. Aalto’nun işçi konutları ile başlayan endüstriyel konut deneyimi, hem kırsal hem de kentsel bölgelerde evsiz kalanlar için ucuz ve erişilebilir bir seçenek olarak genel tüketicinin kullanımına sunuldu. A-tipi konut isimli endüstrileşmiş ahşap yapım sistemi ile çeşitlemelere izin veren bir sistemi deneyen Aalto, ülkenin çeşitli noktalarında farklı yerleşimler tasarladı. A sistemi hızlı bir üretim sağlamıştı, ama Aalto’nun bireyi öne çıkaran hedeflerini yeterince karşılamıyordu. 1940’lardan sonra materyal kültür ile farklı bir yüzleşmeye giren Aalto, bir atmosfer yaratma kaygısını dile getirmeye başlamıştı. Obje ve mekânın etkileşimiyle oluşan tümleşik mekân algısı ilkesine dayanan Aalto’nun tasarım anlayışını bu anlamda, ‘erişilebilir ve yaşanabilir tasarım’ şeklinde özetlemek doğru olur. Aalto’nun ucuz üretilen endüstriyel konutları, aynı zamanda biriciklik hissini verebilen detayları, değişen ışık ve gölge oyunları ile kazandırılmış çoğul algıları ve ahşap malzemesinin doku ve renkleri ile sokaktaki küçük adamı hem duygusal açıdan tatmin etmeyi, hem kolektif belleğine dokunarak etkilemeyi hedefler. Yere bağlılık (ya da başka değişle, yere tutunma) mevcut literatürde bireyin mekân ile girdiği gönüllü etkileşime verilen addır; oysaki Aalto tasarımlarında bireyin mekâna tutunmasına gerek kalmadan, mekân bireye tutunur.

EVSELLİK, SANAT VE MATERYAL KÜLTÜRÜ:

Louise Braverman, Chelsea Court, New York, 2002-03

New York, 1980’lerden bu yana asimetrik güçlerin kentsel yaşamda daha keskin biçimde hissedildiği bir kent olageldi. Chelsea Court da New York’un pek çok çöküntü bölgesinde yaşandığı gibi, uyuşturucu satıcılarının mekânı haline gelerek çevre sakinlerinin olağan yaşamını tehdit etmeye başlamıştı. Vali Giuliani ile bir radyo programında karşı karşıya gelen mahalle sakinleri, şikayetlerini en sonunda doğru adrese ulaştırmayı başardılar. Sonunda yapının daha önce evsiz olan veya halihazırda geliri bir ev edinmeye yetmeyen kişilere destek olacak bir geçici ev olarak yeniden düzenlenmesi için çalışmalar başladı.

Braverman bu tasarımda üretim teknolojisi açısından özel bir çözüm getirmemesine karşın, kentsel çöküntü alanlarını ranta çevirerek ucuz konutu mümkün kılıyordu.13 Yapı, giriş cephesi tasarımı ile sokaktaki kişi ile doğrudan iletişime geçiyor. Tasarımcısı tarafından da “mavi kurdele” olarak adlandırılan yarı şeffaf mavi bantlar, biricik tasarımın sadece sistem içerisindeki varsılların hakkı olmadığını manifeste eden en güçlü tasarım kararı olarak karşımıza çıkıyor. Bu bantın olanaklarından yararlanarak korunaklı bir yaşamın varlığını işaret ediyor ve şeffaf kapı ile yan yana getirerek bireyi yapıya davet ediyor. Bu dönüşüm projesi, hafif, pratik ve etkin bir yaşam biçimini temsil eden renk ve malzeme seçimi ile gerçektende terapi tasarımına iyi bir örnek teşkil ediyor. (Resim 4) Giriş cephesinde konukları karşılayan mavi bantlar, dönerek yapının içerisine giriyor ve metalik kübik sergi elemanı haline dönüşüyor; koridor nihayetinde yine mavi bir danışma masası ile tamamlanıyor. (Resim 5, 6, 7)

Barınağın kendisi bir sanatsal yapıt olarak görülebileceği gibi, içerisinde bazı sanat yapıtlarını da barındırıyor. Sanatın terapi gücünü kullanmayı hedefleyen Braverman, bunun için bazı sanatçıların yapıtlarını barınağa bağışlaması için kişisel dostluklarını kullanmış. Louise Braverman sadece görsel sanatlar ile ilgilenen bir mimar değil, aynı zamanda şair... Dil, duygu ve imge üzerine olan ilgisi onun bir tasarımcı olarak empati kurma becerilerini geliştirmesine katkıda bulunmuş. Zaten Chelsea Court, New York’un sanat galerileri kültüründen imgeler taşıyor. Yatak odası için seçilen renkler hızlı biçimde Van Gogh’un ünlü tablosunun bir kare olarak gözlerimizin önünden geçmesine yol açıyor. (Resim 8 ve 9) Aidiyet duygusu vermek için aslında isabetli bir seçim... Zira, Vincent’ın bu resmi de gündelik yaşamın estetize edildiği bir örnek olarak Braverman’ın gündelik hayat ve sanat arasında konumlanmasına yardımcı oluyor.

Braverman New York’un entelektüel yaşam biçimine referans veren farklı bir evselliği model alıyor: Daha kentsel ve sentetik bir evsellik... Evsiz bireyin kolektif belleğine New Yorkvari yaşam tarzı ile seslenecek ev imgesi arayışında, bu seçim bir anlam kaymasına yol açmıyor; tam tersi oraya ait materyal kültürünü içselleştiriyor. Mülkiyete erişme hazzının aidiyet duygusu uyandırdığı bilinen bir gerçek... Bu açıdan Braverman, sanatsal ürünün simgelediği değerler dizisini yalnızca sanatın mesajı ile değil, sanatsal yapıtın meta değerini de araçsallaştırarak, kaybetmiş bireye geri vermeye çalışıyor. Bu tasarım gerçekten de biricik, öykünülemez ve tekrar edilemez olma nitelikleri ile Aalto’nun savaş sonrası Avrupa’sının sorunlarına çare olacak standardize konut arayışından çok uzakta, farklı bir yaklaşımı sergiliyor. Ekonomik açıdan sosyalist veya kapitalist farketmez; tıpkı Daniel Bell’in tanımında olduğu gibi “yine de” toplumsal duyarlılığa sahip olmak mümkün. 14

SÜRDÜRÜLEBİLİR, ERİŞİLEBİLİR VE SORGULANABİLİR:

Margot ve Harold Schiff Konutları, Helmut ve Murphy Jahn, Chicago, 2007

Jahn Mimarlık Ofisi, aslında çok fazla toplumsal duyarlı projeleri ile değil, daha çok portfolyolarındaki büyük projeler ile tanınır. Ancak 2007’de Chicago yönetimi ve kamu yararına çalışan ucuz konut birliği Mercy Housing Lakefront özellikle kentteki evsizler arasında sayıları hızla çoğalan gençlerin barınma sorununa yönelik bir blok yapılması için işbirliği yapınca teknolojik ve yaratıcı çözümleri ile tanınan Jahn Mimarlık Ofisi’ne başvurdular. Bu konutlar, konukların belli bir geliri olmasını öngörüyor. Her bir konuk 8.000 Dolar’dan az olmamak kaydıyla, beyan ettiği yıllık gelirinin üçte biri kadarını burada kaldığı sürece kira olarak ödüyor. Bu birlik aynı zamanda barınan kişinin bu girişimde doğrudan çalışarak para kazanabilmesi için yardımcı da oluyor.

Yapı yukarıdan aşağı daralan dış yüzeyleri ve çatısındaki rüzgar tribünleri ile daha çok kentliler tarafından trene benzetiliyor, öyle de anılıyor.15 Yapı, biçimi aracılığı ile yolculuğu çağrıştırırken bunun da Batı popüler kültüründe yer etmiş bir evsizlik teması olduğuna dikkat çekmek gerekir. Hatta fenomenoloji özel olarak aidiyet ve mekândan kopuşu seyahat teması üzerinden açıklar. Dolayısıyla yapının biçim dili ile önerilen bir mesaj ile karşılaşılıyor. (Resim 10-15)

Bununla beraber, Mercy Housing Lakefront yapının pratik ve sağlıklı bir yaşam çevresi hedeflediğini belirtirken, mimar seçimlerinin ardındaki gerekçe daha anlaşılır olmaya başlıyor. Doksan altı üniteden oluşan yapı, beş katlı metalik cephe kaplamaları ile tipik bir high-tech biçim dilini konuşuyor. Bant pencere yerine seçilmiş olan ve biraz daha bireyselliğe izin veren tekil pencere kompozisyonu, cephenin ana karakterini veriyor. Bloğun girişi oldukça kurumsal bir dille, beş kat boyunca uzanan koyu renkli cam kaplaması ile vurgulanıyor. Jahn yapıda bireye verdiği değeri organik boyalar, toksik madde ve bakteri üretmeyen sert dokulu malzemeler seçerek gösterdiğini belirtiyor. Kullanıcıların beden sağlığı açısından gerçekten teknoloji seçimindeki hassasiyet çok büyük bir katkı yapıyor. Sağlıklı bedenin sağlıklı zihin ve benlik için önemine rağmen kullanıcıların gereksinimlerini tamamen karşılayamayabileceğine dair kaygılar yapının tamamlandığı ilk günden beri tartışma konusu oldu. 16

Evini kaybetmiş kişiler yitirdikleri duyguların yerini çoğu kez sokaktan eşya toplayarak yerine koymaya çalışırlar. Özellikle Amerikan kentinde rastladığımız evsizler çoğunlukla büyük çantalar veya alışveriş arabalarına doldurdukları çöpler ile kolayca tanınır. Biriktirmek, aslında evsiz kalmasak bile evsel yaşamın özünde olan bir duygu17 ... Bu yapı bireye alışık olduğu mülkiyet katmanları ve materyal kültürü aracılığı ile hitap etmiyor: Bu yalınlık ancak hayatta her şeyi varolan insanların tolere edebileceği bir nihilizme gidiyor.18 Dolayısıyla Jahn’ın yaklaşımı enerji etkin, yeşil ve sağlıklı çevreler sunuyor, ama sokaktaki bireyin hırpalanmış öz benliğini yeniden onarması için özel bir çaba sarf etmiyor.

SONUÇ NOTLAR

Yoksulluğu bir toplumsal sorun olarak görmek ve mesleki açıdan sorumluluğumuzu yerine getirmek için bazı organizasyonel yapıların oluşması gerektiği açık. Burada incelenen üç örnekte de devletin aygıtları ya da bağımsız organizasyonların mimar için koşulları hazırladığı görülüyor. Ancak her üç örneğin de mimari açıdan takındığı farklı tutumlar, bize kendi yetki alanlarımız dışındaki koşullara rağmen tartışabileceğimiz, tutarlılığı olan bir mesleki zemininin varlığını işaret ediyor.

1 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 25.

2 Özbekmezci, Ş., 2003, Mevsimlik Tarım İşçilerinin Barınma Sorunları ve Yaşam Üniteleri, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Danışman: Sure Sahil, Gazi Üniversitesi FBE, Ankara.

3 Bu çalışmayı yaparken YTÜ İktisat Bölümü Öğrencisi Emin Kurtoğlu’nun Amerika’daki evsizler ile ilgili fotoğraf albümü projesi ile karşılaştım. Kurtoğlu bu projeyi niçin Türkiye için gerçekleştirmediğini anlatırken, ulusal boyutta bu konuya ilişkin akademik araştırmaların yetersizliğine dikkat çekiyor ve istatistiklerin eksikliğini nüfus sayım sistemine bağlıyor. http://ekurtoglu.com/amerikadaevsizlik.html. Ben de SHÇEK veya Türkiye İstatistik Kurumu üzerinden böyle bir veriye ulaşamadım. Ancak, sokakta yaşayan ve sokakta çalışan çocuklar üzerine istatistiksel veriler mevcut. 2000-04 dönemleri arasında sokakta yaşayan çocuk sayısı 2.655 (23 ilden veri toplanamamış), sokakta çalışan çocuk sayısı 5.206 (16 ilden veri toplanamamış), madde bağımlısı çocuk sayısı 381 (8 ilde veri toplanamamış) olarak belirtilmekte. Bu bilgi, “Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve (10/111,160,180) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu” sonucunda belirtilmiş. http://www.shcek.gov.tr/hizmetler/

Sokakta_Yasayan_Calisan_Cocuklar/rapor1.htm (31.03.2009)

Her ne kadar istatistiksel açıdan elimizde sağlam bir veri bulunmuyorsa da sadece Ankara’da hizmet veren bir kurum olan Behice Eren Çocuk ve Gençlik Merkezi 2002-06 yılları arasında toplam 964 evsize hizmet verdiğini ve bunların % 54’ünün sokaklara döndüğünü belirtmekte. 4 yılda Ankara’da 1.000 kişinin evsiz olması büyük bir rakamı işaret ediyor. http://www.ankarashcek.gov.tr/

dosya/behiceeren/veri.htm (31.03.2009)

4 Pink, S. 2004, Home Truths: Gender, Domestic Objects and Everyday Life, Berg Publishers, Oxford.

5 Örneğin:

  • Brown L. ve Ö. Erkarslan, 2009, “A Study of Women’s Shelters: Places of Transcendental Homelessness and Identity”, Gender at the Crossroads Multi-disciplinary Perspectives, Eastern Mediterranean University.
  • Pable J. 2007, “Interior Design Homeless Shelter Design: A Psychologically Recuperative Approach”, Journal of Interior Design, cilt:32, sayı:3, ss.93-108.
  • Üresin Ş. 2005, Yaşlıların Bakım ve Barınma İhtiyaçlarını Karşılamaya Yönelik Mekansal Organizasyonlarda “Ev” Ortamının Sağlanması: 75. Yıl Dinlenme ve Bakımevi Örneği, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Danışman: Pınar Dinç, Gazi Üniversitesi FBE, Ankara.

6 Porphyrios D. 1982, Sources of Modern Eclecticism, St. Martin's Press, Academy Editions.

7 Dutton, T.A., Ed. 1996, Reconstructing Architecture: Critical Discourses and Social Practices, University of Minnesota Press, Minneapolis, s.19.

8 Alvar Aalto, 1955.

9 Alvar Aalto, 1957 Londra konuşmasından.

10 Reed P. Ed. 1998, Alvar Aalto Between Humanism and Materialism, The Museum of Modern Art, New York.

11 Mevcut literatürde Aalto genellikle tekil yapılar üzerinden değil, yapı grupları üzerinden inceleniyor. Bunun nedeninin bilgi veya veri eksikliği olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Aalto Vakfı ve Müzesi erken dönem yapılarına ait özgün çizimler de dahil olmak üzere geniş bir koleksiyona sahip. Finlandiya Aalto’yu ulusal kahraman olarak gördüğü için yapıların pek çoğu ayakta ve iyi durumda. Her ne kadar iyi içeriğin iyi biçime ihtiyacı olsa da, toplumsal içeriğin tek bir yapı üzerinden tartışılmasının zorluğunu bu yolla idrak etmiş oluyoruz.

12 Quantrill M. 1995, Finnish Architecture and the Modernist Tradition, E&FN Spon, Londra, s.49.

13 Yapının ödülleri:

  • Affordable Housing: Designing an American Asset, National Building Museum’da sergilenmek üzere seçilen 18 mimardan birisi , Washington, DC, 2004, 28 Şubat-8 Ağustos.

  •  AIA New York State Design Award of Merit, 2003, Chelsea Court.

14 Daniel Bell kendisini “ekonomik olarak sosyalist, politik olarak liberal ve kültürel açıdan konservatif” olarak tanımlar. Aktaran: Dutton, T.A. Ed. 1996; 7.

15 Yapı aynı yıl The Home Depot Foundations’ın mükemmel tasarım ödülünü aldı.

16 Herald Tribune eleştirmeni Blair Kamin kaygılarını öncelikli olarak dile getiren kişilerden birisi. http://archives.chicagotribune.com (31.03.2009)

17 Her yıl ailece evimizde belli aralar ile dolapları gözden geçirir, kullanmadığımız eşyaları geri dönüşüm veya yeniden kullanım için gerekli yerlere veririz. Bir yıldan az bir süre içerisinde ne kadar eşya biriktiğini görmek beni her zaman şaşırtıyor. Başka bir araştırmam nedeni ile 18. yüzyıl nüfus ve vergi defterlerinde yazan miras listelerine bakmış ve hayrete düşmüştüm: Listeler, 8 şalvar, 1 üstlük, 14 tencere, 10 arşın keten diye sürüp gidiyordu. Bugün için mülkiyet sıralamamızda hiçbir anlamı olmayan nesneler, o zaman için büyük değere sahip olabiliyordu.

18 1995 yılında Kuzey Kıbrıs’ta kiraladığımız evimize yeni yerleşirken tesisat bağlantıları için gelen bir teknisyen evin sadece tek kanepe ve küçük bir yemek masası bulunan salonuna bakıp; üzülmememizi, gençlikte herkesin başına böyle sıkıntılar gelebileceğini söylemişti. Ben de zaten çevremde başka bir evsizlik travmasını zaten hissediyor, adını koyamıyordum. Savaş sırasında yaşanan göçmenlik insanları derinden etkilemişti. Birçok evin alabileceğinden çok fazla eşya ile dolu olduğunu gözlemlemiştim. Bireyler yitirme travmasını yeni yaşamlarında biriktirerek atlatmaya çalışmaktaydı.

Bu icerik 6796 defa görüntülenmiştir.