348
TEMMUZ-AĞUSTOS 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
DOSYA
MİMARLIKTA ELEŞTİRİ

Evsel Yaşam, Konut Tasarımı ve Narlıdere Folkart Konutları (1)

Özlem Erdoğdu Erkarslan

Yrd. Doç. Dr., İYTE Mimarlık Bölümü

Mimarlık eleştiri metinleri çoğunlukla kente simge olmaya aday yapılar için kaleme alınır; konut örnekleri bu açıdan fazla rağbet görmez. Oysa, içinde yaşadığımız kentlerdeki yapı stoğunun büyük bölümünü oluşturan konutlar için bir değerlendirme ve sınıflandırma yapılması, yapılaşmış çevrenin olumlu yönde değişmesi için bir fikir platformu yaratabilir. Mimarlık eleştirisinin konutlar ile daha az ilgilenmesi konut tasarımlarında sorgulanmadan kabullenilmiş kalıpların tekrar edilmesinden kaynaklanıyor kuşkusuz; kısacası önce ortada konuşacak bir şeyler olmalı... Eleştirilmediği için durağanlaşan, durağanlaştığı için eleştirilmeyen konut tasarımları arasından, en azından farklı tutum sergileyen örnekleri mutlaka değerlendirmek gerekiyor.

Folkart Konutları, İzmir’in konut sektörünün alışık olmadığı bir satış stratejisi ile pazara girdi. Gazetelerde yer alan reklamlarda yatırımcı şirketin bu proje ile ilgili olarak “İzmirlinin gerçek lüks konut standardını ilk kez Folkart projesi ile tanıyacağı” şeklindeki açıklamaları yer

aldı. (2) Sadece ekonomik statü üzerine kurulmuş bu kategori o kadar çok yinelendi ki, yapının neredeyse tek anlamı haline geldi: Ayrıcalıklı insanlar için ayrıcalıklı yaşam alanı...

Kent ve kentsel sınıflar her yerde olduğu gibi İzmir’de de biçim değiştirmektedir. Ama, mimarlık için konut, uzunca bir süredir standart konuttan kalıplaşmış konuta dönüştü. Gerçekten kimler oturacak çizdiğimiz konutlarda, nasıl yaşayacaklar sorgulamamıza gerek kalmadı; yaşamın kompartmanlaştığını yazan postmodern teoriler bizi ikna etti. Folkart Konutları’nda yeni bir biçim dili denendiği için bazı kalıplar sorgulanıyor. Gerçekten risk alan bir tavır olduğu için de üzerinde konuşulmayı hak eden bir yönü var bu yapının. Zira, artık ülkemizde inşa edilen çok katlı konutların çok azı bu niteliğe sahip. Bununla beraber, konutun formunun olduğu kadar programının da revizyona ihtiyacı var. Çünkü, programı revize etmeden salt formu revize eden yaklaşımlar, modern konutun birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini derinden yokedemiyor, yüzeyden bir onarım yapıyorlar. O yüzden de kentsel üst sınıflar alım gücüne sahip oldukları sürece gözden düşmüş yerleşimlerden daha gözde yerleşimlere  kayıyor. On yıldan az bir süre içerisinde yeni moda yerleşimler eskilerin arasına karışıyor. (3)

Mimarlık eleştirisi üzerine yapılan kuramsal çalışmalarda üzerinde önemle durulan iki konu vardır: Birincisi, eleştirinin yöntemi, ikincisi de eleştiri metninin yapıya ve onun ait olduğu bağlama mesafesi. Mimarlık eleştirisinde ürünün çözümlenmesi kadar tasarımcının da eleştirmen tarafından çözümlenip formüle edilmesi beklenir. Öte yandan okuyucu da, aynı beklenti içerisindedir; yani o da eleştirmeni çözümleyip sınıflandırmak ister. Eleştirinin yöntemi de burada devreye girer ve eleştirmenin hangi çerçeveden bu ürüne yaklaştığını açıklaması beklenir. Mimar tasarım aşamasında nasıl birden çok girdiyi sistematize edip bir sonuca varıyorsa, eleştirmen de benzer bir süreci izler. Bu açıdan yaklaştığımızda hem mimarın hem de eleştirmenin çoklu yöntemlere başvurabileceğini de kabullenmek gerekiyor. Eleştiri kuramları, yöntem açısından metinleri, göstergebilimsel, olgubilimsel, yapıbozumcu, psikanalitik ve feminist eleştiri olarak genel çerçeveden formüle etse de, metinler bunlar arasında gidip gelebilir. Eleştirmen kendi bilgi birikimine ve ilgi alanlarına öylesine bağımlıdır ki, tasarımcının zihnine girmeye ne kadar niyet ederse etsin, kendi niyetlerini daha çok yansıtır. (4) Bu eleştiride seçtiğim okuma yönteminin de feminist eleştiri ve psikanaliz arasında gidip geldiğini belirtmek istiyorum. Yapı türleri ile belli okuma yöntemleri arasında ilişki bulunur; tıpkı konut ve feminist eleştiri örneğinde olduğu gibi...

Feminist eleştiri yapılaşmış çevreye mimarlık mesleği ve kuramının dogmatik kategorileri ile bakmayı reddeder. Biçimin mükemmeliyetini, tutarlılığını, mantığını çözümlemekle ya da başka bir deyişle bedeni deşifre etmekle uğraşmaz; ama öte yandan bedenle yüzleşir. Yani, salt-görünür olana verilen değeri sorgular. Yapıya bakanların, kullananların, kısaca gündelik yaşamın gözünden kesitler almaya çalışır, mimarların hayal ettikleri idealize yaşam biçimleri ile gerçek yaşam arasındaki farklılıkları işaret eder ve nihayetinde yapılaşmış çevrenin ataerkil ve hegemonik sistemlere hizmet edip etmediğini kavramaya çalışır. Zira idealize yaşam biçimi, çekirdek aile üzerine oturtulmuş bir kavramdır ve diğer bütün alternatifleri bunun dışında bırakan bir ön kabuldür. Bu nedenlerden dolayı, bu eleştiride EAA’nın Folkart Konutları’nı aşağıdaki kavramlar ışığında okuyup değerlendireceğim.

  • Yabancılaşma (tasarımcının yabancılığı, kimi zaman bir özne olarak kendisini, kimi zaman kenti ya da yapıyı ötekileştirmesi, izole etmesi)

  • Beden, örtünme ve teşhir (konutun ve özel yaşamın mahremiyet sınırları)

  • Empati (gündelik hayatın örüntüleri ile yüzleşmek veya inkar etmek)

  • Süblim (yüceltme)

 

Eleştiri üzerine yapılan kuramsal çalışmaların yöntem dışında değindiği ikinci nokta olan eleştirel mesafe, zamansal bir aralığı işaret etmekle beraber, aslında kastedilen, dönem ruhunun hem sanatçıyı, hem eleştirmeni etkileme biçimidir. Barselona Pavyonu üzerine 2009’da yazmak başka bir şeydir; 1929’da yazmak ayrı bir şey... Folkart Narlıdere Konutları henüz yerleşime açılmadığı için bu eleştiri, bireysel bir yorum olacak. Juan Pablo Bonta, eleştiriyi eleştirel mesafe kriterine göre şu şekilde sınıflar: Pre-kanonik yorumlar, kanonik yorumlar ve yorumların yorumları... (5) Yapı kullanıldıkça yorumlanır, bu yorumların bazıları onay alır ve kanon haline gelir, onaylanmayanlar unutulur ve yorumların yorumları yapılır. Bu yazı da sürecin başlangıcında oldukça tekil bir yorumdur; ne kadarının toplumsal onay alacağını zaman gösterecektir.

Yabancılaşma: Çok Uzak-Çok Yakın

Mimarların tanımadıkları, içerisinde yaşamadıkları coğrafyada veya kültürde yaptıkları yapılar her zaman yerellik / yabancılık kategorileri ile eleştirilirler. Son otuz yıldır ise, daha çok yerel / küresel kategorileri kullanılıyor. Zira, yapı sektörü de uluslarası ekonominin sektörleri arasına girdi.

Günümüzün iletişim dünyasının, herkesi, her an mobil kıldığı koşullara rağmen, Türkiye’nin herhangi bir kentinde yerleşmiş bir mimarın başka bir kentte yaptığı yapının, yabancı mimar kategorisinde etiketlenmesi olsa olsa bölgecilik ve tutuculuk olarak değerlendirilmeli. Ama İstanbul biraz farklı; Türkiye’nin her köşesine eşit uzaklıkta, neredeyse New York civarlarında bir yerlerde... İzmir de popüler kültürde yabancılık açısından İstanbul ile yarışır. Bir yazar “Türkiye’den sıkılınca İzmir’e gidiyorum” diye yazdı çok yakınlarda... (6) Anlaşılacağı gibi, ne İzmir ne İstanbul, Türkiye’nin başka yerlerine pek benzemeyen yaşam biçimlerine sahip iki kent olmakla beraber, her ikisi için de üretilmiş popüler klişeler var. Folkart Narlıdere Konutları’nda bu klişelerin izlerini sorgulamak ve kültürel, sınıfsal yabancılaşmanın katmanlarını irdelemek istiyorum. (7)

Folkart Konutları yavaş yavaş yükselmeye başlayınca, basındaki haberlerde iddialı biçimde vurgulanan “Biz yapacağız, İzmir şimdiye kadar görmediğini görecek.” tonunda yapılan açıklamalardan edindiğim yabancılaşma izlenimlerine gözlerimle de şahit olmaya başladım. Yapı adasının sınırları boyunca sürekliliği korunan koyu kahverengi duvarlara dayanmış bir zırh tüm kompleksi sarmaladı, komşu parsellerden kendisini yalıtarak tekilliğini ortaya koydu. Çevredeki beyaz prizmalara inat, dalgalanarak uzanan teraslar tasarımın farklı tavrını adeta manifestoya dönüştürdü. Bir süre önce, her katın terasına saksı-ağaçlar yerleştirildi: Hepsi aynı mükemmel boyutlarda, kusursuz yeşil toplar, eğriler çizerek devam eden balkonlarda, dalların otoyola taştığı portakal bahçelerine nazır vaziyette tek tek konumlandırıldı.

Otoyol cephesinden bakarken tasarımcının burada nasıl bir yaşam kurgulamış olabileceğini düşünürken aklıma Ece Temelkuran’ın şiiri geliyor: “Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar? Yoksa akşam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar?” (8)

Arolat’ın binasının önünden her geçtiğimde Ece Temelkuran’ın şiirini zihnimde resmediyorum ve imgeleri dalgalı formdaki teraslara yerleştiriyorum. İzmir’de 1990’lardan beri yapılan üst ve üst orta gelir grubuna hitap eden konutların balkonlarında zaten kimseler oturmuyor, onun yerine klimalar çalışıyor. Temelkuran’ın çocukluğunda hatırladığı İzmirli kadınlar oturmuyor o balkonlarda... Arolat da kullanıcılarını hayal ederken Temelkuran’ın kadınlarını düşünmüş olamaz. Ancak hemen Folkart’a komşu adalarda yaklaşık aynı gabaride yükselen konutlarda da balkonlar var. Komşuları ile çay içen kadınları orada da göremiyorum, ama en azından o balkonlardan da pazartesi günleri halı ve kilimler sarkıyor, salı günleri de beyaz çamaşırlar dalgalanıyor. Sözünü ettiğimiz konutlar Folkart’taki fiyatların daha altında, ama İzmir konut piyasasına göre üst seviyelerde kalan bedellerle satıldı. Ama Folkart’ın balkonları 1970’lerden kopmuş nostaljik İzmir kadınlarına ait olmadığı gibi, komşu parsellerde yaşayan yeni İzmirliler için de değil sanki... “Bu konutlar İzmir için mi yapıldı?” sorusuna yanıt olabilecek biçimde Arolat, balkonları şöyle anlatıyor:

Narlıdere Konutları’na sadece İzmir’den değil, İstanbul’dan da talep var.[...] Sekiz katlı apartmanlar ama bir sürü sekiz katlı apartman gibi değil. Apartmanların karanlık, dehliz gibi girişleri vardır, merdivenleri de karanlıktır. Bu sitede iniş ve çıkışlar, ev yolculuğunu farklı kılan bir tarzda. İzmir’in balkonları meşhur, bizim proje de geniş teraslı. Bin ağaç dikiliyor şu anda. Ağaçların arasından evlere girilecek. (9)

Arolat, İzmir konutunda balkon kullanımının yaygınlığına dayanarak blokları çepeçevre saran terasların gerekçesini açıklarken, satır arasında bir de mesaj iletmiş oluyor: “Bu balkonlar, İzmir konut geleneğinden gelse de, onların bir kopyası değil; kaldı ki konutlar da sadece bu kentte yaşayanların yaşam biçimi düşünülerek tasarlanmadı.” Mimar, kent ve yapısı arasında belli bir sınır çekmiş oluyor kendiliğinden... Ama gerçekten böyle bir tasarımın arkasında İzmir balkonu ve kentin değişen toplumsal yapısı üzerine derinlikli bir gözlemin olması gerekir. Potansiyel kullanıcıların, EAA’nın maketinde teraslarda sembolize edilen ideal yaşam biçimlerine uymaması durumunda tasarımın tüm konsepti geçerliliğini yitirebilir. (Resim 1, 2)

Beden, Örtünme ve Teşhir

Her mimarlık düşüncesinin önünde sonunda bir bedene gereksinimi vardır. İçerikten yoksun salt bedenden ibaret ya da içeriğe hizmet etmeyen bedene sahip mimarlık ürünleri eleştiriliyor. Mimari içeriği beden olmadan tartışmanın gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Ancak, bu bedenin hangi toplumsal örgütlenmelere hizmet ettiğini sorusunu da gözardı etmemeliyiz. (10)

Narlıdere Folkart Konutları’nda birbirine zıt iki tür bedenleşme tutumu görüyoruz: Örtünme ve teşhir. Güney, doğu ve batı yönlerinde yapı adasını çepeçevre saran çelik konstrüksüyon bir zırh gibi blokları bir yandan sararken, öte yandan iklimsel kontrol sağlıyor. Ancak daha da önemlisi, zırh bu sitenin ayrıcalıklı kullanıcılarının çevrede yaşayan diğer yaşam biçimleriyle karşılaşmasına engel oluyor. (Resim 3-4) Steril yaşam biçimleri lüks diye nitelendirilen konut segmentleri için oldukça olağan bir tutum. Bununla beraber içerideki yaşantıya gösterilen duyarlılık kale gibi çevrilmiş yapı adası çevresinde görülmüyor. Hatta, konstrüksüyona eklenen ağaçlar da bu katı duvarı insancıl hale getirmeyi başaramıyor. Modern bireyin metropol yaşantısının problemlerinden kendisini yatlıma gereksinimi olduğunu biliyoruz. Ancak duvarın dışında kalanlar için de mimarın yapacakları olabilir mi? Başka bir deyişle, onları da tedirgin etmeden içeridekilere huzurlu yaşam alanı açmak mümkün müdür?

Zırh / sınır / kabuk, çelik strüktür ve ona asılmış küçük ağaçlar yardımı ile oluşturulmuş. Emre Arolat bu zırhı “dikey orman” olarak tanımlıyor ve filtre görevinden sözediyor. Filtreye toplumsal katmanlar nedeni ile gereksinim duyulmuş olması konutların ticari niteliği ile yakından ilişkili…

Folkart Narlıdere Projesi’nde, arazinin bulunduğu alanın topografik durumu, mevcut yapısal örüntüler, ulaşım ve yoğunluk gibi kentsel özellikler ile yörenin sosyolojik yapısı irdelenerek yorumlandı. Müstakbel kullanıcının çevresiyle kuracağı ilişkilerin hesaba katılması ile oluşturulan yapısal filtreler, projenin ayırdedici özelliği olarak bu yorumun ışığında tasarlandı. Hem yatayda hem de düşeyde alışıldık ölçülerin çok üzerinde yoğunlaştırılmış olan doğal doku, filtrelerin ana malzemesi olarak öncelendi ve bu bağlamda yapıların ayrılmaz bir uzvuna dönüştürüldü. (11)

Filtrenin kale bedenine dönüşmesini gerektirecek kadar güçlü toplumsal ayrımlar yok aslında bu çevrede; bu tamamen tasarımcının öznel seçimi... Çelik konstrüksüyonun gönderdiği mesaj dışarıda kalanlara karşı güvensizliği anlatıyor ve toplumsal farklılığı abartılı bir tonda söylüyor. (12) Yalnız malzeme değil, tekrar eden bileşenlerin boyutu ve açıklıkların orantıları da geçirgenliği en aza indiriyor. Öte yandan, Arolat’ın vurguladığı doğal doku, Batı mimarlığının Roma geleneğine dayanan doğaya hükmetmeyi ve onu mekanikleştirmeyi amaçlayan eğilimini yansıtıyor. Arolat burada, Corbusien çatı bahçesine tarihsel bir referans atıp, doğanın karşıtı yapay doğayı öneriyor.

Konutların kuzey yönünde otoyola bakan cephesinde her yönden izlenebilen, özel yaşamın olabildiğince teşhir edildiği bir cephe tercih edilmiş. Burada sadece teraslar ve cam cepheler ile geçirgen hale getirilmiş yüzeyler değil, aynı zamanda panoptik plan kurgusu da konutların iç mekân yaşantılarını tamamen savunmasız biçimde başkalarının izlemesine izin veriyor. Teraslarda yer alan jakuziler ise site içinde izle(n)menin günlük ve sıradan bir pratik olarak normalleştireleceği anlamına geliyor. Kuzey yönünde oldukça hızlı bir trafik akışına sahip İzmir Çeşme Otoyolu bağlantısı geçtiği için şeffaf cepheler bu açıdan “yabancı” gözlere kapalı. Metropol yaşantısı, iletişim araçları ve eğlence sektörü bireyleri eskisinden daha fazla izlenmeye alışık hale getirdi. Ama içerisi ve dışarısı ayrımı izleyenler için de getirilmiş: İzleme iznine sahip olanlar aynı sosyal statüyü paylaşıyorlar. Narlıdere Folkart Konutları’nda tüm iç mekânlar ve teraslar birbirlerini görecek biçimde düzenlenmiş. Arolat, konutların denize yönlendiğini belirtse de deniz birkaç kilometre uzakta kalan bir ufuk çizgisi sadece...

Dairelerde teras, salon, mutfak ve odaların büyük bölümünü çepeçevre sarıyor. Terasın tüm odaların önünde dolaşması bu mekânların bireyselliğini ya da mahremiyetini ikinci plana atıyor. “Kendine ait bir oda”ya sahip olsa bile, kendi başına olamamak çok kolay bir deneyim olmayabilir. Modern konutun şeffaflık ideali, yüzyıldır pek değişmeden evsel mahremiyeti eritme konusunda kararlılık gösterdi. Ancak, evsel yaşamın kendine özgü psikolojik temellerine duyarsız kalan mimarlık ve tasarım disiplinleri bu kalıbı sorgulamadan yinelemeye devam ediyor. Narlıdere Folkart’ı tasarlarken EAA’nın kendi kendine meşrulaştırdığı üzere, içsel yaşamların paylaşılabilir olduğunu hatırlatıyor ve herkese biraz izleme, biraz izlenme olanağı vererek dengeliyor. Böylece izleyen ve izlenen sürekli yer değiştirerek bir tür oyuna dönüşüyor, bedenler yeni peyzajların kendisi oluyor. (13) (Resim 3-8)

Hane Halkını Yeniden Düşünmek: Empati

Modern mimarlığın konut üzerinden kurduğu idealize yaşam biçimleri, aslında yüz yıllık bir teras fantezisi ile öğrenciliğimizden beri beynimize kazınmıştır aslında. Bu fantezi, Corbusier’den Mies’e birçok modernist mimarın konutlarının mimarlık tarihi kitaplarında idealize edilmiş modern yaşamın terasta huzur içinde oturan bir çiftin resmi ile temsil edilmesi yoluyla klişeleşmiştir. Folkart Narlıdere’nin terasları yerel konut geleneğinden çok, modernist mimarlığın kült imgeleri ile güçlü ilişkiler kuruyor. EAA’nın sergilenen maketinde küçük bir ayrıntı gibi görünen terasta şezlonga uzanmış çift klişesi, aslında derinlerde modern mimarlığın idealize bir yaşam biçimi ve kullanıcı profilini sorgulamadan kabul etmesini gösteriyor. Kimdir bizim kullanıcılarımız? Folkart ve benzeri konut projelerinde kullanıcıları eşbenzer kılabilecek tek ortak özellik aynı gelir gruplarından olmalarıdır. Bunun dışında, hane halkı çekirdek aile olarak kabul edilmiş görülüyor. “Normlara uygun” bir yaşam sürüyor olsak bile, bir gün aniden “norm dışı” kalamaz mıyız? (14)

EAA’nın Folkart Konutları, yarı kamusal alanlar için getirdiği revizyonu ev yaşantısı konusunda getirmeyerek kalıplaşmış bir plan kurgusunu takip etmiş. Dairelerin mekân kurguları EAA’nın başka konut projelerinden farklı olmadığı gibi, çok esnek de değil. Burada, kullanıcı sadece ekonomik göstergelere dönüştürülerek, tekil bir yaşam biçimi üzerine program geliştirilmiş. (15) Bu programda çok çocuklu veya bebekli aileler, tekerlekli sandalye ya da yürüme desteğine gereksinimi olan yaşlılar yok. Teraslar her annenin korkulu rüyası olabilecek denli tehlikeli, koridorlardan odalara giriş tekerlekli sandalyenin dönemeyeceği açılarda, hatta bazı dairelerde engellilerin tuvalete girmesine bile olanak yok. Oysa, Folkart’ın standardında alım gücüne sahip, ama özel gereksinimleri olan hane halkı gözardı edilmiş oluyor. Modern mimarlığın savaş sonrası Anglosakson kültürler için ürettiği minimum konutun klişeleri mimarların belleğinde o denli güçlü şekilde yerleşiyor ki, konutun standardı ne olursa olsun, plan şeması aynı kalıyor. Yani hanehalkının değişken gereksinimleri yalnızca oda sayısı ve metrekareye indirgeniyor.

Konutta ezbere dökülmüş plan kurgusunun ilk habercisi yaşam alanı ve mutfak ikilisi... Burada konutun tekil bir hane halkı tarafından kullanılacağı varsayımından hareketle, cümle kapısı ve mutfak kapısı karşılıklı konumlandırılıyor. Mutfağın mahremiyet derecesinin görece az olduğu ön kabulüne dayanarak, konukların genel yaşam alanı ve mutfağa gözatmasına izin veriliyor. Ancak her gün sekiz saat yardımcıların çalıştığı konutlarda bile mutfak, mimarlık dergileri için çekilmiş pitoresk bir öge olarak kalmaz; kendine özgü karmaşası ve rutini ile çok özel bir alandır. (16) Gerçekte hane halkında hangi birey mutfaktan sorumlu ise, her an kapı çalındığında teftişe hazır konumda beklemek onun için oldukça huzursuz edicidir. Lüks konutlardaki alışılmış yaşam biçimlerinden bir tanesi de ev yardımcıları olduğu için onları da hane halkına dahil etmek gerekir. Oysa, konvansiyonelleşmiş konut planlarının içerisinde günümüz koşullarına yanıt vermeyen bir nokta da evde istihdam edilen bireyin mekân gereksinimi: Mutfakta otursa olmaz, yaşam mekânında zaman geçirmesi zaten mümkün değil... Ne evin parçası ne de tamamen yabancı? Burada ev yardımcısına özel bir mekân ayrılmasına gerek kalmaksızın, holün görsel açıdan biraz korunaklı bir köşesinde ya da mutfaktaki kahvaltı köşesinden yalıtılmış bir niş bile bu gereksinime yanıt verebilir.

Günümüzde pek çok birey iletişim teknolojilerinin de yardımı ile ev-ofis çalışıyor. Elli yıl öncesinin ev hanımı, aile babası ve iki çocuğu için tasarlanmış bu plan kurgusu günümüz yaşam biçimine hâlâ uyuyor mu? (17) Planda özel yaşam ve aşırı mahremiyet zonunu teşkil eden bir kapı görülüyor ki, bu kapı ıslak hacimler ve yatak odalarını bağlıyor. Her ne kadar tasarımcı öyle düşünmüş bile olsa, bu odaların hepsi yatak odası olarak kullanılmak zorunda değil. Bir tanesini ofise çevirdiğinizde asistanınız ya da müşterinizle yapacağınız kısa bir görüşme için evin hangi mekânını seçebiliriz? Ofis ekipmanına sahip olmayan yaşam odasını mı, mahremiyet zonuna girmiş odalardan bir tanesini mi? Mimarın planda sorgulamadan çizdiği bir kapı ve bir koridorun yeri, aslında içsel yaşamlarda çok şeyi farkettiriyor. Konut tasarımında kemikleşmiş bu kanon, sadece yüzölçümü ve satış fiyatı açısından birbirinden farklı, ama özünde aynı kurguya sahip şemaları beraberinde getiriyor. (Resim 9)

Seçkincilik ve Süblim

“Süblim”, bilindiği üzere estetik ve felsefe kuramlarından disiplinimize girmiş bir kavram ve Türkçe karşılığı “yüceltme” sözcüğü ile yaygın olarak ifade ediliyor. 18. yüzyıldaki estetik kuramları içerisinde nüanslar ile tariflenmiş olan bu kavram, gözle görülen ürünün zihnimizde uyandırdığı tartışmasız yüksek değer olarak tarifleniyor. (18) Süblim, erişilmesi hedeflenen bir estetik kategori olmakla beraber, mekânın süblimleşmesi son derece tartışmalı bir mesele olageldi. Bu yazıda eleştirel bir kavram olarak üzerinde durulmasının nedeni, evsel yaşamın günlük rutininin gerçekten süblimle yüzleşmeye müsait olup olmadığı sorusu ile ilişkilidir daha çok.

EAA’nın 1985-2005 arasındaki çalışmalarını içeren monografında mimar, sadece ne tasarladıklarını değil, neye rağmen tasarladıklarının ısrarla altını çiziyor. Monograftaki açıklamalarda tasarımın önündeki engeller olarak kimi zaman aşırı sınırlayıcı imar kodları, kimi zaman yapı alanının yakın çevresinin niteliksiz kentsel dokusu, kimi zaman da tasarımın ruhuna yaklaşamayan müşteriler belirtilmiş. (19) Mimarlık disiplininin içinde saklı olup, meslek insanlarına öğretiler, gelenek, formal eğitim ya da mimarlık medyası aracılığı ile aktarılan bir seçkinciliğin ipuçları olarak değerlendirilebilir bu yaklaşım. (20) Daha henüz tasarım aşamasında kendi yapımızı diğerlerinin (yapıların, insanların, yasaların) üzerinde bir yerlerde konumlayarak işe başlıyor ve meslek insanları olarak istisnasız hepimiz az ya da çok bu davranış kalıbını tekrar ediyoruz. Mesleğin geleceği açısından Rönesans’tan bu yana mimarların damarına işlemiş “egemen psikolojisi"ni sorgulamak gerekiyor. Süblim, her ne kadar mimari ürünle ilgili bir kategori de olsa, başlangıcını mimarın kendi kendini tanımlama biçimi teşkli ediyor. (Resim 10)

EAA’nın Literatür tarafından yayımlanmış monografında, İhsan Bilgin’in iki eleştiri yazısı bulunuyor. Bu yazılar ayrı tarihlerde kaleme alınmış ve birincisi Emre Arolat’ın kişisel kariyerinin erken dönemlerinden başlayarak EAA’nın 2005 yılına kadar olan dönemi “Şüphe... Arayış... Soluklanmalar” başlığı altında anlatırken, ikinci yazı Mies van der Rohe Ödülleri’nde “ödülü adayı” olan Antalya’daki Minicity Maket Parkı tasarımı sonrası ürünlere ithafen “Görgü ve Tecrübe” başlığı ile mimarın kariyerinin kararlılık düzeyine nasıl geldiğini anlatıyor. (21) Her iki yazıda da Bilgin, EAA tasarımlarında “yeni dil” ve “yaratıcılık” olup olmadığını sorgularken, salt yapının fiziksel varlığını oluşturan elemanlara ve oluşturulan biçimsel gramere bakıyor. Bilgin de EAA tasarımlarını yorumlarken, süblimden söz ediyor; hangi bağlamda kullandığını açıkça ifade etmese de, bunu Arolat’ın arayış dönemlerinde ertelediğini belirtiyor. Bilgin, olgunlukla beraber EAA’nın tasarımlarında üst kavram olarak süblim arayışına girdiğini açıkça vurgulamasa da, ima ediyor. Dahası, Bilgin de seçkinci jargonu kullanıyor:

Modern yerleşme kültüründen yoksun bir çevreye, son yılların yeni yerleşme alanı olan Çekmeköy’e yapılan proje de benzer şekilde mesafeli ve soğukkanlı bir “görgü aşısı” olarak değerlendirilebilir. Beceriksizlik nedeniyle sağa sola serpiştirilmiş, saçılmış evlerden, bu evlerle kurulmuş bloklardan, bloklardan arta kalmış tarifsiz boşluklardan oluşmuş bir çevrede modern mimarlık kültürünün inşaat pratiği karşısındaki özerkliğini ve gücünü sınayan bir girişim olarak yorumlanabilir. (22)

Şimdi, tekrar Folkart Konutları’nda tasarımcısının filtre olarak adlandırdığı konsepte dönelim. Buradaki filtreyi de aslında bir “görgü aşılama” niyeti olarak algılayabilir miyiz? Daha önce alıntılanan Arolat’ın açıklama notunda belirttiği gibi, yapıyı çevreleyen çelik konstrüksüyon, toplumsal ayrışmayı mı ifade ediyor, yoksa görsel bir ayrışmayı mı? Başka bir değişle bu zırh, dışarıdakilerin içeriyi görmesine engel olduğu kadar, kullanıcıların da dışarıya bakmalarına engel oluyor. Tasarımcı burada kendi yapıları ile çevredeki ‘görgüsüz’ yapılar arasındaki diyaloGu kesiyor... Gerçekten de geçirgenliği çok azaltılmış bu konstrüksüyon sayesinde, giriş holüne girdikten sonra kentsel doku ile ilişki kesiliyor ve tasarımcının kontrolü altında bulunan alternatif bir mekân, konvansiyonel konut kurgularında dairelerin baktığı kentsel dokunun yerini alıyor. İşte burada, Emre Arolat süblime yaklaşmayı hedefliyor. “Süblim” kavramı “ev” ile birarada olabilir mi? Çünkü bazı daireler tam veya yarım cephe ile bu hollere bakıyor. Gerçekten iyi tasarlanmış olmalarına karşın sözünü ettiğimiz holleri kullanan daire sahipleri, “süblim ile ev birarada olabilir mi?” sorusuna kısa zamanda yanıt vereceklerdir.

Folkart Narlıdere Konutları biçim dili açısından radikal, kararlı ve biricik tasarım olma niteliklerini taşıyor. EAA’nın önceki çalışmalarından elde ettiği tüm birikimlerini, özellikle çevredeki kentsel dokunun kontrolü açısından en iyi biçimde yansıtıyor bu bloklar. Program ve mekân kurgusu olarak konuta ilişkin klişelere yapışmış olsa da, görsel klişelerin mümkün olduğunca bir kenara atılıp yepyeni bir envanter yaratılması için verilen çaba açıkça görülüyor. Konutların yarı kamusal alanları sayılan giriş holleri, tektonik ve mekân kaliteleri açısından tartışmasız yeni bir dile sahip. Çok katlı konut tasarımında en sorunlu noktalardan biri olan giriş holleri ve merdiven gibi yapı elemanları, bu tasarımda ışık ve malzemenin etkisi ile yapıya kimlik veren öğeler haline gelmiş. Konvansiyonel örneklerde “kimsenin yeri” sayılabilecek giriş holleri, Folkart Narlıdere’de güçlü imgeler olarak hafızaya tutunuyor ve evin bir parçası olduklarını kanıtlamaya çalışıyor. (Resim 6-8) Bir anlamda Folkart Narlıdere’nin müstakbel kullanıcıları bu imgeyi de satın almış oluyor. Topraktan kopmayı modern bireyin en önemli sorunlarından biri olarak gören Turgut Cansever’in çok katlı konutun iç dünyamızda travmalara yol açtığı eleştirilerine referansla, Emre Arolat, Folkart Narlıdere Konutları’nda yeniden yorumladığı giriş holleri yardımıyla, hangi katta oturursa otursun bireyin toprak ve arazi ile aidiyet ilişkisini kurarak yine de bireye tutunmaya çalışıyor. (23)

 

Proje Künyesi:

Mimari Proje: EAA

Proje Sorumlusu: Eda Yazkurt

Proje Ekibi: Gonca Çırakoğlu, Ufuk Berberoğlu, Nazlı Tekin Sarıyar, Gözde Sazak, Selin Biçer, Mert Kıral, Efe Gözen, Benay Gürsoy, Sevgi Yener, Didem Cengiz, Gamze Doğan

Proje Yeri: Narlıdere-İzmir, Türkiye

Proje Tarihi: 2006

Yapım Tarihi: 2007-2008

Toplam İnşaat Alanı: 70.000 m²

İşveren: Folkart Yapı

Yapımcı: Folkart Yapı

Statik Proje: Balkar

Mekanik Proje: Beta Teknik

Elektrik Proje: HB Teknik

Tesis Yönetim: YKS

Maket: EAA


NOTLAR

  1. Bu çalışmada kullandığım ortografik ve aksonometrik çizimler EAA - Emre Arolat Architects özel koleksiyonundan alınmıştır. Katkılarından dolayı teşekkür ederim.

  2. “[…] İzmir’de bir lüks konsept eksiği var. Üç yıl önce gittiğimde dedim ki; ‘Artık çalışmaktan yoruldu(m), kendime şehrin en güzel evini alıp orada yaşayacağım.’ Ama en güzel yeri bulamadım. İzmir’de lüks konut açığı var. Daha sonra inşaata olan merakımla İzmir’in bu yönünü kapatmak gerektiğine karar verdim. Aslında şehirde potansiyel var ama yatırımcı risk almıyor. Bu potansiyeli göremiyor. Risk alma yönümüz eksik. Bu nedenlerle İzmir’i seçtik.[...] Kaça satacağımıza henüz karar vermedik ama kâr etmek önemli değil. Çünkü biz marka olmak istiyoruz ve bunun da maliyetleri var. Orada lüks sayılabilecek konutlardan % 10-20 aralığında daha pahalı olur. Lüks konut nasıl yapılır göstereceğiz.” Sancak, M. 22 Temmuz 2007 tarihli Sabah Gazetesi.

  3. Alım gücü olmayanlar zaten sistemin başat aktörleri olmadığı için, onların derdiyle ilgilenecek zaman da ayıramıyoruz. Oysa ki, modern mimarlığın öncüleri için şimdi önemsemediğimiz toplumsal grupların sorunları öncelikli kılınmıştı. Günümüzde “öncelikli grup” terimi, belli bir alım gücünü temsil ediyor ve mimarlık da inşaat endüstrisinin bir parçası olarak bunu eleştirmeden kabulleniyor.

  4. “Niyet” sözcüğü karşılığında Attoe Wayne “biases” karşılığını kullanır. Ben de bunu aynı anlamda kullanıyor, Türkçe’de niyetin “iyi niyet-kötü niyet” ikileminde oturduğu ahlaki zemini kastetmiyorum. Attoe, W. 1978, Architecture and Critical Imagination, The Unwin Brothers Limited, Londra.

  5. Bonta, J.P. 1976, Architecture and Its Interpretation, Lund Humpshire Publishers, Londra.

  6. Özdil, Y. 15 Mart 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi.

  7. Tasarımda ötekileştirmenin farklı yorumlarını özetlemesi açısından ileri okuma için: McLeod, M. 2000, “Everyday and Other Spaces”, Gender Space and Architecture, ed. Jane Rendell, Barbara Penner ve Iain Borden, Routledge, Londra ve New York.

  8. “Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar? Yoksa akşam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar? Hesapsız kahkaha atmasını... Ağzında şeker yuvarlar gibi dedikodu yapmasını... Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini... Yeni yıkanmış balkonların ılık betonunda pembe topuklarını gezdirmesini... Erken yaşta rakı içmesini ve şarkıların en efkârlısını gecenin sonuna saklamasını... ‘Asfalyaları attığı’ vakit ‘efelik’ yapmasını... Çatlata çatlata oynamasını... Takıp takıştırıp püfür püfür salınmasını ve daha neleri neleri... İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları, güngörmüş adamlar bilir ‘İzmirli kadınlar’ dendi mi, işte orada durmasını…” Ece Temelkuran

  9. http://www.nuveforum.net/699-mimarlik-fakultesi

    /19631-rptj-mimar-emre-arolat/ (Mayıs 2009)

  10. Agrest, D. 2000, “Architecture from Wihout: Body, Logic and Sex”, Gender Space and Architecture, ed. Jane Rendell, Barbara Penner ve Iain Borden, Roultledge, Londra ve New York.

  11. Emre Arolat, yayımlanmamış proje açıklama notu.

  12. Karaman, F. 2009, “Mimarlık ve Psikanalizin Kesiştiği Yer olarak Ev ve Yer”, Ege Mimarlık, sayı:1, s.15.

  13. Porteous, D. 1986, “Bodyscape: Body-Landscape Metaphor”, The Canadian Geographer, sayı:30/1, ss.2-12.

  14. Bir trafik kazası, bir yaşlının bizim bakımımıza gereksinim duyduğu için ailemize dahil olması, heyecanla beklediğimiz ve hangi üniversiteye yollayacağımızı düşündüğümüz bebeğimizi kucağımıza aldığımızda doktorun, onun otistik olduğunu söylemesi, sağlıklı bir yaşam süreceğimizi düşlerken 50 yaşında parkinson hastalığına yakalandığımızı öğrenmemiz, tek bebek beklerken aniden üçüz geleceğini haber almamız bir anda bizi “norm dışı” bırakmaz mı?

  15. Knecht, B. 1999, “Special Needs and Housing Design: Myths/Realities/Opportunities”, Design and Feminism: Re-Visioning Spaces, Places and Everyday Things, ed. Joan Rothschild, Rutgers University Press, Londra.

  16. Golombisky, G. 1999, “Ladies’ Home Erotica: Reading the Seams Between Home-making and House Beautiful”, Journal of Magazine and New Media Research, sayı:1/1.

  17. Hermanuz, G. 1999, “Outgrowing the Corner of the Kitchen Table”, Design and Feminism: Re-Visioning Spaces, Places and Everyday Things, ed. Joan Rothschild, Rutgers University Press, Londra.

  18. Estetik kuramlar içerisinde konuyu çok derinlemesine inceleyen çalışmalar bulunmakla beraber, bu kavrama ilişkin nüansları karşılaştırarak kısaca özetlemesi açısından, Ek, F. ve D. Şengel, 2007, “Piranesi, Between Classical and Sublime (1)”, METU JFA , sayı:24/1, ss.17-34.

  19. Bilgin, İ. 2005, Emre Arolat, Monograf, Literatür, İstanbul.

  20. “Seçkincilik”, elitizm gibi sınıfsal bir karşılıkta değil, kendini üstte görme karşılığında kullanılmıştır ve bireysel bir davranış kalıbını ifade eder.

  21. Bilgin, İ. 2005, “Şüphe... Arayış... Soluklanmalar”, Emre Arolat, Monograf, Literatür, İstanbul, ss.8-20; “Görgü ve Tecrübe”, ss.194-200.

  22. Bilgin, 2005, “Şüphe... Arayış... Soluklanmalar”, Emre Arolat, Monograf, Literatür, İstanbul, s.197.

  23. Cansever, T. 2002, Kubbeyi Yere Koymamak, İz Yayıncılık, İstanbul.

Bu icerik 8078 defa görüntülenmiştir.