351
OCAK-ŞUBAT 2010
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Kargı Köyü
    Mehmet Emin Yılmaz, Y. Mimar, Restorasyon Uzmanı

YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİK

11. İstanbul Bienali

Nazlı Gürlek
Sanat tarihçisi, küratör ve yazar

Antrepo No.3, Tütün Deposu, Feriköy Rum Okulu, 12 Eylül-8 Kasım 2009

İnsan neyle yaşar? İlk olarak, Bertolt Brecht ve Kurt Weill'in 1928 tarihli "Üç Kuruşluk Opera" adlı eserlerinde ortaya atılan bu soru, 11. Uluslararası İstanbul Bienali'nin kavramsal çerçevesini oluşturdu. Küratörler, Zagreb merkezli küratöryel kolektif What, How and for Whom (WHW) (Ne, Nasıl ve Kimin İçin), katalog metinlerinde amaçlarının, Bienal'i eleştirel düşüncenin yenilenmesine ve kapitalist dünya düzeninin meydana getirdiği sorunları tartışmaya zemin hazırlayacak bir "meta-araç" olarak tasarlamak; aynı zamanda da Brecht'in prensipleri ışığında sosyal düzende meydana gelmesi muhtemel değişiklikleri tetiklemek olduğunu belirtiyorlar. Yakın dönem dünya tarihinde yer edinmiş kimi olaylar üstünden bellek ve akla hitap eden, açıkça kapitalizm ve globalizasyon karşıtı söylemiyle 11. Bienal, İstanbul Bienalleri tarihine kuşkusuz en radikalleri olarak geçti.

İstanbul Bienali sergileri, 22 yıllık tarihi boyunca daima kentle direkt ilişki içinde düzenlenmişlerdir. 11. Bienal ise, beklenenin aksine, dikkatini kentsel ve mahalli ölçekten Türkiye'yi çevreleyen o "sıcak" topraklara doğru genişletmeyi seçmişti. Orta Doğu, Eski Sovyetler Birliği, Balkanlar ve Türkiye'den oluşan bu "sıcak" bölgenin dünya gündeminde gittikçe artan bir ilgi ve dikkatle gözlendiği aşikâr; ancak bölgeyi sanatsal, kültürel ve sosyal oluşumları açısından ele alan popüler bir düşüncenin ne Batı'da ne de Doğu'da varlığından bahsedemeyiz. Bienal küratörleri, bölgenin çok katmanlı ideolojik, sosyal ve kültürel yapısını irdeleyen araştırmalar üstünden, "yeni dünya düzeni"nin gündemdeki sorunlarını ve insan yaşamı üstündeki kötü etkilerini incelemeye aldılar. Bu durumda, Bienal'e katılan 70 sanatçının (1) % 45'inin söz konusu ülkelerden geliyor ve Batı sanat çevreleri tarafından tanınmıyor olması şaşırtıcı değil.

Küratöryel gündemin dominant teması Marksizm, sergi mekânlarına serpiştirilmiş Brecht alıntılarıyla da birleşerek, retorik bir açmaz gibi yükselebilir, ya sergiyi ya da kavramsal çerçeveyi birbirlerine kıyasen ikincil duruma düşürebilirdi. Ancak, WHW durumu, çoğunluğu sol siyasi içerikli ve Marksist/kolektivist temelli işlerden oluşturarak çözmüş. Esasen, bu tavrın muzipçe bir mizah anlayışını barındırdığı öne sürülebilir: İzleyici sergiyi, Kiril alfabesi türevi harflerden oluşan işaretlerin rehberliğinde soldan seyrederek izlemeye yönlendirilmekteydi.

Kentin Avrupa Yakası'nın farklı merkezî noktalarında (Tophane, Karaköy ve Şişli) bulunan üç binaya yayılmış olan 11. Bienal, rahat izlenir ve kolay anlaşılır sergilerden oluşuyordu. 3 numaralı Antrepo'daki ana sergi oldukça konvansiyonel bir biçimde düzenlenmiş, iyi aydınlatılmış bir “white cube” sergisi olarak tasarlanmıştı. Kimi daha güçlü yapıtların bütünü taşıdığı sergideki çoğu yapıtta, sanatta günün trendlerinden olan kopyalama, toplama ve biriktirme eğilimlerini takiben; tekrarlama, dağıtma ve çoğaltma stratejilerinin kullanılmış olduğu görülüyordu. Taşkent'li Sovyet kavramsal sanatçı Vyacheslav Akhunov'un işleri bu eğilimin öne çıkan örneklerindendi. Sanatçının “Sineklik Devrimi” (1977) adlı yapıtı, sinek raketi tasarımlarının fon olarak kullanıldığı bir kolaj-desen dizisinden oluşuyordu. (Resim 1) Üzerlerine komünist kahramanların resimleriyle çeşitli devlet işaret ve sembollerinin yerleştirildiği bir dizi raketten oluşan yerleştirme, tipik komünist ikonografinin estetiğinin sınırlarını yeniden keşfederken, ideolojik düzenin işleyişine dair ipuçları da barındırıyordu. Sanatçının Bienal'de yer alan bir başka işi “1 m2“ başlığını taşıyordu. (Resim 2) Bu yapıt, sanatçının 1976-1991 tarihli çizim defterlerinden derlenmiş bir grup reprodüksiyon, çizim ve planın bir metrekarelik bir alana yayılmış olan kibrit kutularının içlerine yerleştirildiği bir çalışmadan ibaretti. Bu mekânsal düzenlemeyi özellikle ilginç kılan ayrıntı, ülkenin propaganda ikonografisiyle Sovyet sanatçının yıllara yayılmış üretiminin retrospektifini böylesine dar bir alanda incelikli bir hamleyle bir araya getirmesiydi.

Mekânsal anlamda ilginç işlerden bir diğeri ise Lisi Raskin’in 2008 tarihli “Kontrol Odası”ydı. (Resim 3) Soğuk Savaş dönemine göndermeleriyle ünlü sanatçının, Feriköy Rum Okulu'nun bir odasını kendine mekân edinmiş olan bu yerleştirmesi, kağıt gibi geri dönüşümlü ve strafor gibi endüstriyel malzemelerle oluşturulmuş heykellerle bir kontrol üssünün canlandırmasıydı. Terkedilmiş bir bilim-kurgu filmi setine benzer bu mekânsal düzenleme, izleyicinin içinde dolaşabildiği ancak işlevlerinden arındırılmış nesnelere bakmakla yetinmek zorunda bırakıldığı psikolojik yönü güçlü mekânsal bir düzenlemeydi.

Feriköy Rum Okulu'nda karşımıza çıkan Sandi Hilal, Alessandro Petti ve Eyal Weizman isimli üç mimardan oluşan decolonizing.ps grubu, “Geri Dönüşler” (2003) adlı projelerinde İsrail “işgal mimarisini” yeni kullanımlara açmanın yollarını araştıran bir enstalasyon çalışması geliştirmiş. (Resim 4) Grup projeye ilişkin niyetini şu şekilde açıklıyor: “Projemiz bir sömürgeden çıkarma sürecinin uzamsal boyutunu ifade etmek için mimarlığı kullanır. İsrail'in sömürge ve askerî üslerinin boyunduruğun en acımasız aygıtları olduklarını akılda tutarak, bu binalara el koymanın tek yolunun mimarlıkla ve plancılıkla ilgili bir dil kullanmaktan geçmediğini, bu konuya yönelik en tutarlı yaklaşımın çeşitli kültürel ve politik perspektiflerle birçok birey ve organizasyonun katılımını sağlayacak bir 'spekülasyon arenası' açmakla mümkün olabileceğini kabul eder”. (2) Okul'un sınıflarından birine yerleştirilmiş olan bu çalışma, sıralara monte edilmiş beş adet kitap ve büyük ekran bir videodan oluşuyordu. Dökümanter bir üslupla bir araya getirilmiş kitaplarda ve videoda planlar, çizimler, notlar, fotoğraflar ve analizler, İsrail yerleşimlerini ve askerî üslerini kavramsal yaklaşımlarla dönüştürmeye dayalı yöntemler öneriyordu.

Neticede 11. İstanbul Bienali, sanatın eleştirel potansiyelini yitirdiğine dair hararetli tartışmalar ve son dönem güncel sanat pratiklerine hakim olan bireysel hikayelerle subjektif mitolojilerden yorulmuş sanat izleyicisine farklı bir deneyim sundu. Ortak ilgi alanları ve temalar üzerinden bir ağ gibi birbirlerine örülmüş yapıtların bir araya gelerek anlamlı bir bütünü meydana getirdiği Bienal, hem sanatın toplumdaki rolü üstüne yapıcı bir sorgulama süreci, hem de dünyevi bir farkındalık geliştirme konularında başarı gösterdi. Ancak, deneyimden eksik kalan önemli bir şeyler olduğu gerçeğini de söylemeden edemeyeceğiz ki bu, sadece sanatın sahip olduğu o eşsiz cazibesini ve hayal gücünü tetikleyebilme potansiyelini onun bilmeceli karakterinde bulan Theodor Adorno'ya bir yakınlık olsa gerek.

NOTLAR

. Çoğunluğu 40 yaş altı sanatçılardan oluşan Bienal katılımcıları arasında kadınlar ile erkekler hemen hemen eşit sayıda. Bir diğer ilginç bilgiyse, 70 sanatçıdan yalnızca 22 tanesinin ticari bir galeriyle çalışmakta olduğu.

2. “İnsan Neyle Yaşar?” Rehber, 2009, İstanbul Kültür Sanat Vakfı, İstanbul, s.94.

Bu icerik 4135 defa görüntülenmiştir.