351
OCAK-ŞUBAT 2010
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Kargı Köyü
    Mehmet Emin Yılmaz, Y. Mimar, Restorasyon Uzmanı

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: MİMARLIK VE EĞİTİMİNDE “KALİTE / YETKİ VE SORUMLULUK”

V. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın Ardından…

▼▼▼

Küreselleşme ve Adaletsiz Gelişmenin Görünür İşaretleri Üzerine Notlar

Güven Arif Sargın

Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü Başkanı

Son dönemlerde yazılmış en duru ancak bir o kadar da etkileyici metin, David Harvey’in Küresel Sermayenin Mekânları: Adaletsiz Coğrafî Gelişmenin Bir Kuramı (Spaces of Global Capitalism: A Theory of Uneven Geographical Development) başlıklı kitabıdır. (1) 2006 yılında ders notlarının derlenmesiyle elde edilmiş bu metin, hem küresel kapitalizmin mekânsal izdüşümlerinin tarihsel nedenselliğini dikkatlice irdeler, hem de bu süreç sonrası ortaya çıkan yeni, ancak beklenildiğinden daha da yıkıcı/kuralsız durumu kuramsal bir çerçevede tartışmaya açar. Harvey’in, Avrupa’daki seçkin eğitim kurumlarında verdiği bir dizi derse ait notların eriştiği bilimsel nitelik yadsınamayacak derecede ortadadır: İster, küresel sermayenin ironik de olsa demokratik enginliğinden dem vurarak, bu yeni durumu liberal bir söylemle kutsayın, ister kapitalizmin içsel çelişkilerinin bir tür tezahürü olarak erişilen mekânsal fetişizmi keskin bir muhalif retorikle sorgulayın, Harvey’in kuramsal çerçevesinde, kolay kolay reddedemeyeceğiniz bir noktaya ulaşılacaktır. Harvey, kitabın başlığına da koymayı ihmal etmediği bir gerçekliği, olanca sakinliği ile ayrıntıda bize sunmaktadır; bu, “adaletsiz (ya da eşitliksiz) bir gelişme”nin ta kendisidir (uneven development).

Son on yıldır düzenli bir şekilde yinelenen ve beşincisi bu kez, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin evsahipliğinde başarıyla gerçekleştirilen kurultayın üç güne yayılan tüm oturum ve kapanış tartışmalarında, yukarıda Harvey’e atfen öne çıkarmaya çalıştığım, “adaletsiz (ya da eşitliksiz) gelişme kuramı”nı doğrular verileri (bilgiyi) yakalayabilmek olası görünüyordu. Bu savın, ifrada kaçmış siyasi bir retorikten ibaret olduğu ya da kurultay içerisinde kısmen dillendirilmiş olmasına karşın, kurultayın ana teması/çerçevesine denk düşmeyen, entelektüel bir oyuna dayandığı söylenebilir. Ancak, Harvey’in dile getirdiği “adaletsiz gelişme” kuramı, artık salt siyasi bir retoriğin çok daha ötesindedir ve beğenelim ya da beğenmeyelim, mimarlık gündemimize yeni bir yük getirmektedir. Ve bu yeni yük, entelektüel bir oyundan çok daha fazlasını içermektedir.

Bu noktada önemli bir konuya özellikle değinmem gerekir. Kurultayların farklı misyonları sözkonusudur; öte yandan, mimarlar topluluğunun danışma meclisi sayılacak bu tür etkinliklerin iki temel işlevi olduğunu savlamak da yanıltıcı olmayacaktır.

Birinci işlev, mevcut sorun ve olası çözümleri, modelleri, yöntemleri yineleyerek, bilgi akışını düzenli biçimde sağlamak ve bir anlamda öncelikle, meclisin sürdürülebilirliğine meşruiyet kazandırmaktır. Bunun “pejoratif” (olumsuzlayıcı) bir yargı olmadığının altını çizmek isterim. Her cemaat gibi mimarlar topluluğu da değişen koşullar altında kendi meşruiyetinin arayışında olmalıdır. Dolayısıyla, sorunları ve çözümleri kamusal alana taşıyan bir meşruiyet arayışının, doğru ve öncelikli bir görev olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, son beş yıldır sürdürülen tartışmalar, basit yinelemelerin ötesindedir; pragmatik bir yarar sunar ve mimarlık ediminin, eğitim veya değil tüm ortamlardaki somut nedenselliğini meşru zeminlerde somutlaştırmaya çalışır. Lacancı bir jargon kullanmak gerekirse kurultaylar, “ayna-etkisi” yaratarak, kendi nedenselliğimizin sonsuz yansımaları olarak kimlik inşamızın araçlarına dönüşmektedir. Bu bağlamda, Mimarlar Odası ve eğitim kurumlarının katkılarıyla yinelenen kurultayların çok önemli bir görevinin olduğu açıktır.

Devam etmek gerekirse; kurultayların ikinci işlevi, yeni bakma biçimleriyle farkındalığımızın, karmaşık bir düzlemde yeniden kurulmasıdır. Bu paralelde olarak, sözü edilen kurultaylar, yinelenen tartışmaların yanı sıra, dönemsel veya dönemler üstü, mikro ölçekte ya da küresel/evrensel bağlamda sorunların karmaşıklığı üzerine, bilindik olanın ötesine geçen veya dile pelesenk olmuş retoriklerin dışına çıkan taze bir bilinçlenmenin yansıtılabilmesine de olanak sağlamaktadır. Nitekim somut planda toplantı sonrası, yineleme ile özgünlük arasındaki dengenin her dönem değiştiği bilinse de, farkındalık ve bilinç düzeyimize ilişkin görece bir iyileşmenin gerçekleştiğinin gözlemlenebildiğinin de altının çizilmesi gerekir.

Kurultayın, yukarıda özetlediğim, “adaletsiz gelişme”nin olası kimi görünür ipuçlarını bizlere sunması ve buna bağlı olarak, farkındalığımızın olgunlaşmasında önemli bir arayüz niteliği edindiğini söyleyebiliriz. Savımın doğrulanması ve “adaletsiz gelişmeyi” somutlaştırması nedeniyle, önemli bulduğum iki hususu, burada özellikle tartışmaya açmak istiyorum.Son oturumda yer alan ve “kamuda mimarlık hizmetleri” temasıyla bizlere sunulan yeni verilerin ışığında, iki önemli tespiti yapabilmemiz olası idi: Türkiye coğrafyasında kamuda mimar istihdamının adaletsiz dağılımı ve buna bağlı olarak, neo-liberal ekonomi-politik altında “kamu”nun ciddi anlamda değer aşımı. Mimarlar Odası çalışanları tarafından, Türkiye ölçeğinde ve yerel yönetimleri baz alarak yürütülen çalışmanın, kapasite kullanımı/yaratımı açısından kaydadeğer bir soruna işaret ettiğini düşünüyorum. Özellikle, grafik anlatımların sözel değerlendirmelerden bazen çok daha vurucu olabileceğini görerek, böyle bir yargıya vardığımı burada eklemeliyim. Özetle, tüm kapasitenin neredeyse büyük çoğunluğunun, bildik metropollerde (aslan payının İstanbul ve Marmara Bölgesi’nce yutulduğu ek bilgisi ile) yığınlaşmasının nedenselliği ve mimar istihdam etmeyen/edemeyen şehirlerin/bölgelerin içsel sorunları/dinamikleri kurumsal bir ciddiyetle ele alınıp, yapıcı-siyasi bir zeminde tartışmaya açılmalıdır. Herhangi bir şehirde, yerel yönetimin mimar kadrosuna sahip olamaması, salt idari, yasal veya kültürel bir olgunun ötesinde, kapasite kullanımı ile doğrudan ilintili bir sorundur ve net biçimde bölgeler ve şehirler arasındaki “adaletsiz gelişme”ye işaret etmektedir. Türkiye coğrafyasına yayılan tüm bu “adaletsiz” olma durumunun birincil sorumlusu bilinmekle birlikte, sabırla tekrar edilerek, yazıda özetlediğim kimlik inşamızda yer tutmak zorundadır. Aynı oturumda Gazi Üniversitesi, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Aziz Konukman'ın ustaca dillendirdiği söylem, “adaletsiz gelişimin” nedenselliğini ayrıntıda masaya yatırmak açısından çok önemlidir ve kimlik inşamızda gerekli kuramsal çatkıya referans vermesi, doğru kavramsallaştırmaları yapması, eleştirel bir retorik ile bilimsel gerçeklikten/gerçekçilikten hareket etmesi nedeniyle dikkat çekmektedir. Harvey’e referansla kuramsal bir altlık olarak ileri sürdüğüm “adaletsiz gelişimin”, ulusal-yerel siyasi unsurlarla nasıl içselleştirildiğinin somut ifadesi, Prof. Dr. Konukman’ın müstehzi anlatımı içerisine ustalıkla yerleştirilmiştir ve kamu bağlamında ileriye sürülecek, uzun-erimli siyasetin nereden başlaması gerektiğine işaret ederek, bize (ve kurumsal organlarımıza) adeta yol göstermektedir.

Son oturumda karşımıza renklendirilerek çıkarılan Türkiye haritası, gerçekten ilginç bir tartışmayı gündemimize taşımaktadır. Öte yandan, kapasite kullanımı bağlamında tartıştığımız “adaletsiz/eşitliksiz” yapılanmanın somut manifestolarını, farklı oturumlarda sunulan her bildirinin satır aralarında bulabilmek de olasıdır. Bu noktada önemli bulduğum bir başka sunuyu paylaşmayı düşünüyorum. Mimarlık Eğitiminde Staj Komisyonu’nca büyük bir titizlikle hazırlanan istatistiki bilginin önemi ortadadır; ancak benim için daha da önemli olan ve Sayın Dr. Haluk Zelef tarafından da dillendirilen nokta, biraz önce profesyonel bağlamda tartıştığımız “kapasite kullanımındaki adaletsizlik”in, mimarlık eğitimi süresince de karşımıza çıktığıdır. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde eğitim gören öğrenciler, müfredatlarının önemli bir parçası olan inşaat ve ofis stajlarını ağırlıklı olarak büyük metropollerde yapmakta, neredeyse öğrencilerin % 80’i staj amacıyla Anadolu’ya gitmemektedir. ODTÜ özelinde verilen bilgi, bu açıdan çok ilginç bir soruyu da beraberinde getirmektedir: Marmara Bölgesi’nde İstanbul’da, İç Anadolu Bölgesi’nde Ankara’da ve Ege’de neredeyse sadece İzmir’de görülen yoğunlaşmanın nedenleri nedir? Üniversitedeki mevcut öğrenci profilleriyle (sosyo-ekonomik sınıfı, köken vb.) uyuşmayan bu dağılım, iki nedene bağlanabilir: Birincisi, öğrenciler, geldikleri şehirlere dönmek istememekte ya da kısacası, doğdukları coğrafyaya kayıtsız kalmaktadırlar (Bunun uzun erimde çok vahim sonuçlar doğuracağı kesindir). İkincisi ise Anadolu’da, mevcut öğrenci sayısını emebilecek nitelikli kapasite sözkonusu değildir (Bunun, yukarıda açmaya çalıştığım tartışma bağlamında, daha da vahim bir sorun olduğuna inanıyorum). Sanırım, birinci neden, ikinci nedenle doğrudan bağlantılıdır ve öğrenciler, yukarıda sıralanan şehirler dışında sayıca yeterli ve nitelikli şantiye ve ofis stajı ortamları bulamadıkları gerekçesiyle metropolleri tercih etmektedirler (Zelef’in, özellikle “star/yıldız mimar” tanımı üzerinden yürüttüğü, “nitelikli ofis” tartışmasının, bu noktada, çok yerinde olduğunu da belirtmeliyim).

Eğitim açısından bakıldığında da, üzerinde uzun uzadıya düşünülmesi, tartışılması gereken ciddi bir zafiyet olduğu ortaya çıkıyor: Türkiye coğrafyasında, yaygın ancak nitelikli bir kapasite yaratılamamış; kamu marifetiyle oluşturulmaya çalışılan kapasite de (TOKİ buna iyi bir örnek olarak değerlendirilebilir), yeknesaklığın ve merkeziyetçiliğin hükümranlığında, mimarlık adına doyurucu bir ortam kurgulayamamıştır. Burada daha da önemlisi, kamusal alanın özel sektörün girişimciliğine terk edilmesi; buna karşılık sermayenin, dolayısıyla yatırımların, hızlı bir biçimde yukarıda sıralanan şehirlere aktarılmasıdır. İstanbul’un bu süreçte aslan payını kapması ise kaçınılmazdır. Kısacası, yapı üretimi ve mimari üretim başlıklarında irdelendiğinde, bildik şehirler dışında kapasite kullanımı hemen hemen sınırlıdır ve her iki anlamda da “adaletsiz bir gelişim”in coğrafî uzamdaki somut ifadelerini yakalayabilmek olasıdır. Konuştuğumuz, tartıştığımız, öykündüğümüz ve gerektiğinde ödüllendirdiğimiz yapı ve mimarlık, Türkiye coğrafyasında dar bir alana sıkışıp kalmıştır; şehirler ile bölgeler arasında ciddi bir dengesizlik sözkonusudur.

Harvey’in “adaletsiz gelişim” kuramı gerçekte, makro-ölçekte süregelen ve “eşitlikçi siyaset”ten yoksun gelişme stratejilerinin, bütüncül bir eleştirisidir; bu bağlamda, küresel boyutlu coğrafî, kentsel büyüme, küçülme ve yeri geldiğinde de yok olmanın nedenlerini ustalıkla sorgulamaktadır (küresel kent, dünya kenti Dubai’nin yükseliş ve düşüşü eş zamanlı bir örnek olarak tam da karşımızda durmaktadır-The Death and Life of Great Middle Eastern Cities!). Öte yandan Harvey’in söylemi, aynı coğrafî düzlemdeki şehirlerin kolektif üretimden nasıl koparılarak, adaletsizliğin alt-ölçeklere indirgendiğini örneklemesi açısından da önemlidir. Bu bağlamda, Harveyci bir bakışla, Türkiye’nin yeniden sorgulanması ve yukarıda sıraladığımız örnekler üzerinden, öznel durumunun irdelenebilmesi sözkonusu olabilecektir. Belki de bir sonraki kurultayın teması, “adalet ve eşitlik” üzerinden tasarlanmalı; yapı ve mimari üretiminin varsıllığı, adaletli dağıtımı benzeri alternatif öneriler/yöntemler üzerine düşünülmelidir. Bu tür bir sürecin, tüm aktörlerin “söz”lerinin duyulması anlamında da “fırsatlar eşitliği” yaratacağı kesindir. (2)

NOTLAR

1. David Harvey, 2006, Spaces of Global Capitalism: A Theory of Uneven Geographical Development, Verso, Londra ve New York.

2. Yazar, metnin son okumasını yapan Prof. Dr. Fügen Sargın’a (AÜHF) teşekkür eder.

 

 

▼▼▼

Kubilay Önal

Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi

“Bizim, kendimize, kentimize ve topluma karşı sorumluluğumuz var;

nitelikli mimarlık ürünleri, yaşanabilir çevreler ve kentler sunmak için…

Bu yüzden, değişen-dönüşen yasal koşul ve düzenlemelerin kıskacında,

bizden alınmaya çalışılan yaşamımızı ve mimarlığımızı vermek istemiyoruz!”

Kamuda ve Özel Sektörde Ücretli Çalışan Mimarlar Kurultayı-1 Çağrı Metni’nden

Mimarlık mesleğinin uygulanma koşulları ile mimarlık eğitiminin içeriği ve sürecini birlikte ele almaya çalıştığımız kurultaylar sürecinin beşincisini de geride bıraktık. Bildiğiniz gibi 2000’li yılların başında:

  • 1990’ların ortasında hizmet ticaretinin serbestleşmesini hedefleyen hukuksal sözleşmelerin (GATS) ülkemize dayatılması,
  • 1993 yılında yeniden örgütlenen AB’ye üyelik sürecine ilişkin olarak yasal düzenlemelerin gündeme gelmesi,
  • 1999 depremleri sonrası gündeme gelen 595 ve 601 sayılı KHK’lerin açtığı “uzmanlık” tartışması,

bağlamında gündeme gelen birçok sorunu değerlendirmeye çalışıyorduk. Mimarlık alanına (mesleki uygulama ve eğitim) ilişkin zaten eksikliğini duyduğumuz (birikmiş) düzenleme ihtiyacı bağlamında bu sorunlara karşı çözüm arayışını hızlandıran Mimarlar Odası, bu amaçla özellikle üniversite ortamındaki örgütlenmelerle (MOBBİG gibi) birlikte ve bu süreçten kaygı duyan ilgili kesimlerle Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarını düzenlemektedir.

2001 yılından bu yana iki yılda bir yapılan kurultayların:

  • İlkinde, genel bir bilgilenme ve konu çerçevesi oluşturulmuş;
  • II. Kurultay, özellikle mesleki yeterlilikler bağlamında eğitim odaklı belirlemelerin süzülmesine neden olmuş;
  • III. Kurultay birikimsel bir süreç olarak gündemin değişik bağlantılarını, özellikle “mimarlık politikası” bağlamında bütünleştirmeye çalışmış;
  • IV. Kurultay’la, bu sürecin sürekliliği ve toplumsal bağlamının yanında, değişik hizmet kategorileriyle (kamuda mimarlık hizmetleri) ilişkisi sorgulanmıştır.

Bu sürecin SMGM, MİAK, öğrenci üyelik gibi kurumsal yapıların oluşmasına, mesleki sorumluluk sigortasına ilişkin çalışmaların başlamasına ve eğitim sistemi-yetkilendirmeye ilişkin model önerisinin geliştirilmesinde ve bu konuda uzlaşı sağlanmasında vb önemli katkılarının olduğunu söylemeliyiz.


Bu sürecin son aşaması olan V. Kurultay’ın, diğer kurultaylara göre daha başka gündemlere de ağırlık verdiğini veya kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz:

  • ACE ve EFAP temsilcilerinin kriz koşullarında serbest dolaşıma ilişkin değişik sorgulamalar yapması (pazar daralması, kamu sektörü, gençlerin ucuz işgücü olarak görülmesi, doktoralı işsizlik, eğitime ayrılan payın azalması, çevre sorunları, mimarın değişen rolü);
  • “Toplum ve mimarlık” oturumunun ilk oturum olmasının önemi;
  • Mimarlık Hizmetlerinde Kalite Güvencesi Çalışma Grubu’nun sunduğu raporun alışageldiğimiz “kalite” kavramını sorgulayan niteliği;
  • Mimarlık eğitiminin temel aktörü olarak YÖK sistemi içinde akademik yaşamın değişimi, güvence ve akademik yükselme kriterlerinin ele alınması;
  • Öğrenci oturumunda geleceğe ilişkin kaygının haklı olarak arttığının gözlenmesi;
  • Yerel yönetimlerde mimar istihdamının yetersizliği ve dengesizliği;
  • Mimarlık mesleğinin değişim sürecine ilişkin sorgulamalar…

Başka bir dikkat çekici nokta da, Bayındırlık ve İskân Bakanı adına Bakanlık Danışmanı Feridun Duyguluer’in aktif bir izleyici olarak katılımı oldu.

Kurultay düşüncesinin oluşumundan bugüne kadar aradan geçen 9 yıllık sürede geldiğimiz yeri saptamak açısından V. Kurultay’ın önemli bir işlevi olduğunu, dünya ekonomik kriz koşullarının belirlediği kurultay atmosferinin, aslında bütünlüklü olarak sürecin yeniden değerlendirilmesi fırsatını verdiğini, bu anlamda yeni bir dönemin başladığını düşünüyorum.

Ancak, bu noktada, kriz koşullarında daralan iş potansiyeli ve istihdama bağlı olarak derinleşen bir güven krizini de yaşamakta olduğumuzu unutmamamız gerekir. Mimarların ve mimarlık öğrencilerinin kendi geleceklerine ilişkin kaygılarının alabildiğine arttığı bir ortamda, kurultaylar sürecinde ortaya konan düzenleme önerilerinin bürokratik engeller olarak algılanması çok anormal karşılanmamalıdır.

Bir diğer yandan özellikle, vakıf üniversitesi (özel okul) ağırlıklı okullaşmaya ve kontenjan artışına yönelik aktif bir müdahale yapamamamız (son 2 yılda ciddi bir artış var), üye yapısı hızla gençleşen (ve mezun olunan okul niteliği tartışmalı hale gelen) mimarlık ortamında sorunların çözülebilirliğine ilişkin güveni de zedelemektedir.

Bu değerlendirmeye bağlı olarak:

  • VI. Kurultay hazırlık sürecinin beş kurultay birikimi üzerinde bir çalışma yapılarak gelinen noktayı özetleyen bir yayın çalışmasıyla başlamasını;
  • Mimarlık ortamını geliştirecek ihtiyaç duyulan örgütlenmelerin hayata geçmesini (Türkiye Mimarlık Öğrencileri Birliği vb);
  • Mimarlık mesleğinin değişim sürecini temel alan (ticarileşme, işlevsizleşme, kamusal sorumluluk, teknoloji, eğitim); öğrencilerin ve mimarların geleceğine ilişkin haklı kaygılarına yanıt arayan; okullaşma ve kontenjan artışına doğrudan müdahale etmeyi hedefleyen; eğitimin iç yapısının değişim sürecini yeniden ele alan; değişik meslek pratiği içinde bulunan üyelerimizin katılımıyla oluşacak çeşitli çalışma gruplarının oluşturulmasıyla katılımın ve sahiplenmenin artırılmasını hedefleyen bir süreç olarak düzenlenmesini;

diliyorum.

 

▼▼▼

Çetin Türkçü

Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

2001 yılından bu yana her iki yılda bir yapılan Mimarlık ve Eğitim Kurultayları, şüphesiz ki, mesleğimizin en çok sayıda paydaşlarını (akademik çevre, oda temsilcileri, serbest mimarlar ve kamu çalışanları, bakanlık temsilcileri, öğrenciler vb) biraraya getirmesi bakımından önemli bir etkinliktir. İki yıla varan bir hazırlık sürecinin ardından gerçekleşen eğitim kurultaylarının ana temalarının seçimi de yine çok sayıda paydaşın katılımıyla, birlikte kararlaştırılmaktadır. Bu yılki kurultayın ana teması “Kalite/Yetki ve Sorumluluk” olarak seçilmişti ve bu tema, oturumların birçoğunda yoğun bir şekilde tartışıldı.

Böylesine kapsamlı bir kurultayın her oturumunu ve her konuşanını birkaç kelimeyle özetlemek bile yazının kapsamını genişleteceğinden, bir akademisyen olarak genelde benim dikkatimi çeken bazı oturumlara ve bunlardan aklımda yer edenlere ve bendeki çağrışımlarına kısaca değinmek istiyorum. Ancak on iki oturumun her birinde çok büyük gayretlerle yapılan çalışmaların dile getirildiğini de söylemeliyim.

Evsahibi İKÜ Mimarlık Bölümü adına açılış konuşması yapan Mehmet Şener Küçükdoğu mesleğimiz kalitesini etkileyen “akreditasyon, mesleğe kabul kurulunun gerekliliği, mimarlık okullarına verilen kontenjanların fazlalığı (2009-2010 eğitim yılı için 2.860 mimarlık öğrencisi), mimarlık bölümlerinin herhangi bir önkoşul aranmadan açılması” gibi önemli noktalara değinerek bir bakıma kurultayın kapsamını özetledi.

Mimarlar Odası Genel Başkanı Bülend Tuna, mesleğimizi düzenleyen mimarlık yasalarının Cumhuriyet dönemi içinde gelişimini, yeni bir taslağın bakanlığa sunulduğunu, Türkiye’deki mimarlık eğitiminin durumunu (toplam 7.500 öğrenci, 42’si aktif ve her an açılmaya hazır 6 okul), dünyada ve Türkiye’de 10 bin kişi başına düşen mimar sayısı gibi bilgileri özetledi ve meslek kalitesini artırmak için hedeflenen/sürdürülen oda çalışmalarına değindi.

Birinci oturumda ACE Başkanı Juhani Katainen’in “ACE üyesi ülkelerin, 3 yıllık mimarlık eğitimi görenlerin mesleğe kabul edilip edilmeyecekleri hakkında hâlâ kesin bir karara varmamış oldukları” bilgisinin benim gibi birçok MOBBİG müdavimi eğitimciyi şaşırttığını söylemeliyim. Her ne kadar en az 4 veya 5 yıllık mimarlık eğitiminin serbest dolaşım kapsamında zorunlu olduğu adı geçen konseyde bir çoğunluk görüşü iken, üye ülkelerin bazılarının farklı uygulamalar yaptığı gerçeğini duyup şimdiki YÖK başkanının son MİDEKON ziyaretinde dile getirmiş olduğu 3 yıllık mimarlık eğitimi söylemi ile birleştirdiğimde, yıllardır MOBBİG toplantılarında tartışılan 4+1 kesintili veya 5 yıl kesintisiz mimarlık eğitimi gibi modellerin uygulanabilmesi için bir takım zorlukların bizi beklediğini düşündüm.

“Toplum ve Mimarlık Bağlamında Meslek Etiği” oturumunda, etik ve ahlak arasındaki ince benzerlik ve farkların, toplum içindeki yansıması ve algılamalarının renkli tartışmalarını izlerken, meslek etiğine uyulmasında ne gibi özendirici uygulamaların yapılabileceği veya uygun davranılmadığında ne gibi caydırıcı önlemlerin alınabileceği konusunun henüz tam netlik kazanmadığı görüşü bende ağır bastı. Şüphesiz ki, toplumun her kesiminin etik ve ahlak anlayışı öyle veya böyle mimarlık mesleği sözkonusu olduğunda da diğerlerinden pek farklı olmayacaktır. Şüphesiz ki, meslek etiğini düzenleyecek belge ve kodların hazırlanması bir gerekliliktir, ancak bunların konuyu hazırlayan ve sunan çalışma grubunun basılı belgesinde de belirtildiği gibi “yaptırım kurallarından çok, yol gösterici kurallar doğrultusunda geliştirilmesi” bence de doğru olacaktır.

Kurultayın ikinci günkü sabah oturumları “Mimarlık Lisans ve Lisansüstü Eğitimi” konusundaki çalışma gruplarının sunumuyla geçti. Dördüncü oturumda mimarlık eğitimini doğrudan etkileyen YÖK Yasası ile mimarlık eğitimi alanındaki hukuksal sorunlar ele alındı. Tahsin Yeşildere, Türk üniversitelerinin gelişimini Osmanlı dönemi, Cumhuriyet dönemi tek parti devri, 1960 ihtilali sonrası çıkan 1750 sayılı Yasa ile 1980 ihtilali sonrası çıkan ve hâlâ yürürlükte olan YÖK Yasası açısından değerlendirdi. İlk çıktığı günden itibaren akademik bünyenin büyük itirazlarına neden olan ve tüm siyasi partiler tarafından da eleştirilen tam merkeziyetçi yasanın, yeni hükümet tarafından daha da özerkliği azaltıcı yönde değiştirilmeye çalışıldığını örnekledi. Dikkatimi çeken bir nokta, Yeşildere tarafından, kanımca olumsuz anlamda kullanılan “uluslararasılaştırma” tabiriydi. Lizbon ve Bolonya süreçlerine uymak için gerekli sözleşmeleri imzalamış olan Türkiye’de üniversitelerimizin kendi kimliğimizi kaybetmeden Avrupa ve diğer Batı ülkeleriyle geliştirdikleri çoklu işbirliğinin, öğrenci ve öğretim elemanı değişimine olanak sağlayan Erasmus benzeri programların bu “uluslararasılaştırma” kavramı dışında tutulduğunu ümit ediyorum.

Arzu Erdem’in sunumunun akademisyenleri ilgilendiren bir bölümü, akademik yönden ilerlemekte olan öğretim elemanlarının sorunlarıyla ilgiliydi. Zaten Cumhuriyet döneminin yasa, yönetmelik ve yönerge maddeleri en çok değişen 2547 sayılı Yasası, yeni değişikliklerle araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesörlük gibi atanma süreçlerindeki zorlukları daha da karmaşıklaştırmaktadır. Örneğin araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi atanması ile ilgili yönetmelik 2008 yılında değiştirildikten 5-6 ay sonra tekrar değiştirilmiştir. Doçentlik atanması için YÖK tarafından 2008’de yapılması planlanan değişiklikler 2009’da tamamen unutulmuş ve yeni değişiklikler için üniversitelerden öneriler istenmeye başlanmıştır. Varolan bir yönetmeliğe göre doçentlik hazırlığında bulunan bir akademisyen tam başvurma aşamasında bazı maddelerin değiştiğini izleyebilmektedir. Akademik yükseltme kuralları YÖK bünyesinde az sayılı üyeden oluşturulan komisyonlarca belirlenmekte veya değiştirilmektedir. Katılımcıların katkı ve sorularının birçoğunun akademik ilerlemelerle ilişkili olması, bu sorunların azaltılabilmesi için MOBBİG tarafından bir çalışma grubunun oluşturulması, bu grubun geliştireceği yükseltme ve atama ölçütlerinin MOBBİG’te tartışıldıktan sonra MİDEKON aracılığı ile YÖK’e iletilmesi önerisinin önemini göstermektedir.

“Mimarlık Eğitiminde Akreditasyon” oturumu, kurultayın ana teması olan “kalite”yi doğrudan içeren bir konuyu kapsamaktadır. Bünyesinde hiç mimar kökenli ve unvanlı akademisyen olmayan, dışarıdan gelen, belki tecrübeli ama eğitim deneyimi olmayanlar tarafından eğitimi sürdürülen, henüz yeni mezun olup daha mimarlık yüksek lisansını dahi almadan birdenbire derslere hoca düzeyinde genç asistanların girebildiği, mimarlık eğitiminin gerektirdiği yakın hoca-öğrenci ilişkisinin öğrenci çokluğu yüzünden sağlanmadığı mimarlık bölümlerinin kolayca açılabildiği bir ortamda, mimarlık okullarının akreditasyonu çok önem kazanmaktadır. Bu konuda Mimarlar Odası desteği ile kurulan Mimarlık Akreditasyon Kurulu’nun (MİAK) mimarlık eğitiminde kaliteyi yükselteceği şüphesizdir. Akreditasyon konusundaki sunumu MİAK adına gerçekleştiren Selahattin Önür, kurul çalışmaları hakkındaki son gelişmeleri aktardı. Konuşmayı değerlendiren Zafer Ertürk, akreditasyon koşullarının NAAB’tan alınmış olmasını uygun bulmadığını ve ülkemiz koşullarının dikkate alınmadığını, çevirilerde hatalar olduğunu öne sürdü. Bir MİAK üyesi olarak ben de bu değerlendirmede bazı haksız eleştirilerin olduğunu düşündüm. Akreditasyon, küreselleşen dünyada, bütün Avrupa ve diğer Doğu/Batı dünya ülkeleriyle paralel sürdürülen bir olgudur. Bir akreditasyon kurumu gereğinde kendi ülkesi dışındaki eğitim kurumlarını da akredite etmektedir. Bunun örneğini, Uludağ Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nün NAAB tarafından akreditasyon sürecine alınmasıyla bizzat ülkemizde yaşadık. Diğer taraftan mimarlığın evrensel olan girdilerinin çokluğu/yoğunluğu yadsınamaz. Bolonya sürecine uyum çalışmalarında AB ülkeleri tarafından belirlenmiş olan mimarlık eğitiminin 11 koşuluna MOBBİG ve MİDEKON çalışmalarında ülkemiz koşullarına istinaden 3 yeni koşulun eklenmesi önerildiği gibi, MİAK da NAAB’ın koşullarına bir tane ülkemize has koşul eklemiştir. Aslında MİAK’ın bu yönlerden eleştirilmesinden çok, kendi finansmanını sağlayacak serbest bir dernek veya kurum yapısına dönüştürülmesi üzerinde önemle durulmalıdır.

Üçüncü günün sabah oturumunda “Meslek Yetkisinin Verilmesi ve Yetkinin Yenilenmesi” tartışıldı. SMGM çalışmalarını açıklayan Nur Esin, Odanın yürüttüğü ve yürüteceği seminer ve toplantılarının yetki/sertifika veren (bilirkişilik gibi) konferanslar, bilgilendirme ve eğitim konferansları, son olarak da özel alanlarda bilgilenmek isteyenlere (depreme dayanıklılık, çelik yapılar vb) yönelik konferanslar olmak üzere üç grupta olabileceğine değindi. Öncelikle şunda hem fikir olmalıyız ki SMG kaçınılmazdır. Bir kurumdan mezun olduktan sonra hayat boyu bir mesleği sürdürmek isteyenlerin yeni teknolojiler, bilimsel değişimler ve gelişimler, yeni görüşler üzerinde bilgilendirilmelerinden daha doğal ne olabilir ki. SMG sadece mimarlıkta değil tüm meslekler için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ancak alınacak ücretlerin büyüklüğü üzerinde durulmalı ve SMG üyelerini maddi yönden zorlayan bir yapıya dönüştürülmemelidir. Kanımca önerilen üçüncü gruptaki özel alan başlıkları bende bazı ders isimlerini anımsattı. O nedenle eğitim gruplarının üç yerine iki ana başlıkta olması yani ikinci ve üçüncü grupların birleştirilmesi olabilir mi, diye düşündüm.

“Mesleğe Kabul Kurulu” sunumu burada değineceğim son konu olacak. Çalışma grubu adına konuşan Mehmet Bozkurt, hazırladıkları “Mesleğe Kabul Kurulu Çalışma Esasları” hakkında bilgi verdi. Kabul kurulunun 5 üyesinin Mimarlar Odası, 2’sinin MOBBİG tarafından iki yıl için seçileceğini öğrendik. Kanımca bu kurulun kabul işlemlerini nasıl yürüteceği, sadece diploma ve belgelerin mi inceleneceği, herhangi bir sınavın olup olmayacağı, olacaksa nasıl yapılacağı, kurulun tarafsızlığının nasıl sağlanacağı gibi hususlar eksik kalan ve üzerinde daha düşünülmesi gereken noktalardı.

Genel ve özet görüşlerime gelince: Mesleğin geleceği için çok önemli olan mesleğe kabul ve SMGM konularının tartışılacağı dokuzuncu oturum sadece 30 kişiyle toplantıya başladı. Oturum sonlandığında dahi salondaki izleyici/katılımcı sayısı 80’den fazla değildi. Bunun nedenleri üzerinde durulması gerek diye düşünüyorum. Seçilen toplantı yerinin ulaşım zorluğu mu, seçilen konular mı, toplantıların üç gün olması mı etkendi bu duruma? Bu sorular ve katılım nasıl artırılabilir konuları üzerinde düşünülmelidir. Sonuç olarak başarıyla sonuçlanan bu kurultayın büyük gayret ve özveri ile gerçekleşmesini sağlayan bütün çalışma gruplarını, Mimarlar Odası'nı, evsahibi kurumu, akademik camiayı ve tüm diğer katılımcıları kutlayarak daha nice başarılı kurultaylara diyorum.

 

 

▼▼▼

Emre Aysu

Prof. Dr., YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

V. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı, konu başlığı ve içeriği açısından son derece önemli bir sorunsalı gündeme getirmiş ve tartışmaya açmıştır. Toplam on iki oturumda sunulan ve tartışmaya açılan komisyon çalışmaları, üniversitenin sunduğu olanaklar çerçevesinde son derece olumlu bir ortamda gerçekleştirildi. Bu bağlamda Mimarlar Odası Genel Başkanı ve Yönetim Kurulu’na, Kültür Üniversitesi Rektörlüğü’ne, özellikle de V. Kurultay’ın yürütülmesinden sorumlu olan meslektaşım ve sevgili arkadaşım Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şener Küçükdoğu’ya ve çalışma arkadaşlarına ve mimarlık alanında oluşturulan çalışma gruplarında özveri ile yer alan tüm meslektaşlarıma teşekkürlerimi sunmak isterim.

“Mimarlık meslek alanı” ile “mimarlık eğitim alanının” buluşma ortamı haline gelen bu kurultayların sonuncusunda ilk dört kurultaydan farklı olarak “toplum ve mimarlık, kalite, meslek pratiği ve Mesleğe Kabul Kurulu gibi ülkemizde tartışılması ve çözümler üretilmesi gecikmiş ve sorun haline gelmiş bulunan konuların, gündeme getirilip tartışılması önem taşımaktaydı. Özellikle bu başlıkları içeren oturumlarda davetli konuşmacıların ve komisyon raporlarının sunumlarının önümüzdeki günlerde mimarlık meslek ve eğitim ortamlarında tartışmaların sürdürülerek olumlu sonuçlar elde edilmesi bağlamında yol gösterici olabileceğini düşünmekteyim. Ancak bütün bu sunum ve tartışmalarda beni en çok rahatsız eden konulardan birisi ve en önemlisi, bütünsellik taşıyan mimarlık meslek ve eğitim alanının düzenlenmesine ilişkin önerilerin ya da sorunsalların ele alınışındaki paydaşların, biçime dayalı ve parçacıl yaklaşımlarıydı.

Kültürel hizmet sunumu olarak, önemi gün geçtikçe artan mimarlık mesleğinin eğitim-öğretimine girişten, eğitim-öğretim sürecine ve sonuçta meslek insanı olarak yetki ve sorumlulukların paylaşılmasına dek hem toplumsal bağlamda hem de yasal karşılıklı haklar bağlamında hâlâ çözüme ulaştırılamamış birçok sorunumuzun olduğunun bilincinde olmamıza karşın, bu konuların tartışma ortamına taşınmasında katılımcılar olarak gerekli ilginin gösterilmediği kanısı, üzüntü ve kaygı verici bir durum olarak bu kurultayda da ortaya çıkmıştır. Mimarlık eğitim ve meslek alanının günümüz koşulları çerçevesinde yeniden düzenlenmesi ya da gözden geçirilmesine bütüncül bir yaklaşım olanağını veren bu tür çalışmalarda tüm paydaşların örgütlü olarak katılımlarının sağlanmasının, ortak aklın, uzlaşmanın ve sorunların hızla çözüme ulaştırılması açısından son derece önemli olduğunun bilincinde olduğumuzu düşünmekteyim. V. Kurultay’da, kurultayın hazırlık aşamasından başlayarak toplantının sonuna kadar bu sürecin içinde olan bir kişi olarak, bu bakış açısı ile paydaşların katılımının yeterli düzeyde olduğunu söylemek pek de doğru bir gözlem olmayacaktır.

Mimarlık alanına ilişkin konuların hem akademiyada, hem meslek örgütlerimizde, hem mesleği uygulayanlar ve hem de bu alanı seçen öğrenciler düzeyinde uzun süredir tartışılmasına karşın, bu paydaşların ya örgütlenememeleri ya da örgütlenmiş olsalar da çözüme yönelik ortak aklın uzlaşmacı bir yöntemle ortaya konması sonucu oluşturdukları görüşlerini ya da önerilerini, her biraraya gelişte yeniden en başından başlayarak tartışma ortamına getirmeleri anlaşılır gibi görünmemektedir. Bunun örnekleri bu kurultayda olduğu gibi (II. Kurultay’dan bu yana toplantı kayıtlarına bakıldığında görüleceği üzere) MOBBİG, MİDEKON ve meslek örgütümüzün toplantılarında izlenmektedir. Özellikle bu kurultayda öğrencilerimizin bu konularda yeterli bilgi ile donatılmadıkları ya da oluşturulmuş bilgilere ulaşamadıkları ya da yanlış bilgilendirildikleri ve örgütlenerek bu konuları yeterince tartışamadıkları olgusunu, mesleğin geleceğine ilişkin önemli paydaşlar olmaları nedeni ile dikkate alınması gerekli bir durum olarak gördüğümü belirtmek isterim.

Bu kurultayda ACE temsilcilerinin ve komisyonların sunumları ve tartışmalar, ele alınan konu başlıkları açısından son derece doyurucu oldular. Bundan önceki kurultay çalışmaları sonunda mimarlık alanımız hepimizin bildiği gibi önemli kazanımlar elde etti. Bu kurultayın ana konusu olan “kalite/yetki ve sorumluluk” bağlamında, olanaklarına göre farklı düzeylerde eğitim-öğretimlerini sürdüren 50'ye yakın mimarlık okulunun varlığı ve AB ilişkileri de dikkate alındığında, özellikle “mesleğe kayıt ve kabul” konusunun hayata geçirilmesinin gecikmiş de olsa, kazanımların en önemlisi olacağını düşünmekteyim.

 

▼▼▼

E. Füsun Alioğlu

Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü

Mimarlar Odası uzun bir süredir mimarlık eğitim kurumları ile birlikte çalışmalar yapmaktadır. Bu birliktelik, özellikle hizmetlerin serbest dolaşımı antlaşmasına (GATS / Hizmetlerin Ticareti Genel Anlaşması, Türkiye’nin katılımı 1995) bağlı olarak mimarlık alanının yeniden yapılanması zorunluluğu ile hız kazanmıştır. Buna Bolonya sürecinin kararları eklendiğinde, mimarlık eğitim ve uygulama alanlarının hem de acil olarak sorgulanması gerekmiş, meslek odası ve üniversite beraberliği yoğunluk ve samimiyet kazanmıştır. Türkiye mimarlık ortamında, meslek odası ile mimarlık eğitim kurumları, 2001 yılından beri kurultaylar oluşturacak biçimde tartışmaktadır. Gerçekleşen beş kurultayın temaları olan, “2001, Nasıl Bir Gelecek, Nasıl Bir Mimarlık”, “2003, Mimarın Formasyonu Nedir, Ne Olmalıdır?”, “2005, Mimarlık ve Eğitimi Yeniden Yapılanırken”, “2007, Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve Değişim”, “2009, Kalite / Yetki ve Sorumluluk” başlıkları gerçekten bize sorunun ana noktalarını gösterebilmektedir. Her bir kurultayın birbirinin ardından gerçek sorunlara değinen yapısı bu süreci açıkça ortaya koyabilmektedir.

Son kurultayda, ulusal düzlemde, şimdiye değin, çeşitli mimarlık ortamlarında tartışılan konular, kalite, yetki ve sorumluluk bağlamında bir kez daha ele alınmıştır. Bu tartışmaların bazıları belirli oluşumları sağlamışken bazıları sürmektedir ve sürecektir. Çünkü “mimarlık ortamı”nın yeniden yapılanması sözkonusu olduğunda, ortada çok paydaşlı bir tablo vardır. Mimarlık eğitim ortamı, mimarlık eğitim ve uygulama ortamı örgütleri ile yasal yapılanmalar gibi paydaşlarda yapılanma henüz açıklığa kavuşmamıştır. Yapılanma sürecinin devam etmesi nedeni ile çoğu tartışmalar “tanımlanmamış” çerçevede gerçekleştirilmiştir. O nedenle son kurultayın sorulara, tartışmalara yol açma kapasitesi çok yüksek olmuştur. Ancak bunun tanımsızlık ya da belirsizlik olmadığının da özellikle vurgulanması gerekir. Aksine, bu son noktada, ayrıntılandırılmış bir tartışma ortamının güvenirliliği sözkonusudur. Son kurultayda, EFAP ve ACE temsilcilerinin sunumları da bize bunu göstermiştir. Bolonya sürecinin açmazları üzerinde duran bu sunumlar, Türkiye mimarlık ortamının konuyu sağduyulu bir biçimde ele aldığını ve tartıştığını göstermiştir. Ortaya çıkan tablo, ulusal olarak şimdiye kadar üzerinde uzlaşılan ya da uzlaşılamayan başlıkların ne kadar da gerçekçi olduğunu ortaya koyabilmektedir.

Kuşkusuz, Mimarlar Odası ve mimarlık eğitim kurumları, kurultay sonrası çalışmalarına devam edecektir. Mimarlık camiası bu birlikteliğin her iki kurum tarafından içselleştirildiğinin çok farkındadır. Önümüzdeki dönemde, artık bazı tartışma başlıklarının yasal çerçeveler oluşturacak biçimde tanımlanması gerekecektir. Bu birliktelik en kısa zamanda bunu yapmak zorundadır. Çünkü yeniden yapılanmanın uygulama noktasına geldiğini hepimiz biliyoruz. Öğrencilerin, akademisyenlerin, mimarların ve toplumun tartışmalara daha çok katılımının sağlanması dileği ile…

 

▼▼▼

Afşar Timuçin

Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü emekli öğretim üyesi; Şair

Meslek örgütlerinin dışa dönük etkinlikleri, toplumsal yaşamın doğru olarak kavranılması açısından çok önemlidir. Yazık ki bu toplumda bu tür örgütler genelde kapalı bir dizge içinde bazı sınırlı çabalar harcamaktan öteye geçmezler. Bu çabaların bir bölümü de dostlar alışverişte görsün anlamındadır. Bir topluluk bir örgütü ele geçirir ve onun nimetlerinden (ne gibi bir nimeti varsa) yararlanmaya bakar. Mimarlar Odası mesleki çerçevede toplumsal yükümlülüklerini yerine getirirken daha geniş bir çerçeveye açılmanın ve pek çok sorunu bu çerçevede tartışmanın örneğini veriyor. Bütün oturumları ne yazık ki izleyemedim ama bu yılki Mimarlık ve Eğitim Kurultayı'nın da çok verimli, çok yararlı, çok anlamlı geçtiğini düşünüyorum. Mimar arkadaşlarımızın bizler gibi konuya çok yakın olmayan kişileri de aralarında görmek istemeleri bize onur vermiştir.

Bu icerik 4629 defa görüntülenmiştir.