352
MART-NİSAN 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KENTLEŞME VE MİMARLIK

Türkiye’de Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı

Zekai Görgülü, Tülin Görgülü

Haziran 2009'da düzenlenen Planlama ve Mimarlık Alanının Son On Yılı Sempozyumu, yakın dönem kentleşme ve mimarlık alanının öne çıkan temalarına etkileşimleri, bağlamsallıkları, tezatlıkları çerçevesinde bir genel bakış olanağı sağladı.

2000 yılı, Türkiye için 1980’lerle birlikte benimsediği neo-liberal politikaların ve buna eşlik eden teknoloji alanındaki gelişmelerin etkisinin toplumun tüm alanlarında görünür hale geldiği bir dönemin başlangıcı oldu. Uluslararası sermaye hareketlerine açık ve gelişmiş ülkelerin politikalarını işlevselleştiren ve de içselleştiren bir çevre ülke olarak Türkiye, günümüzde dünya ve ülkedeki ekonomik, siyasi ve toplumsal krizlerden hızla etkilenmekte ve bu durumu aşmak için her alanda yeniden yapılanma arayışı içine girmektedir. Gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere tüm dünya ülkelerinin yaşamakta olduğu bu krizlerin, çelişkilerin, ikilemlerin derinleşmesine karşı çözüm arama gayreti her bilim ve meslek alanı için temel konu olarak karşımızda durmaktadır.

Bu bağlamda krizler derinleştikçe, çelişkiler ve ikilemler çeşitlenip çoğaldıkça, kentsel mekânın da tartışma öznesi olma özelliği iyice öne çıkmakta, toplumun politik ve kültürel güç ilişkileri somut olarak kent mekânında deşifre olmaktadır. Bu nedenle mimarlık ve planlama alanları toplum nezdinde daha gözle görünür, tartışılır, eleştirilir hale gelmektedir. Sermayenin, yeni ideolojilerin ve kültürel kodların akışkanlığının her geçen gün hızlanması, kentleri biçimlendiren faktörleri çeşitlendirmekte ve çok boyutlu hale getirmektedir. Bir taraftan toplumun üst ve orta üst kesimlerine sunulan yeni yaşam ve yapı formatları yeni malzeme ve teknolojiler kullanılarak üretilmekte iken, diğer taraftan orta ve orta alt kesimler kendi politika ve kültürlerine kentte yer açmaya davet edilmektedirler. Kentler bir taraftan özelleştirme, yerellik gibi yeni kamu politikalarının egemenliği altına girerken, yeni bir mimarlık dili de bu sürece eşlik etmektedir.

Kent mekânını betimleyen mimarlık ve planlama alanında son 10 yıldır yaşanmakta olan küreselleşme bağlamında Türkiye’deki etkilerini şöylesi okumalar ile çözümlemek olasıdır:

  • Küresel ve yerel politikaların planlama ve mimarlık alanına etkileri,
  • Planlama alanında karar süreçlerinin ve kamunun düzenleyici rolünün değişimi,
  • Tarihî çevrede yenileme ve kentsel dönüşüm tartışmaları,
  • Yaşam kültürünün değişimi ve bunun konut ile merkez işlevlerinin tasarımına yansımaları,
  • Küresel ve yerel etkilerin değiştirdiği kentler ve mimarlığın dili.

Kentsel alanlarda nüfus yığılmaları, gelir dağılımındaki dengesizlikler, bunun sonucu oluşan fakirlik, (yoksulluk/yoksunluk) toplumsal sınıflar arasındaki sosyal, kültürel, fiziksel iletişimsizlik, (kapanma) gerek yerleşik, gerekse gelişme alanlarındaki sınırsız, denetimsiz yapılaşma, tarihi ve doğal değerlerimizdeki geri dönülmez yitikler, spekülatif arsa, arazi pazarı, yönetim yetersizlikleri, plansızlık, ya da dünyaya eklemlenme arayışındaki yanlışlar, bunun devamı olan yabancılaşma, hukuk alanındaki (mevzuattaki) çelişkiler gibi özelliklerimiz Türkiye’ye özgü bir kentleşme sürecini açıklamaktadır.

Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar olan dönemde, farklı ayrımlaştırmalar olsa sıkça dile getirildiği gibi, Türkiye’nin siyasal tercihleri ve ekonomik sistem seçmeleri adına iki temel kırılma noktası olan 1950 ve 1980 tarihleri ve bunların tanımladığı üç farklı dönem vardır. Ancak artık 2000 ve sonrasının, ne zaman biteceği tam olarak kestirilmese de bir dördüncü dönem olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle 2003 yılından bu yana kamuda süre gelen yeniden yapılanma sürecini bu doğrultuda ardı ardına gelen yasaların, yasa taslaklarının, beklemede olanların kentler ve kentleşme süreci üzerindeki etkileri ve ortaya çıkacak yeni sorun alanları Türkiye’nin bu anlamdaki yeni gündemi olacaktır.

Küreselleşme sürecinde kendisine biçilen rol bağlamında, duruşunu ve politikalarını oluşturan Türkiye’deki son 10 yılda planlama ve mimarlık alanında hızlı bir değişimin yaşandığı bir gerçektir. Bu değişim ve dönüşümü sosyolojik ve siyasal anlamda da ele almak gerekliliği vardır. Kentlerde sosyal ve siyasal ayrışmanın hızla yaşandığı, kent topraklarının aşırı değer kazanarak, bu paralelde ciddi paylaşım kavgasının yapıldığı bir süreç yaşanmaktadır.

Küresel ve Yerel Politikalar Planlama ve Mimarlık Alanını Etkilemektedir

Küreselleşmenin tüm hızıyla Türkiye gündemine girdiği bu 10 yılda, yerelliğin ve yerel politikaların da, karşılık olarak güçlendiği ve ön plana çıktığı gözlenmektedir.

Son 10 yıl içerisinde Türkiye’nin dünya ile entegrasyonu maalesef kültürel, hukuksal ve toplumsal boyutta olmamış, yalnız ekonomik anlamda yabancı yatırımcılara Türkiye’nin kamusal yatırımlarını ve topraklarını açmak biçiminde gelişmiştir. Sanayisizleşme sürecini yaşayan Batı toplumlarında, küreselleşme paralelinde artı değer kazanmak amacı ile finans sektörü yeni bir yatırım aracı bulmuştur. Kent topraklarının aşırı değer kazanması ile birlikte, Türkiye’de de gayrimenkul yatırımları kaçınılmaz olarak, en kârlı araçlardan birine dönüşmüş, bu dönüşüm de özellikle planlama yetkisini elinde tutmaya çalışan merkezî yönetim ve güdümünde bulunan yerel yönetimler için kentsel yoğunlukların arttırılması amacı ile önemli bir gerekçe olarak kullanılmıştır.

Planlama Alanında Karar Süreçleri ve Kamunun Düzenleyici Rolü Değişmektedir

Önce kent çeperlerinde yeni konut alanlarının üretilmesi, kent nüfusunun bu alanlara doğru hareketini güçlendirmiş, ardından bir anlamda boşalan ve değer kaybeden kent merkezleri için dönüşüm projelerini başlatmıştır. Bu anlamda merkezi yönetimin son 10 yıldaki en önemli kararlarından biri 5366 sayılı, 16.06.2005 tarihinde yayımlanan Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’dur.

Bu kanunla birlikte tarihî çevrede yenileme ve kentsel dönüşüm tartışmaları, Türkiye’nin gündeminde önemli bir yere sahip olmuştur. 5366 sayılı Yasa’nın verdiği yetkiler doğrultusunda ve daha çok gayrimenkul elde etmek amacı ile kent merkezlerinde deprem bahane edilerek, (varolan dokunun sağlıklaştırılması yerine) yapılaşma yoğunlukları arttırılarak yeni uygulamalara başlanmıştır. Bu uygulamalardan bir kısmı ideolojik (Sulukule örneği), bir kısmı da artı değer kazanmak üzerine (Zeytinburnu örneği) olmuştur. Özellikle üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olan Sulukule projesinde soyut ve somut kültürel mirasın korunması adına bilinçli “hatalar” yapılmış, varolan sosyal doku ve özellikle tescilli yapılar dışındaki “mimarsız mimarlık” olarak tanımlayacağımız yapılar tüm sivil toplum örgütlerinin direnmesine karşın yokedilmişlerdir. Alınan yenileme karalarında bölgesel özellikler, fiziksel ve sosyal doku kesinlikle dikkate alınmamaktadır.

Küreselleşme ve paralelinde özellikle toplumun belli kesimine gelen sıcak para ile birlikte, statü atlayan sosyal gruplara daha fazla yer açmak amacı ile kentlerin özellikle merkez kesimlerinde kendilerine özgü bir yaşam kuran yoksullardan bu alanları terk etmeleri istenmektedir. Özellikle tarihî değeri olan mekânlar el değiştirerek, Fener ve Balat yenileme alanlarında olduğu gibi soylulaşma sürecine girmektedirler. Yanı sıra yine göçle gelen bu kesim yaşadıkları gecekondu alanlarından da çıkartılmakta, buralarda da kentsel dönüşüm adına belki de korunması gereken ve bir katmanı ifade eden dokular sağlıklaştırma yerine yıkılarak TOKİ’nin çok katlı mimarisiz yapılarına teslim edilmektedir.

Yenileme yasası ile birlikte gerek planlama, gerekse mimari açıdan kentlerde yeni bir yaklaşım sözkonusu olmuştur. Bu yaklaşım kent parçalarının neredeyse bölgesel planlarla yeniden düzenlenmesini gündeme getirmektedir. Zeytinburnu örneğinde, hisseli ifrazlarla oluşan kentsel dokuda alınan yeni plan kararları ile kent dışı alanlardaki yeni konut sitelerindeki planlama anlayışları uygulanmıştır. Bu uygulama kentin dönüştürülecek parçasını hamur ederek, trafikten arındırılmış, (mutlaka bodrum katların otopark olarak çözüldüğü) yine yapılaşma yoğunluğu arttırılmış, sıra veya nokta bloklarla oluşturulan bir imar düzenini işaret etmektedir. Bu paralelde İstanbul’un alışılagelen sokak ve yapı düzeni, hatta varolan bazı sokak ve caddeler iptal edilerek kent merkezlerinde, büyük parçalar halinde yeni konut lekeleri oluşturulmaya başlanmıştır.

Bu yaklaşım TOKİ veya yerel yönetimler aracılığı ile gerçekleştirilen yeni bir yap-sat anlayışına doğru gitmektedir. Özellikle tüm değişimlerin öncü olarak yaşandığı, Türkiye’nin bir anlamda deneysel kenti olarak tanımlayabileceğimiz İstanbul’da da yap-sat düzeni 3. nesli yaşamaya başlamıştır. Biraz önce örnek alan olarak sözettiğimiz Zeytinburnu projesi, varolan mülk sahiplerine yeni konutlar vermeyi hedeflemekte, öte yandan da arttırılan yapı yoğunlukları ile artı değer yaratmayı da amaçlamaktadırlar. Daha önce de değinildiği gibi yap-sat düzeni TOKİ veya yerel yönetimler aracılığı ile yapı ölçeğinden, kentsel mekân ölçeğine doğru taşınmış, müteahhit olarak adlandırılan küçük veya orta ölçekli girişimci, ya daha büyük ölçekli inşaat firmalarına dönüşmüş, dönüşemeyenler yokolmuştur. Bu bakışta, iyiden iyiye parçacıl plana (mevzi imar planı) indirgenen planlama anlayışının yerel yönetim, merkezî yönetim ve plan yetkilerine sahip olan TOKİ tarafından da benimsendiğinin en önemli göstergesidir. Dolayısıyla 5366 sayılı Yasa aracılığı ile Türkiye’nin modernizm hareketlerinin simgesi olan yapılar ve mekânları yitirilmekte, mevcut ideolojinin gereği olan bir kent ve mekân anlayışına doğru yol alınmaktadır.

Küresel sermaye, paralelinde gelişen gayrimenkul pazarı, arttırılan yapı yoğunlukları, yeni yapılaşmaya açılan alanlar kentlerde yeni işlev alanlarının ve yapı tipolojilerinin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeni alışveriş merkezleri, yeni ofis yapıları, rezidanslar ve tüm bunların birarada kullanılması sonucu ortaya çıkan karma işlevli yapılar, insanların yaşam kültürünü, alışveriş alışkanlıklarını, geleneksel mekânlarını değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu yeni kentsel mekânlar medya aracılığı ile pazarlanmış, Türkiye’nin tüm kentlerinde yaygınlık kazanmıştır. Kentsel toprağın aşırı değer kazanması sonucunda yapılan yatırımın yalnız tek bir işlev alanı ile karşılanamayacağı anlaşıldığı için, karma işlevli yapılar Batıdan Türkiye’ye enjekte edilen bir modele dönüşmüştür. Tüm bu açılımlarda hedef kitle üst ve orta üst gelir grubudur. Geri kalanların ise en doğal hakkı olan konut ve barınma hakkı neredeyse yoksayılmakta, çözüm hep olduğu gibi kendilerine bırakılmaktadır.

Yaşam Kültürü Değişmekte ve Bu Değişim Konut ile Merkez İşlevlerinin Tasarımına Yansımaktadır

Bu 10 yıl, Türkiye’deki mimarlık ortamı açısından irdelendiği zaman ise, kentlerdeki fiziksel dokunun çok çeşitli biçimlerden, beğenilerden ve ideolojilerden oluştuğu gözlenmektedir.

Bir yandan özellikle kamusal yapılar artık çoğunlukla yarışmalar yerine ihaleler yolu ile elde edildiği için, varolan siyasal bakışın mimari estetiği ile biçimlenmektedirler. Bazı yarışmalar için de bu anlayışın dayatıldığını söyleyebiliriz. Bu çaba “lümpen tarihselcilik” olarak adlandırılabilecek, ideolojik, seçmeci bir tavırdır. Öte yandan, özellikle yeni toplu konut alanlarında gerek yükseklikleri, gerek mimari formları ile uzak doğudan esinlenen bir mimari tavır da vardır. Ofisler ve çok katlı yapılarda ise camın ağırlık kazandığı, uluslararası üsluplar benimsenmiştir.

Yine bu 10 yıla planlama ve mimarlık adına damgasını vuran TOKİ olmuştur. Gerek oluşturulan prototip, her coğrafyaya uyan (uymayan) konut mimarisi ile, gerekse planlama konusunda sahip olduğu yetkilerle TOKİ, kentlerin planlanması ve mimarisi konusunda merkezî yönetimin ilgili bakanlıkları da dışlayan temel, kurumsal aracı olmuştur.

Küresel mimarlık dilinin insanı ve insan ölçeğini yok sayıcı bir boyutu olmaya başlayan abartılı dijital formlar, Türkiye’nin gündemine yine bu 10 yıl içerisinde girmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği, Zaha Hadid ve Ken Yeang gibi uluslararası ortamda tanınan mimarların katıldığı yarışma sonucu elde edilen projeler, Türkiye’deki mimarlık gündemini uzun süre meşgul etmiş ve daha sonra yapılacak tasarımlara da esin kaynağı olmuştur. Geleneksel mimari dokularımızı tek tük geleceğe ulaştırabildiğimiz kentlerimizde sayılan tüm mimari formlar yan yana dizilmeye başlamış, sosyal ve ideolojik ayrışmanın simgeleri olarak kendilerini göstermişlerdir.

Küresel ve Yerel Etkiler Kentleri ve Mimarlığın Dilini Değiştirmektedir

Son 10 yıl aynı zamanda mimarlık alanında Türk mimarlarının uluslararası anlamda işler yaptıkları ve ödüller kazandıkları bir dönemi de vurgulamaktadır. Bu da mimarlık alanında niteliğin daha da yükseldiğinin göstergesi adına sevindiricidir. Ancak öte yandan, mesleki etik, bu süreçte üzerinde en az durulan konu olmuştur. Bu nedenle gelecek 10 yıllarda bu başlığın altının mutlak vurgulanması gerekliliği vardır.

Vurgulanması gereken diğer nokta sürdürebilirlik konusunun Türkiye’de planlama ve mimarlık alanının gündeminde çok az yer bulmasıdır. Gerek akademyada gerekse meslek odalarında çok tartışılan ekonomik, sosyal ve ekolojik sürdürülebilirlik, mesleklerin eylem alanlarında hiçbir şekilde yer bulmamakta, vaatler biçiminde ortaya çıkan hedefler sonuca ulaşamamaktadır.

Son 10 yılın en önemli travmalarından olan deprem, daha önce değindiğimiz gibi, kentsel dönüşümün gerekçesi olarak ortaya konmakta, ancak mevcut yapı stokunun güçlendirilmesi, yeni yapılacak yapıların ve bulundukları alanların doğal afetler (deprem, sel, gibi) açısından uygunluğu konusu gözardı edilmektedir.

Kentlerin değişmesi, gelişmesi kaçınılmazdır. Ekonomik, teknolojik, politik ve sosyal dinamiklerin kentlerin fiziksel dokusunu değiştirmesi, yüzyılların birikimleri ile “kent” olan mekânların yaşamını sürdürmesi ve geleceğe ulaşması açısından önemlidir. Ancak bu sürdürülebilirliğin en önemli ögesi olan insanın ön planda ve sürecin odağında tutulduğu bir anlayışın yaygınlık kazanması, kentin içinde yaşayan insanlarla birlikte gelişmesini sağlayacaktır. Ne yazık ki son 10 yıla planlama ve mimarlık alanında artı değer yaratmak üzere yapılan operasyonlar ağırlığını koymuş ve burada ne yazık ki kamu ve kamuya bu artı değerin geri dönüşümü hiç mi hiç konu edilmemiştir.


Gelecek Adına Yanıt Aranması Zorunlu Sorular

  • Bu “yeniden yapılanma süreci” doğru bir şekilde yönetildi mi?
  • Hangi sorunlar gündeme geldi ve gelecektir?
  • Kuramsal anlamda bu süreci besleyecek girdiler yerli yerine oturmuş mudur?
  • Bir reform olduğu ve kararların yerele bırakıldığı söylenen bu süreçte, merkezin ciddi bir vesayetinin ve bağlamında icazetin sürüyor olması nasıl açıklanacaktır?
  • Bu yeni yapılanma içerisinde bu kadar çok yasanın birbirleri ile olan ilişkilerindeki çatışmaların / çelişkilerin yarattığı belirsizlik ortamı yine ve hala birilerince kullanılmaya devam mı edecektir?
  • Kentlerin olağan ve doğal değişim / dönüşüm sürecine yine birileri bu yasalara dayanarak müdahale ediyor, güdümlüyor ise, bu da hâlâ çok aktörlü yapının gereği olarak mı ele alınacaktır?
  • Giderek Türkiye gibi çevre ülkelere tavsiye edilen bu yeni yapılanma içinde önemli bir yer tutan “bölgesel ekonomik gelişme stratejileri”, ulus devleti iyiden iyiye rekabetçi koşulların sonuçlarına bırakırken, bölge kavramının yeniden ateşleyici olmasına ve bu bağlamda sanayi odakları projesine, bölge kentlere ya da kentsel bölgeler anlayışına ne denli samimi bakılacaktır?
  • Talebe dayalı olan hiçbir kritere dayanmaksızın yeni yapılaşma alanları açan, bu bağlamda mevzi imar planına indirgenen ve neredeyse istenen her imar hakkının verildiği bir imar planlama anlayışı, mimarlık alanında sözkonusu yaratıcılık ve sonuç ürün adına daha bir esneklik ve kolaylık mı sağlamaktadır? Tersi bir yaklaşım gerçekten köreltici bir durum mudur? Ya da bütünsel plan disiplini ile mimari ürün arasında çatışma var mıdır?
  • Plancı ve planlama, söz konusu imar anlayışı bağlamında hem siyasetin dışında kalarak teknik eleman tanımı ile özdeşleşmeyi, hem de imar planlarının teknik verileri biraz daha artmış yeni halihazır haritalar olmasını nasıl aşacaktır?

Bu son on yılın en can alıcı soruları daha da arttırılabilir kuşkusuz. Ancak her bir yanıtın mutlak ve mutlak şöyle bir ortak paydası olmalıdır; “Kamusal yararın parasal karşılığı olamaz.” ya da “Toplumsal rantlar kentsel rantlara tercih edilmelidir”

Sonsöz

Öncelikli beklenti, siyasi iradenin bilim ve ortak akıldan yana bir samimiyet içerisinde olmasındadır. Dolayısıyla insana, topluma ve kentlere karşı sığ ve acımasız olmayan, bu doğrultuda:

  • Kapalı ve sorgulamayan bir toplum yapısını zorunlu kılmayan,
  • Mevcut yapılanmanın, mevcut sürecin devamı adına her şeyi göze almayan

dönemlerin açık, net ve anlaşılabilir olarak gelmesi ve yaşanmasıdır. Bu takdirde günümüzde sıkça tartışılır olan ve Habermas’ın belirttiği “müzakereci tutum”dan bizler adına vazgeçilmeyebilir.

 

Zekai Görgülü, Prof. Dr., YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Tülin Görgülü, Doç. Dr., YTÜ Mimarlık Bölümü

Bu icerik 7224 defa görüntülenmiştir.