353
MAYIS-HAZİRAN 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: XII. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, 2010

KESİT 2010: XII. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri / Türkiye Mimarlığı

Boğaçhan Dündaralp

22 yıldır Türkiye’deki mimarlık ortamının kesitini sunan en önemli belgeleme kaynaklarından biri: Ulusal Sergi ve Ödülleri. Bugün mimarlık ortamımızdaki belgeleme ve paylaşım medyalarının, ortamlarının artmış olması, dünya ile paralel yapılageleni güncel takip imkânlarının varlığı, bu sergi ve ödüllerin varlığına yeni anlamlar eklemektedir. Bu anlamları tartışma ve görünür olanın arkasına bakma ihtiyacı, belki de oluşacak tartışmaların niteliği derecesinde bizleri serginin ve ödüllerin paylaşım biçimini, çoğaltımını, değerlendirme durumlarını kapsayan formatı dönüştürme ihtiyacına kadar götürülebilir. Ancak bu konudaki potansiyellerin heyecanına kapılmadan ve aceleci davranmadan bu yıl serginin bize anlattıklarını dinlemekte ve masaya yatırmakta fayda olabilir.

Değerlendirmeye başlamadan önce sergi formatının belirlediği sınırları ifade edelim. Değerlendirmeyi onun içinden kuralım. İlk olarak seçici kurul aracılığı ile değerlendirme toplantılarında belirlenen kategorileri (Büyük Ödül, Anma Programı, Mesleğe Katkı Dalı Ödülü) bu yazı kapsamındaki değerlendirmeden eleyerek işe başlayalım. Bu sergi formatına sonradan eklendiği ve değerlendirme anlamında farklı kategorileri kapsadığı için. Ayrıca, tartışma odağını güncel mimarlık pratiği üzerine daha sağlıklı indirgememize imkân vereceği için.

İkinci olarak ise, dönemin güncel mimarlık pratiğini sergileyecek ve değerlendirilmeye sunulacak ürünlerin bir temsiliyet aracı (sergi panosu) üzerinden kendilerini anlatma zorunluluğunu bir sınır olarak kabul edelim ve değerlendirmeyi bu sınır içinden yapmanın zorunlu ilişkisi üzerinden tartışalım. Öncelikle, kendine ait pratik nedenlerden dolayı yıllar içinde gelişen bu formatın yeterliliğini konuşmadan önce bu temsiliyet aracının hangi niyetlerle nasıl kullanıldığını tartışmak daha önemli görünmektedir. Bu tartışma bizi mevcut temsiliyetin yetersizliği noktasına taşırsa, bu noktaya geri dönmeyi akılda tutarak… Soru, “Mimarların sergiye projelerini gönderirken hangi dertleri taşıdığı; bu dertleri, ürün ve temsiliyet düzlemi üzerinden nasıl anlatmaya ve paylaşmaya çalıştığı” olacaktır. Bu sorunun açığa çıkardığı durum yalnızca ürünün niteliğini belirleyen koşulları değil, mimarın özne olarak kendini konumlandırma biçimlerini de görünür kılması anlamında oldukça önemli araçsallık üretecektir.

Genel anlamda bu konu, Türk mimarlığında bahsedebileceğimiz çok yaygın bir temsiliyet sorunu bağlamına işaret etse de, bu yazı bağlamının bu sorunun nedenlerini irdelemek gibi bir iddiası yok. Konu kuşkusuz Osmanlı-Cumhuriyet eksenindeki pek çok konuyu bu tartışmaya dahil edebilecek kapsamdadır. Bu nedenle arka planını eşelemek yerine konuyu daraltarak görünür, algılanır olanı ifade etmeye çalışalım.

Bu noktada bu yılın sergisi bağlamı üzerinden baskın ve hâkim dilin sorulan soruya verdiği yanıt şudur: “Ben, mimarlık üretimimi kendi yer-bağlam-süreç-anlam bağlamında bir düşünsel arka plan ihtiyacı hissedip, bunu ortamın mimarlık bilgisi ile ilişkilendirmekle ve hatta bunu anlatmakla ilgilenmiyorum. Yapının niteliğini belirleyen şeyi niceliksel sonuç ifadesi olarak görerek, niteliksel ifadeyi ‘bina’ nesnesine indirgiyorum. Haliyle de artık yapının arkasındaki düşünsel sürecini anlatmakla değil, olabildiğince etkileyici (başka temsiliyet araçları olan manipülatif fotoğraflar, imajlar gibi...) görseller ile sonucu göstermekle ilgileniyorum. Bu noktadan sonra da ne kadar inandırıcı olduğum önemli oluyor (ne kadar samimi ve açık olduğum değil)...”

Kısaca sergi ortamı, ifadesini, ‘anlatmak’ üzerine değil ‘göstermek’ üzere gönderilmiş proje ve yapı temsiliyetlerinden alıyor. Burada vurgulanmak istenen konu, ‘anlatılacak’ olanın olup olmadığını tartışmak değil, mimarların özne olarak duruşlarını bu yönde tercih etmeme halleridir.

Bugün,‘gösterme’nin bir tür piyasa koşulu olarak şartlı refleks halini aldığı ve ‘görünür’ olmanın bir aracı haline geldiği düşünülürse bu duruşun çok da kafa yorularak tercih edildiği söylenebilir mi, bilmiyorum. Ancak herhangi bir şekilde sergiye gönderilen üretimlerin büyük bir çoğunluğunda “mimar özne-ürün-temsiliyet düzlemi ilişkileri üzerinden hangi bilginin, ifadenin ve anlamın aktarılacağının”sorgulanmamış olduğunun gözlemlenmesi ise sadece bu yılın sergisine özgü olmayan genel bir değerlendirme olarak ifade edilebilir.

Günün mimarlık rüzgarlarının çarpma etkisi olan, sosyal psikologlar tarafından bir ‘itaat etme formu’ olarak tanımlanan ‘güncel sosyal kodlanma’ hali olarak da tanı konulan ‘gösterme’ şartlı refleksini biraz açmakta fayda var. Bu sosyal ‘itaat’in arkasında gündelik hayatımıza nüfuz etmiş, neo-liberal politikaların belirlediği tüketim ekonomisinin gerek araçlarını gerekse ürünlerini bağlamsızlaştırması, kolay dolaşıma sokulabilir etkili imgelere dönüştürmesi, mimarlığın da mimarın da bundan payını alması gibi faktörler hızlı birer tespit olarak dillendirilebilir. Kuşkusuz durumun nedenselliğini hemen, kolay tüketilebilir, çağdaş imajlara sahip, hızla sindirilmeden yenilenen durumlar vaadeden, niteliği niceliksel çokluklar üzerinden değerlendiren ve ‘isim’ üzerine kurulu spekülatif bir dünyadan beslenen ve bizi çevreleyen pek çok (basılı, dijital...) ulusal-uluslararası mimarlık medyalarına da bağlayabiliriz. Bunlar, bir çırpıda değişmesini beklemediğimiz, beğensek de beğenmesek de içinde yaşadığımız çağın gerçeklikleri... Ayrıca, yargılamanın ve suçlamanın kolaylığına kaçabilecek başka pek çok neden de üretebiliriz. Ama bunlar temeldeki durumu, “kendimizin bu ortamla yüzleşme zorunluluğu” halimizi ne kadar ortadan kaldırabilir? Koşullar ne olursa olsun bariyerlerimizi aşan, ortak bir sosyal itaat durumu, sosyal kodlanma ortamı ile karşılaşacak ve beraber yaşayacağız. Ortamın içinde bu itaat farkındalıkla kabullenilebilir, sürdürülebilir hatta bir motivasyona da dönüşebilir. Önemli olan durum, bizim bir şekilde ortamdaki bilinçli özneler olarak kendi sorumluluk alanımızı ifade edebilme, üretimlerimizde bu alanı sürdürebilme ve bunu açık olarak geliştirebilme becerimiz değil mi? Bir taraftan “samimi olmayan” profesyonelliğe ve “–miş gibi yapma” hallerine sığınmadan…

Bu icerik 3976 defa görüntülenmiştir.