321
OCAK-ŞUBAT 2005
 
MİMARLIK'TAN

UIA 2005 İSTANBUL’A DOĞRU

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • EAAE Atölyesinden Notlar...
    Deniz İncedayı

    Doç.Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü; Yayın Komitesi Üyesi.

DOSYA: Sayisal Mimarlik

  • Evler Senfonisi
    Gürhan Tümer

    Prof.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü, Yayın Komitesi Üyesi



KÜNYE
DOSYA: Sayisal Mimarlik

Türkiye’de Bilgisayar Destekli Tasarıma İlişkin İtiraflar

R. Faruk Şahin

Mimar

İlhan Kesmez

Y.Mimar, Uzman, Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Anlatacaklarımız, bilimsel araştırmalara ya da anket sonuçlarına dayanmıyor. Anlatacaklarımız, Bilgisayar Destekli Tasarım’ın (BDT) mimarlık alanında yaygın olarak kullanılmasında küçük de olsa pay sahibi olan iki kişinin, deneyimleri sonucunda vardıkları kişisel yargılardan oluşmaktadır. Bu yazı, Mimarlar Odası’nın, bu alanda eğitim vermeye başlamasında da pay ve sorumluluk sahibi olmamızdan ötürü, herkese borçlu olduğumuzu düşündüğümüz kimi açıklama ve özürleri dile getirmek amacı ile kaleme alınmış bir yazıdır. Bu yola çıkarken varolan amaçlarımız ve hayallerimizin güzelliği, sonuçta elde ettiğimiz perişanlığı affettirmiyor maalesef.

1980’lerin sonu 90’ların başında, BDT’nin mimarlıktaki yeri hakkında bir yazı hazırlayacak olsaydık, ütopyalarımızla, heyecanlarımızla dolu bir yazı olurdu bu. Bugün, gerçekleşmemiş olan bu ütopyaları anlatarak başlamak gerek belki de.

Teknikle ilgili gelişmeleri, düşünsel alandakilerden bağımsız ya da daha geri olarak algılamamak gerekir. Her teknik ilerleme kendini biçemde ifade edebilecek kadar etkili sonuçlar doğuracaktır. Kimi teknik gelişmeler ise kavrayışımızı, algılama metodumuzu değiştirirler. Sonuç olarak teknik gelişmeler, önce üretim şeklimizi, daha sonra da düşünme biçimimizi etkiler. Aydınlanma sonrası düşünsel hareketlerin, kendilerini mimaride gerçek anlamda var edebilmesi ancak betonarme ve çelik gibi teknik gelişmelerle mümkün olmuştur. Bu teknik gelişmelerin, getirileri (ya da götürüleri) üzerine yapılan tartışmalar mimarlığın yönünde belirleyici olmuştur. Kısaca teknik, düşünceden bağımsız işlemez.

1980’lerin sonuna dönersek, o döneme dek 1800’lerin ortasında ortaya çıkan ve o zamandan beri gelişmekte olan inşaat tekniklerinde devrimsel bir değişiklik olmamakla birlikte, tasarım araçları ve tekniklerinde kimileri için çok beklenmedik, kimileri içinse sadece uzun bir yolun başı sayılabilecek değişiklikler ortaya çıkmıştır. İlk bakışta tasarım sürecinde gerçekleşen teknik bir ilerlemenin, inşaat tekniklerinde gerçekleşen ilerlemeler kadar etkili olmayacağı düşünülebilir. Ancak, tasarım süreci, inşaat sürecinin en soyut, en düşünsel, dolayısıyla kavramsal değişikliklerin meydana gelmesini tetiklemeye en yakın kısmıdır. Kısaca, tasarlama tekniklerimizin değişmesi, kavramsal etkileri olacak önemli bir değişikliktir. BDT de tasarlama yöntemlerimizi yeniden ele alma, değiştirme olanağına sahip bir gelişme olarak karşımızda duruyordu. O zamanlar, herkese, defalarca, inatla, bunun bir “çizim aracı” değişikliği konusu olmadığını, tasarım ile ilgili bir olgu, kavramsal olarak tasarım sürecine yeniden bakmak olanağı olduğunu söylerken aklımızdaki bu idi.

Bizim beklentimiz, BDT'nin mimarlık alanında kullanılmaya başlaması ile çok temel iki kırılmanın, mimarlıkta yaşanması idi. İlk kırılma, mimari tasarımlarda eksik kalan, üç boyutlu kavrama konusunda olmalıydı. Özellikle o dönemlerde mimarlığı etkisi altına almış olan Geç Modernizmin de sonucu olarak, tasarımlar yoğun plan geometrisi oyunları şeklinde gelişmekteydi. Bunun doğal sonucu, mekâna yönelen bir tasarım yerine, plandan başka bir yerden algılanmayan bir geometri ustalığının mimariyi iki boyutlu bir kavrayışa sürüklemesiydi. Bu durum kendisini mimarlık yarışmalarında da ortaya koyuyor, yuvarlak bir hastane, ya da üçgen bir hükümet konağı çözmek ödül almak için yeterli olabiliyordu. Oysa bahsi geçen tasarımlar, iç ve dış mekân kalitesi ve zenginliği açısından son derece zayıf sonuçlar veriyorlardı. Biz de bunu belki biraz naif bir şekilde, mimarların aslında üç boyutlu düşünememelerine bağlıyorduk. Bu saptamamızın doğruluğunu, mimarlara BDT öğretirken teyit etmiş olduk. Kullanılan programların en çok üç boyutlu komutlarını anlayamıyorlar, kafalarında gerçekten üç boyutlu bir canlandırma yapamıyorlardı. Bu da çok doğal sayılırdı, çünkü o güne kadarki tüm tasarım aparatları iki boyutlu idi. Maketin üç boyutlu olduğu düşünülebilir, ancak maket de bizim anladığımız anlamda üç boyutlu tasarımlar için iki temel eksiklik içeriyordu: Birincisi, maket yapmadan önce tasarımı iki boyuta indirmeniz ve sonra kestiğiniz iki boyutlu parçaları biraraya getirerek üç boyutlu bir model yapmanız gerekiyordu. İkinci olarak da, maket insan ölçeğini veremiyordu. Yani insan gözü ile, tasarımın algılanması imkânını sunmuyordu. Sonuç olarak, tasarım araçları üç boyuta çok da yatkın olmayan mimarlar, çoğunlukla üç boyutlu tasarım kavrayışından uzaktı. Maket üzerinden çalışmayı kendisi için gerçekten önemli bulan, bu tasarım aracını üç boyutlu kavrayış için iyi kullandığını düşünenlerin karşısını ise üretim süreleri ve maliyetleri sorun olarak çıkıyordu, her ne kadar bunu kabul etmeseler de.

Belki de bu yüzden, BDT’nin eşsiz tasarım yeteneklerinin, tasarladığınız nesnenin içinde ya da dışında imiş gibi istediğiniz şekilde görüntülenerek, ilk elden üç boyutlu olarak algılama ve kurgulama imkânlarının, bu eksikliği gidererek mimari tasarımların mekân kalitesini arttıracağı düşüncesi (en azından bizim aklımızda) öne çıkmaya başladı.

Mimarlık ortamında, bütüncül ve Türkiye mimarlığının ilerlemesini sağlayacak böyle bir olgu, tabii ki Mimarlar Odası tarafından desteklenmeli ve genele yayılmalı idi. Bu bağlamda, üniversitelerin henüz bu alanı tarifleyememelerinin de etkisiyle, bir grup insan Mimarlar Odası’na böyle bir misyon biçti: Mimarlar Odası bilgisayar destekli tasarımın nimetlerinden tüm mimarların mümkün olduğu kadar ucuza ve çabuk faydalanması için elinden geleni yapmalı ve bu bilgiyi yaymalı idi. Bu görüşler etrafında biraraya gelen birkaç kişinin içinde biz de vardık. Heyecanla üç boyutlu tasarım komutları ve yöntemleri ağırlıklı olan, mimarlık tarihinden ünlü eserlerin ödev olarak çizileceği ve programların “çizim”e yönelen yeteneklerinin ikinci plana itildiği bir ders programı oluşturuldu. Mimarlar Odası meslek içi eğitim şeklinde bilgisayar kursları vermeye başladı. İlk başlarda çok başarılı olduğu sanıldı, çünkü büyük ilgi görmüştü. Uzun yıllar boyunca, özellikle Ankara Şubesi’nde verilen kurslarda, üç boyutlu komutların öğretilmediği bir kurs programı oluşturulmamasında direnildi. Amaç insanların bilgisayar kursu görmeleri değil, üç boyutlu tasarıma yatkınlıklarını geliştirmek, yönlendirmekti.

Beklediğimiz ikinci kırılma ise, insanlığın ilerlemesinde sürekli olarak karşısına çıkan konfor-gelişme ikileminin bir başka yansıması idi. Tüm teknik ilerlemelerde olduğu gibi, BDT’nin ortaya çıkmasıyla üretimin süresinde bir kısalma oluştu. Aynı seviyede üretim daha kısa sürede yapılabiliyordu. Esas konu ise artı değere dönüşen zamanın nasıl değerlendirileceğiydi. Tasarım sürecinde, tasarımların teslim edileceği dead-line’dan uzaklaşabilmeniz, tasarımın sunulması için harcanan zamanın uzunluğuna bağlıdır. Örneğin, bilgisayarsız çizdiğinizde, bir projeyi teslim etmek için çizim ya da sunuş hazırlamak 15 gün sürüyorsa, son 15 gün tasarım değil, teknik resim yapıyorsunuz demektir. Oysa BDT’de tasarım ile sunuş nerede ise eş zamanlı işlevlerle yapılabildiğinden, o son 15 gün de tasarımı geliştirmeye harcanabiliyor. Geri dönülmez çizgiyi, teslim tarihine yakınlaştırabildiğiniz oranda, tasarımlarınızın daha gelişkin olma imkânı oluşuyor. Dolayısıyla teknikle kazanılan zamanın kaliteye yansıtılmasıyla yine global olarak mimarlık ortamının bir ilerleme kaydedeceği ve bunun yapılı çevremizde kendisini göstereceğini ummuştuk.

Özetle, BDT’nin mimarlık ortamına girmesi ile üçüncü boyutta daha iyi kavranılmış ve çok daha iyi etüd edilmiş tasarımlarla mimarlık ortamının gelişeceğini ummuştuk. Bu amacın gerçekleşmesini Mimarlar Odası’nın görevlerinden biri (eğer birincisi değil ise) olarak algıladığımız için ise, en önemlisi bilgisayar kursları olan faaliyetlerle, bu bilgiyi yaygınlaştırmak ya da bizim o zaman kullanmayı sevdiğimiz deyimiyle, demokratikleştirmek için çalışmalar yürüttük. Detaylarına burada girmeyeceğimiz bu faaliyetler, yine burada sayamayacağımız kadar çok arkadaşımızın, yukarıda bahsi geçen amaçlara olan inançları ve özverileri sayesinde gerçekleştirildi.

Ancak gerçekçi olmak gerekirse, sonuç tam aksi oldu. Bilgisayarın mimarlık alanına girmesi, hızla, yapılan işlerin süresinin kısalmasına sebep oldu; o kadar ki artık alışan işverenler, akıl almaz sürelerde projeleri ister oldular. Devlet kuruluşları 50.000 metrekarelik binaların tüm projelerinin tüm aşamalarını 90 gün süreyle ihaleye çıkartmaya başladı. Projelerin tasarlanması için bırakın daha çok zamanı, eskisinin onda biri bile zaman kalmamaya başladı. Mimarlık büroları çok daha az elemanla çalışır oldular, üstelik işleri çok daha düşük ücretlere almaya başladılar; çünkü işin emeği azalmıştı ve yaptıkları işin kalitesini değil emeğini öne çıkartarak pazarlamaya alışık olduklarından, bu duruma adapte olamamışlardı. Yine devlet ihalelerinde metrekaresi 1.000.000 TL’ye mimari tasarım işleri verilmeye başlandı. Koca projeler 3 takım ozalit fiyatına yapılır oldu. Kısacası sektörün içine düştüğü finansal krizde, bilgisayarın da büyük etkisi oldu.

Kaliteye gelince, onda da herhangi bir artış olmadı. Eskiden aydınger kazıyarak yapılan düzeltmeler sonucu elde edilen birbirine benzer projelerin yerini, copy–paste (kopyala-yapıştır) projeleri aldı. Çok daha kolay ve etkili bir şekilde proje kopyalanır oldu. Üçüncü boyut ve mekân kavrayışı ise hiç gündeme gelmedi; onun yerine bilgisayarın bu yetenekleri müşterinin gözünü boyamak amacıyla yapılan gerçekçi perspektifler için kullanıldı. Tasarıma bir katkı vermeden, tasarımı bitmiş olan projelerin maketi yapılır gibi bilgisayar modelleri üretildi. Yeni mezunların büyük kısmı bu çeşit işlerde çalışır oldu. Yani tasarımdan uzak, sadece modelleme üzerine, bir tür teknik ressam olarak.

Belki de tüm bunlar aşırı baskıcı piyasa koşulları, ülkenin yaşadığı ekonomik krizlerle de açıklanabilirdi. Belki de bütün suçu BDT’ye atmak doğru değil. Ancak genelde piyasa koşullarının baskılarından kendisini arındırmayı bilmiş (oransal olarak) yegâne alan olan mimari yarışmalar bile BDT’nin içeriksiz görüntü bombardımanından kurtulamadı. Son yıllarda yarışmalarda yapılan sunumların göz boyama tekniklerine dönüşmüş olması üzerine epey konuşuldu, yazıldı. Hatta kimi yarışmalarda sunumlar kısıtlandı. Bu da aslında mimarlık ortamının, piyasa baskısıyla açıklanamaz şekilde BDT’yi kötüye kullandığının kanıtı oldu maalesef. En azından yarışmalarda gözlerimizin aradığı, tasarım sürecinde BDT aracılığıyla oluşması düşünülebilecek üç boyutlu kavrayış farklılığına sahip yaklaşımlar, planda tasarlanıp bittikten sonra maket yapar gibi üç boyutlu modeli yapılarak, foto gerçekçi görüntüleri alınmış projelerin arasında kaynadı gitti.

Aslında BDT’yi mimarlığın yararına, yapılı çevremizin kalitesini arttırmak yönünde kullanmak yerine, giderek kısırlaşan bir rekabet unsuru olarak kullanmak bir etik problem ve bu problem, doğal olarak, bilgisayardan değil biz mimarlardan kaynaklanıyor.

Türkiye mimarlık ortamı, en azından çalışmaya bilgisayarla başlamamış, sonradan mesleğinde bir şekilde kullanmış ya da kullandırmış olan mimarların baskın olduğu ve hâlâ içinde olduğumuz şu geçiş döneminde, BDT’nin yapılı çevremize, mimarlık pratiğimizin kalitesine sunabileceklerini açıkça kaybetmiştir. Ve bu olgunun bu hızda ve biraz da Mimarlar Odası eliyle ortaya çıkışında ve tüketilmesinde sahip olduğumuz paydan dolayı, bizler, samimiyetle üzgünüz.

Bu icerik 1859 defa görüntülenmiştir.