363
OCAK-ŞUBAT 2012
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Mesleğe Kabul Edilmek?
    E. Füsun Alioğlu, Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: MİMARLIK EYLEMİNİN GELİŞİMİ VE ÇEŞİTLENMESİ

KHK Sürecindeki Yapılanmalar

Hasan Topal, Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı

Genel Seçimler öncesinde Büyük Millet Meclisi’nde, bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair bir yetki kanunu ile hükümete yetki verildi. Birçok konunun Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) düzenlenmesine ilişkin genel bir çerçevesi vardı Yetki Kanununun. Bu Yetki Kanununa dayanılarak, 8 Haziran 2011’de 636 sayılı “Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” yayımlandı. Ancak, belki de Cumhuriyet tarihindeki en kısa ömürlü Bakanlık olarak tarihte yerini aldı. Hemen bir ay sonra Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı, 644 sayılı KHK ile “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”, 645 sayılı KHK ile de “Orman ve Su İşleri Bakanlığı” olarak ikiye ayrıldı. Yine yaklaşık bir ay sonra, bu KHK'lere karşı toplumun büyük kesimlerince yapılan eleştiriler ve yoğun tepkiler dikkate alınarak, 648 sayılı KHK ile önceki kararnamelerde değişiklikler yapıldı.

648 sayılı KHK'de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hizmet birimleri arasında 8 genel müdürlük tanımlanmakta. Bunların bir bölümü aslında yıllardır önerilen, beklenilen tarzda yapılanmalar gibi görünmekle birlikte, tartışılan yetkilerle donatıldıkları izlenmekte. Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü, Meslekî Hizmetler Genel Müdürlüğü, Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü gibi daha yeni gündemimize gelen genel müdürlükler oluştu. Bu yazıda, bu KHK'nin getirdiği değişiklikler ve yapılanmalar, altı başlık altında özetle değerlendirilecektir.

KHK, mimarlık meslek alanına, planlama alanına, kültür ve tabiat varlıklarını koruma alanına, kentsel dönüşüm alanına, İmar Kanunu’na ve Yapı Denetim Kanunu’na dair çok esaslı hükümler içermekte. Mimarlık meslek alanına dair getirilen hususlara baktığımızda, özellikle Meslekî Hizmetler Genel Müdürlüğü olarak oluşturulan yeni yapıya, mimarlık alanına, mesleğine, meslek örgütlenmesine ve mesleğin uygulama alanlarına ilişkin ciddi yetkiler ve roller tanımlanmakta. Yerleşme ve yapılaşmaya yönelik mimarlık, mühendislik, müteahhitlik, müşavirlik hizmetlerine ilişkin düzenlemeleri yapmak, uygulamaları denetlemek, izlemek; planlama harita yapımı, etüdü, proje müellifliği, harita plan proje yapım kontrol müşavirliği, kuruluşlarını değerlendirerek tescillerinin verilmesi, yeterlilik belgelerinin verilmesi ve kayıtlarının tutulmasını sağlamak, planlama, projelendirme, yapım ve kamulaştırma iş ve işlemlerinde görev alacak bilirkişilerin niteliklerine ve meslekî yeterliliklerine ilişkin usul ve esasları belirlemek, Yapı Denetim Hakkında Kanun’da ilgili Bakanlığa verilen görevleri yapmak veya yöresel mimarinin ve yapılarda yerel malzemenin kullanımını teşvik edilmesi, binalarda enerji verimliliğinin sağlanması, ileri yapım teknolojilerinin kullanılması ve yaygınlaştırılması için gerekli tedbirleri almak gibi bir dizi görev ve yetkiyle donatılmış durumda. Ayrıca Bakanlığın görev alanına giren konularla ilgili olarak mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarına ilişkin mevzuatı hazırlamak ve bunları denetlemek gibi hususları da içermekte.

Ülkemizde mimarlık mesleğine ilişkin yasal düzenlemelere bakıldığında, Anayasa’nın 135. maddesinde tanımlanan Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları kapsamında, 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu ve bu kanun uyarınca, mimarların meslekî örgütü olarak kurulan Mimarlar Odası, ayrıca meslek alanlarını tanımlayan 3458 sayılı Mühendislik Mimarlık Hakkında Kanun’un bulunduğu ve yürürlükte olduğu görülür.

Ülkemizdeki mimarların kayıtlarının tutulması ile tescillerinin ve mesleki faaliyetlerinin düzenlendiği Mimarlar Odası Yönetmelikleri yürürlükte iken, bu alanda bir üst yetki organı olarak KHK ile Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü ve Bakanlık da yetkilendirilmiş durumda. KHK'nin, diğer kanunlar bir tarafa itilerek, tanımlanan otorite tarafından meslek alanlarına yönelik bazı tanımların ve uygulamaların yeniden yapılacağının da referanslarını içerdiğini söylemek mümkün. Bakanlığa, meslek Odaları üzerinde denetim yetkisi tanınmakta ve meslek kuruluşlarının mevzuatlarını hazırlama ve denetleme görevi de ilgili genel müdürlük aracılığıyla Bakanlığa verilmekte. Özet olarak, bütün bu gelişmelere ve düzenlemelere meslek kuruluşlarının, meslek Odalarının, başta Mimarlar Odası’nın kamusal ve özerk kimliğini de ortadan kaldıran düzenlemelerdir denilebilir.

Mimarlar Odası tarafından hazırlanan kapsamlı değerlendirme raporu ve eleştiriler, ilgili siyasi partilere iletilmiş, bu anlamda meslek alanında ve meslek örgütlenmesi alanında yetki gaspı sayılabilecek düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması talep edilmiştir. Ana Muhalefet Partisi Anayasa Mahkemesi’ne iptal için başvuruda bulunmuştur. Önümüzdeki süreçte Yüksek Mahkeme kararını verecektir.

Yine aynı KHK, mimarlığın doğrudan ilişki içinde bulunduğu planlama alanında da ilginç hükümler içermekte ve yetki donanımları getirmekte. Bakanlar Kurulu’nca yetkilendirilen alanlar ile merkezî idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesisleri için harita, her tür planları, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişiklikleri resen yapmak yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmektedir.

Ülkemizde 1980 sonrası yaşanan, kentleşme sürecini ve kentleşme alanını yönlendiren planlama alanındaki sektörel temelli ve çok otoriteli yapının ülke fizikî mekânına, kentlere ve yaşam alanlarına getirdiği olumsuzluklar toplumun her kesimi tarafından eleştirilmektedir. Böylesine dağınık ve denetlenemeyen çok otoriteli planlama yapısı, bu KHK ile biraz daha pekiştirilmekte, yeni otoritelerle zenginleştirilerek daha da içinden çıkılamayacak sorunlara ve denetlenemeyecek bir sürece doğru yönlendirilmektedir.

Bu KHK ile kişilere ait olan taşınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara ilişkin olarak, ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan, ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını, değişikliklerini onama ve resen ruhsat ve yapı kullanma izni verme yetkisi Genel Müdürlüğe ve Bakanlığa verilmektedir.

Gerekçesi ve işlevi ne olursa olsun herhangi bir ölçekte plan onayı talebi, ilgili belediyelerden, idarelerden talep edildikten sonra eğer sonuç alınamazsa, üç ay sonra ilgili Bakanlık resen bunları onama yetkisini almaktadır. Bu uygulama bugüne kadar ülkemizde (ki o bile tartışma konusuydu) yalnızca kamu yatırımları için geçerli bir uygulamayken, bu KHK ile kişilere özgü ayrıcalık yaratmanın yolunu açacak bir yetkilenmedir denebilir. Yine bir başka ifadeyle, çeşitli gerekçelerle ülkenin her noktasında, her parselinde ya da her bölgesinde, her kentinde, her tür ve ölçekte planın merkezî otorite tarafından yapılmasının ve inşaat ruhsatı ile yapı kullanma izinlerinin verilmesinin önü bu KHK ile açılmış durumdadır. Yerel yönetim görev ve yetkileri arasında sayılan iş ve işlemlerin merkezî otoriteye de tanınmasının, taraf olduğumuz Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na, gerekse ülkemizin bugüne kadar edinmiş olduğu yerel yönetim deneyimine de açıkça aykırı olduğunu söylemek mümkün. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itirazlarda da bu temel ilkelerin altı çizilerek, gerekli eleştiriler yapılmıştır.

648 sayılı KHK'de, kültür ve tabiat varlıklarının korunması alanındaki yapılanmalara yönelik, daha önce varolan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ikiye ayrılarak, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü olarak şekillendirilmiştir. Görevleri arasında her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak sayılmaktadır. Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilânının Bakanın onayıyla yapılacağı belirtilmektedir. Yani kurullar, yeni oluşturulan komiteler, komisyonlar hepsi aslında bir anlamda istişari nitelikte oluyor, bir tek yetkili olarak Bakan bütün tescil konularında karar verici hale geliyor. Ayrıca, yapı yasağı önerilen bu tür koruma veya tabiat alanlarında da Bakanlar Kurulu Kararı ile tescil koşulu getiriliyor. Bu durumda koruma alanlarının tescili ile ilgili iş ve işlemlerin sürelerinin çok uzayacağını söylemek mümkün.

Koruma alanında yaşanan pratikte, “koruma planı” kavramı varken, tabiat alanlarında, doğal sitlerde, bu KHK ile imar planlaması süreci devreye sokuluyor. Dolayısıyla korumayla planlama arasındaki ya da koruma amaçlı imar planıyla, imar planı arasındaki çelişki ortaya çıkıyor. Başta doğal sit alanları olmak üzere, bugüne kadar korunabilmiş doğal alanların, millî parkların, tabiat parklarının ve tabiatı koruma alanlarının planlama adı altında kısa süre içerisinde tahrip edilmesine neden olabilecek bir yaklaşımın var olduğu, “koruma” kavramı içinden doğal alanların dışlandığı söylenebilir.

Planlama alanındaki çok otoriteli, çok dağınık yapı, bu KHK ile koruma alanına da getiriliyor: Kentsel sitler, arkeolojik sitler ve tek yapı ölçeğindeki koruma alanında Kültür ve Turizm Bakanlığı; eski ifadeyle doğal sitlerde, yeni tanımla tabiat alanlarında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; ve millî parklar, sulak alanlar gibi değerlerde de Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkilendiriliyor. Dolayısıyla geçmişteki pratiğimizde yalnızca Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü yetki ve sorumluluğunda bulunan koruma alanı, üç parçalı bir hale getiriliyor. Doğrusu bu da bu değerlerin korunması anlamında önümüzdeki süreçte çok önemli riskler ve tehlikeler içeren bir eylemin başlangıcıdır diyebiliriz. Kararname, Koruma Yüksek Kurulunca karar verilen konular, ilgili Koruma Bölge Kurulunca tekrar görüşülemez diye bir bağlayıcı hüküm içeriyor ve Koruma Yüksek Kurulunun salt çoğunlukla toplanacağı ve toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğuyla karar alacağı tanımlanmakta. Koruma Bölge Kurullarının yetkisi sınırlandırılmakta.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yapılan önemli bir değişiklik ile Koruma Yüksek Kurullarında ve Koruma Bölge Kurullarındaki görevlenmeler aşamasında, YÖK tarafından kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, şehircilik bilim dallarının aynı daldan olmamak üzere görevlendireceği iki öğretim üyesi koşulu, bu kararnameyle kaldırılmış, koruma kurulları için görevlendirme tamamen Bakan atamasıyla oluşan bağımlı bir yapı haline gelmiştir. Diğer yandan meslek Odalarının koruma kurulları toplantılarına katılabilmesi de, koruma kurulu müdürünün daveti zorunluluğuna bağlanmıştır. Yani ilgili müdür istemezse, meslek Odalarının kurullara katılımını gerçekleştirmeyebilecektir.


Kararname, konular Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde, Koruma Yüksek Kurulunun gündemine alınır diyor. Konuların, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü hal meselesi aslında, daha baştan ilgili otoriteye en büyük gücü, en büyük yetkiyi tanımakta. Yüksek Kurulda görüşülen konuların Koruma Bölge Kurulunun gündemine alınamayacağını da hükme bağlıyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanın özelliklerine göre, konusunda uzmanlaşmış biyolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan, Tabiat Varlıkları Koruma Merkez Komisyonu teşkil ettiriliyor, aynı şekilde yerel komisyon da bu uzmanların yerel unsurlarından oluşturuluyor.

Kararname ile getirilen, “Bakanlıkça uygun görüleceği” kavramı, idarede böyle muğlâk, tanımsız, belirsiz hususların olması, icraatların kamuya ve topluma yansıması açısından oldukça sorunlu uygulamaların da habercisidir denebilir. Bu süreçte ilgili Kararname, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yasası’nı değiştirmiş, mevcut Koruma Bölge Kurulları tamamen dağıtılmıştır.

Kentsel dönüşüm konusu yine bu Kararnamede önemli bir husus olarak öne çıkmakta; depreme karşı dayanıksız yapılar ile imar mevzuatına, plan, proje ve eklerine aykırı yapıların ve bunların bulunduğu alanların dönüşüm projelerini ve uygulamalarını yapmak veya yaptırmak, bu kararnameyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın görevleri arasında tarif ediliyor.

Ülkemizin tamamına yakınının deprem riski altında bulunduğu, mevcut yapı stokumuzun da büyük bir bölümünün depreme karşı zaafiyeti olduğunu düşündüğümüzde, bütün ülke sathı, bütün kentler, bütün yerleşme bölgeleri kentsel dönüşüm alanıdır diye tarif edilebilir. Bir başka ifadeyle, tapu güvencesinin kalmadığı söylenebilir.

Belediye Kanunu, Büyükşehir Belediyeleri Kanunu, yerel yönetimlere kentleşmeyle ilgili, yapılaşmayla ilgili düzenlemeler konusunda, yetkiler tanımlamaktadır. Kararname ile kentsel dönüşüm alanlarının belirlenmesi Bakanlığa verilmekte, yerel yönetimler işlevsizleşmekte ya da bağımlı hale getirilmektedir. Bir belediye kent planlarına ve kentin gereksinimlerine uygun olarak bir kentsel dönüşüm, kentsel sağlıklaştırma programı uygulamaya kalksa, bu maddeye dayanarak ilgili Bakanlığın muvafakatını, olurunu almak zorunda. Yani ilgili Bakanlık istediği belediyeye, istediği şekilde izin verirken, bir başkasının çok daha sağlıklı yaklaşımlarına hiçbir şekilde izin vermeyebilir.

Kararnameyle daha önce Yapı Denetim Kanunu’nda tanımlanan bazı hususların kapsamı genişletilerek denetim dışı yapılar büyütülmüştür. Örneğin, önceki kanunda kat alanı 100 metrekareyi ve toplamda 200 metrekareyi ve 2 katı geçmeyen yapılar yapı denetimi dışında tutulurken, bu Kararnamede bunların boyutları değiştirilmiş, yeni işlevler eklenmiş ve nüfusu 5.000’in altında olan belediyelerin, belediye mücavir alan sınırları içinde, bodrum ve çatı arasında yapılan düzenlemeyle 4-5 kata ulaşan yapılarda, bodrum kat dışında inşaat alanını 500 metrekareye çıkaran konut yapıları da Yapı Denetim Kanunu kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Bu konuda da ilginç bir güncel gelişme yaşanmakta: Yapı Denetim Kanunu’nda 2004 yılında yapılan değişiklikle, 2 katı ve toplamda 200 metrekareyi aşmayan yapıların denetim dışında tutulacağıyla ilgili kısmını, Anayasa Mahkemesi bu ayın başında iptal etmiştir. İptal gerekçesinde de, insanların sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına aykırı olduğunu tespit etmiştir, bu aslında önemli bir tespittir. Yani hiçbir yapı, herhangi bir düzenlemeyle olması gereken bilimsel ölçüt ve kuralların dışında tutulamaz denmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararı karşısında, Anayasa Mahkemesi kararına ve yorumuna aykırı bir KHK yürürlükte bulunuyor. Başta hukukçular olmak üzere toplumun uzun süre tartışması gereken konulardan biridir bu.

Yine KHK'da İmar Kanunu’nun 27. maddesinde yapılan düzenleme ile köy yerleşik alanlarında, civarında ve mezralarda yapılacak konutlar ile tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yanı sıra bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası gibi ticari amaçlı yapılar için de yapı ruhsatı aranmaz koşulu getirilmiştir. Uygulamanın, deprem ve benzeri afetler açısından, köylerde yaşayan halkı risk altında bıraktığı söylenebilir. 27. maddedeki bir başka değişiklikte de, köy yerleşik alan sınırları içinde ilk ve ortaöğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi gibi halkın toplu olarak bulunduğu plan kararlarıyla düzenlenmesi kamu yararı açısından zorunlu olan yapılar için imar planı yapılması şartı ortadan kaldırılmıştır. Sağlıklı ve güvenli kentleşmenin ve yapılaşmanın ön koşulu olan imar planı, sayılan yapılar için zorunlu olmaktan çıkarılmıştır.

İmar Kanunu’nda yapılan diğer bir değişiklikle de mera ve yaylaların da yapılaşmaya açılmasının amaçlandığını söylemek mümkün. Çünkü eklenen bir maddede, mera, yaylak ve kışlakların tahsis amacı değiştirilerek, tapuda Hazine adına tescillerinin yapılacağı, bu alanların belediye ve mücavir alan sınırları içinde ilgili Belediyelerine, diğer alanlarda ise, İl Özel İdarelerine ve özel kanunlarla belirtilen ilgili idarelere tahsis edilmesi düzenlenmiştir. Herhangi bir ilgili idare, yaylakların, kışlakların tahsisine yönelik olarak talepte bulunabilecektir ve bu düzenleme ile de bu taleplerin gerçekleşmesinin önü açılmaktadır.

Bu icerik 4117 defa görüntülenmiştir.