320
KASIM-ARALIK 2004
 
MİMARLIK'TAN

UIA 2005 İSTANBUL’A DOĞRU

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA Her Daim Gündemde: YARIŞMALAR

  • Şatolar Üzerine
    Gürhan Tümer

    Prof.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü, Yayın Komitesi Üyesi



KÜNYE
50 YILA TANIKLIK

TMMOB ve Mimarlar Odası’nda 50. Yıl Bir Öz Değerlendirme Süreci Olabilir mi? *

Yücel Gürsel

Mimarlar Odası 38. Dönem Genel Başkanı

* Bu yazı temel bir yaklaşım olarak, Mimarist dergisi için hazırlanmaktaydı. Ancak yetişmediği ve yeterince gelişmediği için MİMARLIK’ta yayınlanıyor. Kuşkusuz bu haliyle de yetersiz. Ancak soruna bir yaklaşım modeli olarak değerlendirilebilir.

Mimarlar Odası’nın kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla nasıl bir genel sorgulama ve değerlendirme yapılabileceği sorunu, ilk olarak 22 Mayıs 2004 tarihinde, İstanbul Büyükkent Şubesi’nde düzenlenen bir yuvarlak masa toplantısında ele alındı ve tartışıldı. Ardından 27-29 Mayıs 2004 tarihlerinde, Bursa Şubesi’nin Yapı-Yaşam Kongresi teması olarak, sunulan bildirilerle tartışıldı. Katıldığım her iki toplantıda da, yöntemsel ve olgusal yaklaşıma öncelik ve ağırlık vermiş, sorgulama ve değerlendirmelerin örgütsel olarak belirlenmiş temalar ve alanlarda, kolektif çalışmalarla yapılabileceğini ve yapılması gerektiğini varsaymıştım.

Bireysel olarak eleştiri ve özeleştiri kültürünün “yeterince” gelişmediği toplumumuzda, kurumsal ve örgütsel olarak 50 yıllık geçmişle ilgili özdeğerlendirme yapabilmenin çok daha zor olduğu ortada. Yöntemsel olarak, farklı bakış açılarına sahip kişilerden oluşan kolektif çalışma birimleri ve biçimlerinin, farklı dönem ya da sorun alanlarını değerlendirmeye ve tartışmaya açmaları mümkün ve gerekli görünüyor.

Şimdiye kadar yapılan dönemsel değerlendirmelerde, genellikle Türkiye’deki köklü ekonomik ve politik değişimlere bağlı olan süreçler esas alınmıştır. Bu doğal ve doğrudur. Ancak Mimarlar Odası’nda bu dönemlerle doğrudan bağlantılı görünmeyen, örgütsel gelişmenin kendi iç kimyası, dinamikleri ve inisiyatiflerine dayalı Bolu, 1986 Bursa toplantıları ve bazı genel kurullarda ifadesini bulan anlayış ve örgütlenme değişiklikleri, geçmişin ve değişim süreçlerinin, öz değerlendirmesi bakımından özel bir öneme sahiptir. Öte yandan, özellikle önümüzdeki dönemler için belirli sorun alanlarının ve bu sorun alanlarında geliştirilen politikaların öz değerlendirmesi daha da önemlidir. Bu sorun alanları şöyle sıralanabilir:

• Mimarlar Odası’nda uygulanan politikalar ve nesnel temelleri.

• Genel kurullara sunulan program önerileri, çalışma programları ve raporları bağlamında politika değişmeleri. (Bu çalışma, tam bir akademik çalışmadır.)

• Genel kurul bildirilerine yansıyan politikalar.

• Yönetim ve muhalefet kültürünün, karar defterleri ve genel kurul tutanaklarından incelenmesi.

• Mimarlar Odası’nda örgütlenme modelleri ve kurumlaşma.

• Diğer Odalar ve TMMOB ile ilişkiler.

• İttifaklar ve ittifak politikalar

• Yayın politikaları

• Uluslararası ilişkiler

• Koruma politikaları

• Merkezi ve yerel yönetimlerle ilişkiler

• Kamuda ve özel kesimde ücretli çalışmalarla ilgili politikalar

• Eğitim kurumları ile ilişkiler

• Proje standartları, yapı standartları bağlamında mesleki denetim politikaları

• Yapı sektöründeki diğer kuruluşlarla ilişkiler

• Mimarlar Odası’nda mimarlık teorisi ve eleştirisi

Bu yazıda, Mimarlar Odası’nda politikalar nedir ve politika yapma anlayışının gelişimi, bir sorun alanı olarak değerlendirilmeye çalışacaktır. Mimarlar Odası’nın 50 yıllık geçmişi hakkında, doğruları ve yanlışları ile, farklı kuşakları ve anlayışları önemli ölçüde ikna etmeye çalışmak, geleceğe ve gelecek kuşaklara, bir öz değerlendirme kültürü ve birikimi aktarabilmek, kuşkusuz örgütsel olarak daha ileri çalışmaları gerektirir.

Türkiye’de, özellikle politika alanında, kuşaklar arası değerlendirme, öz değerlendirme sürekliliği sağlanamadığı, böyle bir kültür geliştirilemediği için, kurumsallaşma da sağlanamamaktadır. Bu durumun faturasını, yalnızca darbelere, baskı rejimlerine ve dış dinamiklere çıkaramayız. Bir aydın olarak, kişisel, gurupsal ve örgütsel sorumluluklarımız vardır.

Özdeğerlendirme, Eleştiri-Özeleştiri Temellidir

Eleştiri-özeleştiri kültürü bir bütündür. Mimarlar Odası gibi demokratik bir ortamda, belli bir tutuma ve düşünceye yönelik, adabına-usulüne uygun olarak yapılan eleştiri, yanlış ve haksız, doğru ve haklı da olsa yararlıdır. Yanlış ve haksız eleştiri, doğru tutum ve düşüncenin kendini kanıtlamasına fırsat verir. Doğru ve haklı bir eleştiri ise, kendiliğinden yararlı ve dostçadır. Dost acı söyler. Eleştirilmekten kaçınmak, eleştiriye tahammülsüzlük düşünce ve davranışların doğruluğundan emin olmamak demektir. İster bir siyasi parti, ister bir meslek kuruluşu olsun, bir örgütlenmede eleştiri esas olarak yönetim ve yönetim politikaları ile, yönetime aday muhalefet ve alternatif yönetim politikaları arasındadır.

Eleştiri ve özeleştiri platformlarının zaman ve mekân olarak programlanması sorumluluğu yönetimlere aittir. Bu sorumluluk yerine getirilmediği sürece, eleştirinin zamansız ve yersiz yapıldığından yakınmak haklı değildir. Eleştiriyi düşmanca yapmak, her eleştiriye düşmanca bakmak, birbirini yaratan ve besleyen bir kısır döngüdür. Politik kültürümüz bu kısır döngüden maluldür. Eleştiri kültürümüzün, kişisel ve örgütsel olarak, usullerinin ve biçimlerinin geliştirilmesi olgunluktur.

Ancak özeleştiri, olgunluğun ötesinde erdemi gerektirir. Özeleştiri, kendini sürekli geliştirebilme, kendini aşabilme yetisi ve erdemidir. Özeleştiri de yanlışlarımıza dostça yaklaşmak, yanlışları aşmanın dinamiği, ilk adımıdır. Bizler yalnızca karşımızdakinin, muhalifimizin yanlışlarımıza yönelik eleştirisine düşmanca bakmıyoruz; aynı zamanda, yanlışlarımıza ve kendimizi eleştirmeye de düşmanca bakıyoruz. Yanlış yapmaktan ve yanlışlarımızla yüzleşmekten o kadar korkuyoruz ki, yanlışlarımızı görmez hale geliyor, yanlış yapmamış olmayı yüceltiyoruz. Bu durum, değişen koşullara uygun politikalar ve davranışlar geliştirememe hali yaratıyor. Efesli filozof Herakleitos, İÖ 5. yüzyılda doğada ve toplumda, karşıtlar arasındaki bağlantıya işaret etmiş, ünlü benzetmesiyle, “Aynı ırmağa giren kişilerin üzerinden her zaman farklı sular akar” bu çağın felsefesinin temel ilkelerine ışık tutmuştur. Çelişkinin evrenselliği, karşıtların birliği, değişimin sürekliliği, çelişmenin kaynağı ve itici gücüdür.

Bir sürecin içinde yer alan kişiler ve guruplar, doğal olarak, düşünceleri, davranışları ve eylemleri ile haklı olduğuna inanan duygusal bir bağ içindedirler. Yaşadıkları sürece bir akademisyenin mesafeli duruşuyla bakamazlar. Zaten böyle bir bakış sosyal ve toplumsal gerçekliği de tam göremez. Sürecin politikaları ve eylemlerine ilişkin yazılı belgeler, bildiriler, çalışma raporları, çalışma programları, sürecin fiziki göstergeleridir. Sürecin kimyası, iç dinamikleri bu belgelerde yansımaz.

Türkiye’nin politik kültüründe, süreci yaşayanların öz değerlendirme yazılarına rastlanmaz. Ya şanlı tarih vardır, ya da tam tersi. Eleştiri düşmanlık, özeleştiri günah çıkarmaktır. Kuşaklar, bu yüzden, deneyimlerini, nesnel ve öznel gerçeklikleriyle aktaramazlar. Süreçler kesintilidir, birbirinden kopuktur. Yanlışlardan ders alınmaz, yanlışlar tekrarlanır. Toplumsal politik kültür gelişmez. Kapalı cemaat kültürü, değişmezlik içinde değişmezliği erdemleştirerek, bir dış dinamik tarafından parçalanıncaya, tekerrür eder. Doğruluk, dürüstlük, tutarlılık bir iç özellik bir omurga değil, değişmezliğe koşullanmış bir zırhtır. Bu yüzden eleştiri ve özeleştiri bütünlüğünde, bir özdeğerlendirme anlayışı ve ortamı geliştirmeye, örgütsel olarak karar vermek ve başlayabilmek bile bir aşkınlık durumudur. Özdeğerlendirme, yaşanan sürece hem içten, hem dıştan, bir ateş çemberi olan sınırdan bakabilmektir.

Politika, Meslek Politikası ve Açıklık

50. yılda Mimarlar Odası politikalarının sorgulanması, bir özdeğerlendirme yapılması, dışarıya kapalı örgüt içi bir sorunu mudur? Kırılan kol yen içinde mi kalmalıdır? Yoksa uygulanan politikaların, doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği tüm mimarlık toplumuna, mimarlık hizmeti dolayısıyla topluma karşı açık bir sorgulaması mı yapılmalıdır? Politik kültürümüzde egemen eğilim, kırılan kolun-kolların yen içinde kalmasıdır. Bu eğilimin kültürel kökenleri vardır.

Birincisi toplumsal kültürümüzde bir kusurun, yanlışın açığa çıkmasının, açıkça tartışılmasının insanı “küçük düşüreceği” küçülteceğidir. Kişisel planda, kişilerle ilgi olarak bu durum anlayışla karşılanabilir. Hatta çocuk eğitiminde, pedegojisinde yanlışların çocuğun yüzüne fazlaca vurulması, suçluluk duygusu ve insiyatif körelmesi yaratabilir. Yine de çocuğun gelişmesinde, insiyatif sahibi olmasında, yanlış yapa yapa öğrenmesi esastır.

Ama örgütsel planda, açık sorgulamadan ve öz değerlendirmeden kaçınılması, gelişen ve değişen koşullara uygun, yaratıcı mücadele biçimlerinin yaratılmasının önünde en büyük engeldir. Bütün yaratıcılıkların anası, toplumsal ihtiyaçlara bağlı toplumsal yaratıcılıktır.

İkinci neden, politik mücadelenin, politikanın egemen güçler ve iktidarlar tarafından yasaklanması, baskı altına alınması ve gizliliğe-illegaliteye itilmesidir. Bu durumda örgütsel taban ve toplum karşısında açıkça tartışılamaz, kabulü yaygındır. Ancak tarih göstermiştir ki bu durumda bile öncelikli amaç meşruiyet, açıklık ve yasallıktır. Gizlilik egemen güçlerin daha çok işine gelmektedir.

Mimarlar Odası’nın 50. yılında, herhalde politikayı yasaklamak isteyen, en azından politikayı kötüleyen düşüncelere ve zihniyete karşı, politika yapmanın meşruiyetini savunma durumunda değiliz. Mimarlar Odası’nda 50 yıldır, politikanın en çok yasaklandığı dönemler dahil, politika yapılmıştır. Bugün temel sorun, 12 Eylül baskı rejiminden bu yana, toplumun ve meslek örgütleri tabanının büyük çoğunluğunun, eğitim sisteminin ve medyanın da katkılarıyla, politika dışı olmaları ve politik bozuma uğramalarıdır. Bu sorun yalnızca dışsal bir sorun değildir, aynı zamanda içsel bir sorundur. 50 yıllık politikalar bu açıdan da sorgulanmalıdır.

Politika Nedir?

Politika, yönetme sanatıdır. Kuşkusuz yaşamın bütün alanlarını ve ilişkilerini kapsamaktadır. Ama tartışma gündemimizde olan politika ve Mimarlar Odası’nda uygulanan politikalar dediğimiz zaman tanımı doğrulamak zorunludur. Uygarlığın, insanlar arasında egemenlik ilişkilerinin, iş bölümünün, sınıfların ve devletin, mesleğimiz açısından kentlerin, Mezopotamya’da ortaya çıkışından bu yana politika, devleti, artı değeri yaratan üretim, dolaşım ve paylaşım süreçlerini yönetme, yönetime katılma eylemi ve sanatıdır.

Kapsam olarak politika, sosyal sınıf ve tabakaların birbirleri ile ve devletle ilişkilerini ve uluslararası ilişkileri kapsar. Politik mücadele, toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında, mal ve hizmet üretimi, dolaşımı ve artı değer paylaşımı ilişkilerini incelemek, çözmek, ortaya çıkan bilgi ve gerçekleri toplumla paylaşmak, bu ilişkileri toplumun büyük çoğunluğunun yararına değiştirmeye çalışmaktır. Politika en genelde, devleti yönetmek için siyasi iktidarı ele geçirmek olarak görünse de, yönetime katılmak, yönetimi etkilemeye çalışmak, insan ve yurttaş olmaktan kaynaklanan hakları savunmak ve geliştirmeye çalışmak da politikadır. Temelde her politikanın sosyal ve sınıfsal temeli vardır. 20. yüzyılın son çeyreğine kadar, sosyal ve sınıfsal temeli belirgin olan siyasi partilerin ayrışması ve program farklılıkları açıkça ortada iken, son yıllarda bu fark giderek ortadan kalkmaktadır. Sosyal ve sınıfsal gerçeklikten kopuk bir politika anlayışı, büyük çoğunluğun aleyhine biçimlenmekte ve işlemektedir. Refah düzeyi yüksek, geniş bir orta tabakanın varlığına bağlı ABD modeli, böyle bir politikanın, Türkiye’de karşılığını bulması, ancak yaygın ve etkin, politik bozumla (depolitizasyon) izah edilebilir.

Mimarlar Odası’nda Politika

Bir meslek örgütünde, Mimarlar Odası’nda politika nedir? Genel politika ile farklılıkları nelerdir? Geçmişte “politika yapıyorsunuz” suçlamalarının haklı tarafları olabilir mi? Mimarlar Odası içinde politika farklılaşmalarının nesnel, bilimsel temeli nasıl ifade edilebilir? Bu soruların geçmişte yeterince tartışıldığını, ikna edici cevapların verildiğini söyleyemeyiz. Daha da temel bir sorun, siyasi iktidara aday, siyasi iktidara yönelik politik hareketlerin, meslek örgütlerine ilişkin bakış açılarının ne olduğudur. Kuşkusuz bir yandan “siyaset yapıyorsunuz” suçlaması yapılırken Oda yönetimlerini ele geçirme niyet, istek ve çabaları eksilmedi. Ancak, bizi yakından ve doğrudan ilgilendiren, meslek örgütü içindeki farkılıkların değerlendirilmesidir. 12 Eylül’e doğru, bir meslek örgütünde politikanın ne olması gerektiği, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nde formüle edilmeye çalışılmış ve doğruya yaklaşılmıştı: “Mesleğin sorun alanlarına ve bilimine dayalı politika yapmak.”

Bugün bu tanım şöyle yapılabilir: Bir meslek örgütünde politika, o meslek alanının ve mesleğin, toplumsal ihtiyaçların karşılanmasındaki yeteneğini geliştirmek, meslek alanına ilişkin, üretim, hizmet, dolaşım ve paylaşım ilişkilerinin işleyişini açığa çıkarmak, çözmek, bu ilişkilerin toplum yararına dönüştürülmesini ve geliştirilmesini sağlamaya çalışmaktır. Bu tanım devlet yönetimi ile ilişkilerin niteliğini, yönetime katılmanın biçimini ve uluslararası ilişkileri belirler ve kapsar.

Mimarlar, zihinsel ve bedensel emeğe dayalı olarak hizmet üretirler. Mimarlık, kentleşme süreçleri ile doğrudan ilişkisi, formasyonun bilime, tekniğe ve sanata dayalı olması, yapı üretiminin karakteri gereği, farklı sosyal kesimlerle doğrudan ilişkisi gereği, politik bilinçlenmeye en uygun bir meslek alanıdır. Ancak, Türkiye’de 1950’lerden bu yana gelişen kentleşmenin karakteri, mimarların büyük çoğunluğunun hizmet ilişkisinin, devletle ve yeni yeni ortaya çıkan “sonradan görme” diyebileceğimiz bir orta sınıfla yoğunlaşmasına neden olmuştur. Mimarların ve Mimarlar Odası’nın devletle ve siyasi iktidarlarla olan ilişkisi, temelde, tarihsel ve karşılıklı beklentiler açısından 1960’lara kadar çatışmalı ve karşıt değildir. Aydınlar ve mimarlar, batıdaki gibi bir sınıfın, yani burjuvazinin-kent soyluluğun kültürü içinde ve onun mensubu olarak ortaya çıkmamıştır. Kökleri 1. ve 2. Meşrutiyet’e dayalı, Cumhuriyetin kurucu ideolojisi tarafından eğitilmişler ve üretilmişlerdir. 1954 TMMOB Yasası’nda, mühendisler ve mimarlar, devletin ve siyasi iktidarların doğal yandaşı varsayılmış, kamuda çalışanlara ayrıcalıklı bir hizmet-ücret politikası uygulanmış, yürütmenin bir parçası kabul edilmiş, Yüksek Onur Kurulu içinde ilgili bakanlık yer almıştır.

1961 Anayasası (1971 değiştirmeleri dahil) ve 1982 Anayasası, “Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları”nı, Yürütme bölümünün, İdare ana başlığı içinde, Milli Güvenlik Kurulu, Merkezi ve Yerel Yönetimler, Yüksek Öğrenim Kurumları ve YÖK, Radyo ve Televizyon Kurumu ve Diyanet işleri Başkanlığı ile birarada tanımlamıştır.

Doğrusu Türkiye’de mühendislerin, mimarların ve meslek örgütlerinin, öğretmen örgütleri ile birlikte 1970’lerde siyasi iktidarlara karşı, işçi sınıfından ve emekçilerden yana, geliştirdikleri politika ve verdikleri mücadele, dünya çapında özgün ve incelenmesi gereken bir süreçtir. Mimarlar Odası bu süreçte mühendis ve mimar hareketinin birliğinin sağlanmasında TMMOB’nin yönetilmesinde, örgütleyici ve öncü misyon üstlenmiş İstanbul Şubesi’nce geliştirilen önerilere, TMMOB’nin Türkiye çapında İl Koordinasyon Kurulları ve İşyeri Temsilcilikleri aracılığı ile örgütlenmesinin başını çekmiştir. Kuşkusuz, siyasi iktidarlarla bağlantılı, devletin ikili yapısı, doğal yandaşı kabul ettiği mühendis ve mimar hareketine karşı şaşırmış olsa ve ikircikli bir tavır gösterse de, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde, ağır baskı ve işkence gören mühendis ve mimarlar, meslek örgütlerinde sorumlu ve yönetici olduklarından dolayı değil, doğrudan siyasi hareketlerle ve sendikalarla bağlantılı oldukları için bu işleme uğramışlardır.

Bu ayırımın kavranması önemlidir. Aynı ikircikli tavır, mühendis ve mimarların, bağlantılı olarak meslek örgütlerinin sınıfsal yapısında, devletle olan ilişkilerinde ve beklentilerinde de vardır. AB süreci bu sorunu öncelikli kılmaktadır. Devletle ve yönetimlerle ilişki, hem doğrudan, hem de meslek politikaları gereği olacaktır ve zorunludur. Sorun, bu ilişkinin örtülü değil, tanımlı, açık ve ilkeli olmasıdır. Bu alanda yeni kavramlar üretilmelidir. Aksi takdirde, AB sürecinden gelen kavramlar kullanıma girecektir. Süregelen durum, açık olması gereken yanıyla örtülü, tanımlanmış yanıyla her ihtimale karşı, kötüdür. Kötü ve örtülü bir ilişkinin ilkelerini tanımlamak mümkün değildir.

Türkiye’de son 50 yılda, mühendislerin, ana formasyonu ve misyonu gereği özellikle mimarların ve meslek örgütünün, toplumla hizmete dayalı ilişkisi daha da ikili, çelişkili ve çatışkılıdır. Türkiye’de kentleşme modeli, göçe bağlı ucuz işgücüne dayalı, bilinçli bir sermaye birikimi modelidir. Mimarların plansız-çarpık kentleşme olarak isimlendirdiği süreç, siyasi iktidarların bilmemesinden, görememesinden ya da kırsal kesimden kentlere göçün zorlaması karşısında çaresiz kalmasından dolayı değil, ucuz işgücü ve geri üretimden doğan yetersiz artı değerin, hukuksuz paylaşımında, herhangi bir plan ve kentsel yatırıma pay ve para ayrılmamasındandır.

Bu tutum bilinçli, programlı ve kendine özgü gizli planları olan bir tutumdur. Cumhuriyet kültürü ve ideolojisi ile yetişen dürüst, yurtsever, iyi niyetli mimarlar ve plancılar, hep devletin, siyasi iktidarların, kendilerine planlama yetkilerini vermesini beklemişler, spekülasyona yol açmaması için, planların gizliliğini savunmuşlar, 30 yıl sonrasını belirleyecek kent planlarına, kırsal kesimden zorla sürülen yüzbinlerce, milyonlarca insanın, plan otoritesine kendiliğinden uyum ve itaat göstereceklerini, hiçbir sınıfsal ve politik bağlantı kurmayı düşünmeden, hayal etmişlerdir. Kendilerini vareden devletin, bu gücü kendilerine vereceğini vehmetmişlerdir. Bu vehim, içgüdüsel olarak, bir ölçüde halen devam etmektedir.

Özel kesimde serbest çalışan mimarların hizmet ettiği kesim, ister müteahhit, ister malsahibi olsun, kontrol ettiği arsadan maksimum kâr sağlamaya şartlanmış ve güdülenmiş bir sosyal kategoridir. Ne merkezi ve yerel yönetimlerin, ne de “yatırımcıların” yapı üretiminin normlarına ve kurallarına ihtiyacı ve tahammülü vardır. “İmar planları” ve kuralları, ortaya çıkan kentsel rantın, üstü örtülü paylaşım araçlarıdır. “Bize plan değil, pilav lazım” deyişinin tercümesi, “Bu pilavı bizden başkası yiyemez”dir. Ancak bu pilavın pirinci, Osmanlı mülkünden devralınan, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu ile tüm ulusun ortak malı olan kamu arazileridir.

Bugün son 50 yıla baktığımızda, Cumhuriyet tarihimizin en büyük özelleştirmesi, kamu arazilerinin imar afları ile özelleştirilmesidir. Bu alan, Mimarlar Odası politikalarının değerlendirilmesi ve sorgulanmasında öncelikli ilk alandır. Şu sıralarda, Birgün gazetesinin Eylül-Ekim 2004 sayılarında, 70’li yıllardaki gecekondulaşma sürecinde, arsa paylaşımında ve gecekondu üretiminde, devrimci ve halktan yana bir tutumla öncü, planlayıcı ve hatta üretim yaparak aktif rol alan kuşakların, doğru yapıp yapmadıklarına ilişkin tartışmaları, aynı sürece bakış açımızdaki farklılaşma ile Mimarlar Odası’ndaki politik tutumun ve bilincin denek taşıdır.

Hatırlayalım, 1970’lerde, Mimarlar Odası’nda temel mesleki sloganların başında, “Kent Topraklarının Kamulaştırılması” yer alıyordu. Oysa henüz ülke topraklarının ve kent topraklarının büyük çoğunluğu kamu mülkiyetinde olup, kadastrosu bile yapılmamıştı. Gecekondulaşma önemli ölçüde kamu arazileri üzerinde gerçekleşiyordu. Mimarlar Odası’nda bu sürece karşı iki farklı politik alandan iki karşıt politik tutum ve önerme biçimlendi. Birincisi, Anayasa’nın 49. maddesi gereği, yoksul ve dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun olarak konut ihtiyaçlarının karşılanması için devletin tedbir alması gereği, gecekondulaşmaya karşı siyasi iktidarın zorlanması, özellikle kiralık konut üretmesi politikası idi. Bu politikayı savunanlar esas olarak legal sosyalist politikaya, Türkiye İşçi Partisi’ne yakın duranlardı. Kuşkusuz bu önerme, sermaye birikimi modeline uygun düşmediği için bir karşılık görmedi.

İkincisi, gecekondu bölgelerinde yoğunlaşan nüfusun kendiliğinden dönüştürücü ve devrimci bir potansiyele sahip olduğunu varsayan ve onlara, gecekondu alanlarında, öncü planlama üretme ve paylaştırma hizmeti götürme politikası idi. Bu önerme, uygulanan kentleşme sermaye birikimi modeli ile çelişmiyordu. Bugüne kadar her iki politikanın da yetersizliklerini yanlışlarını tartışmadığımız ve tanımlayamadığımız için, bugünün kentsel sorunları alanında toplumsal destek alacak etkili ve ikna edici çözümler ve mesleki politikalar geliştiremiyoruz.

Kaçak yapılaşma bölgelerinin sağlıklılaştırılması, kentsel iyileştirme, kültürel koruma ve deprem riskine karşı kentlerimizin hazırlanması öncelikli politika geliştirme alanlarıdır. Geçmişle birbirine karşıt olan her iki politikanın da birinci temel eksiği ve yanlışı, İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin küresel politikası ve zorlaması gereği, bütün üçüncü dünya ülkelerinde, kırlardan kentlere göçeden insanlarla, nasıl bir politik ilişki kuracağını bilememesidir. Bu sorun, bugün için de geçerlidir.

Birinci politika, aydınları ve örgütlü işçi sınıfını temel ilişki alanı olarak alırken, kentlere göçen yüzbinlerce, milyonlarca insanı, planlamanın ve kentleşmenin dolayısıyla politikanın yalnızca yönlendirilecek bir nesnesi olarak görmüştür. İkinci politika ise, tarımsal üretimden koparak gelen bu insanların, kendiliğinden politik sürecin özneleri haline geleceğini zannederek, popülist ve romantik, tek taraflı bir hizmet ve yardım ilişkisine girmişlerdir. İstisnai bir iki alanda gelişen örgütlü ilişki, ne bizzat üretim alanında bilgi ve beceri geliştirmeye yönelik, ne de bilinçlenme ve örgütlenme alanında, sürekli ve kalıcı bir ilişki biçimine dönüşebilmiştir. Daha da kötüsü, farklı sol politikalar bu alanda yarışırken, radikal sağ, sistemin ve düzenin desteği çerçevesinde, yalnızca gecekondu bölgelerinde kamu arazilerinin yağmalanmasının değil, kent dokusu içindeki kamu mülklerinin ve terke zorlanmış azınlık mülklerinin yağmalanmasının da patronajını ele geçirmiştir.

İkinci temel eksik ve yanlış, mülkiyet hukuku konusunda bilgisizlik ve politikasızlıktır. Zaten büyük çoğunluğu kamu malı olan kentsel gelişme alanlarında, kamulaştırma, özelleştirme ikileminin dışında yalnızca kullanım hakkını tanımlayan ve öneren bir politika geliştirebilirdi. Bu önerme bugün ve gelecek için de geçerli bir önermedir. Barınma, konut hakkı temelli, kullanım hakkı politikası ortaya çıkan kent rantlarının kamuya maledilmesini mümkün kıldığı gibi daha rasyonel ve verimli olan bu rantın kentsel altyapı yatırımlarına yönlendirilmesini mümkün kılan bir politikadır.

Mimarlar Odası’nda Politikaların Ayrışması

1970’li yıllarda, genel politika alanında, Türkiye solunun dünya solundaki ayrışmalara paralel olarak farklılaşması ve ayrışması, o yıllarda Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nde, aformel bir örgütlenme modeli olan danışma kurulu yapısı ile sağlanan birliğin de ayrışmasına ve parçalanmasına neden olmuştur. Ancak genel politika alanındaki ayrışmalar, ülkenin nesnel üretim dolaşım ve paylaşım süreçlerine, sosyal sınıfsal temellere ve farklılıklarına dayanmadığı için, Mimarlar Odası alanına da yansıyan bu farklı politikalar, mesleki politikalar alanında farklılıklarını ifade edememişlerdir. Yönetimlere aday farklı listelerin, genel kurullara ve seçimlere yönelik deklarasyonlarında siyasi mesajlar, mesleki politikalarla alakasız olmaya, ya da birbirine benzer mesleki politikalara, hiç de inandırıcı olmayan dostça olmayan dillerle, farklı genel politika ifadeleri eklenmeye başlamıştır. Bu durum toplumla ve mimarlık tabanıyla, daha geniş ve inandırıcı bağlar kurmaya engel olmuştur.

Türkiye genelinde giderek sertleşen siyasi ortam, karanlık odaklar tarafından terörize edilerek, 12 Eylül darbesine zemin hazırlamıştır. Çok özet olarak değindiğim bu sürecin, belirli mesleki politika akslarında tartışılması gerekir. Yine de 12 Eylül’e doğru, İstanbul Şubesi’nde, mesleğin sorunlarına ve bilimine dayalı politikalar geliştirilmesi gereği bilince çıkarılmış ve 12 Eylül sonrası mesleki politikaların geliştirilmesinde bu bilinç önemli rol oynamıştır.

1986’da Taşkışla’nın otel yapılmasına ve Tarlabaşı yıkımlarına karşı kenti, kentlilerle birlikte ve dünya mimarları ile dayanışma içinde savunma politikaları bu bilincin ve birikimin ürünüdür. Yine de geçmişten gelen ayrışma ve farklılıklar bu döneme de yansımıştır. İlginç bir örnek olarak, yıkımlara yol açan kent içi otoyollara ve gökdelenlere karşı verilen mücadele başlangıçta “politik mücadelede meslekçi bir sapma” olarak nitelendirilmiş ve eleştirilmiştir. Sağdan gelen bir başka eleştiri daha da ilginç ve önemlidir. Tarlabaşı yıkımlarını savunan ve o bölge için proje de yapan ünlü bir şehircilik duayeni, İstanbul Şubesi’ni ve verilen mücadeleyi “İnsan ihtiyaçları, taşlardan ve binalardan önce gelir” anlamında bir ifade ile eleştirmişti.

İnsanı, yarattığı ve bir parçası olduğu mimari-kültürel çevreden, değerlerden ayıran ve karşı karşıya getiren bu yanlış anlayış, tam tersi ile, içine düştüğümüz ve düşebileceğimiz başka bir yanlışı da işaret etmektedir. Böyle bir ayırımda, insan yerine, insansızlaşmış kültür değerlerine öncelik veren bir anlayış da, aynı derecede yanlıştır. Kültür ve kültürel değerler, insan ve insan ihtiyaçları ile birlikte oldukları ölçüde varoluş nedenlerini sürdürebilirler.

Bu yazıda, yalnızca bir özdeğerlendirme denemesi olarak, örneklemeli bir yöntem geliştirmeye çalıştım. Genel kurullar dahil, birçok platformda dile getirdiğim bir görüşle noktalamak istiyorum. Nesnel, bilimsel ve sosyal bir temele dayanan mesleki politika farklılaşmaları ve programları geliştiricidir. Sağlıklı ortaklıkların ve birlikteliklerin oluşmasını ve mücadelenin yükselmesini sağlar. Böyle bir temele dayanmayan ayırımcı politikalar ister yönetim ister muhalefet olsun gerileticidir. Siyasi partiler ve diğer mesleki, sendikal örgütler dahil, son 50 yılda politik kültürümüzün en nitelikli platformları, bütün farklılaşmalara ve zıtlaşmalara rağmen, tarihinde hiçbir kalitesiz ve saldırgan davranışın yer almadığı, Mimarlar Odası merkez ve şube genel kurulları ve platformlarıdır.

Kuşkusuz etik sorunlar ve açıklığa kavuşturulması gereken, politik yanlışlıkla yorumlanamayacak tutumlar vardır. Bunları da tartışabileceğimiz bir olgunluğu yaratabiliriz. Mimarlar Odası’nda çözülemeyen, mesleki politika, demokrasi ve mücadeleyi birlikte geliştirme sorunları, başka platformlarda da çözülemez.

Bu icerik 4098 defa görüntülenmiştir.