370
MART-NİSAN 2013
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Erk ve Hakikat Algısı
    Güven Arif Sargın, Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi

  • Mimarlık’la Kaçamaklar
    Güven Birkan, Mimarlık dergisi, ’76 yılı Yayın Yönetmeni; Nisan’77 - Aralık’78 Dergi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü; Ocak’81-Haziran’81 Yayın ve Teknik Yönetmen

  • Ankara Gazi Mahallesi
    Elif Selena Ayhan, Yarı Zamanlı Öğr. Gör., Başkent Ü., İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü

  • Antropotektür
    Vintilă Mihăilescu, Prof. Dr., Bükreş Üniversitesi, Antropoloji Bölümü

  • İzmir Kırsal Alan Konutları
    Tonguç Akış, Öğr. Gör. Dr., İYTE Mimarlık Bölümü
    Ülkü İnceköse, Öğr. Gör. Dr., İYTE Mimarlık Bölümü
    Selim Sarp Tunçoku, Doç. Dr., İYTE Mimarlık Bölümü
    Adile Arslan Avar, Doç. Dr., İYTE Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK VE İKTİDAR

“İktidar Kimliği” ve Günümüz Adalet Sarayları

Aysu Akalın, Prof. Dr., Gazi Ü. Mimarlık Bölümü

Tarihin farklı dönemlerinde toplumun sosyal, dinsel, yönetsel veya ekonomik erki elinde bulunduran kişi ve kurumları, varlıklarını ve sahip oldukları erki mimarlık aracılığıyla yeryüzünde var ettiler. Bu amaca hizmet etmek üzere, mimarlık repertuarı çoğu zaman gerçek içeriğinden bağımsız biçimde kullanılageldi. Yazar, günümüz adalet saraylarını, dayatmacı iktidar kimliği üzerinden değerlendiriyor.

Tarihteki pek çok örnekte, iktidarların başarılarını mimari eserlerle anıtsallaştırdıkları, bunu yaparken mimarlara ve dolayısı ile mimariye hükmettikleri bilinen bir gerçektir. Mimarlık her zaman liderin gücünü işaret eden bir araç olarak görülmüş (1) ve iktidarın gücü mekâna taşınarak, varlığı kentin her köşesinde belirli işaret ve şifrelerle hissettirilmiştir. Bertaux’ya (2) göre “inşa etmek” siyasi bir iletişim aracı, görsel kültür üzerinde hâkimiyet sağlamak için kullanılan yeni mücadele yöntemlerinden biridir. Temel amaç, çıkar doğrultusunda mekânsal üretim üzerinden kâr edilmesidir.

Hardy ve Leiba-O’Sullivan (3) iktidarın gücünü farklı kademelerde tarif etmiştir. Yüzeysel durumda değişiklik yapabilme kabiliyeti (gönüllü tutum), daha derin seviyede ise kontrol ve komutadır (belirleyici tutum). (4) Daha da derinlerde ise, güç sistemle bütünleşmiştir ve neyi nasıl göreceğimize, nasıl düşüneceğimize hâkimdir. Bu tutumda güç, hâkimiyet şeklinde algılanır ve davranışlar meydan okuma şeklinde gerçeklenir. (5) Tarihsel süreçte bu “dayatmacı” tutuma verilebilecek en uç örnekler, Adolf Hitler (Nazi) dönemine ait yapılanmalardır. Bu dönem örneklerinde estetiğin sosyal ve politik değeri maksimuma çıkartılmış ve mimarlık “politik gösterime” dönüştürülmüştür. Burada ihtiyaç duyulan, liderin imajını ve gücünü ortaya koyacak bir kent sahnesidir. Pfeffer (6) iktidarın bu örgütsel tutumunu “belirsizlik ve anlaşmazlık durumunda istenen sonuca ulaşmak için elde etmek, taraf toplamak ve ayrıca erk ve kaynakların kullanımı için yürütülen aktiviteler” olarak tanımlamaktadır. Güç ve hâkimiyetin söz konusu olduğu bu ortamlarda, aktörler mekânı bir “meta” veya “ideolojik bir araç” olarak görmektedirler.

Günümüzde kent mekânlarını şekillendiren aktörlerden politikacılar artık “belirleyici” konumda değil “dayatmacı”dırlar ve kentlerimiz bu dayatmacı aktörlerin gösteri alanıdır. İktidar kimliği olarak adlandırabileceğimiz bu oluşumda, geçmişe referanslı elemanlar anlamından uzaklaştırılarak rejimin erkini yansıtma derdi ile kullanılırlar. İktidarlar sahip oldukları erki mekânsal yaptırımlara dönüştürürken bir yanda kubbe ve sivri kemerlere, diğer tarafta giydirme cephelere başvurmaktadırlar. Selçuklu kervansaraylarına benzemeye çalışan ilköğretim okulları, Osmanlı mimari öğelerini barındıran kaymakamlık yapıları erkin ideolojik temsiliyetinin somutlaşmış gösterimleridir. Konut örneklerinde dahi mimarlık iktidar malzemesi olmuştur. Bugün Ankara’nın Keçiören ilçesinde olmak, televizyonda farklı kanalları tarıyormuş veya Disneyland’da imiş hissi verir. (7) Günlük yaşantıyı kendi çapında estetize eden (8) iktidarların amacı, varlıkları kendi otoriteleri sona erdikten sonra dahi daim olacak ideolojiyi inşa etmektir. Kendisine verilen siparişi aynen yerine getiren bir mimarın iktidarla arası asla bozulmaz ve iş garantisi elde eder. Gür’ün (9) de ifade ettiği gibi kimbilir kaç mimar, kişisel düşünce yapısına uymayan iktidar sahiplerini yapıtlarıyla memnun etmiştir.

ADALET SARAYI ÖRNEKLERİNDE İKTİDAR KİMLİĞİ

Yaşantının her boyutunda varlığı hissedilen ve mimariyi siyasi rejim kimliğini ifade amaçlı kullanan bu tavır sonucu kentlerimizde karmaşa hâkimdir. Hukukun en üst mertebesinde değer görüp ‘saray’ olarak nitelendirilen adalet sarayları da bu karmaşadan nasibini almaktadır. Adalet sarayları, kamu yapıları içerisinde devlet yönetiminin gücünü en iyi şekilde göstermesi istenen, bulundukları çevrenin statü göstergesi olan, hukuk kurallarının simgeselleştiği yapılardır. Varlıkları adalet duygusunun gücünü, devletin halkını ve haklarını gözetmek için var olduğunu simgeler. İstanbul Çağlayan Adliyesi proje müellifi Mustafa Aytöre, “Adalet sarayı mimarisinin temel imgesi, o binada görev yapanların her sabah binadan içeriye girerken, alabildiğince üst seviyede bir görevin icrasının kendilerini beklemekte olduğuna, adalet talebi ile içeri girenlerin ise bekledikleri adaletin kesinlikle gerçekleşeceği inancının sınırsız derecede pekişmesine ilişkindir” demektedir. (10)

İşveren konumundaki kamu idaresinin, “Türk kimliğini yansıtan”, “tarihî özelliklere uygun” gibi ifadelerle taleplerde bulunmaları ile mimarlık siyasal düşünce bağlamında taleplerin temsiline dönüşmekte ve son dönem örneklerde tasarımcılar, kendi kişisel düşünce yapısına uymasa da ‘bir tarih etkisi’ problemi ile uğraşmak durumunda bırakılmaktadır. Bu sözde ‘kimlikli’ proje arayışında tarihsel referansları anmak, tarihsel dönemlerde var olan kimliklerden birine yakın olmak ya da belirli bir kalıbı tarif etmek, tamamen son dönem adalet saraylarının nasıl ortaya çıktığının göstergesidir. Bugün totaliter yönetim mantığı ile üretilen bir mimarlık pratiği sonucu, kişisel beğeniler mimarların elinden çıkmış tasarımların önüne geçebilmektedir. Uzunca bir süredir yaşam alanlarımızı şekillendiren bu “postmodern” görüntüler, mimarlar tarafından katı bir şekilde eleştirilmekle birlikte, mimar olmayanlar tarafından adeta taçlandırılarak benimsenebilmektedir.

Mimar ve mimar olmayanlar arasındaki bu görüş farklılıkları yapılan pek çok deneysel çalışma ile de ortaya konmuş kaçınılmaz bir gerçektir. Bu çalışmalardan birinde, modern ve geleneksel adalet sarayı cepheleri, mimarlık ve inşaat mühendisliği öğrencileri tarafından değerlendirilmiştir. (11) Sonuçlar, mühendislik eğitimi alan bireylerin geleneksele öykünen yapıların “adalet” kavramını daha iyi yansıttığına ve adaleti temsil ettiğine inanarak, gelenekselden esintiler taşıyan yapıları, mimarlık eğitimi alan bireylerin ise modern yapıları beğendiğini göstermiştir. Mimarlardan oldukça farklı bir şekilde mimar olmayan denek grubuna göre, cephede simetri bir güç ifadesidir ve adalet saraylarının ön cephelerinde simetri muhakkak kullanılmalı, bir kamu yapısı cephesi geçmiş mimari eserlerden esintiler taşımalıdır.

Mimar olmayanlar arasında farklı yaş grupları ve farklı bir ortamda yaşıyor olmanın algıdaki tercih düzeyini etkileyebileceğini iddia eden çalışmalar da vardır. Örneğin Keçiören’de 10 yıldan fazla bir süredir ikamet eden genç ve orta yaş grubuna, modern ve postmodern cepheli adalet sarayları örnekleri gösterilerek (12), “statü ve gücü gösteren örneği” seçmeleri istenmiştir. Her iki grup da hemfikir bir şekilde, Bursa Adalet Sarayı’nı en güçlü örnek olarak değerlendirmiştir. Genel olarak gruplar arasında belirgin bir farklılık olmamakla birlikte postmodern görünümlü adalet sarayları yaşlılar tarafından biraz daha güçlü bir şekilde tercih edilmiştir. Farklı iki kentte yaşayan halkın adalet sarayları hakkındaki beğeni ve etkilenme düzeyini ölçen bir diğer çalışmada ise (13); geleneksel ve modern görünümlü adalet sarayı örnekleri için, Ankara ve Kayseri’den orta yaş aralığında mimar olmayan kişilerin görüşleri alınmıştır. Katılımcılara “yaşadıkları ilde yeni bir adalet sarayı yapılacak olsa kendilerine gösterilen örneklerden hangisine benzemesini isteyecekleri” sorusu sorulmuştur. Yanıtlara göre, Kayseri ve Ankaralı katılımcıların en çok beğendikleri örnek Bursa Adalet Sarayı olmuştur. Her iki grup da geçmişe öykünen, Selçuklu ve Osmanlı esintileri taşıyan cephe anlayışlarının kamu binalarında kullanılmasını benzer oranda desteklemektedir. (Resim 1-4)

Genel olarak erkin bir aracı olarak görülen adalet sarayı örnekleri, iktidarın limitleri zorlaması ile dayatmacıbir tavırla, Giddens’ın da ifade ettiği ‘”derin bir boyutta” (14) deneyimlenmektedir. Temel amaç “fark edilmek” ve “farklı olmaktır”. Mimarın iradesi dışında ortaya konan bu örneklerin, yukarıda örnekleri ile de verildiği üzere, bugün izleyen tarafından fark edildiği ve hatta benimsendiği görülmektedir.

DEĞERLENDİRME

Tarihsel süreçte karşımıza çıkmış diğer kimlik tarifleri (ulusal kimlik, konut kimliği ve kurum kimliği) daha çok nesneye odaklı şekillenirken, bunlardan farklı bir şekilde dayatmacı bir tavırla ortaya konan iktidar kimliği “özne” odaklıdır ve “ben”in öne çıkması ile “her yer ve her şey için var olabilmek” olarak algılanmaktadır. Fakat tüm kimlik oluşumlarında geleneksel, yaşanan çaresizlik durumunda başvurulan bir repertuar olarak görülmüş ve “mış” gibi yaşanan sahte dünyaların izleyenin gerçek dünyasına dekor olmasına imkân tanımıştır. Eco’nun da belirttiği gibi (15) “sahte dünyaları aklımızın merak etmesine önce izin verir ve sonra da bu sahtelikleri gerçekmiş gibi kabul ederiz.” Bu sürecin her aşamasında mimarlar biraz daha fazla seslerini yükselterek duruma tepki gösterseler de, izleyenler tarafından bu sahte görüntüler bugün adeta beğenilip benimsenmiş ve sindirilmiş gerçekler olarak vardır. Venturi New York Times’ta (22 Ekim 1972) “Miki Fare Mimarlara Ders Veriyor” başlıklı yazısında “Disneyland, insanların istediği şeye, mimarların herhangi bir aşamada onlara verebildiğinden çok daha yakındır” demektedir. (16)

Baudrillard’ın “değerlerin tüketimi” (17) olarak tarif ettiği bu popüler mimarlıkta görüntüler tüketilirken ana sanayi, mal imalatından miras imalatına geçmiştir. Hewison, “tarihsel miras sanayi” olarak adlandırdığı bu tutum ile postmodernizm arasında bir bağıntı görerek “Her ikisi de şimdiki hayatlarımızla geçmişimizin arasına giren sığ bir ekran yaratır. Tarihi derinlemesine kavrayamayız; bunun yerine sunulan, tarihin bugün yeniden yaratılmasıdır, eleştirel söylemden ziyade kostümler içinde sunulan bir tiyatroda tarihin canlandırılmasıdır” demektedir. (18) Tarihsel mirasın kullanımında gelip geçicilik kaçınılmazdır ve bu gelip geçicilik ne kadar fazla ise, bunun içinde yatan bir tür ezeli ve ebedi hakikat keşfetme ya da imal etme ihtiyacı da o kadar büyük olacaktır. (19) Nostalji güdüsü, krize uyum sağlamanın önemli bir aracıdır; toplumsal bir yumuşatıcı rolü görür ve güvenin zayıfladığı ya da tehdit altına girdiği bir durumda ulusal kimliği güçlendirir. (20) Aile ya da cemaatler gibi temel kurumlara ilginin artması ya da tarihsel köklerin araştırılması gibi eğilimler hep değişen bir dünyada daha güvenilir limanlar ve daha uzun ömürlü değerler arayışının işaretleridir.

Bugün mimarlar geçmiş değerlerin yeniden ayağa kaldırılmasına şiddetle tepki vermekle birlikte, gelenekselin ustaca yorumlanması konusunda ise uzlaşmaya yanaşmamakta kararlı görünmektedir. Bu tavır belki de iktidarın sözde ideolojisine karşı olan bir tepkidir. Belki de böyle bir ortamda mimarlar bu yeni ve çağdaş olanı izleyene benimsetmeye çabalarken, gelenekselin yorumu üzerine de yoğunlaşmalı ve onun kabul edilebilir, nitelikli yorumlarını toplum beğenisine sunmalıdırlar.

“Tarihî miras”ın kabulü kolay olmuştur, fakat Scheebart’ın da bahsettiği gibi, yeni olan her şey değişmez geleneklere karşı mücadele etmek zorundadır.(21) İktidarın dayatmacı tavrının her an hissedildiği bir mimarlık ortamında çağdaş yorumların hemen kabul edilip benimsenmesi beklenemez. Gelenekselin mimar elinden çıkmış çağdaş yorumları belki de bu mimarların mücadelesini kolaylaştıracak, onlara yol gösterecektir.

 

NOTLAR

1. Wilson, P.J. 1988, The Domestication of the Human Species, Yale University Press, New Haven.

2. Bertaux, S. 2006, 1920’ler ve 1930’larda Avrupa Devletleri, Ulusu Tasarlamak, (çev.) Leyla Tonguç Basmacı, Ceyda Eldem, Fırat Bozçalı, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul

3. Hardy, C. ve S. Leiba-O’Sullivan, 1998, “The Power Behind Empowerment: Implications for Research and Practice”, Human Relations, sayı:51 (4), ss.451-483.

4. Giddens, A. 1979, Central Problems in Social Theory: Action, Structure and Contradiction in Social Analysis, Macmillan Press, Londra.

5. Hardy, C. ve S.R. Clegg, 1996, “Some Dare Call It Power”, Handbook of Organization Studies, Sage Publications, Londra, ss.622-641.

6. Pfeffer, J. 1981, Power in Organizations, Pitman Publications, Marshfield, MA.

7. Akalın, A., C. Wilson, İ. Sezal ve K. Yıldırım, 2008, “Architectural Identity and The Power of Local Authorities: A Case Study of Keçiören, Ankara”, Power and Architecture, 20. International Building and Life Congress,Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa, ss.103-111.

8. Featherstone, M. 1991, Consumer Culture and Postmodernism, Sage Publications, Londra.

9. Öymen Gür, Ş. 2007, “Mimarlıkta Taklit: Eski Türkü-Yeni Aranjman”, Mimarlık, sayı:333, ss.37-45.

10. Fatih Özay, M. Raşit Ayparçası ve Cemil Kocamaz’ın Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde Prof. Dr. Aysu Akalın tarafından verilen M629 kodlu “Mekânsal İmajın Oluşumu ve Yapısı Bağlamında Algısal Süreç” başlıklı yüksek lisans/ doktora dersi kapsamında, 2011-2012 dönemi, II. yarıyılı “Adalet Saraylarında İmaj Arayışları” teması ile gerçekleştirmiş oldukları çalışma kapsamında İstanbul Çağlayan Adliyesi proje müellifi Mustafa Aytöre ile yapmış oldukları röportajdan alınmıştır.

11. Dilek Aybek’in Gazi Üniversitesi’nde yürütülen, 10. notta anılan çalışmadan alınmıştır. Yapılan çalışmada adalet saraylarının dış cephelerinin beğeni, karmaşa ve statü durumu mimar ve mimar olmayanlar tarafından test edilmiştir. Çalışmada, toplam 50 kişiye (21 Mimarlık 4. sınıf öğrencisi, 29 İnşaat Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi) “algı-davranışsal performans anketi” uygulanmıştır. Yurtiçi ve yurtdışında yer alan 5’i modern, 5’i geleneksel 10 adalet sarayı seçilmiş ve denek gruplarının her bir adalet sarayını değerlendirmeleri için 7 sıfat çiftinden oluşan anlamsal farklılaşma ölçeği kullanılmıştır.

12. Ayben Acıgöz ve Tuğçe Utku’nun Gazi Üniversitesi’nde yürütülen, 10. notta anılan çalışmadan alınmıştır. Yapılan çalışmada Keçiören’de 10 yıldan fazla bir süredir ikamet eden 60 kişiye (30 kişi 40-50 yaş ve 30 kişi 17-20 yaş) modern ve postmodern cepheli adalet sarayları örnekleri gösterilerek farklı sorular yöneltilmiştir.

13. Naciye Miraboğlu ve Sinem Kaya Akçay’ın Gazi Üniversitesi’nde yürütülen, 10. notta anılan çalışmadan alınmıştır. Yapılan çalışmada Türkiye’den geleneksele öykünen adalet sarayları cepheleri ile modern adalet sarayı cepheleri seçilmiş, Ankara ve Kayseri’de yaşayan ve mimar olmayan 35-50 yaş aralığındaki 60 kişinin adalet sarayı hakkındaki görüşleri beğeni ve etkilenme başlıklarında ölçülerek, iki grup arasında ortaya çıkan benzer ve farklı yönlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada katılımcılara sıfat çiftleriyle değerlendirilmek üzere 8’i modern, 8’i geleneksel görünümlü 16 yapı seçilmiştir.

14. Giddens, 1979.

15. Eco, U. 1986, Faith in Fakes: Travels in Hyper Reality, (çev.) William Weaver, Secker ve Warburg, Londra.

16. Harvey, D. 1999, Postmoderniliğin Durumu: Kültürel Değişimin Kökenleri, (çev.) Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul, s.77.

17. Baudrillard, J. 1998, The Consumer Society: Myths and Structures, Sage Publications, Londra.

18. Harvey, 1999, s.107.

19. Harvey, 1999, s.326.

20. Harvey, 1999, s.107.

21. Scheebart, P. 1972, Glasarchitektur, Berlin: Sturm, 1914, (çev.) D. Sharp, Praeger, New York, Washington.

 

Bu icerik 7526 defa görüntülenmiştir.