375
OCAK-ŞUBAT 2014
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI

Mimarlık ve Eğitim Kurultayı Üzerine Değerlendirme Notları: MİMARLIĞIN VE MİMARLARIN KİMYASI MI DEĞİŞİYOR?

Bülend Tuna, Mimar, MEK VII Danışma Kurulu Üyesi

Mimarlık ve Eğitim Kurultayları’nın yedincisini Anadolu Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Eskişehir’de gerçekleştirdik. Kurultayların başından itibaren sürece katkı yapan meslektaşlarımızdan ve hocalarımızdan kimilerinin aramızdan ayrılmalarının burukluğuyla gerçekleştirdiğimiz bu Kurultayın bir değerlendirmesini yapmak ve önemli gördüğüm kimi hususların altını çizmek istiyorum.

Hatırlanacağı gibi ilk Mimarlık ve Eğitim Kurultayı fikri 1999 depreminin sonrasında gündeme gelmişti. Marmara depreminden sonra yıkımın nedeni eksik teknik hizmet olarak gösterilmiş; o zamanki yönetim yine kanun hükmünde kararnamelerle ortamı düzenlemeye kalkışmış; 595 ve 601 sayılı kanun hükmünde kararnamelerle bir takım uzmanlıklar ihdas edilmişti. Tartışmalar ve davalar sonucunda bu KHK’lar iptal edildi, başka süreçler yaşandı. Aradan geçen 14 yıla rağmen hâlâ daha kanun hükmünde kararnamelerle, torba yasalarla yapı üretim sürecinin düzenlenmesine çalışıldığını, getirilen her yeni yönetmeliğin başka başka sorunlara yol açtığını, sonuçta yine tartışıldığını görüyoruz.

KURULTAYLAR, KAZANIMLARI, MİMARLIK ALANINDAN GÜÇLÜ SESLER

İki yılda bir düzenlenen Mimarlık ve Eğitim Kurultayları’nın temalarını ve ev sahipliğini üstlenen mimarlık okullarını hatırlayalım:

  1. Nasıl Bir Gelecek, Nasıl Bir Mimarlık? (2001 / YTÜ)
  2. Mimarın Formasyonu Nedir, Ne Olmalıdır? (2003 / MSGSÜ)
  3. Mimarlık ve Eğitimi Yeniden Yapılanırken (2005/ İTÜ)
  4. Mimarlık ve Eğitimi / Süreklilik ve Değişim (2007 / ODTÜ)
  5. Kalite / Yetki ve Sorumluluk (2009 / İKÜ)
  6. Mimarlık Eyleminin Gelişimi ve Çeşitlenmesi (2011 / DEÜ)
  7. Mimarlık Eğitim ve Meslek Alanında Bütünleşme ve Dayanışma (2013 / AÜ)

Kurultaylardan geriye ne kaldı, bunca çaba, bunca kaynak ayrılması, enerji harcanması, saatler süren toplantılar, raporlar üretilmesi gerçekten yerine ulaşıyor mu? Zaman zaman yeterli verim alınamadığı gibi bir duygu taşıyabiliyoruz. Her şeye rağmen çabaların boşa gitmediğini, sonuçta zihinlerimizde yine de önemli bir tortu kaldığını düşünüyorum.

Öncelikle, Kurultayların mimarlık ortamındaki paydaşların birbiriyle tartışma kültürünün gelişmesine önemli katkı sağladığını belirtmemiz gerekiyor. Buna daha önce de değinildi, “Kurultay ortamlarının en önemli kazanımı nedir” diye sorulduğunda sorunları beraber tartışma kültürümüzün geliştiğini söyleyebiliriz.

Mimarlık eğitiminin ve mimarlık meslek ortamının birbirinden kaynaklanan ve birbirine yansıyan sorunlarının bir bütün olarak ele alınmasının önemli olduğunun kavranması Kurultay çalışmalarının temel motivasyonu olduğunu belirtebiliriz. Mimarlık alanındaki paydaşların birbirini dinleme, anlama ve ortak değerlendirme ortamının sağlanması, ortak değerlendirme platformlarının oluşması, bugün karşımızdaki devasa sorunların üstesinden gelebilme konusundaki ortak irade gösterebilmemizi, bu konuda umutlu olabilmemizi sağladı. Kurultaylar, çalışma gruplarının Kurultay süresinin dışında bütün döneme yayılan çalışmalarının derlenmesi olarak kurgulandı. Ele alınan konuların bir bütün olarak birbirine bağlanmasını ve değerlendirilmesini istiyorduk. Bu da ne kadar iyi kurgulanırsa kurgulansın sınırlı bir tartışma ortamında sağlanamayacak bir yoğunluğu gerektiriyordu. Neticede iki yıllık süre içerisinde konunun bütün paydaşlarıyla beraber irdelenmesi, raporlanması ve Kurultaya getirilmesi gibi bir yöntem benimsendi. Mimarlık eğitiminin başlangıcından, sürekli mesleki eğitime kadar geniş bir yelpazede her konu kendi içerisinde irdelendi, farklı yapılanma önerileri ortaya atıldı, bir kısmı olgunlaştı, kurumlaştı.

Sorunun bir bütün olarak, birbirine bağlı bir zincir olarak gözden geçirilmesi ve her birisinin beraber irdelenmesinin sağlanması Kurultayların önemli bir kazanımı olarak karşımıza geldi. Elbette eğitim de eksikti, elbette yönetmeliklerimiz eksikti, elbette Türkiye’deki genel tasarım kültürü ya da mimarlığa bakışta sorunlar vardı ve bütün bunların birlikte ele alınması gerekiyordu. Ayrıca birlikte ele alınması demek genel bir söylemle yetinilmemesi, eğitimin nasıl geliştirilmesi gerekiyorsa, onun ayrı olarak ele alınması ve bütün içerisinde yerine oturtulması; keza yönetmeliklerimizdeki eksiklikler, Oda’nın yapması gerekenler ve benzeri hepsinin ayrı ayrı, detaylı bir şekilde ele alınması ve bütün içerisinde yerine oturtulması gerekiyordu.

Bu süre içerisinde mimarlık ortamındaki ve eğitim kurumlarındaki değişik örgütlenmeler ya da mevcut örgütlenmelerin birarada çalışması gündeme geldi, MOBBİG’le, MİDEKON’la, benzeri kurumlarla birlikte çalışma yürütmeye başladık. MOBBİG toplantılarındaki kazanımlar Kurultaylara aktarıldı, MİDEKON Mimarlık Dekanları Konseyi’yle beraber YÖK’e gittik, birlikte çalışmalar yürüttük ve ortamın ürettiği kararların, ürettiği fikirlerin nasıl hayata geçeceği konusunda uygulamacılar olarak beraber çözüm yolları bulmaya çalıştık. Keza, bu Kurultay sürecinde Eskişehir’de toplanan MİDEKON’un meslek örgütlerine yapılan saldırılara yönelik destek bildirisi ortak çalışma ve dayanışma duygumuzun gelişmesine katkı yapmıştır.

Bu süreç içerisinde hepimizin mimarlık meslek uygulamasıyla ilgili ayrı bir görüşü vardı. Oda içerisinde de bir tartışma süreci yaşandı; mimarlık meslek hukuku nasıl olmalıdır, mimarlık eğitiminin süresi nasıl olmalıdır, mimarlık eğitiminden sonra meslek pratiği nasıl olmalıdır, mesleğe kabul nasıl olmalıdır gibi konularda tartışmalar yürüttük ve bu tartışmalar sonucunda belli bir karara vardık. Oda genel kurullarında kendi içimizdeki hukuku sağlamak açısından belli bir karar aldık, bir kanun tasarısını paylaştık. Dolayısıyla, o tarihten itibaren Oda yöneticileri olarak bir kurumla görüşmeye gittiğimizde görüşümüzü kendi görüşümüz olarak değil, Oda’nın kabul edilmiş görüşü olarak sunar hale geldik. Nitekim daha sonra da Oda yöneticileri olarak Mimarlık ve Eğitim Kurultayları’nda, MOBBİG’de, diğer kurumlarla beraber yaptığımız tartışmalarda mimarlık eğitiminin süresi, niteliği ve mesleğe kabul konularında nasıl davranılması gerektiği konusunda yine benzer şekilde bir mutabakata vardık. Bunu önemli buluyorum. Uluslararası mimarlık kuruluşlarının bize uygulanmasını tavsiye ettikleri kararlar, süreler, nitelikler ve Türkiye’deki bir takım yasal zorunlulukları biz bu süreç içerisinde Mimarlar Odası ve eğitimciler olarak beraberce bir noktaya getirebildik.

Bazı oluşumlar süreç içerisinde Kurultay kazanımı olarak hayatımıza girdi. Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi (SMGM) ve Mimarlık Akreditasyon Kurulu (MİAK) Kurultay tartışmalarının bir ürünü olarak hayatımızda yer aldı, kendi yapılanmaları içinde çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu alandaki çalışmalar Kurultaya aktarıldı, tartışıldı. Kurultay süresinde yapılan değerlendirmelerden bazılarını ayrıca ele almak ve vurgulamak istiyorum.

MESLEĞE KABUL SÜRECİ

Mimarlık ve mimarlık eğitiminde uluslararası standartların aranması Kurultaylar sürecinde çok sık gündeme geldi ve çalışmalarımıza yön gösterdi. Biz kendi kendimize yeterlilik duygusundan sıyrılmaya başladık. Çok iyi eğitim veriyorduk, çok mimar yetiştiriyorduk, ama mimarlarımız sınırlarımızdan bir metre dışarı çıktıklarında “siz mimar değilsiniz” denildiği zaman şaşkına dönüyorlardı ve biz de yurtdışında mimar olarak tanınmayan mimarlar yetiştirenler olarak mahcup oluyorduk. Bunun nasıl giderilebileceği konusunu tartışıyoruz uzunca bir süredir. Uluslararası alanda aynı standartlarda eğitim yapmak, aynı asgari eğitim koşullarını verebilmek önemli. Dört yılda yetki almak ve bu yetkiyi kayıtsız, şartsız ömür boyu kullanmanın artık olamayacağı çok kolay kabullenilmese de, sürekli mesleki gelişim konusundaki çalışmalarda hukuksal olarak bir geri adım atılmasına neden olunsa da, zihinlerde yer etmeye başladı.

Geçtiğimiz Kurultaylarda gündeme gelerek oluşturulmasına çalıştığımız Mesleğe Kabul Kurulu (MiMeKK), Mimarlar Odası bünyesinde bir süredir çalışmalarını sürdürüyor. Kurultayda yapılan sunuş ve değerlendirmelerde, daha önce gerçekleştirilen MOBBİG toplantılarında bu çerçevedeki gelişmeler aktarıldı, yaşanan sıkıntılar dile getirildi. Öncelikle YÖK’ün diplomalarda unvan yazılmamasına yönelik düzenlemesinden sonraki süreçte unvan değerlendirmesinin nasıl olacağı, özellikle farklı lisans ve lisansüstü eğitimlerini tamamlayarak diploma denkliğini YÖK’ten alanların durumlarının ne olacağı gibi konular bu kurulun gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Mevzuatın getirdiği sınırlamalar çerçevesinde konunun ele alınmasının oluşturduğu bir rahatsızlığın sözkonusu olduğunu söyleyebilirim. Ülkemizde yetkilendirme 4 yıllık bir lisans eğitimine dayalı olarak verilmektedir. Tanımın yetersizliği, okulların farklı düzeyde olmaları, dolayısıyla farklı okullardan gelenler arasındaki eşitsizliğin değerlendirilemediği durumlarda sadece yurtdışındaki okullardan gelen diplomalar üzerinde değerlendirme yapılabilmesi ve bu süreçte de lisans eğitimine odaklı bir yetkilendirmenin esas alınması ana sorun noktalarından birisi olarak gözükmektedir.

AB çerçevesinde düzenlenen uyum yasalarından “Mesleki Yeterliliklerin Belirlenmesi ve Karşılıklı Tanınması” başlıklı AB direktifi bu kapsamda yaratılan sorunların çözümü konusunda önemli bir eşik olarak değerlendiriliyordu. Farklı ülkelerdeki yetki mekanizmalarının, uluslararası standartlara uyan bir eğitimi sağlayan ve yeterli meslek pratiğini gerçekleştirenlere yönelik kendi bünyelerinde yapacakları değerlendirme sonuçlarını diğer ülkelerin kabul etmeleri şeklinde özetlenebilecek bir düzenlemeydi bu. Sürücü ehliyetlerinin diğer ülkelerde de geçerli olmasına benzer bir yaklaşımın bu alanda da uygulanabilmesi için öncelikle ülkelerin yetki veren kurumlarının yeterli denetimi yapabilmeleri, istenen uluslararası standartlara uyumlu bir eşiğin gözetilip gözetilmediğinin denetlenmesiyle tanınırlığın sağlanması mümkün olabilecekti. Nitekim AB ülkelerinin ve bazı aday ülkelerin kendi aralarındaki meslek hukuku böyle işlemektedir. Bu yasal düzenlemenin AIA (Amerikan Mimarlar Enstitüsü) ile ACE arasındaki mutabakatla daha geniş bir çerçevede geçerlilik kazanması farklı ülkelerde meslek uygulaması yapmak isteyen mimarların bu kapsamda karşılaşabilecekleri sıkıntıları hafifletmekteydi. Ancak ülkemizle AB arasındaki ilişkilerin dalgalı bir seyir izlemesi ve bu uyum yasasının, AB Genel Sekreterliği bünyesinde hazır olmasına rağmen bekletilmesinin doğal olarak bazı haksız uygulamalara yol açabildiğini görüyoruz.

Değişik ülkelerde mimarlık eğitimini gerçekleştirenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Özellikle ABD’de çok farklı tarzda mimarlık eğitimi verilmektedir. Bu okullardan gelen 3 yıllık lisans diplomalarının YÖK tarafından lisans diplomasına eşdeğerde olduğuna dair bir onay görmesi, ülkemizde ve KKTC’de eğitim gören ve 4 yıllık lisans eğitimi sonucu yetki alabilenler açısından haksız bir uygulama olarak görülebilir. Öte yandan yurtdışından lisans ve lisansüstü eğitimi süresince alınan toplam derslerin 4 yıllık lisans eğitimi şartı nedeniyle dikkate alınamaması da bir başka haksızlığa konu olmaktadır. Özellikle ülkemizdeki yetersizliği bilinen okullardan mezun olanların yanı sıra böyle bir eğitimin sonucunu “yetersiz” bulmak, değerlendirememiş olmak da farklı tartışmalara yol açabilmektedir.

Üstelik bunların tartıştığımız bugünlerde ülkemizdeki bir üniversitenin 3 yılda lisans diploması vereceğini, 4 yılda tezsiz yüksek lisans diploması vereceğini belirten bir habere rastlamamız doğrusu şaşırtıcıdır. YÖK’ün ülkemizdeki üniversitelerin de 3 yıllık lisans diploması verebilmesine yönelik düşüncesi hayata geçiyor demektir. YÖK’ün bu politikası unvan / yetki sorununu başka boyutlara taşımaktadır. Bologna sürecinden sonra bazı ülkelerde üç yıllık eğitimden mezun olanların belli büyüklükteki yapıların projelerini yapabildiği düzenlemelere gidildiğini de görüyoruz. Bu konunun Türkiye’de riskli bir tartışmaya yol açacağını belirtmekle yetineyim.

Kurultayda henüz gündeme gelmeyen bu son gelişme dışında, mesleğe kabul aşamasındaki sorunların bir çalıştay çerçevesinde ilgili kurumlarla birlikte irdelenmesi ve bir yol haritası hazırlanması görüşülmüştür. Özellikle büyük umutlarla mimarlık eğitimini tamamladığını düşünerek geri dönen mimar adaylarının önüne bazı seçeneklerin konabilmesi, tamamlama eğitimi benzeri bazı düzenlemelerin yapılabilmesi önemli gündem maddelerimizden biri.

MİMARLIK OKULLARININ DURUMU

“Mimarlığın ve mimarların kimyası değişiyor.” Kurultay sunuşunda dile getirdiğim bu sav doğal olarak hayli tartışmalı; dilerim önümüzdeki süreçte farklı katılımlarla bu konuyu değişik boyutlarıyla ele alma fırsatı buluruz. Mimarlık okulları arasındaki farkların giderek artması, öğretim üyesi yetersizliği, mekân ve altyapı eksiklikleri ve pek çok idari sorun altında boğuşan okulların durumu elbette Kurultay ortamlarında da ele alınan konulardan birisi. Devlet ve Vakıf bünyesindeki okullarda farklı boyutlarda sorunlar olduğunun bilinmesi, ayrıştıran, dışlayan, ötekileştiren değil, sorunları irdeleyen bir değerlendirme sürecine ihtiyaç olduğunun unutulmaması gerekiyor. Mimarlık kontenjanlarının durumu ve bu kontenjanların dağılımındaki dengesizlikler özel bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Burada esas sorun, devlet üniversitesi ve vakıf üniversitesi arasında bozulan dengenin, vakıf üniversitesi mezunlarının hızla artmasının yakın ve orta vadede mezun olacak mimarların sınıfsal bileşimindeki değişikliğin, iş olanaklarındaki eşitsizliğin, bunun meslek ortamına nasıl yansıyacağının ele alınması, değerlendirilmesidir.

Birinci Kurultaydan itibaren sonuç bildirilerinde alınan bir karar var: Öğrenci kontenjanlarının arttırılmaması, yeterli altyapı ve öğretim kadrosu oluşturulmadan yeni mimarlık okullarının açılmaması. Bu konuda çağrılar yapıldı ve çağrılar değişik kurumlara iletildi, ama ne yazık ki bunlar gerçekleşmedi. Başarısız olduğumuz hususlardan biri bu. Birinci Kurultay sırasında Türkiye’de 32 mimarlık okulu varmış, şu anda 83. 2001 yılında kontenjan 1.859’muş, şu anda 5.631. Öğrenci sayısını tahmini olarak söyleyebiliyoruz: 2001 yılında toplam 6.400 mimarlık öğrencisi olduğunu tahmin etmişiz. Bu Kurultay sırasında kontenjanlara dayalı olarak yaptığımız hesaba göre, afla gelen öğrencilerin de sayılarını buna eklersek, şu anda 20.000 civarında öğrenci olduğunu söyleyebiliriz.

Mimar sayısında da hızlı bir artış olduğunu görüyoruz. 2001 yılında Türkiye’deki kayıtlı mimar sayısı 26.702 olarak gözüküyor, bugün ise Kasım ayı başı itibarıyla 43.049 mimar üyemiz var. Avrupa’daki ve Türkiye’deki mimarlarla ilgili sayılara baktığımızda Avrupa’daki mimarların nüfusa oranının 10.000’de 8 olduğunu; Türkiye’de ise her 10.000 kişiye 6 mimar düştüğünü görüyoruz. Türkiye’deki nüfus, kentleşme oranı, inşaat, yapı, ruhsat sayıları ve benzeri ele alındığında daha fazla mimar gereksinimi olan bir ülkeymişiz gibi gözüküyor. Ama Türkiye’deki yapı sektörü ne yazık ki bu çapta bir mimar istihdamını sağlayamıyor. TOKİ’nin yaptığı yüz binlerce konutun tip projelerle yapıldığını biliyoruz. Özellikle kamu kesiminde ciddi bir mimar eksikliği var, hiçbir teknik eleman istihdam etmeyen yüzlerce belediye olduğunu biliyoruz. AB ülkeleri ve Türkiye arasında aynı büyüklükteki kentlerdeki teknik eleman sayısının karşılaştırılmasının oldukça çarpıcı sonuçlar vereceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Ülkemizde kamu kesimindeki yapı üretimi ve imarla ilgili yapılanmanın yıllardan beri erozyona uğratıldığını, teknik eleman istihdamının asgariye indirildiğini, kamunun elindeki bilgi birikimi ve deneyim havuzunun heba edildiğini bu kapsamda dile getirmek isterim.

“Mimarlık Bölümü Açılması ve Sürdürülmesinde Aranacak Asgari Koşullar” başlıklı çalışma Dokuz Eylül Üniversitesi’nde düzenlenen 6. Kurultayda sunulmuştu. (Bu çalışmanın güncellenmiş hali Mimarlık dergisinin 374. sayısında yayımlandı.) Üniversite yönetimlerinin, yeterli kaynak sıkıntısı çeken bölüm yöneticilerinin özellikle değerlendirecekleri, kullanacakları önemli bir belge. Bu tür raporların, değerlendirmelerin belirli sürelerle güncellenmesi ve mimarlık kamuoyuna sunulması gerektiğini düşünüyorum. YÖK’ün sürekli olarak yeni mimarlık okullarına gerekli izni vermesi, “üniversiteye girmeyen kalmasın” düşüncesiyle kontenjanları sürekli artırması, ama yeterli öğretim elemanı ve mekân olanağı sağlamaması, kaynak ayırmaması, eksiklikleri görmezden gelmesi, mimarlık okullarını tercih eden gençlerin ciddi bir hayal kırıklığına uğramalarına yol açıyor. MOBBİG toplantılarında da değinildiği gibi, bugün mimarlık eğitiminin en önemli sorunlarından birisi yeterli öğretim kadrosunun bulunmamasıdır. Açılan ve açılması planlanan okulların sayısı ve mevcut kadro dikkate alındığında önümüzdeki 20 yılın bu alandaki eksikliği gidermeye ancak yeteceği dile getiriliyor.

Kurultaylarda önemli bir yan etkinlik olarak diploma sergileri düzenleniyor. Bu seneki Kurultayda da değişik okullardan seçilerek gönderilen birer projenin dikkatle incelendiği gözledik. Sergi Kurultay sonrası değişik okulları gezebiliyor, nitekim bu sergiye de talip olan okullar oldu. Bir başka boyutta bu projeleri değerlendirmek mümkün olabilir. Değişik okullardaki eğitimin öğrenciler ve akademisyenler tarafından karşılaştırılabileceği, elbette bir yarışma ortamında değil, ancak farklı yaklaşımların olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alınabileceği bir değerlendirme ortamı Kurultay bünyesinde, öncesi ve / veya sonrasında sağlanabilir ve Kurultay kazanımlarını zenginleştirebilir diye düşünüyorum.

YÖK DEĞERLENDİRİLMELİDİR

Mimarlık eğitimini değerlendirdiğimiz Kurultayda elbette YÖK’ün ve YÖK politikalarının gündeme gelmesi kaçınılmazdı. YÖK’ün yıllar içerisinde hırpalanan imajının yeni YÖK Başkanı tarafından yeniden kurgulanması aşamasında yeni bir yapılanmanın olabileceği yanılgısı yaratılmak istenmişti. Bunu en çarpıcı şekilde bizzat YÖK’ün kendisi yıktı diyebiliriz. Kurultay öncesi günlerde üniversitelerde daha fazla özgürlük hedeflendiğinin YÖK Başkanı tarafından açıklanmasının ertesinde YÖK Genel Kurulu bir dolu polisiye tedbiri içeren yeni öğrenci disiplin yönetmeliğini açıkladı. Getirilen düzenlemenin üniversitelerin baskısıyla alındığının dile getirilmesi elbette bir mazeret değil, ama bir gerçeğin ifadesi olarak hafızalarımızda yer etti. Üniversite yönetimlerinin içler acısı halini, özellikle rektörlerin ODTÜ Rektörlüğü’ne yönelik açıklama yapma konusunda gösterdikleri gayret sırasında görme fırsatımız olmuştu. Özgür düşüncenin yuvaları olması gereken üniversitelerin içine düşürüldüğü bu durumdan kurtarılması, 12 Eylül döneminin önemli bir kurumu olan YÖK’ün kaldırılması, özgür ve özerk üniversite talebi uğruna yapılan mücadelenin ülkemizin demokrasi mücadelesinin önemli bir parçası olduğunu unutmamamız ve bu yönde davranışlarımızı belirlememiz gerektiğini vurgulamak ihtiyacını hissediyorum.

Bu gereklilik YÖK’ün hedeflerinin irdelenmesi, mesleğimizi ve mimarlık eğitimimizi yakından ilgilendiren düzenlemeler konusunda kurumun ve başkanının söylemlerinin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini de doğal olarak kapsamaktadır. Küreselleşmenin mesleğimize ve mimarlık eğitimine yansımaları her geçen gün artmakta, iletişim ortamlarının ve çeşitli değişim programlarının yaygınlaşmasıyla ortak çalışmalar yapılmakta, bu tür karşılıklı etkileşim teşvik edilmektedir. Yabancı dilde eğitimin artması, mimarlık öğrencilerinin yurtdışı deneyimi edinmeleri, bu kapsamda değerlendirilebilir. Öte yandan bazı soruların da ortaya atılması, konunun değişik boyutlarıyla irdelenmesi önemli. Mimarlık öğrencileri kendileri için nasıl bir gelecek öngörüyorlar? Ya da bir başka ifadeyle ülkemizdeki mimarlık eğitimini tamamlayanların yurtdışı bürolarda çalışan ücretli elemanlar olarak çalışmalarıyla yetinmelerini mi istiyoruz? UIA’nın verilerine göre Birleşik Krallık’taki mimarlık bürolarında çalışan mimarların üçte birinin yabancı kökenli olduğu belirtiliyor. Hindistan’ın dünyaya bilgisayar mühendisi ihraç etmesine benzer bir olgudan söz edilmesi erken bir tartışma mıdır? Benzeri soruların ortaya atılması ve farklı yönlerden katkılarda irdelenmesi gerektiği görüşündeyim.

YÖK Başkanı’nın basına verdiği demeçlerde ısrarla vurguladığı bir başka husus da yabancı öğrenci beklentisi üzerine oldu. Verilen bilgilere göre dünyadaki “yabancı öğrenci pazarı” yaklaşık 4 milyon civarındaymış. Türkiye’nin bu pazardaki payı henüz 6.000 kadar ve bir hedef olarak bunun artırılması, bunun için de yabancı dilde eğitim yapan kurumların sayısının artırılması hedefleniyor. Bu konunun Erasmus benzeri değişim programlarının geliştirilmesinin ötesinde bir eğitim ekonomisi yatırımı gibi ele alınmasındaki tuhaflık çarpıcı. Üstelik eğitim alanında dünya sıralamasındaki yerimizin pek de parlak olmadığını gösteren araştırma raporlarının yayınlandığı bugünlerde böylesi açılımlar farklı bir hedef kitlesine yönelik bir beklenti mi var diye insanı düşündürtüyor.

Kontenjanların bu kadar çok sayıda artırılması ve buna karşın mezunlara yönelik iş potansiyelinin olmaması, böyle bir planlamanın eksikliği YÖK Başkanı’na sorulduğunda cevap oldukça ilginçti: “Herkesin eğitim alması iyi olur, ancak mezun olduğu alanda iş yapması gerekmez. Biz herkese yönelik farklı seçeneklerle alan değiştirme olanağı tanıyoruz. Farklı zamanlarda alınabilecek mesleki eğitimlerle yeni alanlara kayılması mümkün olabilecek”. Bu verilerden hareketle farklı yorumlar yapabilmek, bütün bunları üniversitelere farklı roller de verilebileceğinin işareti olarak algılamak mümkün. Farklı alanlara kayabilmenin, değişik kulvarlara geçebilmenin nasıl mümkün olabileceği üzerine yıllardır fikir üretiyor, seçenek geliştirmeye çalışıyoruz. Eğitim sürecindeki olanakların meslek ortamında nasıl bir geçişkenliğe, nasıl bir yetkilendirmeye yol açabileceği, düzenlemelerin nasıl olacağı çok dikkatle değerlendirilmesi gereken önemli bir konu. YÖK’ün belirlediği bu stratejik hedeflerin sadece mimarları ilgilendirmediği, konunun farklı ortamlarda irdelenmeye muhtaç olduğunu belirtmekle yetinelim.

STAJ VE MESLEK PRATİĞİ

Kurultayda mimarlık eğitimi süreci içerisinde gerçekleştirilmesi gerekli stajın nasıl daha etkin bir şekilde gerçekleştirilebileceği ele alındı, değerlendirildi. Mimarlık okullarının farklı staj yönetmeliklerinin, staj çeşitlerinin, staj yeri sağlayan büroların durumunun ele alındığı, Erasmus kapsamında yurtdışı staj olanaklarının bilgilendirmesinin yapıldığı bir değerlendirme ortamı oluştu. Henüz yasal bir zorunluluk olmasa da yakın vadede gündeme geleceğini düşündüğümüz eğitim sonrası yapılması gereken meslek pratiğinin de bu kapsamda birlikte ele alınması üzerinde duruldu. Önceki Kurultaylarda gündeme gelen, ancak hayata geçiremediğimiz “Staj ve Meslek Pratiği Eşgüdüm Kurulu”nun Mimarlar Odası ve mimarlık okullarının beraberliğinde oluşturulması bu Kurultayın hedefleri olarak bir kez daha kayda geçti. Kurultaylar sürecinde MOBBİG ile birlikte oluşturduğumuz MİAK benzeri bir yapılanmanın bu alandaki bilgi birikiminin sağlanması yönünde etkin bir yarar sağlayacağını düşünüyorum. Zaman zaman mimarlık okullarından eğitim sürecindeki staj konusunda düzenleyici bir yapılanmanın yanlışlığı üzerinde endişeler dile getirildiğini görüyoruz. Ancak bu oluşumun bir eşgüdüm amacı taşıdığını, deneyim aktarımı sağlayacağı, bilgi biriktirme ve staj alanları konusunda gözlenen eksiklikleri giderme konusunda ortak çalışma yapma konusunda irade gösterebileceğini vurgulamak isterim.

Büro staj yerlerinin çeşitlenmesi ve staj sürecinde öğrencilerin ve büro sahiplerinin deneyimlerinin değerlendirilebileceği ortamların yaratılması, büro sicillerinin tutulması, bir anlamda mimarlık bürolarının akreditasyonunun sağlanması hedeflenmektedir. Sadece büro stajı alanıyla sınırlı kalmayan, şantiye ve diğer staj türlerinin de geliştirilmesi, okulların ve öğrencilerin deneyimlerinin aktarılacağı ortamların oluşması önemli bir yarar sağlayacaktır. Kamu inşaatlarında, öncelikle de üniversitelerin kendi inşaatlarında stajyer istihdam edilmesinin zorlanması da gerekir. Yaz okulları gibi farklı deneyim ortamlarının geliştirilmesi, bu olanakların staj olarak kabul edilmesinin sağlanması önemli bir zenginlik katacaktır diye düşünüyorum.

KURULTAYDA KATILIM VE PAYLAŞIM

Kurultaylardaki katılım ve paylaşım konusuna değinmek isterim. Kurultay oturumlarına yaklaşık olarak 500 ile 550-600 kişi katılıyor, süreç içerisinde de bir o kadar kişiyle yazışma yoluyla iletişim kuruluyor. Salonların dolu olmasını, hazırlığındaki emeğe saygı kapsamında istiyoruz tabii, ama nereden bakarsanız bakın, 43.000 kişilik bir mimar topluluğundan ve 20.000 civarındaki öğrenciyi ilgilendiren bir çalışmadan bahsediyoruz. Kurultaya doğrudan katılan 500-600 kişinin bunlarla nasıl etkileşim kurduğu, buradaki çalışmaların sonuçlarını nasıl aktardığı önemli.

Katılım konusunda Kurultayın başından itibaren web sayfasının oluşturulması, toplantılara katılmayan, özellikle Anadolu’dan, bulundukları şehirlerden toplantılara katılamayan, katkı yapamayanların toplantılarda konuşulanları izlemesi ve sürece katılmaları hedeflendi. Katılımdaki eksikliğin dile getirilmesine rağmen katılımın başka şekilde yapılabileceğine dair yaratıcı önerilerin ortaya çıkmadığını da gördük. Dileriz bundan sonra yapılabilir; yani, toplantıların kayda alınması, web’e aktarılması ve web üzerinden tartışma yapılmasının yanı sıra daha aktif katılım ve paylaşım ortamları nasıl sağlanabilir diye önerilerin gündeme gelmesi yararlı olur diye düşünüyorum.

Eskişehir’deki Kurultayda konuşan öğrenciler de Kurultaydaki öğrenci katılımının eksikliğini vurguladılar. İkinci Kurultaydan itibaren öğrenci forumları yapılıyor, öğrenci arkadaşlarımızla sürekli olarak iletişim kurmaya çalışılıyor. Eskişehir’deki Kurultay öncesinde ve sırasında da öğrenci forumları gerçekleştirildi. Kurultaya katılan öğrencilerin, yaklaşık 20.000 civarında mimarlık öğrencisiyle nasıl iletişim kurduklarını elbette bilemiyoruz. Öğrenci arkadaşlarımız doğal olarak bir süre sonra meslektaşımız oluyor, aramıza katılıyorlar, yerlerine yeni meslektaş adaylarımız geliyor. Bu da daha etkin bir öğrenci örgütlülüğünün gündeme alınmasını gerekli kılıyor.

MESLEK ETİĞİ VURGUSU

Kurultaydaki sunuşlarda meslek etiğine vurgu yapılmasını önemli bulduğumu belirtmek isterim. Kentlerimizdeki kaotik yapının sürdüğü, şiddetli rant saldırısının olduğu bir ortamda meslektaşlarımızın performanslarını sorgulayabilmeleri, arada durup “nereye gidiyoruz?” diye bakabilmelerinin, bunun yapılabildiği ortamların oluşabilmesini sağlamak da önemli bir görev. Dünyadakine paralel olarak yıllardır yeni liberal söylemlerin baskısı altında bir ideolojik bombardımana tutuluyoruz. Değer yargılarımız, kente, mesleğimize bakışımız sorgulanıyor, sorgulatılıyor. Bu süreçten ancak mesleğimizin toplumsal sorumluluğunu farkında olmamızla, kendimizi güçlü hissedebilmemiz, yalnız olmadığımızı bilmenin verdiği güven duygusuyla sağlıklı sonuçlar çıkarabiliriz. Kurultayda dile getirilen “meslek yemini” önerisi bunu sağlar mı, emin değilim. Bu konuların her ortamda işlenmesi, geliştirilmesi, meslek ortamında etik kodların olabileceği tartışması yanında mimarlık eğitiminde meslek etiği duygusunun nasıl ele alınabileceği irdelenmelidir. Sadece okunması zorunlu bir ders kitabı gibi değil, tüm eğitimin içine sindirilmiş bir meslek etiği duygusunu nasıl işleyebileceğimizi gündeme almalı, tartışmalıyız.

DİĞER TASARIM GRUPLARIYLA İLİŞKİLER

Bugün kentlerimiz her zamankinden çok daha saldırgan bir yapılaşma baskısı altında hızla kötüleşmekte. Katılım mekanizmaları sadece yatırımcıyla yapılan görüşmelerle sınırlı. Kentle, kentleşmeyle ilgili hemen hemen tüm önemli kararlar her türlü demokratik tartışma ortamından gizlenerek “hızlıca” alınmakta ve hayata geçirilmektedir. Meslek örgütlerinin anayasadan kaynaklanan sorgulama, değerlendirme görevleri engellenmekte, değişik baskı mekanizmalarıyla meslek odaları üzerine tahakküm kurulmaya çalışılmaktadır. Kentin, kentleşmenin, yapılaşmanın gündemde olduğu bu ortamda doğrusu içimizi burkan bir gerilimin de dile getirilmesi kaçınılmaz oluyor. Yıllardır eğitimden de kaynaklanan bir kopuşun yaşandığı şehir planlama ve mimarlık alanlarındaki ayrım derinleşmeye devam ediyor. Tasarım alanındaki farklı lisans eğitimlerinin birbirlerine ilişkin alanlarda ayrılığın altını çizme gayretleri, planlama ve kentleşme sorunlarıyla mimarlığın bağının kopması, mimari tasarımın kent bütününden kopartılması ve mimarların parsele yönelik çerçevede düşünmeleri, bununla yetinmeleri ve benzeri olguların yarattığı rahatsızlıklar gündemdedir.

Bilindiği gibi Ekim ayının ilk pazartesi günü Dünya Mimarlık Günü’dür, 8 Kasım da Dünya Şehircilik Günü olarak kutlanmaktadır. Konu itibariyle birbirinin tamamlayan, asla ayrı düşünülemeyecek bu iki alanla ilgili yapılan toplantılarda, etkinliklerde birlikte yer alma, ortak duruş sergileyebilme olgunluğunu gösterebilirdik, ne yazık ki olmadı. TMMOB çatısı altında, aynı yasal mevzuat çerçevesinde faaliyet gösteren odalar olarak elbette pek çok konuda dayanışma içerisinde oluyor, ortak davalar açabiliyoruz. Sübjektif isteklerimizin ötesinde şartlar bizi daha yoğun bağlarla kenetlenmemizi gerekli kılıyor.

Kurultay süreçlerinde özellikle mimarlık fakülteleri bünyesindeki diğer tasarım gruplarıyla ilişkilerimiz konusu çok irdelendi. Hatta belli modeller üretildi, o modeller tartışmaya da sunuldu. Fakat bu değerlendirmelerimiz diğer tasarım gruplarının katılımının eksik olmasından kaynaklanan bir tepkiyle karşılandı. Ortak değerlendirme platformunun yaratılması gereği açık bir şekilde görülüyor. Bu konuda en önemli görevin mimarlık dekanlarına düştüğünü, Mimarlık Dekanları Konseyi’nin TMMOB’nin ilgili odalarıyla beraber örgütleyebileceği bir çalışmanın yürütülmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Dilerim, önümüzdeki dönemde bu kapsamda, mimarlık fakülteleri bünyesindeki diğer tasarım gruplarıyla beraber gerek eğitim, gerek eğitim sonrası yetkilendirme konularını birlikte tartıştığımız platformlar yaratabiliriz.

TOPLUM VE MİMARLIK

Mimarlığın bir işverene bağlı olarak yapılabilecek bir meslek olması doğal olarak işverenlerimizin de eğitimli olmasını, mimarlığı, kentleşmeyi önemsemelerini gerekli kılıyor. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Kurultayın açılış oturumundaki performansı, mimarlığa bakışını sergilemede gösterdiği özgüven patlaması, bu konudaki sorunun büyüklüğünü bir kez daha göstermiş oldu.

Bu Kurultayda da dile getirildi, daha önceki Kurultaylarda toplum ve mimarlık konusunun daha etkin işlendiğini hatırlayacaksınız. Bu tartışmaların sonucunda Ulusal Mimarlık Politikası gündeme gelmiş ve bir metin üretilmişti. Bu metin Cumhurbaşkanı başta olmak üzere değişik kamu kurumu yöneticilerine de iletilmişti. Şimdi Türkiye’de deprem risklerinin bertaraf edilmesi adına İstanbul’un, büyük kentlerimizin, her taraftaki binaların yeniden yeniden yıkılarak yapılması ve büyük kamu kaynaklarının kullanılması gündeme geliyor. Ulusal Mimarlık Politikası metninin güncellenmesinin ve tekrar tartışılmasının tam zamanıdır diye düşünüyorum.

SONUÇ OLARAK

Zaman zaman umutsuzluğa yol açacak gelişmeler yaşansa da sonuç olarak ısrar edilmesi gerektiğini söylemek isterim. “Sorunları tartışıyoruz da ne oluyor?” gibi bir duyguya asla kapılmadan, buradaki beraberliğimizden aldığımız güçle Kurultayın kararlarını, üretilen fikirleri ete kemiğe büründürerek ilgili kurumlara iletmek, takip etmek, peşinde koşmak gerekir diye düşünüyorum. Kurultay sürecinde değerlendirilen ve sonuç bildirilerine de yansıyan hususların bazıları ne yazık ki hayata geçemedi. Takip edilmeli, ısrarcı olunmalıdır; Kurultayın paydaşı olan her kurum bu ortamdan kendine görev çıkarmalıdır. Bunun bir yaptırımı yoktur, ama Kurultayın anlamı da budur!..

Bu icerik 8337 defa görüntülenmiştir.