375
OCAK-ŞUBAT 2014
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ

Arketip Konutları ve Göktürk Yerleşimi

Esin Boyacıoğlu, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Yazar, 2012 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödül Adayı” olan Arketip Konutları’nı tasarım aşamasından isminin “arke” ve “tip” kavramları üzerinden vadettiklerine uzanan bir perspektifte değerlendiriyor. Yapının bağlamıyla ilişkisine odaklanmanın yanı sıra Göktürk yerleşimi türü kapalı sitelerden oluşan kent parçalarının toplumda ayrışmanın temellerini attığına vurgu yapıyor.

Türkiye’de inşaat sektörünün konut üretimi konusunda büyük bir faaliyet içinde olduğu herkes tarafından biliniyor. Devlet sektörü ve özel sektör tarafından yapılan bu üretim, özellikle 1990’lı yıllardan başlayarak kentlerin çehresini değiştirdi. Kent merkezlerinde uygulanan kentsel dönüşüm politikaları ve çeperlerinde açılan yeni yerleşim alanları, bütüncül ve toplumsal bir bakış açısından uzak, yoksul gruplara yaşam şansı tanımayan,(1) varsıl sınıfların rant arayışlarına cevap veren bir ortam yaratıyor. Kentlerimiz için toplumsal ayrışma açısından büyük bir tehlike oluşturan bu gelişmeye,(2) TOKİ ve özel sektörün niteliksiz projeleri uygulamaya geçirmesi eklenince, mekânsal olarak da tehlike büyüyor. Genelde nokta blok olarak ezberimizde yer eden bu niteliksiz yapılaşma, tanımsız ve tasarlanmamış çevresiyle çoğalarak yaşam alanlarımızı kirletiyor. Bu gelişmenin yanı sıra, sahte İstanbullar, Venedikler, Boğazlar gibi dekor çevreler ya da Hitit vazoları, dalgalı kuleler gibi simgesel bloklar, konutu ve çevresini her türlü duyarlılık ve estetik kaygıdan uzak bir fantezi ürünü, marka ve bir tüketim nesnesi haline getiriyor. Sözkonusu konut arzı içinde, varsıl sınıfa yönelik de olsa, nitelikli tasarımlara rastlamak çok zor.

Bu yazı, 2006 yılında tasarlanan bir konut yerleşimini, EAA(3) grubunun mimarlığını yaptığı, 13. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri programında “Yapı Dalı”nda aday gösterilen Arketip Konutları’nı ele alıyor. (Resim 1) EAA grubu, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok nitelikli tasarım gerçekleştirmiş, tasarımlarının birçoğu ulusal ve uluslararası düzeyde önemli ödüller kazanmış bir mimarlık bürosu. Konut konusunda ağırlıklı olarak varsıl sınıflara yönelik farklı arayışlar ile tasarımlarını gerçekleştiriyorlar. Yazı, Arketip Konutları yerleşimini iki farklı alan üzerinden giderek ele alacak. Birincisi, projenin adını aldığı “arketip” kavramı üzerinden tasarım kararlarını, tasarımı, kendi bağlamında incelerken; ikincisi, yerleşimin yer aldığı kentsel, toplumsal düzlem üzerinden gidip Göktürk bölgesini tartışacak.

Emre Arolat (EAA olarak) pek çok kez yinelediği özelliklerini, “durum odaklı bir tasarım pratiği geliştirmek” olarak vurguluyor. Bu vurgu, bağlamı önemseyen bir tavrı tanımlıyor. EAA grubu üzerine çıkan son kitabın “Bağlam ve Çoğulluk” başlığı ile yayımlanması da bu konunun altını çiziyor.(4) Tasarım sürecinin kavramsal belirleyicilerinin her proje ve her özgül durum için yeniden “üretildiğine” dikkat çeken Arolat için mimarlığın arkasındaki derin düşünce ve felsefe önemli.(5) Bu ipuçları, Arolat grubu için tasarımın zihinsel arkaplanının, düşünmenin ve tartışmanın inşa etmek kadar önemli olduğunu gösteriyor. Philip Jodidio’nun da bu konuya vurgu yaptığını görüyoruz, Arolat’ın önce düşünme, tartışma, araştırma, sonra tasarlama pratiğini geliştirmesine dikkat çekiyor.(6) Arketip kavramının da böyle bir düşünme, tartışma sürecinden sonra ortaya çıkmış olması muhtemel.

Arketip, başlangıçtan bu yana varolan, tarih öncesi çağlardan bu yana sürekliliğini koruyan kadim bir tip olarak zihinlerimizde yer etmiş bir kavram. Tasarım konusu olan konutun, insan için barınmak / yaşamak / oturmak gibi yaşamın ön koşulu olan pratikleri içermesi açısından, “arketip” ismi ile anıldığı düşünülebilir. Ancak Arolat grubunun gerçekleştirdiği birçok konut yerleşimi içinde neden bu özel örneğin bu isim/kavram ile anıldığı bir soru olarak beliriyor.

Mimarlık kuramı ile Platon’un “idea”lar kuramı arasındaki bağlantı, mimari biçimin kökenlerinin sorgulanması sırasında belirgin olarak ortaya çıkar. Özellikle de, mimari işlerin çıkış noktası olduğu düşünülen, ilk mimari model olan “ilk ev” konusundaki spekülasyonlarda belirginleşir.(7) Marc Antuan Laugier’in 1753 yılında yazdığı “Essay on Architecture” adlı metnin 1755 yılındaki tekrar basımının kapağında yer alan “ilkel kulübe” tasviri de bu konu üzerinde durur. Arketip sözcüğünün ön eki “arke”, başlangıç, kaynak, neden, kök, ilksel olana tekabül ediyor. “Tip”in ise gündelik kullanımda birçok karşılığı var: Biçim, imge, prototip, model, anlamlarının yanı sıra aynı cinsten varlıkların ve nesnelerin temel özelliklerini büyük ölçüde kendinde toplayan örnek veya varoluşlarına ya da işlevlerine göre tür, çeşit, sınıf, olarak çeşitleniyor.

C.G. Jung’a göre “Arketipler dışsal gerçekliği anlamaya yönelik oluşturulan ilk ‘düşünceler’e karşılık gelirler”.(8) Jung, “arketip”i arkaik, başlangıçtan, ilk zamanlardan beri varolan, evrensel, imgeler olarak açıklar.(9) Dolayısıyla Jung’a göre kavram, bireyi aşan, kolektif bilinçaltında yer alan bir içerikten söz etmektedir. Bu içerik ancak bilinç düzeyine çıktığında ve algılandığında değişir ve yüzeye çıktığı bireysel bilince göre değişen renklere sahip olur. Bu tanımı ile Jung “arketip” kavramı için her bireysel bilinçte varolan ama yeniden yorumlanan, dönüşen bir içerikten söz eder. Mimarlıkta arketip ise “ortak bilinçaltında önsel olarak varolan imge”(10) olarak algılanır.

Arketip sözcüğünün ana bileşeni “tip” mimarlıkta tartışmalı bir kavram. Mimarlık nesnesi biriciklik üzerine kurulan bir nesne iken, tip tekrarları ima eden bir kavram.(11) Tip kavramının Aydınlanma Çağı’nda bilimsel düşünme refleksinin oluşmaya başladığı dönemde ortaya çıktığı biliniyor. Tip kavramını mimarlık alanında belirgin olarak 18. yüzyılda formüle eden Quatremére de Quincy’ye göre “Tip sözcüğü, sureti çıkarılan ya da kusursuzca taklit edilen şeyin imgesinden çok, model için bir kural oluşturması gereken öğe fikrini temsil eder”.(12) Quincy’nin bu kavramı mimarlık için ortaya attığı dönem, mimarlık disiplininin geleneğinin, ortaya çıkan toplumsal ve teknolojik devrimlerle sorgulandığı bir dönemdir(13) ve mimarlık epistemolojisinin değişmeye başladığı, mimarlık bilgisinin yeniden oluşturulduğu döneme denk gelir.(14) Quincy’ye göre biçim ile objenin tabiatı arasındaki bağ kurulduğunda tip kavramı formüle edilir.(15) Quincy, tipi, içinde asal özellikleri barındıran bir çekirdeğe benzetir. Bu çekirdek filizlendiği ortama göre biçimlenir. Quincy’den sonra Durant’ın anlatısında kompoze edilebilir / biraraya getirebilir hazır elemanlar kataloguna dönüşen tip kavramı, her ne kadar modern mimarlığın, tarihle tartışmalı kopuşunda sözkonusu olamamış ise de, Le Corbusier’nin Maison Domino örneği seri üretime uydurulabilir bir tip önerisidir. Üstelik Unité d'Habitation bloğu Marsilya, Berlin ve Nantes’de inşa edilmiştir. Modern mimarlık eleştirilerinde, kent ve özellikle tip kavramı birçok metinde tartışılır ve tarih ile bağ kurmanın, sürekliliğin aracısı olabilme özelliğiyle öne çıkartılır. Bu tartışmaların ses getirenlerinden biri Rossi’nin metinleri ve onun mimarlık pratiğidir. Rossi, Quincy’ye benzer bir biçimde, tipin indirgenemez bir “öz” olarak kavranmasını ister ve Quincy’nin tip’ini bir adım daha ileri götürüp, tip kavramının mimarlık fikrinin kendisi olduğunu savunur.

Rossi tip kavramını, kalıcı, biçimi önceleyen mantıksal bir ilke(16) olarak tanımlar. Rossi’ye göre tip, zamanın sürekliliğini sağlayan, tarihte ilk olanla şimdi arasında bağ kuran bir kavramdır. Bir anlamda tip, içinde değişimlere olanak tanıyan bir çerçeve oluşturur.

Bu tanımlardan yola çıkarak Quincy ve Rossi’nin tip kavramını, biçimin mantığını barındıran bir öz ve arketip kavramına yakın olarak tanımladıkları ve kullandıkları anlaşılıyor. Ancak Jung’un arketip kavramına tekrar gözattığımızda ve sözcüğünün başındaki “arke” ekinin anlamını gözönüne aldığımızda, tip kavramının da önseli, arkaik olanı temsil ettiğini söyleyebiliriz. Buna göre, arketip başlangıçtan beri süre gelen, primordiyal, ortak bilinçaltında önsel olarak varolan imge olarak kabul edilebilir.

Arketip Konutları projesinin açıklama metninde, yerleşime neden arketip adının verildiği belirtilmiyor. Ama projenin yerleşim ve kitlesel oluşum kararlarında, arsa çevresinde az katlı yapıların olması, yapılanma kararlarının çatı arası kullanımını gerektirmesi gibi verilerin(17) etkili olduğu belirtiliyor. Yerleşim kararlarına bakıldığında sıra / çevre blok kullanımının ana kararı oluşturduğu gözleniyor. (Resim 2-3) Özellikle Avrupa kentlerinde çok yaygın olarak kullanılan bu blok türü, yapı adasının içinde avlu / ortak alan kullanımına yatkın olduğu için ve kentin oluşmasında etkin bir yapılaşma sunması açısından, 20. yüzyıl başında kısa bir süre tercih dışı kalmış olsa da, hâlâ istikrarını sürdürüyor. Sözkonusu blok türü, sürekliliği barındırması açısından tip kavramına yakın düşüyor.(18) Arketip Konutları, dışa kapalı bir iç oluşturan, böylelikle kapalı site olma koşulunu fiziksel olarak yerine getiren bir tavır ile kurgulanmış. Çevre blok, bir kapalı site oluşturma niyetini yapısal olarak desteklediği için duruma uygun bir seçim olarak beliriyor.(19) Ancak şu saptamayı da eklemek gerekiyor: yapı adasının çeperini bloklar değil, yapı sınırını belirleyen geçirimsiz çit / bitki örtüsü oluşturuyor. Blokların her iki yönünün konut birimleri ile kurgulanması, yapı ile sınır arasında kalan alanın dışa bakan zemin birimleri için özel bahçeler olarak kullanılmasına olanak tanıyor. Yerleşim kararlarında etkili olan bir başka durum da, yerleşimin iki bölümden meydana gelmesi. Aradan geçen bir sokak, yerleşimi ikiye bölüyor ve bu sokak cephesinde her iki bölüm de yüksek duvarlar ile dışa kapanıyor. Araç yaklaşımı, garaj girişleri ve yerleşimlerden birinin girişi bu cepheden, sokağı sınırlayan duvar parçalarının arasından alınmış. İçte oluşturulmuş avlu, ortak alan, spor merkezi, kafe, süs ve yüzme havuzları ve diğer peyzaj ögeleri, (Resim 4-5) alt kota yerleştirilmişler; bu kota yaya olarak bir rampa ile ulaşılıyor. Bu ortak mekânların alt kotta konumlandırılması, zeminde yer alan birimlerin bahçe ve teraslarının ortak mekândan kopuk ve özel kalmalarını sağlıyor. Arketip kavramının yerleşim için kullanılması, EAA’nın barınma sorunsalını, Jung’un tanımladığı gibi, insanın yarattığı ilk düşünceye dönerek çözme arayışının karşılığı olabilir. Konut / ev / yuva kavramının zihinlerde canlandırdığı ilk imge olan dikdörtgen / kare üzerinde üçgen alınlıkla biçimlenen beşik çatının, yapının mimari dilinin oluşumunda etkili olduğu anlaşılıyor. Biçimlenmenin Marc Antuan Laugier’in “ilkel kulübe” imgesiyle benzerlik taşıması bu düşünceyi pekiştiriyor. Bu “ilkel kulübe” arketip kavramının karşılığı olan ortak bilinçaltında önsel olarak varolan ve konutu temsil eden bir imge. (Resim 6) Tabii konut kavramının kendisinin mimarlık için bir arketip oluşturduğunu da unutmamak gerek. EAA monografisinde Arketip yerleşimi için bazı esinlenmelerin yerel, geleneksel mimarlıktan alındığı belirtiliyor ve Karadeniz Bölgesi geleneksel mimarlık örneklerine yer veriliyor.(20) Yerleşimi ikiye bölen sokağın çeperlerinde zemin cephesini oluşturan yüksek duvar ile blokların dar cephelerinin farklı açılarla kurulmuş olan ilişkileri, konsol olarak ileri uzanmaları, geleneksel mimarlığı anımsatıyor. Bu sıradan imgenin tasarım ile nasıl inceltildiği, zeminle ve blokların sokak çeperini oluşturan yüksek duvarla olan ilişkilerinde başkalaştığı, “özde saklı olan değerlerin açığa çıktığı” hemen okunuyor ve Jung’un tanımını anımsatıyor; bireysel dokunuşlarla dönüşen, farklı renklere sahip bir öz bu.(21)

Arketip konut yerleşiminde, blokların boşaltıldığı mekânlarda sürekliliğini koruyan çatı konstrüksiyonu ve ahşap malzemenin yoğun kullanımı da arketip kavramını çağrıştırıyor, marangozluk zanaatını bize anımsatıyor. (Resim 7) Ahşap çatı konstrüksiyonu son katta yer alan konut birimlerinin içinde de okunuyor, bu kotta çatı balkonları açık mekân alternatifi olarak kurgulanmışlar. Yapıların son iki katında, yapı yüzünü perdeleyen ahşap kepenkler, gelenekte varolan, ancak bu tasarımda kullanım nesnesi olarak, güncel koşullara ve özel duruma cevap vermek üzere, yeniden tasarlanan elemanlar. Jeffrey Kipnis, Herzog & De Meuron’un Basel Sinyal yapısının ikinci cidarını oluşturan bakır çıtaların kolaylıkla dekorasyon olarak nitelendirilebileceğini, ama gerçekte kozmetik bir müdahale olduklarını ileri sürüyor. Kipnis’e göre, bezeme, bir mücevher gibi mütevazı bir varoluşla, bedene, kendisinin ve strüktürünün de entegrasyonunu pekiştirerek iliştirilirken, kozmetikler dönüştürücü ve “Erotik bir Kamuflaj” olarak ele alınmalı. Kipnis, HdM’nin mimarlık anlayışının en etkili özelliğinin, kurnaz bir zekâ ve sarhoş edici, erotik bir cazibe olduğunu söylüyor.(22) Bu tartışma, Arketip Konutları’nın cephelerini, ikinci kattan başlayarak boydan boya kaplayan hareketli ahşap kepenkleri hatırlatıyor. Kepenkler kapalıyken arkası hakkında bilgi vermiyor, ancak gece içeride aydınlatma yapılıyorken ahşap çıtaların arasından süzen ışık, belli belirsiz içi hakkında ipucu veriyor. (Resim 8) Kepenkler açıldığında arkadaki dairenin şeffaf cam yüzeyler ile sınırlanmış mekânları ortaya çıkıyor. (Resim 9) Plan kurgusunda dairelerin tüm hizmet alan mekânlarının aynı yöne toplanması, mahrem mekânlar olarak nitelenebilecek yatak odalarının da bu akıllı ikinci cidardan yararlanmalarına olanak sağlıyor. Kipnis’in Sinyal yapısı için yaptığı kozmetik tartışması, bu noktada geçerli olmuyor. Çünkü ikinci cidar, birincisi ile arasında bir yarı açık mekân yaratıyor ve bu mekân yarı açık bir yaşam mekânı, balkon / teras olarak kullanılıyor. Ayrıca, yarı geçirgen ikinci cidarın sınırladığı terasların Arketip konutlarının açıklamasında “ayazlık”(23) olarak isimlendirmeleri, bu

cidarın oluşmasında geleneksel mimarlığın ve tip kavramının rolünü bize anımsatıyor, gelenek ve süreklilik konularının tasarımcı tarafından önemsendiğinin bir kez daha altını çiziyor. Geleneksel yapı kültürümüzde varolan kafes elemanının bu kez yapının şeffaf cam yüzeyine oturtulan bir eleman olarak değil de, cam yüzey ile arasına bir ara mekân-teras bırakılarak, alternatif, gözlerden maskelenmiş bir “özel” yarı açık yaşam alanı kurgulanması çok hoş, yerleşim gereği gözaltında olan bir konumu gözlerden ırak yapıveriyor. Toplu yaşam alanlarında böylesi özelleşmeler, gözlerden ırak bir dış mekân, kuşkusuz çok ayrıcalıklı. Birimler arası panellerle kesilen terasların sürekliliği, yan komşularla olan ilişkiyi çok yakın kılsa da bazı birimlerin yaşam mekânlarının geri çekilmesi ile bu kez yan komşudan da uzaklaşmış, nitelikli ve mahrem bir yaşam mekânı sağlanmış. Kullanıcılar bu yarı açık alanları yoğun olarak kullanıyorlar.

Aldo Rossi’nin Gallaratese Bloğu gibi rasyonel bir strüktür ile kurgulanan yapıların zemin ve birinci katlarında bu özel mekânları bulamıyoruz. Bu birimlerin zeminde bahçeleri, birinci katta balkon / terasları var, ancak onlar dış bakışlara açık, görsel olarak iki ve üçüncü kattaki birimler kadar “saklanma” şansları yok. Zemine oturan birimlerin bahçeleri, bir eşik gibi davranıp alt kotta oluşturulan ortak mekânlardan kendilerini soyutlayabiliyorlar. (Resim 5) Dış çepere bakan birimler ise zeminde arsa sınırı ile aralarında kalan alanı bahçe olarak değerlendiriyorlar.

Konut birimlerini besleyen iç koridorlar doğal olarak karanlıkta kalıyorlar ve kurgularının getirdiği bir biteviyelik duygusunu oluşturmaya adaylar. Bu dezavantajlı durumu, yine bir tip tartışması üzerine oturtabileceğimiz duyarlı bir hamle ile çözmeye çalışıyor EAA. İç koridorların çözümü, Le Corbusier’nin Unité d'Habitation bloğunu anımsatıyor. Arolat sorunu, Le Corbusier’nin iç koridoru tekdüzelikten kurtarmak için kullandığı renkli giriş kapıları çözümüne benzer bir tutum ile ama onu bir hamle daha ileriye götürerek çözüyor; renklendirilen yüzeyi büyüterek ve bir kısmını çökerterek özel bir kapı önü oluşturuyor. (Resim 10) Ayrıca, yapı bloklarının dik açılı olmayan köşelerinde iç bahçeler yaratıyor. Bu yüzeylerde yer alan koridorlar ışıkla yıkanıyorlar, kendi küçük yeşil alanlarına bakıyorlar. (Resim 11)

Bu yerleşimde EAA, “bir yaşam ortamı oluşturma” sözünü, sunduğu yapısal / mekânsal nitelikler ve alternatifleri ile karşılıyor. Tasarım yalın bir tavır ile ayrıcalıklı kullanıcılarına, sadece görsel olarak nitelikli bir çevre değil, kullanılan, farklı deneyimlere olanak tanıyan bir yaşam ortamı sunuyor. Bu İhsan Bilgin’in sözünü ettiği “görgü ve tecrübe”nin(24) ürünü olsa gerek. EAA grubu arketip ve tip kavramlarını bugüne taşımayı taklit / tekrar yolu ile değil eleştirel bir biçimde ele alarak, onların içindeki gizli değerleri ortaya çıkarmayı başarıyor. Bu özen, yalın bir tasarım anlayışıyla birleştiği zaman, yerleşimi, bölgede bulunan diğer örnekler arasından ayırıyor ve özel bir konuma yükseltiyor.

Göktürk, Türkiye’nin kentsel gelişimindeki sorunları gözler önüne seren ilginç bir yerleşim alanı. Bu bölge, İstanbul’un kuzey batısında tehdit altında olan orman bölgesinin içinde adeta bir ada konumunda olan, İstanbul’un ana lekesinden kopuk, tarihî su kemerlerinin konumlandığı bir alanda yer alıyor. Göktürk Bölgesi, 1990’lı yılların başında Kemer Country tarafından başlatılan bir hamle ile kent yaşamına alternatif bir yerleşim alanı olarak gündeme geliyor.(25) Kapitalin sonradan yarattığı, “kendiliğinden” olmayan bir yerleşim olan Göktürk, kapalı siteler cenneti olmasıyla anti-şehir kurgusuna sahip. Göktürk’te sürekliliklerden bahsetmek ise çok zor, ancak süreksizliklerden söz edilebilir. Süreksizlikler hem her yerleşimin geçilmez bariyerlerle birbirinden koparılmasında hem de yapılı çevrenin oluşturulmasında ortaya çıkıyor.

Göktürk, ana kente çok şeritli hızlı yollar aracılığıyla bağlanıyor. Bu yerleşim adasına hendek üzerine indirilen bir köprüden değil ama bir araç kapısından giriliyor. Girildiğinde ise sayısız, birbirinden özerk derebeylikler ile karşılaşılıyor. Orta üst gelir grubunun yaşamayı tercih ettiği bu yerleşimde, her kapalı sitenin çok yüksek duvarları ve / veya çitleri, hatta dikenli telleri ve kuş uçurtmayan özel güvenlik elemanları var. Bu yüksek duvarlar ardında her işveren ve mimar kendi dünya görüşlerini ve mimari anlayışlarını yansıtmaya çalışıyor. Yani herkes istediğini yapıyor. Burada tarihi yineleyen eklektik örneklerle çağdaş mimarlık örneklerini birarada bulmak mümkün, hepsi yan yana ama birbirlerinden kopuk olarak varolmaya çalışıyorlar, (Resim 12-13) mecaz / metafor kullanımındaki yaratıcılık inanılmaz, (Resim 14-16) ama nitelik konusu bir o kadar sıkıntılı. Burada bağlam, her işverenin ve mimarın keyfine göre yorumlanan bir kavram haline geliyor. Sonuç “ne yaparsam olur” olarak tecelli ediyor. Bu niteliksiz çoğunluk içinde Arolat, Tümertekin gibi, ezberlerin bozulabileceğine inanan mimarların yapıları hemen fark edilebiliyor. (Resim 17) Ancak, yüksek duvarlar ardında, bu yapıları ve içte yarattıkları nitelikli mekânları görebilmek pek mümkün değil. Oysa nitelikli mekânları talep edebilmek için onları görmek, deneyimlemek gerekli.

Bölgede Arolat grubunun,(26) konut / yer / yerleşim konularını yeniden düşündürmeyi başaran örnekler verdiği kesin. Arketip bunlardan biri, keşke yerleşim, konut / arketip / tip konusunda gösterdiği duyarlı yorumu, toplumsal bağlamda da gösterebilse. Bunu söylerken tekil girişimlerle bu çok aktörlü ve katmanlı sorunun çözülebileceği beklentisi içinde değilim. Ancak bu konuda her kesimin duyarlılık göstermesi gerekiyor. Neşe Gurallar da benzer bir endişe ile mimarlık ürününü meslek sınırları içine hapsetmeden ekonomik ve toplumsal anlamları ile birarada tartışmanın önemini vurguluyor.(27) Zaten Arolat’ın kendisi de bu çözümsüz durumu farkında ve rahatsızlığını pek çok kez dile getiriyor. Açıklamalarında, “nitelikli mimarlık üretiminin kentsel bağlama yönelik olmaktan ziyade az sayıda seçkin bir müşteri kesitine dayanarak geliştiğini”(28) belirtiyor; “verili şartlarda mimarın kabullenici, hatta işbirlikçi bir duruma sürüklendiğinin aşikâr olduğunu”(29) saptıyor. Ayrıca, “mimar olarak pozisyon almanın zorluğundan ve kişisel olarak meslekle ilgili en çok sıkıntı çektiği noktanın bu olduğundan yakınıyor.(30) Arolat’ın tüm bu saptamaları doğru, ancak bu olumsuzlukların nasıl çözümlenmesi gerektiğinin tek bir cevabı yok. Bu cevabı vermek de kolay değil. EAA’nın bazı konularda, kamuya yönelik tasarım danışmanlığı ve kısıtlı kamu bütçeleri için de mimarlık hizmeti vermesi,(31) bu konudaki çözüm arayışlarının sonucu olmalı.

Arolat, “EAA’nın […] her proje için yeniden tasarlanmış bir tür muhalefet kanalını devreye soktuğunu ve sayısal büyüklükler dışında, içinde bulunduğu ortamın alışıldık taleplerinden uzak durmaya çaba gösterdiğini söylemek yanlış olmayacaktır”(32) diyor. Bu alkışlanası bir durum, ama bu duruşun bir tek tasarım alanında değil, toplumsal alanda ve kentsel mekânda da devrede olması ve yaygınlaşması önemli.

Toplum içinde, toplumun kendisi tarafından da körüklenen ayrışmanın, kent toprağına geri dönülmez bir biçimde sirayet etmiş olması tehlikenin boyutlarını ortaya koyuyor. Bu çok aktörlü durumun farklı katmanları ve boyutları üzerinde düşünmek gerekiyor. Bu ayrışmanın uzun vadede kentlerimiz ve toplumumuz için onulmaz yaralar açmakta ve giderek daha da yükselen ayırıcı duvarlar yaratmakta olduğunun farkına varılması gerekiyor. Kuralsızlığın ve plansızlığın bir yönetim stratejisi olarak kullanıldığı ülkemizde, kent hakkının korunamadığı, herkesin bildiği bir gerçek. Bu durumda mimara, inşaat sektörüne ve tabii ki işverene yüklenen sorumluluk artıyor, kent hakkının kent lehine korunması gerekiyor. Oysa mimar, aslında sadece gereksinimleri ve beklentileri karşılaması gereken, nitelikli çevre ve mekânlar yaratmak üzere donatılmış bir eleman.

Galiba ideal olan, EAA gibi düşündükten sonra tasarlayan, tasarım kavramına ve onun zihinsel arkaplanına önem veren, kentlerdeki kaosun içindeki pırıltıları keşfeden ve yaşanası çevreler yaratma konusunda dertlenen mimarlık ofislerinin sayılarının artması ve bu becerilerini sadece varsıllar, seçkinler ve büyük yatırımcılar için değil de, geri kalan çoğunluk için kullanabilmelerinin formülünün bulunması. Böylece çevremizi oluşturmasını arzu ettiğimiz bu tür nitelikli yapıların / mekânların, erişilebilir, deneyimlenebilir, yaygınlaşabilir ve talep edilebilir olmasının yolu açılabilir ve duyarlı bir çevre bilinci yaygınlaşabilir.

KAYNAKLAR

2013, “Arketip Housing”, a+u Architecture and Urbanism, sayı:510, A+U Publishing, Tokyo, s.60.

Arolat, Emre, 2010(a), “Postmodernizm Gücünü Yitirdi”, VS. Dergisi, sayı:16.

Kaynak: www.emrearolat.com [Erişim:10.09.2013]

Arolat, Emre, 2010(b), “Nasıl İnsansan Öyle Mimarsın”, Hürriyet Emlak-Yaşam. Kaynak: www.emrearolat.com [Erişim: 10.09.2013]

Arseven, E. Celal, 1983, Sanat Ansiklopedisi, cilt:1, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul, s. 139.

Arseven, E. Celal, 1998, Sanat Ansiklopedisi, cilt:4, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul, s.1898.

Ataç, E., 2013, “’Büyük Dönüşüm’ Öncesi Türkiye Kentlerini Okumak, Anlamak: Sosyo-Ekonomik Statüye Bağlı Mekânsal Ayrışma Üzerinden Bir Değerlendirme”, Toplum Bilim, sayı:126, ss.35-63.

Bilgin, İhsan, 2005, “Görgü ve Tecrübe”, Emre Arolat Yapılar / Projeler 1998-2005, Literatür Yayıncılık, İstanbul, ss.195-200.

Bozdoğan, S. ve Akcan, E., 2012, Turkey: Modern Architectures in History, Reaktion Books, Londra, s.257.

EAA, www.emrearolat.com [Erişim: 10.09.2013]

Emre Arolat Architects, 2006, “Güncelleme: EAA”, Arredamento Mimarlık, sayı:2006/7, 100+93, s.59.

Gurallar, Neşe, 2013, “Loft Bahçe ve Tabanlıoğlu Mimarlık’ın Türkiye Mimarlık Ortamında Yeri”, Mimarlık, sayı:373, ss.58-63.

Güleç, Gülşah, 2013, “Mimarlıkta Tip ve Tipoloji Tartışmaları: 13. Venedik Mimarlık Bienali Örneği”, Mimarlık, sayı:371, ss.58-62.

Bilgin, İhsan, 2005, “EAA Üzerine”, Söyleşi: Hakkı Yırtıcı, Emre Arolat Yapılar / Projeler 1998-2005, Literatür Yayıncılık, İstanbul, ss.205-214.

Jodidio, Philip ve Özkan, Suha, 2013, EAA Emre Arolat Architects, Context and Plurality, Rizzoli, New York.

Jung, C.G., 1990, The Archetypes and the Collective Unconscious, (çev.) R.F.C. Hull, Princeton University Press, New York, s.33.

Kipnis, Jeffrey, 2005, “The Cunning of Cosmetics”, El Croquis,  Herzog & De Meuron 1981-2000, sayı:60+84, s.407.

Liebowitz Knapp, Bettina, 1986, Archetype, Architecture and the Writer, Indiana University Press, Indiana, s.6.

Madrazo, Leandro, 1995, The Concept of Type in Architecture: An Inquiry into the Nature of Architectural Form, Doktora Tezi, Swiss Federal Institute of Technology, Zürih, s.71.

Mengüşoğlu N., Boyacıoğlu E., 2013, “Reuse of Industrial Built Heritage For Residential Purposes in Manchester”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, cilt:30, sayı:1, ss.117-138.

Moneo, Rafael, 1978, “On Typology”, Oppositions, The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, ss.22-43.

Rossi, Aldo, 2006, Şehrin Mimarisi, (çev.) Nurdan Gürbilek, Kanat Kitap, İstanbul, s.20.

Tanyeli, Uğur, 2006, “Modernizmin Sınırları ve Mimarlık”, Modernizmin Serüveni, (der.) Enis Batur, Alkım Yayınevi, İstanbul, ss.63-71.

NOTLAR

1. Soylulaştırma (gentrification) konusunda dünyada ve ülkemizde çok yaygın bir literatür oluştu. Bunlardan biri de Nuran Mengüşoğlu’nun “Manchester Örneğinde Endüstri Dönemi Yapı Mirasının Konut İşlevi Verilerek Yeniden Kullanımı” isimli yayımlanmamış yüksek lisans tezinden (Gazi Üniversitesi, FBE, 2007, Ankara) yola çıkarak yaptığımız bir araştırma. Mengüşoğlu ve Boyacıoğlu, 2013.

2. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ataç, 2013.

3. EAA Grubu (Emre Arolat Architects) 2004 yılında kurulmuştur. Gruba adını veren Arolat’ın mimarlık birikimi ve deneyimi daha öncelere gidiyor. Büronun isim babası Emre Arolat dışında ortakları ve pek çok çalışanı var. Bu grubun dışa dönük yüzünü çoğunlukla Emre Arolat temsil ediyor ve sözcülüğünü üstleniyor. Ayrıntılı bilgi için bkz. www.emrearolat.com [Erişim: 10.09.2013]; Bilgin, 2005; Jodidio ve Özkan, 2013.

4. Suha Özkan bu kavramların EAA Grubu için anahtar kelimeleri oluşturduğunu söylüyor. Bağlamın her seferinde o yer için deşifre edilmesi, Özkan’a göre çoğulluk kavramını üretiyor. Kaynak: Jodidio ve Özkan, 2013, s.11.

5. Arolat, 2010(a); Arolat, 2010(b).

6. Jodidio ve Özkan, 2013, s.14.

7. Madrazo, 1995, s.71.

8. Jung, 1990, s.33.

9. Jung, 1990, s.5.

10. Liebowitz Knapp, 1986, s.6.

11. Güleç, 2013, ss.58-63.

12. Quatremére de Quincy’den aktaran, Rossi, 2006, s.20.

13. Quatremére de Quincy’den aktaran, Moneo, 1978, s.28.

14. Tanyeli, 2006, ss.63-71.

15. Quatremére de Quincy’den aktaran, Moneo, 1978, s.28.

16. Rossi, 2006, s.20.

17. EAA’nın kurumsal web sitesinde yer alan açıklama metni http://www.emrearolat.com/2006/01/17/gokturk-arketip-housing-istanbul-turkey-2006/?lang=tr# [Erişim: 10.09.2013]; 2013, “Arketip Housing”

18. İhsan Bilgin ve Nevzat Sayın ile birlikte çalışılmış Evidea Konutları’nda da, bu arayış sözkonusu.

19. Oysa Arredamento Mimarlık’ta (sayı:2006/7-8, 100+93) Emre Arolat Architects başlığı altında güncelleme olarak yayınlanan projeler arasında yer alan Arketip Göktürk Yerleşmesi projesinin yerleşim kararlarının farklı olduğu gözleniyor. Ayrıca, bu öneride yerleşimi Arketip 1, Arketip 2 olarak ikiye bölen sokak yok.

20. Bu açıklama ve fotoğraflar sadece Rizzoli tarafından basılan EAA monografisinde yer alıyor. Diğer metinlerde bu konudan söz edilmiyor. Jodidio ve Özkan, 2013, s.57.

21. Benzer durum, Tekfen Kâğıthane Ofis Park’ta da okunuyor. Tasarımın sihirli eli değince Kağıthane’de varolan dokunun nasıl farklı bir biçimde dönüştüğünü görmek gibi, bu örnekleri çoğaltmak mümkün. EAA grubunun birçok tasarımında ortaya çıkan bağlamsal yaklaşım, hem yerin ve zamanın fısıltısını dinlemek, ruhunu kavramak, hem de yerin gizli hazinesini ortaya çıkarmak çabası olarak gelişiyor bu açıdan da çok değerli.

22. Kipnis, 2005, s.407.

23. “Ayazlık” alışılagelmiş, güncel bir mekân ismi değil, üstü açık tahta boş, teras, dam üstü anlamına geliyor. Arseven, 1983, s.139. “Tahta boş, bazı şehirlerde yazlık denilen, önü açık divanhane ve Sergahların balkon gibi bahçeye çıkıntılı kısımlarına tabir olunur. İstanbulda (…) zemini tahta ve bazen çinko kaplı çamaşır asmak ve çiçek saksıları konularak geceleri oturmak üzere yapılan teraslara denir” Arseven, 1998, s.1898.

24. Bilgin, 2005, “Görgü ve Tecrübe”, ss.195-200.

25. Kent yaşamının tersine kırda bir yaşam tarzı vadeden bu yerleşimde çok sayıda Türk ve yabancı mimar görev alıyor. Bozdoğan ve Akcan’ın aktarımlarına göre bu yerleşimden sonra bölgede %500 gibi inanılmaz bir arsa ederi artışı ile Göktürk dönüşmeye başlıyor. Bozdoğan, ve Akcan, 2012, s.257.

26. Bölgede EAA’in yapmış olduğu 4 yerleşim var.

27. Gurallar, 2013, ss.58-63.

28. Arolat, Emre, 2011, "Nitelikli Üretim Gölgede Kaldı", Cumhuriyet, söyleşi: Meltem Yılmaz, 21 Mart 2011; Arolat, Emre, 2010, “Maraş, Gelecek, Ulaş”, 17 Mayıs 2010. www.emrearolat.com. [Erişim: 10.09.2013]

29. Arolat, Emre, 2010, “Dünyayı Tek Başınıza Değiştirebileceğinize İnanın”, Home Office Concept, söyleşi: Sezer Katkay, 2010/9, sayı:13. www.emrearolat.com. [Erişim:10.09.2013]

30. Arolat, Emre, 2005, Söyleşi, 22 Ağustos 2005, Arkitera, http://www.arkitera.com/soylesi/index/detay/emre-arolat-selamlastigim-ama-yakindan-tanimadigim-biriydi/328 [Erişim: 01.10.2013]

31. EAA grubu Bergama Kültür Merkezi, Eyüp Kültür Merkezi ve Evlendirme Dairesi, AGÜ Kent Kampüsü ve ODTÜ Araştırma Merkezi’nde kâr gütmeyen bir anlayış ile mimarlık hizmeti veriyor. Suha Özkan’dan aktaran, Jodidio ve Özkan, 2013, s.11.

32. Arolat, 2010(a)

RESİMLER

* Görseller aksi belirtilmedikçe yazara aittir.

Bu icerik 12141 defa görüntülenmiştir.