383
MAYIS-HAZİRAN 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MESLEK ETİĞİ

Yapsan Bir Türlü, Yapmasan Bir Türlü: MİMARIN AHLAKİ GÖREVİ NEDİR?

Charlotte Skene Catling, Mimar, Skene Catling de la Peña ofisinin kurucu ortağı, The Architectural Review Yazarı

Toplumsal ve ekonomik ayrışmanın kentsel ve mimari mekâna yansıdığı günümüzde meslek ortamımızı çevreleyen etik değerler / değersizlikler üzerinden bugün yeni sorular üretmenin tam zamanı... Charlotte Skene Catling’in derginin sürekli kılınacak Meslek Etiği bölümündeki ilk yazıda belirttiği gibi Princeton Mimarlık Okulu’nun dekanı Alejandro Zaera-Polo “bizim kuşağın mimarları politik açıdan aktif olmadılar. […] Hâkim ekonomik ilişkiler içinde ve tamamen bina yapımı ile sınırlandırılarak tüketildik.” der. 21. yüzyılda mimarlar artık neyin ve kimin yanında olacaklar? Mimarlık eğitimi hangi değerleri savunacak? Vahşi kapitalist ortamın dayattığı koşullarda mimar ne yapabilir? Mimarları disiplinin sınırları ötesinde geniş kapsamlı “iyi”ye yönelten vizyon bugün nerede? Etik değerleri yeniden anımsama ve anımsatmada mimarın rolü nedir? Bu sorular ışığında Meslek Etiği bölümünde yer alan yazılarda mimarlık ve etik konusu tasarım stüdyosunda etik, etik-estetik ve mimarlık ilişkisi ekseninden; mesleki ortam ise uygulama-sosyal aktörler ve toplumsal dinamikler üzerinden sorgulanacak.

Bölüm Editörü: İpek Akpınar

Rowan Moore’un kitabı Why We Build, Power and Desire in Architecture (Niçin İnşa Ediyoruz, Mimarlıkta Güç ve İhtiras üzerine New York Review of Books’ta yayınlanan “Mimarlığın Küstahlığı” başlıklı yazısında(1)Martin Filler: “Zaha Hadid, yaptığı projenin inşası sırasında bine yakın işçinin ölmesiyle ilgilenmediği gibi, utanmadan bu konuda en küçük bir sorumluluk kabul etmiyor” diyor. Hadid: “Benim o işle hiçbir ilgim yok. Bir mimar olarak bununla ilgilenmek benim görevim değil” demişti.

Özellikle, Zaha’nın tasarladığı Al Wakrah Stadı’nın yapımına 2015’de başlanacağı dikkate alındığında, söylenenler dava konusu olabilecek bir iddia mahiyetinde kalıyordu. Yani, Zaha’nın yaptığı projenin inşaatı sırasında kimse ölmemişti. Zaha (eline bulaştırılmış 1.000 işçinin kanının verdiği rahatsızlık içinde) New York Devlet Yüksek Mahkemesi’nde hakaret davası açtı. Martin Filler NYRB editörlerine “yanlışlıktan dolayı üzgünüm” diyen bir düzeltme gönderdi. Zaha hiçbir zaman fazla konuşkan biri olmamıştı ve yaptığı yorumlar onu duygusuz, katı yürekli biri olarak gösterecek şekilde veriliyordu. Guardian’da çıkan yazıda kendisine konuyla ilgilenip ilgilenmediği sorulduğunda şöyle diyordu: “Evet, ama Irak’taki ölümlerle de ilgileniyorum. Peki, yani bu konuda ne yapmalıyım? Konuyu hafife almıyorum ama bu hükümetlerin uğraşacağı bir iş.”(2)

ZAHA HADİD’E SALDIRILAR VE “GECEKONDU PORNOSU” SUÇLAMASI

Zaha’ya saldırılar devam etti. Filler’in geri çekilmesinden sonra eleştirmen Paul Goldberg’in Vanity Fair dergisinde yayınlanan yazısının başlığı şöyleydi: “Zaha İnşaat İşçilerinin Koşulları Hakkında Yanlış Düşünmeye Devam Ediyor”(3)Neredeyse bir cadı avı sürüyordu ve dikkati çeken bir nokta, bu konudaki yazıların ve bu yazılara karşı kamuoyundaki tepkilerin çoğunun cinsellikle ilgili bir noktaya varmasıydı. İşin ironik tarafı, projenin kendisi de insan bedeniyle ilişkili “cinsellik sorunları” taşıyordu; bir açıklığı çevreleyen pırıl pırıl, pembe, çift taç yapraklı çatı, kadın cinsellik organına benzetilmişti. Böyle bir benzerliği Zaha reddediyordu. Güçlü bir kadın imajı ile Zaha, mimarlığın Lady Macbeth’i görünümüne dört dörtlük oturuyordu. Ama basına ve sayısız blog yazısına göre onun asıl suçu, ahlaki bir duruş göstermemesi veya şöhretinin sağladığı olanakları kullanarak çok ciddi bir sorun olan ve etik yönleri de bulunan göçmen işçilerin sorunlarına ilişkin kamuoyu oluşturucu bir girişimde bulunmamasıydı.

Bir başka aşırı uçta ise, gazeteci ve yazar Dan Hancox’un Architectural Record dergisinde yayımlanan “Gecekondu Pornosu Yetti Artık, Küresel Kuzey’in Yoksulluk Mimarisini Fetişleştirmesine Son Verilmeli” başlıklı yazısı yer alıyordu. Yazı, Zürih’teki İsviçre Teknoloji Enstitüsü (ETH) bünyesinde kurulmuş disiplinlerarası bir tasarım ve araştırma birimi olan ve Latin Amerika’daki gecekondulara ilişkin çalışmalar yapan “Urban-Think Tank” (U-TT)’yi hedef alan bir saldırı başlatıyordu. Hancox, U-TT’nin Caracas’ta evsizler tarafından işgal edilen 45 katlı Torre David üzerine odaklanmasını ve bu konudaki çalışmalarını 2012 Venedik Bienali’inde çok da görünür bir şekilde sergilemesini eleştiriyordu. (Sergi, Altın Aslan Ödülünü kazanmıştı ve sergiyi düzenleyenler aldıkları ödülü daha sonra bina sakinlerine göndermişti.) (Resim 1) Hancox, herhalde U-TT’nin Venezuela’da kurduğu bağlantıların farkında değildi ki, araştırmalara dayanan bu projeyi bir tür emperyal sömürü biçimi olarak nitelendiriyordu. Hancox’a göre yapılan iş bir asalaklıktı, öfkeli bir şekilde “beyazlar”ın, “erkekler”in marifeti bu diyordu ve attığı sansasyonel başlığı haklı çıkarmak için projenin ardındaki 20 yıllık araştırmayı ve yapılı çevreye yapılmış müdahaleleri görmezden geliyordu. Hancox, aynen Katar’daki göçmen işçiler gibi, acil bir kentsel sorun olan ve gündeme getirilmeyen gecekondular konusunda kamuoyunu harekete geçirebilecek bir alternatif önermiyordu. Modern gecekondu hayatı üzerine Marksist bir rapsodiden sonra söylediği somut bir öneri yoktu ve sonuçta “bırakınız yapsınlar” demeye getiriyordu.

MİMARLAR NEYİ SAVUNACAKLAR?

Görünen o ki, mimarlar sonunda kazanan tarafta olamıyor. Ahlaki bir duruş sergilemezlerse saldırıya uğruyorlar ama sergilerlerse de kendileriyle dalga geçiliyor. Peki, o zaman “mimarın görevi” nedir? Mimar ne yapabilir? Temel olarak 21. yüzyılda mimarlar neyin yanında olacak, neyi savunacaklar?

Mimarın marjinalleştiği su götürmez bir gerçek. Bina yapımının özelleşmesi, kalkınmayı amaçlayan ekonomiler ve daha geniş sorumluluklar karşısında mimarlar, stratejiler ve işin kapsamı belirlendikten sonra geç devreye giriyorlar ve kısa sürede devreden çıkıyorlar. Geniş bir danışman ekibinin bir üyesi olarak mimarın görevi, formu tasarlama veya bezeme düzeyine inmiş durumdadır. Princeton Mimarlık Okulu’nun dekanı olan ve uygulanmış tasarımları bulunan Alejandro Zaera-Polo, mimarlığın şu anda bina zarfına sıkışmış olduğunu belirterek politika ve ideolojiyi yeniden devreye sokacak bir alan olarak bu konu üzerine odaklanıyor. Şöyle bir gözlemi var: “Bizim kuşağın mimarları politik açıdan aktif olmadılar […] Hâkim ekonomik ilişkiler içinde ve tamamen bina yapımı ile sınırlandırılarak tüketildik.” (4) O gün bugündür mimar, aynen kurutulmuş bir çiçek gibi ve bir o kadar da denetim altında tutularak incecik cephe yüzeyleri içinde tutsak kalmıştır.

Bu nasıl oldu? Bir zamanlar mimarları disiplinin sınırlarını zorlamaya ve onun ötesinde geniş kapsamlı ‘iyi’ye yönelten vizyon şimdi nerede? O söylemler ve kolektif hedefler nerede kaldı? Bugün mimarları bu küçümsenen konuma getiren, iktidardan uzak bir güçsüzlük durumu mudur veya 20. yüzyıl mimarlık kuramlarının izlediği yörüngenin ve son dönem kapitalizmin sonunda vardığı kaçınılmaz bir nokta mıdır? Mimarlık, kişinin sadece kendi devasa versiyonunu inşa etmenin, “mega-mimar”ın amaçlandığı ve ben merkezciliğin tavan yaptığı noktada yok mu oldu?

MODERNİZM, POSTMODERNİZM, MİMARLAR VE DEVRİM

Modernizm, işe yararlılık ve sanatı ağırbaşlı bir görüşte birleştirirken, postmodernizm bunları birbirinden ayırarak özgürleştirdi. Mimarlar, sanat ve estetik âleminde neşeli bir umursamazlık içinde mutluydular. Can sıkıcı ahlak kurallarını silkip atmış, o konuyu politikacılara bırakmışlardı. Samimiyete karşı duyulan güvensizlik postmodernizmin belirleyici karakterlerinden biriydi ve bunun hemen ardından felsefi anlamda “kuşkuculuk” (Sinizm) geliyordu. Hümanizm insanı merkez alıyordu ve modernizm işlevi, postmodernizm ise formu destekliyordu. Hümanizm ise bunlar arasında bir dengeyi gözetiyordu. Sonradan post-hümanist, deconstrüktivist mimarlık insanı merkezden çıkardı, form ve işlevi silip attı ve nesnenin insan soyu üzerindeki etkilerinden çok, bu nesnenin yaratılmasına odaklandı. The End of Architecture? (Mimarlığın Sonu?)(5) bir durgunluk döneminin ardından mimarın rolünü yeniden değerlendirmek üzere yayımlanmıştı. O tarihte Zaha Hadid, Coop Himmelb(l)au, Lebbeus Woods, Peter Eisenman ve Bernard Tschumi kendi konumlarını kâğıt üzerinde belirlemeye çalışıyorlardı ve inşa etmeyi pek de umursamıyorlardı. Yaklaşımlarında kritik olan sadece apolitik olmaları değil aynı zamanda antisosyal olmalarıydı. The Pleasure of Architecture (Mimarlığın Hazzı) kitabında Tschumi şöyle diyordu: “[Mimarlığın] asıl önemi, ‘işe yararlılık’ veya amaçlananın ötesindedir ve hatta bir haz vermeyi hedeflemesi de gerekmez.”(6) Eisenman’ın tasarladığı, araziye kaykılmış devasa Galicia Kültür Kenti inşaatı, neredeyse yerel yönetimi iflas durumuna getirdikten sonra durdurulduğunda muhtemelen böyle düşünmüşlerdi.

Modernizm sanatla biçimlendirilmiş rasyonel, ekonomik ve ergonomik çözümler vadetmişti, fakat verdiğinden daha fazlasını alma eğilimi gösterdi ve ahlaki gücünü yitirdi. İnsanlar bir zamanlar çokça benimsediklerinden vazgeçmek zorunda kaldılar. Gelenekselmiş olanları silip süpüren cesur yeni formlar, derin anlamlar taşıyan alışılmış formların yerini aldı. Dünyayı daha iyi bir yer yapmak istediğinizi söylediğinizde mimarlar açıkça size gülüyorlardı. Ama aynı zamanda modernizmin ideallerindeki inanç ve berraklığa duyulan nostalji giderek artıyordu. Mimarlığı, Rusya’da Marksist sol (örneğin Moisei Ginzburg ve Alexei Gan) devrim için bir ortam olarak ele aldığında ve Le Corbusier ise devrimi önlemenin bir aracı olarak değerlendirdiğinde, mimarlıkta dünyayı daha iyiye götürecek bir potansiyel görmüşlerdi.

Le Corbusier’nin Vers une Architecture(Bir Mimarlığa Doğru) kitabını İngilizceye çeviren Frederick Etchells kitap hakkında şöyle diyordu: “Sadece bizi, mimarları ve sıradan insanları bir durum değerlendirmesi yapmaya, ne yöne doğru gittiğimizi keşfetmeye, yönlendirildiğimiz ama gidip gitmeyeceğimiz belli olmayan yarı karanlık bir yolu farkına varmaya zorlaması bile çok değerli bir şey.” Kitabın “Mimarlık veya Devrim” başlıklı bölümünde ise Le Corbusier şunları yazıyordu: “Toplumun mekanizması, derinlemesine bir boşluk içinde, bir yanda tarihsel öneminin yeniden güçlendiği bir durum ile öte yanda kargaşanın egemen olacağı bir durum arasında gidip gelmektedir. Bugünkü toplumsal huzursuzluğun temelinde bir inşa sorunu yatıyor: Mimarlık veya Devrim.”(7) Aslında “Mimarlık veya Devrim” (Architecture ou Révolution önce kitabın ilk başlığı olarak düşünülmüştü.

LATİN AMERİKA ÖRNEĞİ VE “U-TT”

Urban-Think Tank” (U-TT) de böyle bir anlayışla çalışıyor. Venezuela kökenli bir Amerikalı olan Alfredo Brillembourg, Columbia Üniversitesi’ndeki mimarlık öğrenimi sırasında Avusturya’dan gelen Hubert Klumpner ile tanıştı. 1986’de Brillembourg, politik bir devrimin arifesindeki Venezuela’ya döndü ve U-TT’yi kurdu. 1998’de Klumpner, Caracas’a gelerek ona katıldı. O günden beri de birlikte çalışıyorlar. 2005’teInformal City, a Study of Caracas(Enformal Kent, Caracas Üzerine Bir Çalışma) kitabını yayımladılar. 2007’de Columbia’da “Sürdürülebilir Kentsel Yaşam Modeli Laboratuvarı”nı (SLUM Lab) kurdular. 2010 yılından bu yana Zürih ETH Mimarlık ve Kentsel Tasarım Okulu’nda kürsüleri var. Burada, metropoliten ölçekte, kentsel ve mimari ölçeklerde “bölgesel kentleşme ve enformel küreselleşme” konusunda çalışmalar yürütüyor, bunlara paralel yayınlar yapıyor ve değişik ölçeklerde yapı projeleri gerçekleştiriyorlar. “Mimarlık veya Devrim” burada kelimesi kelimesine uygulanıyor ve günümüzde gerekliliği görülen yeni bir tür uygulama ve yaklaşım ortaya konuyor. Bu bağlamda Caracas, U-TT’nin ilham kaynağı ve gelecekte kentsel gelişmenin % 80 etkisi altında kalacak kentlerden biri. Bugün dünya çevresinde gecekondu yerleşmelerinde en azından bir milyar insan yaşıyor ve gelecekte bu sayı iki milyara çıkacak. (Resim 2) Klumper: “Burada yeni kuşaklar yetişecek. […] Bu çok açık bir durum ve tehlike oluşturuyor”(8)diyor. Her mega-kent Bombay, Johannesburg, Lagos, Cakarta veya Mexico City, kendi çok hızlı büyüyen ve içeriğine, coğrafyasına, iklim ve politik koşullara göre farklılıklar gösteren gecekondu versiyonuna sahip. Bombay’da, 200 hektardan daha geniş bir alanı kaplayan ve bir milyon dolayında nüfusun yaşadığı Dharavi, kentin en büyük gecekondu mahallesi ve yılda bir milyar dolarlık bir gelir üretiyor.

Caracas 20. yüzyılda yoğun değişimler yaşadı. Kentin nüfusu 10 yıl içinde 3,8 milyondan yaklaşık 10 milyona yükseldi ve bu nüfusun üçte biri gecekondularda yaşıyordu. Kentin güvenlik nedeniyle beş bölgeye bölünmesiyle devrimciler ve karşıdevrimciler arasındaki kutuplaşma yoğunlaştı. Çevresi keskin dikenli tellerle çevrili kapalı siteleri özel güvenlikçiler bekliyordu. Caracas, dünyada şiddetin en yoğun yaşandığı kentlerden biri olmuştu. Son bir iyimserlik havasında 1990 yılında kentte, yatırımcısı David Brillemborg’tan(9) dolayı Torre David (Davut Kulesi) diye bilinen Centro Financiero Confinanzas gökdeleninin inşasına başlandı. Brillemborg’un ani ölümü ve ardından bir dizi bankanın kapanması sonunda inşaatı % 90 tamamlanmış olan kule devlet sigorta kurumunun eline geçti. Kurum, Güney Amerika’nın bu üçüncü gökdelenini tamamlayamadı ve terk edilmiş durumda bıraktı. (Resim 3)

1992’de Hugo Chávez bir darbeye kalkıştı, tutuklandı ve iki yıl sonra serbest bırakıldı. 1999’da ise başkan seçildi ve halka yeni bir anayasa sözü verdi. Anayasada, barınma sorununa yönelik olarak, “herkesin yeterli, güvenli, rahat ve sağlıklı konutlarda yaşama hakkına sahip olduğu” hükmünün yer alacağını ilan etti. 2007’de yerlerinden edilmiş bir grup gecekonducu Torre David’e sığındı. Dört yıl sonra Chávez, hükümete “boş kentsel topraklara, iskân edilmeyen binalara ve konut gelişim projelerinin yapımı için gereken mülklere el koyma”(10) olanağı tanıdı. Gecekondu yerleşimleri yayılıyordu. Caracas’ın hava fotoğrafları, merkezdeki modernist çekirdek olduğu gibi kalırken “barrio”ların her yana sızdığını, topoğrafyanın çevresini canlı, sıvı bir kültür gibi sardığını gösteriyor. (Resim 4)

“AKTİVİST” BİR MİMARLIĞA DOĞRU

1998’de Brillembourg ve Klumpner mimarlıkta günlük işlerle uğraşıyorlar, Caracas burjuvazisi için mimari tasarımlar üretiyorlardı. Brillembourg aynı zamanda bir yaz okulu ve geceleri çalışan STK niteliğinde bir düşünce kuruluşu da oluşturmuştu. Politik gelişmeler, Chávez’in konuttaki devrimci potansiyeli görmediğini, hayallerinin kentin çevresine inşa edilen modernist mega-bloklarla sınırlı kaldığını ortaya koymuştu. Güney yarımkürenin kentlerindeki patlama gözle görülebilir ve acil müdahale gerektiren bir gerçeklikti, ama bu konuda mimari araştırmalar yoktu. Brillembourg ve Klumpner’in meslektaşlarının çoğu ise gecekondu ile ilgilenmiyorlardı ve Avrupa’da, özellikle İspanya’da yapılan mimari uygulamalara odaklanmışlar, Bilbao örneğinin getirdiği potansiyelin baştan çıkarıcılığına kapılmışlardı. Sonunda destek, geniş olanaklara sahip küresel bir araştırma kurumu olan Gerhard Schröder’in Alman Federal Kültür Vakfı’ndan geldi. 2000 yılında Brillembourg ve Klumpner, topladıkları materyalleri değerlendirerek ve Kanada’dan bir STK’nın yardımıyla Birleşmiş Milletler Habitat Örgütü’nün bir toplantısına bir şekilde girmeyi ve orada konuşmayı başardılar. Tespit ettikleri kritik sorun, “yukarıdan aşağıya” ve “aşağıdan yukarıya” yaklaşımların bir türlü biraraya gelememesiydi.

Brillembourg ve Klumpner, anlamlı bir sonuca varacaklarsa aradaki bir konumda olmaları, iki farklı radikal dünyanın arasında bir köprü oluşturmaları gerektiğini düşünerek doğrudan olayların içinde bulunmayı öngören bir yaklaşımı seçtiler. “Favella”larda geceleri kurşunların çevrenizden vızır vızır geçmesi, sonra siyah takım elbiseler giyerek gittiğiniz kokteyllerde Alman senatörlerle görüşmeler yapmanız da dâhil olmak üzere bu yeni görev değişik beceriler gerektiriyordu. Belirli siyasal angajmanlara girmeden sosyal ekosistemlerle, ekonomiyle ve siyasetle ilişkiler kurulmalıydı. Yapılacakları hükümetten beklemeyen, doğrudan işe girişerek ihtiyaçları tespit eden ve bunları gerçekleştirecek araçları bulan yeni tür bir “aktivist” mimar ortaya çıkıyordu.

ŞİLİ’DE “ELEMENTAL” DENEYİMİ

Plan dışı kendiliğinden gelişen konut yerleşimlerindeki büyümenin belirlenecek standartlara uygunluğunu sağlayabilen ve bu yerleşimlere rasyonel bir düzen getirecek planlama önerileri geliştirebilen tasarım, ekonomik açıdan Alejandro Aravena tarafından Şili’deki “Elemental” projesinde sistemleştirildi. U-TT gibi Aravena da günümüzün toplumsal, kentsel, politik ve ekonomik sorunlarıyla başa çıkacak çok yönlü becerilere sadece mimarların sahip olduğuna inanmaktadır ve gerçekleştirdiği uygulamalar bu sınırları aşmak için ihtiyaç duyulan stratejik ortakların kimler olabileceğini göstermektedir. Aravena’nın iş ortağı, ulaşım mühendisliğinden gelen ve Şili petrol şirketi COPEC’te üst düzey yöneticilik yapmış bir kişiydi. Ona göre, “Elemental” operasyonlarını biçimlendiren şey bir “hayır kurumu” olmaları değil çalışmalarındaki profesyonel kaliteydi ve kendilerini mevcut piyasa koşulları içinde iş üreten bir “do tank” olarak tanımlıyordu. Aravena sosyal konut işine giriştiğinde, “işin finansmanı için ayrılan para eğer ‘tamamlanmış ama kötü’ olan konutlar yerine ‘yarısı tamamlanmış ama iyi konutlar’ yapmaya elveriyorsa, o zaman sadece o yarısını inşa edelim ve geri kalan yarısını boş bırakalım, orasını konutta oturanlar sonradan tamamlasın” diye yola çıkmıştı. Hükümet“arazi işlerini, kaba yapıyı […] ve teknik açıdan yapımı zor ögelerin yapımını”destekleyecekti.(11) Öneri hem fikir olarak hem de yapı ölçeğinde yalın bir zerafet içeriyordu. Ailelerin kendilerine bırakılmış boşluklara zamanla yerleşmesi gibi yumuşak bir geçiş de getiriliyordu. Şili’de 2010 yılında meydana gelen deprem ve tsunaminin ardından “Elemental” projesi kent ölçeğinde uygulanma olanağı buldu. 100 gün içinde tamamlanması öngörülen bir kentin yeniden tasarımında sözkonusu yatay mantık uygulandı, kıyı boyunca uzanan ormanlık bir bölgeyi yeni bir sosyal mekân ve daha sonraki tsunamilere karşı bir tampon bölge olarak değerlendirerek, kentsel yerleşimi, altyapıyı ve mülk sahipliğini yeniden düzenlemeyi önerdiler. (Resim 5)

“KENTSEL AKAPUNKTUR” ÖRNEKLERİ

U-TT, nisbeten küçük, stratejik müdahaleler ve kentin formel / enformal parçaları arasında dikiş tutturmayı amaçlayan teknikler için “kentsel akapunktur” deyimini kullanıyor: Örneğin, minimal kaynaklarla yapılabilecekleri en çoğa çıkarmaya yönelik yanal bir tasarım uygulaması olarak belirli izlerin kaldırılması, barrio’larda kamusal mekânlar oluşturmak üzere kent dokusundan tanınabilir parçaların buralara yerleştirilmesi, böylece sınırların yumuşatılması.

Venezuela’nın Santa Cruz kentinde U-TT’nin tasarladığı Dikey Spor Salonu (Vertical Gym) binlerce kişinin güvenli bir rekreasyon mekânı olarak kullanabilmesine uygun olarak dar bir alanın üzerine bir dizi çok katlı programın üst üste yerleştirilmesiyle oluşturulmuş. Salonun tamamlanmasından kısa bir süre sonra bölgedeki suç oranının % 30 azaldığı görülmüş. Daha sonra benzeri iki yapı daha hizmete açılmış ve yenilerinin yapımı da yolda. Bu çalışmalarda U-TT, temel araştırmalarını uygulamaya aktarmak üzere, yeniden kullanıma uygun “prototip” tasarımların üretilmesi ve gerekli ilkelerin geliştirilmesi yöntemini izliyor. (Resim 6)

KURALLARI AŞMA BECERİSİ NASIL ÖĞRETİLECEK?

Bu yeni yaklaşım öğretilebilir mi? Brillembourg U-TT’nin, “rönesans ustası ile kentli girişimci melezi” yeni bir tür “girişimci mimar” üretme amacını ana çizgileriyle tanımlamaktadır.(12) Görev, “elçi, diplomat, casus, gazeteci ve gerilla inşaatçı”arasında bir köprü kurmaktır ve buradaki akademik sorun “kuralları aşma becerisinin nasıl öğretileceği”dir. Öğrenciler, mimarların yanı sıra ekonomistlerden ve sosyal bilimcilerden de ders almakta ve yatırımcı rolü üstlenerek değişik senaryolar üzerinde çalışmakta veya bildiğimiz mimarlığın sınırlarından farklı alanlarda işler üreten kurumlar içinde görev almaktadırlar. U-TT şu anda önemli miktarda araştırma malzemesi toplamış durumdadır. Bu malzemeler arasında istatistikler, haritalar ve sürekli olarak yeni filmlerin eklendiği geniş bir film arşivi bulunuyor. Latin Amerika ruhu ile Kuzey Avrupa kaynaklarının biraraya gelmesi, Brillembourg’un şahsında “İsviçre bayrağı altında bir Meksikalı güreşçi” tipini canlandırıyor. İletişimin kritik önemi var ve film yapımı, yeni medya olanaklarının kullanımı, internet ve mobil telefonlar mimarinin yeni araçları olarak görülüyor.

Burada sözü edilen uygulamalar, gecekondularla ilgili gözlem ve değerlendirmeler, ne yoksulluğu romantize etmekte ne de fetişleştirmektedir. Çalışmalarda incelenen olgulardan dersler çıkarılmakta, olanaklı olan koşullarda iyileştirmeler yapılmakta ve edinilen bilgiler entegrasyonu amaçlayan tasarımlar yoluyla ortaya konulmaktadır. Uygulanmış yapı projelerinde ortak bir bütünsellik ve gereksiz fazlalıkların atılmasından gelen bir estetik egemendir. Form ekonomik, stratejik olduğu kadar estetik bir mantıktan da kaynaklanmaktadır ve burada erken modernizm ilkelerinden farklılıklar vardır. Toplumsal gündem, yeni bir enerji ile ve geç Kapitalizmin acımasızlığı ile bilenerek geri gelmiştir.

“AKTİVİZM” MİMARLIĞIN ETKİ ALANINI GENİŞLETMELİDİR

Bu her an patlamaya hazır kentleşme çağında ve istikrarın en aza indiği bir ortamda mimarların tasarımlarını karar verme süreçlerinin tam içinde yer alarak geliştirmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Zaha Hadid’e yönelik saldırılar, kamuoyunda mimarların gerçek güçlerinin ötesinde daha fazla güce sahip olduklarına ilişkin bir kanının bulunduğunu göstermektedir. Mimarlardan daha geniş kapsamlı bir toplumsal görev yerine getirmeleri beklenilmektedir. Malsahibinin rolü irdelenmemektedir ama irdelenmelidir.

İşin garip tarafı Zaha Hadid, “The End of Architecture” (Mimarlığın Sonu)(13) başlıklı yazısında, eğitimde ve uygulamada sorumluluğa ve mimarlıkta sosyal bilincin yitirilmesine ilişkin görüşlerini ağlamaklı bir dille anlatmaktadır. Brillembourg’un sözleriyle, “19. yüzyıl yatay kenti, 20. yüzyıl ise dikey kenti doğurduysa, 21. yüzyıl da sosyal bölünmeleri çaprazına kesen (diyagonal) kentlerin çağı olmalıdır.”(14) (Resim 7)

Aktivizm” mimarlığın yerine geçmemeli ama mimarlığın etkilerini genişletmelidir. Mimar, yalnızca eylem yoluyla değil, getirdiği form ile de mesleki disiplininin dilini kullandığında, kültürel anlamlılık taşıyan bir çıktı üretmek mümkündür. Ancak şimdi tasarım sürecinin daha ilk aşamalarında malsahibinin “keşfedilmesi” ile işe başlamak gerekmektedir. Mimarlığın gücü sentez becerisinde ve eşgüdümden yoksun kentlerde eşgüdümü sağlama yeteneğindedir. Zengin ile yoksul, formel ile enformel arasındaki aşırı ayrışma tehlikelidir ve sürdürülemez. Fikirlerin, kentsel yapı üzerinden nasıl ifade edilebildiğini bu işle uğraşan mimardan daha iyi kimse bilemez. Bu alan yeniden ele geçirilmeli ve “mimarın görevleri”nden bazıları bu alanlarda işlerlik kazanmalıdır. Gidilecek yön hiçbir zaman bu kadar belirgin olmamıştı veya yapılacaklar bugünkü kadar acil değildi. Gidilecek yön bellidir: Devrim olarak mimarlık.

* Charlotte Skene Catling’in izniyle Türkçeye çevrilmiştir. İngilizce metnin ilk basımı: Skene Catling, Charlotte, 2014, “Damned if You Do, Damned if You Don't: What is the Moral Duty of the Architect?”, The Architectural Review.

İngilizceden çeviren: Arif Şentek

NOTLAR

1. Filler, Martin, 2014, “The Insolence of Architecture”, New York Review of Books, 5 Haziran 2014 sayısı.

2. Riach, James, 2014, “Zaha Hadid Defends Qatar World Cup Role Following Migrant Worker Deaths”, The Guardian, 25 Şubat 2014.

3. Goldberger, Paul, 2014, “Zaha is Still Wrong About Construction Worker Conditions”, Vanity Fair, 27 Ağustos 2014.

4. Zaera-Polo, Alejandro, 2008, “The Politics of the Envelope”, Volume, cilt:17, ss.76-105.

5. Noever, Peter (der.), 1997, The End of Architecture?, Prestel, New York.

6. Tschumi, Bernard, 1977, “The Pleasure of Architecture”, Architectural Design, cilt:47, sayı:3, s.218.

7. Le Corbusier, 1986, Towards A New Architecture, Dover Edition, New York. (ilk basım 1931, J Rodker)

8. Hubert Klumpner ve Alfredo Brillembourg’le görüşme, Ağustos 2014, Zürih.

9. Yatırımcı David Brillembourg ile Alfredo Brillembourg kardeş torunlarıdır. Ancak Alfredo’nun kule yatırımı ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

10. Brillembourg, Alfredo; Klumpner, Hubert; U-TT (der.), 2013, Torre David, Informal Vertical Communities, Lars Müller, Zürih.

11. Alejandro Aravena, MIT’de yaptığı konuşma, 9 Nisan 2012.

12. Yazarın Alfredo Brillembourg ile yaptığı görüşme, Zürih, Ağustos 2014.

13. Hadid, Zaha, 1997, “Another Beginning”, The End of Architecture?, Prestel, New York.

14. McGuirk, Justin, 2014, Radical Cities: Across Latin America in Search of a New Architecture, Verso, New York.

Bu icerik 5553 defa görüntülenmiştir.