326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
YİTİRDİKLERİMİZ

Stefanos ve Godfrey için

Jale Erzen

Stefan Yerasimos ve Godfrey Goodwin’i burada birlikte anmayı istiyorum, ikisi de İstanbullu, tarihçi ve Osmanlı kültürünün almaşıklığına vakıf, onu içtenlikle takdir eden kişilerdi. Ama bunun da ötesinde, onları aynı zamanda tanımıştım ve yakın zamanlarda kaybettim. İkisi de çok sevdiğim, hep izlediğim ve özlediğim dostlar olmalarının yanında, meslek ailemin en yakınları, meslek değerlerimin güvencesiydiler.

İlk kez ikisi ile 1980 sonlarında Attilio Petroccioli’nin Cenzano di Roma’da düzenlediği ‘Sinan ve Kent’ Sempozyumu’nda tanıştım. Stefan ve Godfrey’in birbirlerine saygısı konuşmalarındaki coşkudan okunuyordu. Konuşmamı sunduktan sonra beni de aralarına aldılar; böylece ilk kez kendimi profesyonel bir platformda, saydığım bir meslek grubu içinde hissettim; Rowland Mainstone da oradaydı. Sonra Godfrey ve Stefan ile uzun sohbetlerimiz oldu. Stefan ile 1990’da Paris’te Büyük Saray’da yapılan “Muhteşem Süleyman” Sergisi’ne Klasik Osmanlı Mimarisi Görsel-İşitseli’ni hazırladık. Dostluğumuz böyle pekişti; Belkıs ile Ankara’ya geldiklerinde bende kalırlardı. Doğa sevgimiz, beğenilerimiz, sanata ilgimiz yıllar içinde bizi çok yakınlaştırdı. Ama herşeyden önce doğallığı, sadeliği, içtenliği ve açıklığı, sonsuz alçakgönüllülüğü Stefan’ı benim için bir kardeş gibi yakın kıldı.

Godfrey ise bizim hocamız sayılırdı. 1971’de yayımlanan “A History of Ottoman Architecture” kitabı, konusunun İncil’i sayılır. Doktoramı yaparken en fazla yararlandığım, defalarca okuduğum metin odur. Başka hiçbir yerde bulamayacağınız bilgileri orada bulabilirsiniz. Ömür Bakırer ile şakalaşırdık; bir bilgiye ulaşamayınca ‘Godfey bunu muhakkak yazmıştır’ diye. 1970’lerden sonra yerleştiği Londra’da Godfrey Goodwin Osmanlı kültürü ve Sinan üzerine daha birçok kitap yayınladı. Osmanlı’ya duyduğu sonsuz ilgiye karşın Godfrey hiçbir zaman bir oryantalist olmadı; o gerçek bir Türkiye öğrencisi idi. Her yıl Türkiye’ye dostlarını görmeye, tekrar Osmanlı mimarisini gezmeye ve Boğaziçi Üniversitesi’nde yaz kursları vermeye gelirdi. Geçen yıl, son gelişinde onu görmeye İstanbul’a gittiğimde bana öğrencileri ile Topkapı’yı nasıl gezdiklerini, yüksek merdivenlerden öğrencilerin onu nasıl taşıdığını anlatmıştı. Her karşılaşmamızda bana İstanbul’daki eski dostlarını anlatırdı. Merhum Özer Kabaş ile fırtınalarda Marmara Adası’na nasıl gittiklerini; Fahr-el Nissa’nın Avrupa’daki sergilerini ve ne denli sözü pek bir kadın olduğunu; Aliye Berger’i; Oya Başar’ın özgünlüğünü ondan çok dinledim. Türkiye’nin güzel kent ve kasabalarından söz etmeye bayılırdı; nerede ne yetiştiğini, birçok ürünün nereden geldiğini çok iyi bilir, Türkiye’ye olan hayranlığını her fırsatta dile getirirdi. Godfrey yaşamını Osmanlı kültürünü ve Türkiye’yi tanımaya adamıştı. Onu yeterince dinleyememiş olmaktan esef duyuyorum. O bilgilerin ancak bir kısmı yazılabilmiştir.

Keza Yerasimos için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Onun devasa külliyatını sindirmeye imkân yok. Stefan yalnızca çok üretmedi, çok araştırmadı; gündelik yaşamında da çok boyutlu ilgiler ve meraklarla örnek bir estet, örnek bir kültür adamı oldu. İstanbul ve Osmanlı tarihi iki büyük ilim adamını ve bizler de çok değerli iki meslektaşımızı ve dostumuzu yakın zamanda kaybettik. Dante gibi, yaşam sonrası ilahi beldeleri görebilseydik, herhalde Godfrey ve Stefan’ın yıllar önce olduğu gibi şimdi de İstanbul’u konuştuklarını işitebilecektik.

Bu icerik 3842 defa görüntülenmiştir.