326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DİZİ: Mimarın Halleri

Mimari Sunum / Tanıtım Hizmetlerinde Bir Mimar:

VARJAN YURTGÜLÜ

Dizi Editörü: Kubilay Önal

324. sayımızda, değişen mimarlık pratiğini, canlı örnekleriyle sorgulamaya çalıştığımız “Mimarın Halleri” dizimize, bu sorgulamaya kaynaklık eden Çelen Birkan’la yaptığımız söyleşiyle* başlamıştık. Amacımızın, mimarlığın uygulama biçimlerini kategorize etmek değil; deneyimler ışığında özellikle “tasarım” alanı dışında kabul edilen mesleki hizmet alanlarının sınırlarını ortaya koyabilmek olduğunu, bu bağlamda her sayımızda değişik deneyim örneklerine yer vereceğimizi belirtmiştik. Ancak 325. sayımızı, bütünüyle UIA 2005 İstanbul Kongresi’ne ayırdık. Bu nedenle dizimizin ikinci dosyasını bu sayıda yayımlıyoruz. Bu kez, 1980’lerde mesleki yaşamına başlamış olan bir deneyim örneğine yer vereceğiz. 1980’lerin ortalarından itibaren ayrı bir hizmet olarak talep edilmeye başlayan “mimari sunum / tanıtım hizmetleri” diyebileceğimiz hizmetleri üreten “MİN TASARIM”ın ortaklarından olan Varjan Yurtgülü ile söyleşeceğiz. Kapısından içeri girdiğinizden itibaren emek yoğun bir ortamda olduğunuzu duyumsadığınız bu atölyede (aynı zamanda okul), bu yoğunluk içinde ses kaydına düşebilenleri bu sayfalarda bulacaksınız. * Yaptığımız söyleşinin yayına dönüştürülmesinde yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle MİMARLIK dergisinde hepimizden çok emeği bulunan Çelen Birkan’dan özür dileriz.

KUBİLAY ÖNAL: Maket ve mimari illüstrasyon alanında deneyimli bir mimar olarak, mezun olduktan sonra bu alanla tanıştığınız evreden başlayarak, kendi deneyiminizi kısaca anlatabilir misiniz?

VARJAN YURTGÜLÜ: Bu alana girişim tamamen tesadüflerle oldu diyebilirim. Önce bir arkadaşımla birlikte bazı işler alarak projeleri boyutlandırmaya, perspektif çizmeye, sunum tekniğimizi geliştirmeye çalıştık. Arkasından değişik işler geldi ve bir ajans aracılığıyla çalışmaya başladık. Ajans broşüre basmak üzere bizden malzemeler istedi ve sonra işlerimiz yavaş yavaş gelişti. Emekleye emekleye geliştik ve bugünlere geldik. Aşağı yukarı 19. yıla giriyoruz. 19 yıl önceki işlerimizin gerçekten bugüne göre kötü işler olduğunu söyleyebilirim.

KÖ: Bu işe 1985’lerde başladınız diyebiliriz....

VY: Aşağı yukarı. Gerçekten bazen başlarken yaptığımız işleri görmek bile istemiyoruz. Her yaptığımız yeni iş, bir öncekine ilişkin deneyimden yararlanarak daha iyiye doğru bir adım oldu. Gerçi her işte böyledir sanırım.

KÖ: Kendi deneyiminizle ürettiğiniz bir uzmanlık alanı gibi de görülebilir sanırım yaptığınız işler, yaptığınız hizmet biçimi; çünkü beraberinde teknoloji de gelişiyordu, halen gelişiyor…

VY: Başlangıçta Türkiye'de yaygın olarak yapılmıyordu bu işler, bireysel olarak yapılıyordu. Bildiğim kadarıyla iki kişi vardı; biz bunu giderek bir grup çalışması halinde getirdik. Hatta giderek kendi alanımızda da uzmanlaşmalar oldu; kimimiz peyzaj konusunda, kimimiz figür, kimimiz çizim konusunda güçlendik. Bir iş aşağı yukarı dört kişinin elinden çıkar hale geldi.

KÖ: Size herhangi bir mimari proje bitmiş olarak veya öncesi bir evrede geldiğinde, sizden ne tür hizmetler isteniyor?

VY: Genelde iki tür oluyor: Birincisi, rengine kadar herşeyi belirlenmiş projeleri üç boyutlu hale getirip, onu baskıya hazırlıyoruz. Broşür veya herhangi bir afiş hazırlanacaksa, onun altyapısını hazırlıyoruz. Bir de mimari proje bürolarından, kendi yaptıkları çalışmaların sonucunu görmek için projenin ara aşamalarında geliniyor. Birkaç cephe alternatifi isteniyor, sonra yapılanların üzerinden çalışmaya devam ediyorlar. Bir de sürekli olarak çalıştığımız bürolara cephe tasarımı konusunda destek veriyoruz; o konuda bizden yardım istiyorlar.

KÖ: Yaptığınız üretimi değerlendirecek olursanız, siz işverenle, reklam ajansıyla, bir de projenin müellifi olan mimarlarla çalışıyorsunuz. Mimarlık kavramı da ürettiğiniz hizmet biçimiyle çok genişleyen bir kavram, siz de bunun aktörlerinden birisiniz. Örneğin, bir işveren kendi anlayışı içinde bir tanımlama yapıyor, çalışacağı mimarı belirliyor ve size geliyorlar… Sonra siz de bir mimar olarak devreye giriyorsunuz. Bütün bunlara bakıp, yaptığınız işin mimarlıkla ilişkisini değerlendirebilir misiniz?

VY: Bütün her şey yapılarıyla, peyzajıyla hazır geldiği zaman, ben bir tek ona hayal dünyamı katıyorum. Biraz önce bahsettiğim son seçenekte, yani bizden cephe desteği, peyzaj desteği istedikleri zaman, orada ağırlığımızı koyabiliyoruz.

KÖ: Peki, şöyle çelişkiler olmuyor mu? Bir mimar, kendi anlayışıyla tasarımını yapmış ve size geliyor; siz onu kendi anlayışınıza göre biçimlendiriyorsunuz. Bu ‘ikisi’ arasında zaman zaman çelişkiler, gerilimler yaşanıyor mu?

VY: Oluyor, ama onun da çok faydası oluyor. O fikrini söylüyor, biz söylüyoruz. Gerçekten çok inandığımız bir şeyse, o bize katılıyor. Katılmıyorsa da yapacak fazla bir şey yok. Fakat çoğu kez bir fikir birliğine varıyoruz. Eninde sonunda aklın yolu bir.

KÖ: “Aklın yolu birdir”i birazcık tarif ediyoruz, ama bir mimari ürünün geliştirilmesi sürecinde üç boyutlu modelleme, o mimari ürünün tasarımında dolaylı olarak geriye dönüşlü bir süreç yaratıyor; tasarımı etkileyebiliyor.

VY: Çoğu büroda, proje etüd aşamasındayken modelleme başlayabiliyor. O aşamada, zaten bu durum bilinerek geliniyor. Doğal olarak o çalışmada geriye dönüşler yaşanabiliyor, yani sonucu etkileyebiliyoruz. Proje tamamen bitmiş olup da, modelleme bittikten sonra, biz burada yanlış yapmışız diyerek geriye dönüşlerin de yaşandığı oldu.

KÖ: Bu örnekler gerçekten önemli…

VY: Modellemeyi yapmadan, bir sürü şeyi ıskalayabiliyor insan. Çünkü her şey çok hızlı isteniyor, çok hızlı gelişiyor. Bizim bu hızlı halimizi gören bir yabancı mimarlar, şaşırıyorlar.

KÖ: Deneyiminiz bağlamında, üç boyutlu modellemeyi, maketi, bilgisayarla ya da elle perspektifi mimar dışında başkası da yapabilir, diyebilir misiniz?

VY: Diyemem, çok zor. Yani, 100 kişide bir mimar gözüne sahip kişi vardır. Ama yine de çıkıyor; örneğin atölyemizde çok ilişkisiz bir daldaki arkadaş, inanılmaz güzel perspektif yapmaya başladı. Ama bu çok özel bir örnek.

KÖ: Bu anlamda çalıştığınız alanda ciddi bir mimar istihdamı gerektiği söylenebilir.

VY: Kesinlikle, bu alanda çalışanların mimarlık süzgecinden geçmesi gerekir.

KÖ: Bu dizinin bir “sorgulama” olduğunu belirtmiştim. Sizin yaptığınız işle “mimar” kimliğiniz arasında güçlü bir bağ bulunuyor.

VY: Kendimi “mimar” olarak görüyorum tabii. Önünde sonunda bir sürü yaşam alanının şekillenmesine katkımız oluyor. Bir de bir mimarın projelendirme süreci uzun zaman alabiliyor. Ama ben bu süreci birkaç ay içinde keyfe dönüştürebiliyorum. Yani proje hizmetinin en keyifli aşamasında bulunuyorum.

KÖ: Detaya fazla girmediniz ama, deneyiminizi, söyleşiden önce konuştuğumuz Türkmenistan gibi örneklerle destekleyerek aktarabilir misniz?

VY: Tabii. Türkmenistan gibi daha çok genç cumhuriyetlerde bu durum yaşanıyor. Proje çalışmaları orada o kadar hızlı gelişiyor ki... Bir haber geliyor, yarına hemen sunum isteniyor ama ortada proje yok. Müşavir firmalar da işi kaçırmak istemiyor ve bir şekilde çözmeye çalışıyorlar. Hemen bir proje çiziliyor, sonra bu beğeniliyor ve geriye dönük olarak projelendiriliyor. Sonra sizi “Bunun kalorifer sistemini nasıl çözüyorsunuz?” diye arıyorlar. Bunlar komik tabii. Böyle bazı durumlarda herşey tersten yürüyor.

KÖ: Biraz maket yapımından söz edelim. Malzemeden gelen birtakım sorunlar yaşanıyordur ister istemez. Özellikle cephe etkisini güçlendirecek malzemeyi seçmek önemli tabii...

VY: Bu tür sorunlar artık çözüldü. Biz selülozik boyayla çalışıyoruz. Selülozik boyada her dokuyu verme şansınız var, yani granitse granit, ahşapsa ahşap dokusu efekti. Aklınıza gelebilecek her türlü dokuyu verebiliyorsunuz. Ölçek değiştiğinde ise, sadeleştirmeye gidiyorsunuz. Gerçi şimdi lazer teknolojisi var, lazerle bir milim yuvarlak pencere açabiliyorsunuz. Ne kadar sadeleştirebileceğimizi deneyimle, zamanla öğreniyoruz.

KÖ: Yaptığınız işten memnunsunuz, öyle görünüyor?

VY: Yaptığım işi seviyorum, fakat herkes işi çok acele istiyor. Sistem o kadar hızlı işliyor ki, mesela bir kampanya döneminde, sürekli çalıştığınız yerler haricinde bir sürü işi reddedebiliyorsunuz. Reddemediğiniz zaman, uykusuz geceler başlıyor. Bu yoğunluk içinde de keyfiniz kaçabiliyor.

KÖ: İşinizin tasarım süreci içinde mi, yoksa dışında mı olduğunu düşünüyorsunuz?

VY: Biz aslında tasarım dışında değiliz. Tasarım derken, cephe tasarımı haricinde mesela model tasarımını yapıyoruz. Oturup, ciddi tartışmalarla bu tasarım nasıl gösterilir, denemeler yapılıyor; birkaç şey kesiliyor, bakıyorsunuz olmadı, bir de şunu deniyorsunuz; hep o tasarım aşaması.

KÖ: Bunlar hep tasarımın ne olup, ne olmadığı üzerine tartışmalar. Bu dizi içerisinde dile getirmek istediğimiz bir konu da bu. Tasarımcı bakışı her alanda farklı şekillerde ortaya çıkabiliyor. Şantiyeye gittiğiniz zaman, herhangi bir malzemenin uygulaması sırasında; ya da belediyede çalışıyorsunuz, her ne kadar sınırlayıcınız olsa bile, o imar durumunu belirleyecek olan verilerin oluşumunda ortaya çıkıyor, yorumlar geliştirilebiliyor.

VY: Önemli gördüğüm bir konu da şu: Bu atölye sırf benimle değil, ciddi bir grubun çabasıyla oluştu. Bugüne kadar aşağı-yukarı 100’ün üzerinde arkadaş çalıştı. Ben kolektif çalışmaktan yanayım. Bu atölyeden aşağı yukarı 4-5 atölye oluştu. Biz destek oluyoruz ve önünde sonunda onlarla beraberiz.

KÖ: Bu alandaki uzmanlaşma bağlamında, sizinle staj yapan mimarlık öğrencilerine ilişkin ne söyleyebilir misiniz?

VY: Mimarlık son sınıf öğrencileri buraya çalışmaya geliyorlar; ve tabii, bunu sıçrama tahtası olarak görüyorlar. “Bu önünde sonunda bir iş koludur” diyemiyorum. Hepsinin hayali önemli bir mimar olmak. Bir anda hayalleri, çok ayakları yere basan bir işle sarsılıyor. Tabii, burada kalın diyemiyorum.

KÖ: Son sorum da, bilgisayar teknolojisi gelişiminin üretiminize etkisinin nasıl olduğu?

VY: Bilgisayar teknolojisinin inanılmaz artıları oldu bu alanda. Hem çok daha fazla olanak sunuyor, hem daha hızlı. Eskiden bir alan üzerinde herhangi bir modelleme yapılacağı zaman, tek bir kare için bir hafta ulaşılıyorsa, şu anda bir binayı modellediğiniz zaman, ondan sayısız görüntü alma şansınız var. Animasyon ise başka bir ekip işi. Ekibi çok büyütmek lazım. Tasarladığınız binanın içinde sizi gezdiriyor ki, daha başka en ufak hatanız varsa görebiliyorsunuz. Sizin tasarımınızı yaşatıyor.

KÖ: Peki, bunu bağımsız olarak mimar da bir program aldığında yapabilir, size gereksinim duymadan?

VY: Gayet tabii ki yapar. Çoğu büroda maket olsun, illüstrasyon olsun, tamamen mimari büronun bünyesinde yapılıyor. Ancak bunlar bürolar için ciddi maliyetler oluşturuyor. Ama projeden para kazandığınız zaman bunu yapabiliyorsunuz, ki doğrusu da bence budur.

KÖ: Ama aynı zamanda bilgisayar programcılığı ile (sunum ve tasarım), mimarlık arasında yaratıcı bir zeminde (alanda) gelişiyor. Sizin deneyiminiz bunu ayırt edebilecek ve geliştirebilecek nitelikte…Bu da sizin gelecekteki varlık sorununuz olacak sanırım.

VY: Bilgisayar teknolojisi kullanımının 10 sene önce bu safhaya geleceğini hayal edemezdim. Ama bir anda kendimizi içinde bulduk, kendimize kulvar oluşturduk. Bundan sonra da ne olur bakacağız.

KÖ: Zahmetli bir uğraş da olsa, keyifli ve en azından belli bir aşamada sürümü olabilen bir iş olarak gözüküyor. Ama aynı zamanda, kolektif anlayışla, bir atölye anlayışıyla çalışmak ister istemez bunun geleneği gibi görünüyor. Bu anlamda böyle de bir alan var demek olanaklı, mesleki özel bir alan olarak. Adına ne diyebiliriz?

VY: “Mimari tanıtım hizmetleri” bunu yeterince tanımlıyor.

KÖ: Söyleşi için teşekkür ederiz.

VY: Ben teşekkür ederim.

Bu icerik 6102 defa görüntülenmiştir.