388
MART-NİSAN 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMAR

Bir Referansın Peşinde: Michael Graves

Ebru Özeke Tökmeci, Doç. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü

Amerikan mimarlık söyleminde geç 20. yüzyılın önde gelen isimleri arasında sayılan mimar Michael Graves’in ölümünün birinci yılında, kariyerinin genel bir çerçevesini çizerek anmayı amaçlayan yazar, Graves’in, tasarım stilinden çok, ürünlerinin arkasında yatan “insanlar için daha iyi şeyler yapmak” fikriyle hatırlanması gerektiğini vurguluyor.

Amerikan mimarlık söyleminde geç yirminci yüzyılın önde gelen isimleri arasında sayılan mimar Michael Graves (d.1934), 12 Mart 2015 tarihinde hayatını kaybetti. Graves, eğitimciliğine paralel olarak yürüttüğü elli yıllık aktif tasarım hayatı boyunca, 350 civarında binanın yanı sıra, aralarında Alessi, Target ve J. C. Penney’nin de bulunduğu çeşitli firmalar için 2000’den fazla endüstri ürününün tasarımına imza atmıştı. Bu yazı, yıllar içinde hakkında çok şey yazılmış ve söylenmiş olan Graves’i, kariyerinin genel bir çerçevesini çizerek anmayı amaçlıyor.

GRAVES’İN ERKEN YILLARI VE NEW YORK BEŞLİSİ

Michael Graves mimarlık eğitimini Cincinnati Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra, 1959 yılında Harvard Üniversitesi’nden yüksek lisans derecesi almış ve 1960-1962 yılları arasında da burslu olarak Roma Amerikan Akademisi’nde bulunmuştu. Bu sırada gerçekleştirme olanağı bulduğu ve o yıllarda her genç mimarın eğitiminin vazgeçilmez bir parçası sayılabilecek Avrupa gezisi, mimarın hem Antik Dönem hem de Modern Dönem mimarisiyle olan bağlarını güçlendirecekti.(1)

Graves 1962 yılında, Princeton Üniversitesi’nde 2001 yılına kadar sürdüreceği profesörlük görevine atandı. Buradan çalışma arkadaşı olan Peter Eisenman ile birlikte 1964 yılında kurdukları, bağımsız Çevre Çalışması için Mimarlar Konferansı (Conference of Architects for the Study of the Environment-CASE grubu), dönemin mimarlık camiasından farklı isimlerin katılımıyla düzenleyecekleri toplantılar aracılığıyla, ilerleyen yıllar içinde Amerikan mimarlık eleştirisi ve kültürüne aktif katkı sağlayacaktı.(2)

Graves 1964’te Princeton’da kendi mimarlık firmasını kurmuştu. Kariyerinin bu erken dönemindeki çalışmaları, ilhamını modern mimariye ait sade formlardan alan bir eğilimi yansıtıyordu. CASE grubunun New York Modern Sanat Müzesi (MoMA)’nin davetiyle 1969 yılında düzenlediği bir toplantı ve sergi ise, Eisenman ve Graves ile birlikte o dönem CASE grubunda yer alan John Hejduk, Richard Meier ve Charles Gwathmey’in de mimarî çalışmalarını geniş bir kitleye tanıtmalarına olanak sağlayacaktı. Serginin ardından 1972 yılında Five Architects (Beş Mimar) adıyla yayımlanan kitap, MoMA’nın Mimarlık ve Tasarım Bölümü direktörü ve aynı zamanda serginin de küratörü olan Arthur Drexler’in önsözünde belirttiği gibi, bir “New York Ekolü” oluşturduğu söylenebilecek bu beş mimarın çalışmalarını mercek altına almaktaydı.(3) Grup bundan sonra artık “New York Beşlisi” ya da, pürist kökenlerine atıfla, “Beyazlar Grubu” olarak tanınacaktı.

Bu beş mimarın en önemli ortak noktaları, aynı kültürel değerler sisteminin içinde yetişmiş olmaları ve 1920’li yılların Avrupa Modernizmi’ne karşı aynı hayranlığı paylaşmalarıydı.(4) Kitapta biraraya getirilen projelerin her biri, modern rasyonalizmin yalın ve beyaz biçimlerinin yıllar sonra yeni bir bakış açısıyla tekrar yorumlanmalarıyla oluşturulmuş münferit konut yapılarıydı. Ancak, Amerika’ya ulaştığı andan itibaren sosyal ve ideolojik anlamından zaten soyutlanmış olan Avrupa modern rasyonalizminin anlam netliği ve açıklık gibi karakteristik özelliklerinin yanı sıra, fonksiyonla olan sıkı ilişkisi de, New York Beşlisi’nin çalışmalarında keyfî bir dönüşüme uğratılmıştı. Projelerin hiçbirinde ölçek, lejant ya da çevreye ait ipuçları bulunmuyor, kimi binalar kimliksel bilgilerinden soyutlanmak üzere sadece rakamlarla tanımlanıyor ve böylece bilinçli olarak izleyicinin kafasında bir belirsizlik yaratılıyordu. Projeler kullanıcılarının ihtiyaçlarına çözüm bulmak için yapılmış tasarımlardan ziyade yan yana getirilen biçimlerin yarattığı kompozisyonlar olarak ele alınmış, diğer bir deyişle mekânlar işlevlerine göre değil biçimlerine göre biraraya getirilmişlerdi. Graves de kitapta yer alan iki çalışması (Hanselmann Evi,1967 ve Benecarraf evi ek yapısı, 1969) ile adeta kuralları yıkmaktaki ustalığını sergiliyordu.

Five Architects kitabının yayımlanmasını izleyen yıllarda dönemin Architectural Forum ve Oppositions gibi önde gelen mimarlık yayınları aracılığıyla yaratılan yoğun tartışma ortamı, Amerika’da 1970’li yılların mimarlık teorisi ve eleştirisine büyük bir hareketlilik getirmişti. Gerçekten de o yıllarda, formalist yaklaşımlarla mimaride anlam arayışlarının sık sık karşı karşıya geldiği bir kamplaşmayla biçimlenen, New York merkezli, elit bir mimari eleştiri ortamından ve giderek de bir tür Amerikan avantgardından söz etmek mümkündü.(5) Nitekim Kenneth Frampton, New York Beşlisi mimarlığının savaş öncesi dönemde Avrupa avangardının ulaşmayı başardığı etkileyicilikte bir kuramsal ve sanatsal üretim geliştirmek yönünde bir çaba olduğunu belirterek, sözkonusu mimarlığı neo-avangardist olarak sınıflandıracaktı.(6) Charles Jencks Architecture Today adlı kitabında New York Beşlisi’nin çalışmalarını geç-modernistler arasında ve “20’li Yılların Diriltmeciliği” başlıklı bir bölümde ele alıyordu. William J. R. Curtis, 1920’li yılların kayıp bir altın çağ olduğu inancıyla bu dönem biçimlerini 40 yıl sonra yeniden gündeme getirmenin, geçmişin herhangi bir dönemine ait bir üslubun formlarını diriltmek kadar tehlikeli olabileceğini belirterek, New York Beşlisi’nin bu biçimsel çabalarına güçlü bir içerik kazandırmaktan uzak olduklarını ifade edecekti.(7) Alan Colquhoun ise, bu noktada Graves ve ekibinin, modern mimarlığın hâlâ mimarlık için yaşamsal ve yaratıcı olan her şeyi temsil ettiğine inanmakta olan bir nesli temsil ettiklerinin unutulmaması gerektiğini belirterek, 1920’lere ve Le Corbusier’e dönmenin onlar için eklektik bir seçim değil, bir nevi köklere dönüş çabası olduğunu söylüyordu.(8)

Aslında New York Beşlisi, grup üyelerinin de zaman zaman dile getirmiş olduğu gibi, mimarî bir ekolden ziyade, kendilerinin modern mimariye olan bağlılığını gösteren, Avrupa kaynaklı ancak Amerika’da şekillenen bir bakış açısıydı.(9) Philip Johnson Five Architects kitabının sonsözünde, bu beş mimarın çalışmalarını tek bir kitapta bir araya getirmenin aslında çok da akılcı görünmeyebileceğini, ancak bu mimarların beş kişilik bir grup olarak, beş birey olarak tek başlarına elde edebileceklerinden çok daha fazla yankı uyandıracaklarını düşündüklerini ve bunda da haklı olduklarını belirtmişti.(10) Nitekim grup, beşli olarak eleştirilmiş ya da savunulmuş, övülmüş ya da yerilmiş ve bu sayede dönemin mimarlık ortamında önplana çıkmayı başarmıştı. Aralarındaki kişisel ilişkiler devam etmekle birlikte, bundan sonra artık grup üyelerinin her biri kendi bireysel çizgilerinde ilerleyecek ve aralarından, başlangıçta savunuculuğunu yaptıkları modern diriltmeciliği fikrinden en farklı yönlere doğru ilerleyenler de Eisenman ve Graves olacaktı.

POSTMODERNİZMİN ALTIN ÇAĞI

New York Beşlisi dönemini izleyen Snyderman Evi (1972), Plocek Evi (1977), inşa edilmeyen Fargo-Moorhead Kültür Merkezi (1977) ve Kalko Evi (1978) gibi çalışmalarında, Michael Graves’in artık sadece biçimsel olmayan ve geleneklerden kaynaklanan bir anlam arayışına yönelmeye başladığı görülüyordu. Mimarî ifade biçimi bu yıllardan itibaren giderek doğaya dönük mecazlar ve tarihten alıntılarla belirlenmeye başlarken, Graves, erken döneminde Le Corbusier’e ait biçim dilini renkler ve çeşitli figüratif elemanların kullanımıyla zenginleştirmeyi denediğini, ancak ilerleyen yıllarda soyut kompozisyonların yeterli ifade gücüne sahip olmadıklarını fark ettiğini belirtecekti.(11) Ona göre modern mimarinin anlam yoksulluğu, ancak tarihî detayların kullanımıyla aşılabilirdi(12) ve mimarlık kültürünün toplumun alışkanlıklarından doğan özlemlerini tam olarak ifade edebilmesi için, yine kültürün yaratmış olduğu tematik çağrışımların yeniden inşa edilmesi gerekmekteydi.(13) Böylece sembol, temsil, tarih ve mit gibi kavramlarla giderek daha ilgili hale gelen mimarın, 1980’lerin başında bir yarışma projesi olarak tasarladığı Portland Belediye Hizmet Binası ise, Amerika’da inşa edilen ilk büyük ölçekli Postmodern yapı olarak mimarlık tarihinde yerini alacaktı. (Resim 1)

Graves Portland Binası’nda, iki kat yüksekliğindeki bir kaide üzerine yerleştirdiği dikdörtgenler prizmasının yüzeyinde, klâsik mimariye atıfta bulunan yapı elemanlarını yoğun bir renk kullanımı aracılığıyla canlandırarak geçmiş ve gelecek arasında bir süreklilik yaratmak istemişti. Bir yandan bu renkli görünümü ve bir yandan da düşük maliyeti nedeniyle jüriyi etkilemeyi başararak yarışmayı kazanan bina, yapıldığı tarihten itibaren mimarlık camiasını ikiye bölerek, olumlu ve olumsuz birçok yorumun hedefi olacak; mimarlar, mimarlık eleştirmenleri, kullanıcılar ve yerel halk tarafından sevilecek ya da sevilmeyecekti.(14) Ancak bina, bir yandan Graves’i akademik çevrelerde uzun süre devam edecek ateşli bir tartışmanın gündemine taşırken, bir yandan da bundan sonra alacağı büyük ölçekli komisyonların önünü açmış ve böylece hem mimarın kariyerindeki en parlak dönemi hem de Amerikan mimarlığında postmodernizmin altın çağını başlatmıştı.

Graves’in 1980 ve 1990’lı yılların mimarisine damgasını vuran yapıları arasında, 1982-85 tarihli Humana Binası, Walt Disney Şirketi Yönetim Merkezi Binası (1986), yine Walt Disney için tasarladığı Florida’daki Kuğu ve Yunus Otelleri (1987), Paris’teki Disneyland Oteli (1989), Japonya’da inşa ettiği otel, iş merkezi ve konut yapıları ve 1995 tarihli Denver Halk Kütüphanesi yer alacaktı. (Resim 2) Sözkonusu yapılar, kimi zaman maddîleştirilmiş bir tarihçiliğin kimi zaman da popüler kültüre ait tanıdık biçimlerin herkesin anlayabileceği simgelere dönüştürülerek kullanılmasına dayanan bir söylemin temsilcileriydi. Graves, aynı yıllarda endüstri ürünleri tasarımı alanında da çok tercih edilen bir marka haline gelmişti. 1985’te İtalyan Alessi firması için tasarladığı çaydanlıkla önplana çıkan bu serüven, mimarlık ofisine 1991 yılında Graves Design adıyla kurduğu ürün tasarımı bölümünün de eklenmesiyle, giderek kurumsal bir kimlik kazanacaktı. (Resim 3) Tasarımını yaptığı, mobilyalardan takılara, mutfak malzemelerinden halı desenlerine, sahne dekoru ve kostümlerine kadar uzanan bir çeşitliliği içeren ürünler sadece Amerika’ya değil Avrupa ve Japonya’ya kadar yayılacak, hatta kimilerine göre Graves’in endüstri ürünleri tasarımcılığı zaman zaman mimarlığının önüne geçecekti. Graves ise 1994 yılında verdiği bir röportajda, öğrencilik yıllarından itibaren tasarımcı-mimar kimliğine ve günlük hayatın nesnelerine büyük ilgi duyduğunu belirtmişti. Ona göre bir mimar ve bir tasarımcı arasında fark yoktu, mimarî bir eserin tasarımıyla bir endüstri ürününün tasarımı arasında da, programları dışında bir farklılık bulunmuyordu. Çünkü her ikisinin de başlangıç noktalarını aynı klâsisist dil oluşturuyordu.(15) Graves ayrıca, tarihi içinden seçmeler yapılacak bir biçimler deposu olarak görmediğini, fakat basitçe, kendisinin süreklilik halindeki bir kültürün parçası olduğunu hissettiğini belirtecekti.(16)

En küçük ölçekliden en büyük ölçekli olanlarına kadar bütün tasarımlarında çizimlere ve renk kullanımına özel bir önem veren Graves, mimarî çizimleri sadece sonuç ürünler olarak değil, tasarlama sürecinin vazgeçilmez parçaları olarak görüyordu.(17) Çizimlerinde adeta bir ressam ustalığıyla, cesurca kullandığı canlı renkler ise doğayı, diğer bir deyişle nesnenin doğayla, örneğin gökyüzü ya da toprakla olan ilişkisini sembolize ediyordu.(18) Graves’in mimarî çizimlerinden örnekler 1977’de gerçekleştirilen 200 Years of American Architectural Drawing (Amerikan Mimarî Çiziminin 200 yılı) isimli sergide yer alacak, yıllar içinde çeşitli galeri ve müzelerde sergilenecek ve bazılarının da kalıcı koleksiyonlarına dâhil edilecekti. Graves 1979 yılında, mimarlık mesleği ve eğitimine yaptığı katkılardan dolayı, üyesi bulunduğu American Institute of Architects (AIA)’in Akademi üyeliğine seçilecek, 1999 yılında Ulusal Sanatlar Madalyası’nı alacak ve 2001 yılında da AIA tarafından altın madalya ile ödüllendirilecekti.

ÖNSÖZ OLARAK GEÇMİŞ

Michael Graves yirminci yüzyılın özellikle son çeyreğinde Amerikan mimarlığının yönelimini belirleyen, en etkili ve en üretken isimlerden bir tanesi olmuştu, öyle ki, 1980’li yılların sonlarından itibaren postmodernizmin giderek gözden düşmeye başlaması bile, tasarım dünyasındaki yerini çoktan sağlamlaştırmış olan mimarın iş yoğunluğunu azaltmayacaktı. Washington’daki anıtsal obeliskin 1998-2001 yılları arasında gerçekleştirilen yenileme çalışmaları için tasarladığı koruyucu iskele, türünün ilk örneği(19) olarak değerlendirilmiş ve büyük beğeni toplamıştı. 2000’li yıllardaki önemli projeleri arasında ise, New York beşinci caddedeki gökdeleninin yanı sıra, Amerika’da ve dünyanın birçok farklı yerinde inşa edilmiş eğitim yapıları, yönetim yapıları, müzeler ve oteller bulunuyordu. (Resim 4, 5)

Graves bu yoğun çalışma temposu içerisinde, 2003 yılında bir iş seyahati sırasında rahatsızlandı. İlk anda pek de önemsemediği bu rahatsızlık sonucunda belden aşağısı felç olan mimar, hayatının geri kalan kısmını tekerlekli sandalye üzerinde geçirmek zorunda kalacaktı. Hastalığının sıkıntılı tedavi sürecinde yaşadığı olumsuz tecrübeler sonucunda kendi deyimiyle “gönüllü olmayan bir sağlık hizmetleri uzmanı” haline gelen Graves, böylece sağlık sektöründe tasarımın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu fark ediyordu. Bu alandaki çalışmalarıyla dikkatleri sağlık hizmetleri tasarımı alanına çekecek ve kendisi de bundan sonraki tasarım yelpazesine hastane binalarından hasta odalarına, tekerlekli sandalyelere, hastalar ve engelliler için hayatı kolaylaştıracak donanımlara kadar, sağlık sektörüne hizmet edecek ürünleri ekleyecekti. (Resim 6) Tasarımlarının insanlığa dönük olan yönünü belki de daha önce hiç olmadığı kadar önplana çıkartan bu yoğun çabalar, Graves’in 2014 yılı Mart ayında ABD Başkanı Barack Obama tarafından US Access Board’a seçilmesini sağladı. Graves ayrıca 2012 yılında, şehirsel ölçekten iç mimariye ve günlük objelere kadar uzanan geniş tasarım yelpazesiyle güzelliği herkesin kullanımına açan çalışmalarından ötürü Driehaus Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştü.

Graves’in 1964’te başlayan tasarım kariyerinin ellinci yılını kutladığı 2014 senesi, mimar için oldukça verimli geçti. New Jersey’deki Kean Üniversitesi, Michael Graves Mimarlık Okulu adı altında bir mimarlık okulu açacağını Ekim ayında duyurdu. Bu okulun müfredat programının oluşturulmasına bizzat katkıda bulunan Graves, kurumun Çin’de bulunan kampüsü için bir de bina tasarlamıştı. Ancak, 2015’te eğitime başlaması planlanan okulla ilgili yasal prosedür henüz sonuçlanmış değil.

Yine 2014 Ekim ayında, New Jersey’deki Grounds for Sculpture Müzesi’nde Michael Graves: Past as Prologue (Michael Graves: Önsöz olarak Geçmiş) adıyla bir sergi açıldı. 12 Nisan 2015’e kadar açık kalan sergide Graves’in tasarımlarına ait maket ve fotoğrafların yanı sıra, mimarın daha önce sergilenmemiş resim ve heykelleri de yer alıyordu. The Architectural League of New York da, 22 Kasım 2014’te Graves onuruna aynı isimli bir sempozyum düzenledi. Bu bir günlük sempozyumda, mimarın yarım yüzyıla yayılan çalışma hayatının ürünleri, mimar, tasarımcı ve eğitmenlerin katıldığı dört oturumda farklı yönleriyle ele alındı. Sempozyumun son oturumunda ise eski dostlar Graves ve Eisenman bir söyleşi gerçekleştirdiler. Graves ölümünden kısa bir süre önce de, Amerikan Sanatlar Akademisi’nin düzenlemiş olduğu bir öğlen yemeğinde Peter Eisenman ve Richard Meier’le son kez biraraya gelmişti.(20) 2000 yılında John Hejduk ve 2009’da Charles Gwathmey’den sonra Michael Graves’in de hayatını kaybetmesiyle, bir dönemin ünlü New York Beşlisi’ni artık Eisenman ve Meier temsil ediyor.

Ölümünün ardından önde gelen basın organlarında yer alan metinlerde de vurgulandığı gibi, Michael Graves, kaliteli tasarım ürünlerini herkesin kullanımına açmayı hedefleyen, diğer bir deyişle “tasarımı demokratikleştiren” bir mimardı. Modern bağlamdaki bir biçim arayışından başlayıp bilinçli bir popülizme ve toplumsal sorunların sözcülüğüne kadar uzanan elli yıllık tasarım kariyerinde aslında her zaman, soyuttan somuta doğru giderek evrilen bir referansın peşinde koşmuştu. Bu süreçte başarılar kadar başarısızlıklar da yaşayan Graves, her durumda ayakta kalmış ve kayda değer işler yapmayı sürdürmüştü. Bu nedenle de onun bundan sonra, tasarım stilinden ziyade, ürünlerinin arkasında yatan “insanlar için daha iyi şeyler yapmak” fikriyle hatırlanması gerekiyor.

MICHAEL GRAVES

(9 Temmuz 1934- 12 Mart 2015)

20. yüzyıl Amerikan mimarlığının önde gelen isimlerinden biri olan Michael Graves, 1959 yılında Harvard Üniversitesi’nden mezun olmuş ve 1964 yılında Princeton’da kendi tasarım ofisini kurmuştur. Tasarım hayatı boyunca 350 civarında binanın yanı sıra, çeşitli firmalar için 2000’den fazla endüstri ürününe imza atan Graves ayrıca 1962-2001 yılları arasında Princeton Üniversitesi’nde ders vermiştir. Graves 1979 yılında Amerikan Mimarlık Enstitüsü (AIA) Onur Üyeliği’ne seçilmiş, 1999’da Ulusal Sanatlar Madalyası’na, 2001’de AIA Altın Madalyası’na ve 2012’de de Driehaus Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür. Çalışmaları çok sayıda kitap ve sergide yer alan Graves belki de en çok, mimarlık tarihinde Postmodern mimarinin simgeleri olarak yer edinmiş Portland Belediye Hizmet Binası, Walt Disney Otel ve Yönetim Yapıları ve Denver Halk Kütüphanesi gibi eserleriyle tanınmaktadır.

NOTLAR

1. Graves’in İtalya, Yunanistan, İspanya, Türkiye, İngiltere, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bu seyahat esnasında yaptığı çizimler, 2005 yılında Michael Graves: Images of a Grand Tour adıyla bir kitap olarak yayınlanmıştır.

2. Watson, Nadia, 2005, “The Whites vs the Grays: re-examining the 1970s avant-garde”, Fabrications: The Journal of the Society of Architectural Historians, Australia and New Zealand, cilt:15, sayı:1, ss.55-69. DOI:10.1080/10331867.2005.10525203

3. Drexler, Arthur, 1975, “Preface”, Five Architects Eisenman Graves Gwathmey Hejduk Meier, New York Oxford University Press, New York, s.1.

4. Bilindiği üzere, Avrupa’daki modern hareketin öncüleri olan mimar ve sanatçılar politik koşullar nedeniyle Amerika’ya gelmek zorunda kaldıklarında her biri, ülkenin saygın okullarında yüksek eğitici pozisyonlara getirilmiş ve kendi kültür ve koşullarına göre belirlenmiş mimarî fikirlerini Amerikalı öğrencilere aktarma olanağı bulmuşlardı. Böyle bir ortamda eğitilen yeni nesil mimarlar da kaçınılmaz olarak bu fikirlerin etkisinde kalacaklardı.

5. Watson, 2005, ss.55-69.

6. Frampton, Kenneth, 1997, Modern Architecture a Critical History, Thames and Hudson, Londra, s.311.

7. Curtis, William J.R., 1982, Modern Architecture Since 1900, Phaidon Press Ltd., Londra, s.564.

8. Colquhoun, Alan, 1979, “Michael Graves”, Architectural Monographs 5 Michael Graves, Academy Editions, Londra, ss.8-17.

9. Diamondstein, Barbaralee, 1985, American Architecture Now II, Rizzoli, New York, s.130.

10. Johnson, Philip, 1974, “Postscript”, Five Architects Eisenman Graves Gwathmey Hejduk Meier, New York Oxford University Press, New York, s.138.

11. Graves, Michael, 1988, “Is Postmodernism Dead?”, The Architectural Digest Architecture, California, s.10.

12. Ghirardo, Diane, 1996, Architecture after Modernism, Thames and Hudson, Singapore, s.146.

13. Graves, Michael, 1982, “A Case for Figurative Architecture”, Theories and Manifestoes of Contemporary Architecture, (ed.) Charles Jencks, Karl Kropf, Wiley-Academy, West Sussex, 2007, s.93.

14. Portland Belediye Hizmet Binası ile ilgili olarak neredeyse günümüze kadar devam eden tartışmaların bir özeti için bakınız: Kelley, Jayne, 2012, “The Portland Building (Portland Municipal Services Building)”, Journal of Architectural Education, cilt:66, sayı:1, ss.21-22, DOI: 10.1080/10464883.2012.714911 ve www.dezeen.com/2014/12/29/iconic-postmodern-portland-building-saved-architect-michael-graves/ [Erişim: 06.02.2016]

15. McKenna, Sybil, 1994, “Sketches-An Interview with Michael Graves”, Michael Graves Designer Monographs 3, (ed.) Alex Buck, Mathias Vogt, Ernst&Sohn, Almanya, s.71.

16. McKenna, 1994, s.68.

17. Graves, Michael, 2012, “Architecture and the Lost Art of Drawing”, The New York Times Sunday Review. www.nytimes.com/2012/09/02/opinion/sunday/architecture-and-the-lost-art-of-drawing.html [Erişim: 06.02.2016]

18. McKenna, 1994, s.73.

19. Escobar, Gabriel, 1998,Obelisk's Scaffold Is First of Its Kind”, Washington Post, Washington. www.washingtonpost.com/wp-srv/local/longterm/library/monument/monument.htm [Erişim: 06.02.2016]

20. Pogrebin, Robert, 2015, “Michael Graves, 80, Dies; Postmodernist Designed Towers and Teakettles”, The New York Times. www.nytimes.com/2015/03/13/arts/design/michael-graves-prolific-architect-dies-at-80.html [Erişim: 06.02.2016]

Bu icerik 7195 defa görüntülenmiştir.