388
MART-NİSAN 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
YAYIN DEĞERLENDİRME

Politika ve Mimarlık: Ernst Egli ve Türkiye’de Modernliğin Arayışı (1927-1940)

Belkıs Uluoğlu, Prof. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Oya Atalay Franck, 2015, Mimarlar Odası Anma Programı Dizisi, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, 190 sayfa.

Oya Atalay Franck’ın, Ernst Egli ve Türkiye’de Modernliğin Arayışı kitabını elime aldığımda, ilk olarak bir özel pratik ve mimarının yapıları çerçevesinde Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki modernizasyon hareketinin tartışmasını bulacağımı düşündüm: Ernst Egli, bir ulusun inşası projesindeki rolü ve yapıları. Çalışma, yazarın Ankara, İstanbul, Viyana ve Zürih’teki arşivlerde yaptığı titiz bir araştırmayla şimdiye kadar ulaşılmamış belgeleri açığa çıkaran ve daha çok devlet erkinin temsili ile mimarlık ilişkisini irdelemeyi amaçlayan doktora tezine dayanmaktaydı. Bu önemli bir girişimdi, çünkü Egli ile ilgili başka ayrıntılı bir araştırma çalışmasından da haberdar değildim. Kitabın yazarının da belirttiği üzere, en önemli iki çaba, Sibel Bozdoğan ve Bernd Nikolai’nin çalışmalarıydı; bunlara ek olarak Afife Batur’un dönemi genel olarak ele alan çalışması içinde Egli’ye değinmeler mevcuttu. Ancak, kitabı okumaya başladığım andan itibaren eserin bunun çok daha ötesine geçtiğini kavramak ve kuramsal boyut ile yapı sanatının iç içe geçmişliğinin, bir mimarın bir ulusu inşa etme sürecine katkısı kadar kendisini de inşa etme sürecinin, hatta uluslararasılık ve yerellik ikileminin inceden inceye işlenmiş bir yaklaşımla ele alındığını görmek etkileyici oldu. Bir tasarım kuramcısı olarak en çok ilgimi çekenler, Egli’nin mimariyi, insanın yer ve peyzaj ile karşılaşması sonucu ortaya çıkan bir olgu olarak görmesi ve buna dayalı olarak geliştirdiği mimarlık bilgisi ile yine buna bağlı olarak uluslararasılık-yerellik ikilemi içerisindeki (üstelik de “düşük profilli” mimarlık -konut- alanındaki) arayışları, önermeleri. Bunlara ayrıca değinmek üzere kitabın bütününü tanımaya yönelik sözlerimle devam ediyorum.

Kısa bir öz yaşam sunuşundan oluşan giriş bölümünü takiben kitap altı bölümden oluşuyor. Her bir bölüm, ulusun inşasını, erken Cumhuriyet dönemi mimarlık tartışmalarını ve Egli’nin kendi mimarlığının gelişimini birarada ele alan bütüne hizmet eden parçalar olarak organize olmuşlar. İlk bölüm, “Türkiye Bağlamında Toplum, Siyaset ve Mimarlık”, genç Türkiye’nin portresini çizmekte; 1922-1926 ulus devletin ana organları ve yapılarının kurulması, 1927-1930’ların sonu yurt dışından gelen yabancı uzmanlarla bu yeni ulusun alt yapısının kurulması ve yeni kadroların yetiştirilmesindeki rolleri, 1940’lar ise yetişen yeni kuşağın ulusun inşasını tamamlaması. 1937’deki sergi dönemin özetini ve özelliklerini sunar nitelikte olarak çalışmada yer almış. Bu bölümde ele alınan mesele, yazarın da çoklukla yararlandığı, başta Sibel Bozdoğan ve Afife Batur olmak üzere araştırmacılarca da üzerinde çalışılmış bir alan; zaten yazar tarafından da diğer bölümlere göre daha kısa tutulmuş. Kitabın en ilgi çekici bölümlerinden birisi olan ikinci bölüm, “Modern ile Geleneksel Mimarlığın Sentezine Dair Denemeler”, genel olarak mimarlığın bir değil birkaç önemli tartışma alanına girip çıkmakta (yüksek ve düşük profilli mimarlık, bağlamcılık, gelenek ile teknolojinin karşılaşmaları, gibi) aynı zamanda da çok özel bir kişiye ait özel bir arayışın özel bilgisini (insanın peyzajla karşılaşması, mimarlığın başlangıç noktası olarak boş coğrafi alan, dinginlik ve devinim, “hal dizileri”, gibi kavram ve kavrayışlarla) ortaya koymakta. “İşlevselliğin Simgesi Olarak Mimarlık” başlıklı üçüncü bölüm, işlevselliği daha geniş bir tabana (akılcılık tabanına) yayılı olarak tartışmakta. Endüstrileşmenin mimarlığın tanımına getirdiği yeni açılımlardan da haberdar olarak Egli, mimarlığın bir endüstri ürününe dönüşmekte olduğunun farkında. Yine de burada dile getirildiği üzere, amaç ve işlev kavramlarını birbirinden ayırıyor ve amaca işlerliğin ötesinde tinsel bir boyut ekliyor; mimarı “amaca yönelik olana sanatsal biçim kazandırabilen kişi” olarak tanımlıyor. Burada derinlikli olarak değinemesem de, mutlaka üzerinde daha ayrıntılı konuşmayı hak eden bir konu bu. Dördüncü bölüm olan “Modern Mimarlık ve Devlet Erkinin Temsili”nde Egli’nin mütevazı yaklaşımı ile bağdaştırılması zor olan devlet erkinin temsili olgusu arasındaki çelişki, ele alınan tartışma başlıkları ile daha da açığa çıkıyor. Yazarın da belirttiği üzere, Egli’nin ulusal ve bölgesel olanı birbirine katması durumu bunlardan birincisi; bir başka konu da anıtsallık, gerek genelde modernizmin anıtsallıkla ilişkisi ve gizli anıtsallık kavramının tartışması bağlamında, gerekse de Egli’nin anıtsallığı, ölçeğin önemi yanı sıra bir kolektifin yüceltilmesi bağlamında anıtsallık tartışmaları oldukça ilginç. “Sentezin Sonucu Olarak Özgünlük”, yani beşinci bölüm, Türkiye’de 13 yıl yaşamış, 60’dan fazla proje üretmiş, bunlardan 50’si gerçekleşmiş bir mimarın profilini özgünlüğü boyutuyla ortaya çıkartmaya yönelik. 1927-1930 arası, Avrupa modernizminin temel ilkelerinin bölgesel koşullara “uyumlaştırılması”nı içeren erken deneyleri (ki, bu iki boyutun karşılaşmasının iki türlü olacağını Seyfi Arkan ve Arif Hikmet Holtay için yazdıkları ile belirtmişti, birisi modernizmden gelip bölgesele bakmak, diğeri bölgeselden moderne ulaşmak); 1930-1934 arası, bölgeselciliğin arkaplanda kaldığı, arılık ve işlevselliğin öne çıktığı işler; 1934-1936 arası, kamu için temsil niteliği yüksek binaların üretimi; 1936-1940 arası ise, mimari işlerinin azaldığı (bknz. 1935’de kübik tartışmaları ve kendisine verilen desteğin ortadan kalkması) kent planlamasına yöneldiği, belki de bu uzaklaşmanın verdiği avantajla evrensel-bölgesel sentezine yönelik düşüncelerini geliştirdiği dönemler olarak kitapta Frank tarafından öne sürülmüş. Bu aşamada dile getirdiği, “Türk kültüründe yapı biçimi Batı’daki gibi organik ve amaç odaklı değil, estetik geometrik bir irade eyleminin sonucu olarak oluşur” tanımı ile aklımız, Turgut Cansever’in organik bütünlük / mekanik bütünlük ikilemi ve ferdiyetin yüceliği tartışmasına kayabiliyor. Yine Egli, bu kültürün biçim iradesini, alan yerleşiminde “eksenden bağımsızlık”, “kristalleşmiş müstakil yapı”, “akışkan siluet” ve “eklemeler suretiyle alansal büyüme” gibi, zaman içerisinde gelişen anonim çevrelerin bilgisini kuramsallaştırma boyutu ile önemsenmesi gereken ilkeleriyle tartışıyor. Altıncı bölüm, “Bağımsız Bir Modernizmin Yolunda”da, Egli’nin selefi, meslektaşı Clemens Holzmeister ve halefi Bruno Taut ile ilişkileri; asistanı da olan Sedad Hakkı Eldem’in “modernleştirilmiş gelenekçiliği” ile Egli’nin “gelenekselleştirilmiş modernliği” tartışmasını ve genel olarak Türkiye’deki yabancı mimarların ve Türkiye’den az sayıda katkısıyla şekillenen bir mozaiğin oluşturduğu erken dönem Cumhuriyet mimarlığını ele almakta.

Kanımca bu çalışmanın en ilgi çekici iki konusundan birincisi, tasarım ilkeleri ve tasarımcının yaklaşımını kuramsallaştıran bir çaba olarak Egli’nin mimarlık bilgisi çalışmaları ve bunlar kapsamında öne sürdüğü “kozmik mimarlık” kavramı; ikincisi ise mimarlığın en kült tartışma konularından birisi olan biçim-içerik ilişkisinin irdelendiği “sanat yapıtı olarak mimarlık / amaç-işlev” sorunsalıdır. Egli “kozmik mimarlık” olarak adlandırdığı mimarlık felsefesine dair dokuz maddelik önermesiyle “peyzajla insan arasındaki evrensel ilişkiyi ele alan ve biçimlerini bu ilkeye göre geliştiren bir mimari”yi tanımlamak ister. Böylelikle, “her ortamda aynı ilke ve anlayışlardan yola çıkıp aynı olmamayı başaran bir mimarlığın hayalini kurmaktadır.” Yaşamın kendini tekrar eden dizilerini tanımak, bunları kendi dünya görüşü uyarınca bölümlere ayırmak ve nihayet “hal dizileri” adını verdiği insan yaşamının yapı taşlarına ulaşmak; bu hâlâ sırrını çözemediğimiz bir bilgiyi (yapı-yaşam birlikteliğinin bilgisini) keşfetmek için bir başlangıç sunuyor ve bugün sosyoloji ve felsefe alanınca “life-world” olarak kavramsallaştırılan bir tartışma alanına işaret ediyor. Tasarım sürecinde amacın yerine ilişkin olarak Egli’nin düşünceleri üzerine Frank’ın kitaba dâhil ettiği konular çok uzunca tartışılabilir; ancak burada Egli’nin sözleriyle konuyu özetlemekle yetinelim ve gerisini kitabı okumaya bırakalım: “Mimarlık, genellikle bir pratik amacın var olduğu ama şart olmadığı tinsel bir düzendir.”

Mimarlık alanı içerisinde Egli’nin ele aldığı konular, sonrasının tartışma konusu olduğu kadar, dönemin ve öncesinin de kuramsal arayışları. Görüşlerinin oluşmasına katkıda bulunduğu düşünülen isimler arasında Adolf von Hildebrand, Wilhelm Worringer, Alois Riegl, August Schmarsow, Gottfried Semper, Frank’ın eserinde Egli’nin kavramsallaştırmaları üzerinden izi sürülen isimler. Bu açıdan Egli’nin mimarlık bilgisi araştırmaları bizi bir yandan tanıdık bir tartışma alanıyla karşı karşıya bırakıyor; ancak bir yanıyla da bu arayışın samimiyeti, özgünlüğü, hatta bir miktar romantizm içeren naif arkaplan motifi ile tanıdık olmaktan çıkıp özel bir arayışa dönüşüyor.

Oya Atalay Frank, Atatürk’ün mimarı Ernst Egli’yi olduğu kadar, mimarlığın kuramı ve pratiğini biraraya getiren boyutuyla bilgisini düşünmek, politik ortam içerisinde bir mimarın kendi iç hesaplaşmalarını izlemek ve Türkiye’nin mimari ortamını tanımak açısından çok zengin ve derinlikli bir eser oluşturmuş.

Bu icerik 2861 defa görüntülenmiştir.