391
EYLÜL-EKİM 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Tını
    Esra Sakınç, Dr., Mimar

  • Divalar Gitmez
    Şengül Öymen Gür, Prof. Dr., Beykent Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL.

XXI. Yüzyılda İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Maçoluğun Yeri

İpek Yürekli, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Mezuniyet törenleri, geçmişten gelen nahoş anılarım yüzünden, aslında hayatımın travmalarından sayılır. Törenleri zaten genelde sevmem, ama mezuniyet törenlerinden kaçış yok. Senelerdir her yaz başı cüppemi giyip, travmamı içime atıp, uslu uslu katılıyorum. Senelerce birlikte çalıştığımız öğrencilerin sevinçlerini, ailelerin gururunu paylaşıyorum. Işıl ışıl genç yüzlerin o heyecanlı halleri gözlerimi dolduruyor, umutla doluyorum.

Bu seneki tören de yılın en sıcak ve rutubetli günlerinden birinde güneşin altında sıkıntı içinde uzayıp giderken, fakülte birincimizin konuşması ile bir anda her şeyin yerli yerine oturduğu, hayatın anlamlı hale geldiği, iç ferahlatıcı bir buluşmaya dönüştü. Beril kürsüden soruyordu; “İnsan, bir erkek ile bir kadın öpüştüğünde nasıl gülümsemek yerine sinirlenebilir, bir erkek ile bir erkek öpüştüğünde kendini kaybedip nasıl silahına sarılır?” Ayrıştırmak yerine farklılıklara saygı duymanın, sevmenin önemini ve iyi insan olmanın iyi mimar olmaktan öncelikli olduğu gerçeğini yüzümüze vuran, taa içimize dokunan bir konuşma dinledik.

Üniversite dönemi, insanın beynindeki çok önemli bir gelişim evresine denk gelir: olgunlaşma evresi. Bu zihinsel gelişme, insanın karşı fikirlere açık olması, kendi yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesi, hem eleştiri yapabilmesi hem de eleştiriyi kaldırabilmesi, değerlendirebilmesi, kararlarının arkasında durabilmesi, birey olabilmesi, inisiyatif almayı, bütüne bakmayı, dürüstlüğü, objektifliği, empatiyi içselleştirmesi gibi durumları kapsar. Hangi fakülte olursa olsun, hangi mesleğe odaklanırsa odaklansın, üniversite eğitiminin birincil amacı bu zihinsel gelişmeye destek verecek ortamı sağlamaktır.

Bizim okuldaki son dönem yöneticilerine bakıyorum da, değil bu ortam için kafa yormak, bazıları sanki bu olgunlaşma evresini kendileri hiç yaşamamış gibiler. Eleştiriye tahammülsüzlük, sürekli küçük hesaplar ve hesaplaşmalar, “Peki neden?” sorusuna cevap vermeye tenezzül etmeme, “Ben yaptım oldu!” tavırları, aşağılamalar, her konuda ayrımcılık. Sonuç: yapılmayan, yapılsa da soru sorulamayan monolog usulü giden kurullar, muhalif fikirlerine ceza olarak ilgisiz fakültelere sürgüne gönderilen hocalar, konuşmaya teşvik etmek yerine mobbing ile sindirmeye, susturmaya çalışmak, her şeyden önce ‘amir’ine itaatte ısrar eden bir yönetim şekli ve bu yönetimin yaptığı hiçbir şeye gıkını çıkartamayan koca bir fakülte. Varoluş sebebi düşünüldüğünde, doğası gereği; eleştirel düşünceye, eleştiriye, aykırı da olsa farklı fikirlerin dile getirilmesine, sorgulanmasına, geliştirilmesine, çok yönlü tartışmalara odaklanması ve dolayısıyla her türlü güç odağından bağımsız olması gereken üniversite ortamının, bireyi yok eden bir ast-üst hiyerarşisine mahkum edilmesi ne kadar hazin.

Bu Fakülte, Fakülte Kurulu’nda kadın öğretim üyelerini; “Bayan hocalar, kız öğrencilerinize ‘Pedlerini tuvalete atmamayı öğretin, borular tıkanıyor”, diye uyarabilen ve Bölüm Kurulu’nda okuldaki işlerin aslında dışarıdan gözüktüğü kadar iyi gitmediğini anlatmak için örnek olarak; “Hani kız güzeldir de, bir bakarsın mutfakta berbattır”, diyebilen cinsiyetçi, maço bir dekan gördü son dönemde, daha ne olsun?

Cinsiyetçilik, eğitimle üstesinden gelinebilecek en sıradan, fakat aynı zamanda toplum sağlığı açısından da en zararlı ayrımcılık türlerinden biridir. Öğrencilerimizin olgunlaşma evrelerini tersyüz etmek istemiyorsak, şüphesiz ki, üniversitede yeri yoktur. Zaten olgunluk sözkonusu ise, şu aralar bizim onlardan öğreneceklerimiz daha çok gibi görünüyor.

Bu icerik 3404 defa görüntülenmiştir.