391
EYLÜL-EKİM 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Tını
    Esra Sakınç, Dr., Mimar

  • Divalar Gitmez
    Şengül Öymen Gür, Prof. Dr., Beykent Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL.

Tını

Esra Sakınç, Dr., Mimar

Önceleri kuştular. Kocaman rengârenk kanatları, narin bacakları, ince uzun gagaları vardı. Yükseklerde sürü halinde yaşar, nadiren inerlerdi durgun göl sularına. Uçmak için geniş kanatlarını önce yukarı doğru yavaşça kaldırır sonra başlarının üstünde, en uç noktasına kadar açarlardı gerinir gibi. Kabarık dolgun tüylerindeki her renk ayrı ayrı parıldardı güneşin altında. Ağır bir yükü kaldırır gibi sakin, kararlı, kendinden emin hareketlerle havalanırlardı yerden, gittikçe hızlanırdı kanatlarının hareketleri uzaklaştıkça dünyadan. Çok yükseklerde bir yerde aniden kanat çırpmayı bırakırsan ki gökyüzünü kucaklayacak gibi kanatlarını geniş kocaman açıp, ahenk içinde süzülmeye başlarlardı ve işte o an gökyüzünün her köşesi tarifi imkânsız bir müzikle dolardı. Yaylılar, üflemeliler, vurmalılar… Büyük bir orkestranın çaldığı senfoniydi sanki sesleri. Gagalarını vurarak çıkardıkları tok sert ritimler, derinlerden gelen dingin boğuk sesler, gırtlaktan gelip açık gagalarından çıkan değişik tınılı tiz ve baslar, ağızlarının içinden çıkan mırıltılı, uğultulu sesler, inanılmaz bir uyumla hepsinin ruhuna başka başka dokunan melodiler üretirdi. Müzikle birlikte, dansları da başlardı. İleri doğru hep birlikte atılır, burgular yaparak sağa sola dönerler, aniden yönlerini değiştirirler, bazen aşağılara dalarlar bazen yukarılara yükselirlerdi. O kadar içten, kedinden emin ve güvenle dans ederlerdi ki yönünü kaybeden, yanlış yapan, yalpalayan, birbirine çarpan, dokunan olmazdı. Rüzgâra tutulmuş bir tül gibi göğün en güzel mavilerine, kızıllarına, durmadan değişen, renkleri bu dünyaya ait olmayan resimler nakşederlerdi. Cehenneme düşseler ateş yakmazdı onları.

Dansları o kadar önemliydi ki, onun için yaşalardı ve en büyük korkularıydı onu kaybetmek. Bir gün karamsı, inceden, belli belirsiz bir duman girdi aralarına. Hain bir sırıtmayla, önce “Söyle” diye fısıldıyor kulaklarına, sonra sesiz derinden bir “me” eki koyuyordu uzunca. “söylemeeee şarkınııı, dansına devaaaam et!” Başta aldırmadılarsa da o ses zamanla hastalık gibi sardı benliklerini. Korku ağır bir sis gibi yüreklerine oturdu, akıllarına ket vurdu. Susarlarsa dans etmeye devam edebilirlerdi, ama tek tek olmazdı, hep birlikte susmalıydılar ki devam etsin gösterileri tüm şaşasıyla. Boğuk sesler kesildi önce, ritimler zenginliğini kaybetti, ağır renksiz bir tek vuruş oldu, mırıltılar içine döndü. Sonrasında gagaları kitlendi, gırtlakları tıkandı. Anlamadılar neler olduğunu, şarkılarını söylemek için çırpınanlar da vardı ama kitlenen gagalarının arkasında o kadar birikti ki çığlıkları, ardı ardına patlamaya başladılar, konfeti gibi bembeyaz, havai fişek gibi renkli bin bir parçaya ayrılıp gökyüzüne yayıldı olanlar. Dış çeperde boşluklara neden oldu yoklukları. Bazıları açılan deliklerden düştüler, yollarını kaybettiler. Kalanlar, güvende hissetmek için, korkup birbirlerine yaklaştılar, seslerini iyice kıstılar önce, sonra bir bir gagalarını mühürlediler dansa devam etmek, patlayıp yok olmamak için. Uçuyorlardı gökyüzünde ama tek bir doğrultuda ilerliyorlar sonra geri dönüyorlar, bu esnada ses çıkaran var mı diye hepsi birbirini deli gibi izliyor ama kimse kimseyi görmüyordu. Sesleri gürültüye, dansları çirkin bir karalamaya dönmüştü. Müzik yoksa dans da yoktu. Anlamadılar…

Zaman içinde gagaları küçüldü elbet, gözleri kocaman oldu, kulakları büyüdü, kanatları renklerini kaybetti, ince narin bacakları bedenleriyle bütünleşti, tüyleri döküldü, pul pul oldu derileri kalınlaştı bir zırh gibi. Dans edemez oldular, uzun mesafe uçamaz oldular, oldukları yerde dolap beygiri gibi dönmeye, gittikçe yere yaklaşmaya başladılar.

Ve sonunda yere indiler, toprağın altına girdiler, tek duydukları kendi iç sesleriydi ve herkes aynısını söylediği sürece güvendeydiler. Şakımayı bıraktıklarını, güzelim ötüşlerinin kaybolduğunu hiçbir zaman görmediler. Renkli kanatlarını, gökyüzünde yaptıkları dansları özleyemediler bile, neşelerinin yerini kaygının almasına aldırmadılar. Toprağı kazmak, yollar açmak, kendilerine yeni hücreler yapmak, onları genişletmek yeni dansları olmuştu. Buna da alıştılar…

Her şeyi unuttular, hemen hemen, bir tek şarkısını söylemek için patlayanları her zaman akıllarında tuttular, unutmadılar, unutturmadılar. “Kendi suçları, bu cezayı hak ettiler” koruyucu bir iç fısıltıya döndü sonunda. Oysa artık göremedikleri gökyüzü onların gülümsemesiyle dolu bu gün. Kocaman bir tatmin duygusuyla gülümsüyorlar yaşadıklarına ve hayata, her bir parçalarıyla ayrı ayrı.

Bu icerik 2110 defa görüntülenmiştir.