398
KASIM-ARALIK 2017
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Komşum Bienal
    Sevince Bayrak, Yrd. Doç. Dr., MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü, SO? Mimarlık ve Fikriyat

  • Kent Belleğinin Canlandırılması: Samsun Kent Müzesi
    Fatih Us, Yrd. Doç. Dr, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mimarlık Bölümü
    Hayal Meriç, Yrd. Doç. Dr, İstanbul Arel Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü
    Giorgi Tsanatskenishvili, Doç.Dr.,Gürcistan Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
ANMA PROGRAMI: MARUF ÖNAL

Maruf Önal Söyleşisinin Aklıma Getirdikleri

Bozkurt Güvenç, Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi

Mimarlık dergisinde Maruf Önal’ı ele almaya devam ediyoruz. Daha önceki sayılarımızda yayımlanan, Önal’ın akademisyen kimliğini ele alan söyleşinin üzerine görüşlerini kaleme alan yazar, eksik kalmış noktaları kendi anılarıyla dolduruyor.

Mimarlık dergisinin 395. ve 396. sayılarında iki bölüm olarak yayımlanan “Hoca-Mimar Olarak Maruf Önal” adlı söyleşi, Maruf Önal’ın saygın kişiliği ve çağdaş mimarlığa örnek hizmet ve katkılarının yanında, Batı’da ve ülkemizdeki “okullu” mimarlık ve mühendislik eğitiminin kuruluş ve gelişmesine ışık tutan kaynak bir belgedir. Türkiye’deki eğitim tarihinin bir öğrencisi olarak bu söyleşiyi ilgiyle inceledim.

Özellikle, Harun Batırbaygil’in ‘akademik mimarlık’ ile ‘toplumcu mimarlık’ eğitimi arasındaki tarihi ikilemi açıklamak maksadıyla, okuyanları Tanzimat’ın Köprüler ve Yollar Mektebi’nden (Turuk-u Maabir) alıp Teknik Üniversite’ye yönlendiren mesleki-teknik eğitimin 150 yıllık tarihçesinden yararlandım.

Maruf Önal kuşağının üyesi veya öğrencisi olmadım ama 1956-1962 yıllarında, Yıldız’daki öğretmenlik ve yöneticilik görevlerim dolayısıyla, Maruf Hoca’nın Teknik Okul’daki etkilerine ve mimarlık eğitimine katkılarına tanık olmuşum.

Söyleşinin amacını ve kapsamını çizen Bülend Tuna, mimar Maruf Önal’ın kişiliği kadar mimarlığın kurumsallaşmasına verdiği katkıların “büro pratiği”, “örgütlenme” ve “eğitim” başlıkları altında tartışılmasının önemine dikkat çekiyor. Arşiv eksiğini de hatırlatarak, söyleşiyi bu çerçevede yönetiyor. Görüşler, Maruf Önal’ın “yapı üretimi” yaklaşımı üzerinde yoğunlaşıyor: Tasarım ustası bir mimar-hoca, hangi neden veya gerekçelerle yapı üretimine yöneliyor?

Bu sorunun yanıtını, II. Dünya Savaşı’nda yanıp yıkılmış bir Avrupa’nın yeniden inşasında bulacağımızı düşünüyor; savaştan yorgun çıkmış bir toplumun, yeni bir mimariyle toparlanıp, sağlıklı bir düzene kavuşabileceği umudu tartışmaya açık buluyorum…

II. DÜNYA SAVAŞI ERTESİNDE MİMARLIK EĞİTİMİ

Söyleşide üzerinde durulmadığını sandığım 27 Mayıs 1960 Darbesi öncesi ve sonrasıyla ilgili yorumlarımı paylaşmak niyetiyle yazıyorum. İki dünya savaşı arasında önerilen Bauhaus ilkelerini küresel ölçekte uygulama fırsatı II. Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkmıştı. Louis Sullivan’nın “biçim işlevi izler” (form follows function), “mimarlık çağını yansıtır” prensipleri yerine; Mies van der Rohe ve Walter Gropius, hatta diplomasız Frank Lloyd Wright gibi ustalar, kendini onaran sanayi ve kent kültürüne çok amaçlı mekânlar ve üretim teknolojileri sundular. Bunlar, henüz çağdaşlaşma sürecindeki tarım toplumunda uyarlanabilir öneriler değildi. Söyleşide, Maruf Önal’ın bu sorunun çözümünü, mimari tasarım yerine “yapı üretimi” yaklaşımında aradığı bilgisi veriliyor.

Batılı mimarlar toplu taşıma, sosyal konut, standardizasyon, prefabrikasyon ve benzeri sorunların çözümünü teknoloji ve sanayide bulurken; sanayiden yoksun ülkemizde, inşaat malzemesi açıklarının hurda gemi saçlarından preste çekilmiş demir ve priz yapmayan çimento ile karşılanması, Milli Korunma Kanunu’yla önlenmeye çalışılıyordu.(1) Ünlü mimarlar, bazı engelleri özel ilişkileriyle belki aşabiliyordu; ama benzer güçlüklerle savaşan genç mimarlar inşaat yapmadan proje alamıyordu. Gerçi, koşullara duyarlı belediyeler, mimarlardan statik ve tesisat projeleri talep etmiyordu(2); ama Hükümet, Emlak Kredi Bankası’nın verdiği sosyal konut kredisini 10 kat arttırınca, inşaat piyasası çığırından çıktı. Perşembe Pazarı ülkenin inşaat malzemesi taleplerini karşılayamaz oldu.(3) Böyle bir ortamda, tasarımcı kişiliği yanı sıra Mimarlar Odası’ndaki kurucu ve yönetici görevleriyle “Odacı” olarak da övülen Maruf Önal, 1958’de davetle geldiği Yıldız’da neler yapabilirdi?

Maruf Önal’ın Yapı Üretimi Kürsüsü, sanımca, hayali bir fantezi değil; teori ile pratiğin, proje ile inşaatın, tasarım ile üretimin birliğini ayrıca altyapı-üstyapı ilişkisini korumayı amaçlayan gerçekçi ama geçici bir projeydi. Nesnel (ekonomik) koşullar düzelince veya düzelirse, böyle çözümlere gerek kalmayacaktı.(4) Mimar, çok çalgılı bir orkestrayı yöneten saygın bir kondüktör idi. Ne var ki son yıllarda, akademik tasarımın fonksiyon, sirkülasyon, oryantasyon ve benzeri ana ilkeleri yerlerini, iletişim teknolojisiyle yaratılan “prezentasyon” (sunuş/ikna) sanatına devrediyor gibi görünüyor. Bazı projelerde kuzey belli değil. Dergilerdeki seçkin projelerin plan ve kesitleri yerine, yanıltıcı maket, perspektif ve fotolar var. İletişim teknolojisi mimari tasarımın önüne mi geçiyor? Mimarlık, teknolojinin sınır tanımayan saldırısından nasıl korunabilir? Benzer sorunlar, söyleşide yeterince tartışılıyor. Artık öncelik, refah toplumunu tüketen ileri teknolojinin evcilleştirilmesidir. Çevre ve ısınma sorunu, magazin sayfalarından manşetlere çıkmaya başladı. Yaşam kürenin 100 yılda 8-10 derece ısınmasından korkmayalım; sadece iki derece yükselmesi bile canlı varlıkların sonu olabilir.

MİLLİ BİRLİK DARBESİ 27 MAYIS 1960

Milli Birlikçilerin 27 Mayıs Darbesi’nde, Teknik Okul’un üst düzey yöneticileri bir süre görevlerine gelmeyince, yetkili Komutan, öğrencilerin adayı Vakkas Aykut Hoca’yı müdür olarak görevlendirmişti. O akşam, Babıâli’deki Karargâha çağrıldım. Komutan, Müdür Vakkas Bey’in, Okul Kurulu’ndan tanıdığı Mimar Güvenç’i idari yardımcılığa aday gösterdiğini açıkladı. “Mimarlık büronu kapattım ve seni bu göreve atadım. Evine telefon bağlanacak, her hafta Komutanlığa bilgi vereceksin. Yoksa Lütfü Güvenç’e de söylerim.” dedi. Bugün OHAL dediğimiz sıkı (örfi) yönetimle kıskıvrak bağlanmıştım. Vakkas Bey, sevilen sayılan bir mukavemet hocasıydı. Ödeme yetkisi dışındaki idari işleri bana bırakmıştı. Yıldız Teknik Okulu’ndaki yönetim görevim hızlı başlamıştı ama uzun sürmedi.

Bir yıl kadar sonra Yıldız’ı inceleyen Birleşmiş Milletler Teknik Yardım Heyeti Başkanı’nın, “Bu okulu nasıl yönetiyorsunuz?” sorusuna, “Ne eğitimi ne de yönetimi biliyoruz. Deneyip yanılarak öğreniyoruz.” yanıtımla bir burs kazandım. Diplomalı bir “eğitim yöneticisi” olarak yurda dönüşümde (1963), Yönetim değişmişti. Müdür, derslerime devam edebileceğimi bildirince, 1964 yılında Yıldız’dan ayrılıp Hacettepe’nin kuruluş çalışmalarına katıldım.

***

Hoca-Mimar Maruf Önal anılarımı şöyle özetleyebilirim: Sıkça anılan ama bilinmeyen şu ki, kimliğiyle değil ama kişiliği ve dünya görüşüyle Maruf Önal, bir “elitist” (seçkinci) değildi, ancak 1960’lı yıllarda Yıldız’daki öğretmenler arasında “elit” (seçkin) bir kişiydi.

Genç bir akademisyenin, “Hem parlak hem popüler zordur” görüşü bana Maruf’u hatırlatmıştı. Onun “yapı üretimi” yaklaşımını okumadan önce, aynı kuşaktan Mimar Nezih Eldem’i, Emin Necip Uzman’ı, Mahmut Bilen’i, Süha Toner ve mühendis Vakkas Aykurt’u dünya görüşüme belki daha yakın bulurdum. Oysa yasal yetkisi vardı ama yaşamadığı bir akademik deneyimle, asistan Harun Batırbaygil’in doktora hocalığını üstlenen Maruf Hoca’nın, “Ben de bildiğimi söyleyemem; ama sonuçta birlikte öğreniriz” sözündeki medeni cesaretine ve öğretmen kişiliğine hayranım.

 SORULAR, GÖZLEM VE ÖNERİLER(5)

  • Mimar çok çizer ama az yazar. Her ünlü mimarın bir Kemalettin, Frank Lloyd Wright, Doğan Hasol olması beklenemez. Söyleşi, Mayıs 2017’de web ortamında yayımlandığından beri sadece 355 kez kere tıklanmış. Mimarlık dergisi az okunuyorsa, Maruf Önal’ın eksik arşivini yeni kuşakların ele alıp geliştirmesi gerekir. Söyleşi, bu gerçeği dile getiriyor…
  • Mimarların arşivi kuşkusuz eserleridir; ama bir Ar Apartmanı veya Dr. Fahrettin Belen Evi hakkında neler biliyoruz?
  • Mimarların şehirciliğine dengeli bakan Maruf Önal övülebilir ama şehirciliğin gelişmesine katkıları oldu mu?
  • Doktora Hocalığını kabul eden Maruf Önal’a doktora verecek bir jüri kurulabilir miydi?(6)
  • Akademik eğitimde doktora gerekli ama “yeterli” midir?
  • Hocaların kişiliği, doktoradan daha önemli değil midir?
  • Yapı Üretimi Kürsüsü ve Bilim Dalı bugün ne durumdadır?
  • Maruf Önal’ın yapı üretiminde işleve tanıdığı ağırlık, son projelerinde belgelenebilir mi?
  • Tasarımda akıl ve bilim yükümlülüğü (ya da sorumluluğu), yani “bilim-sanat-felsefe” ilişkisi biraz daha deşilebilir mi?
  • Maruf Önal Hoca’yı, 1960’lardan sonra hiç görmemiştim. Mimarlık’ın 396. sayısında söyleşiyle birlikte yer alan görsellerdeki, Doğan Hasol’un Mimarlar Dik Durur! Sıradışı Öyküler kitabındaki Güngör Kabakçıoğlu’nun Maruf Önal çizgisi, belleğimdeki genç Maruf Önal’a, söyleşideki fotoğraftan daha çok benziyor.

***

Doğan Hasol’un çalışma arkadaşı Maruf Önal’dan seçip aktardığı özdeyişler(7), mimarlığın fazlaca değişmeyen tarihî hakikatleri arasında sayılabilir. Maruf Hoca özdeyişlerinde, kendini, eleştirdiği jürilerin üyesi, hatta yöneticisi gibi gördüğü izlenimini veriyor. Jürilerle ilgili eleştirilerini ben de yaşamıştım. 1960’larda katıldığım bir yarışmanın son eleme turunda, statikçi üyenin, “Betonarmeyle örtülebilecek bir açıklığa çelik çatı önermenin gerekçesi anlaşılamamıştır.” notuyla; daha önceki bir Dumlupınar Zafer Anıtı Mimari Yarışması’nda ise, Kutlama Parkı’nın bir “Barış Anıtı’ olduğuna dikkat etmeyen jürinin, “Barış Anıtı önerisi güzel de anıt yok” gerekçesiyle elenmiştim. Yarışmayı, eğer yanılmıyorsam, “zamanın ruhu”na uygun dikili taşlar kazanmıştı. Başarısız denemelerden sonra, jürilere danışmanlık dışında mimari yarışmalara katılmadım. Mimarlığı fiilen bıraktım, onursal üyeliğimi sürdüren Mimarlar Odası’na şükran borçluyum.

SONSÖZ VEYA SÖZ SONU YERİNE

Benzer sorunların yanıtlarını söyleşiye katılan arkadaş ve öğrenci kuşağından beklemek hayal değilse bile haksızlık olur. Bu yüzden araştırmacı bir kuşağın arşiv görevini üstlenmesi, mimarlığımızın “kurumsallaşması” için zorunlu görünüyor. Harun Batırbaygil’in Turuk-u Maabir ile başlayan mesleki-teknik öğretim notlarını yeniden ele alıp yayımlamasının, mimarlık ve mühendislik tarihimizdeki büyük bir ihtiyacı karşılayacağı kanısındayım.

Söyleşiye katılan mimarlara, yorum ve önerilerimi yayımlayan Mimarlık dergisi Yayın Komitesi’ne içten teşekkürler ve saygılarımla.

Aksi belirtilmedikçe kullanılan fotoğraflar 2006 yılında Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından yayımlanan Oda Tarihinden / Portreler: Maruf Önal alınmıştır.

NOTLAR

1. Bir inşaatımda faturasız (karaborsa) demir bulunduğu için kanuna muhalefetten dava açılmıştı. Kanun iptal edilince dava düştü ve cezadan kurtuldum.

2. Genelde çizimi oldukça basit projelerin teslim edildiği İmar Müdürlüğü’ne sunduğum 1/50 ölçeğindeki ruhsat dosyası bir görevlinin dikkatini çekmişti ve bu kadar ayrıntılı böyle bir “mektep projesi”ni kaça çizdiğimi sormuştu. Sanırım, verilecek ruhsata “teşekkür borcumu” önceden ödemediğim için projelerim estetik jüride beklerdi. 27 Mayıs 1960’ta İmar Müdürü değişince, 7 ruhsatım birden çıktı. Oysa konutlar çoktan bitmiş, iskan izni bile alınmıştı.

3. Perşembe Pazarı’nda sıhhi tesisat yüklü kamyonum tam yola çıkarken, Dolar kurunun artacağını öğrenen firma sahibi koştu, ödediğim bedelin iki katını önerdi. Satmak, inşaat sahibinden çalmak olurdu. Şantiyeye kadar yüklü kamyondan ayrılmadım.

4. Ekonomik koşullar değişince, Yapı Üretimi Kürsüsü veya Bilim Dalı’na ihtiyaç kalmayabilirdi. Nitekim son yıllarda, döşemeler, doğramalar, mutfak, banyo ve cephe kaplamaları gibi yapı elemanları, artık şantiyelerde üretilmiyor; paketlenmiş olarak hazır geliyor ve monte ediliyor. Hemen her uygulamanın, proje mimarı dışında, yetkili teknik sorumluları var.

5. Bu maddeler, geleceğin eğitim ve mimarlık tarihçilerine bırakılmayacak kadar güncel görünüyor. Tüketim ekonomisinin refah toplumu yanılgısına direnirken, günün iletişim teknolojisine ve yandaş medyaya teslim olmayalım. Uygarlığın yeni bir dünya düzenine acil ihtiyacı var diyor Galbraith. 1958 yılında yayımlanan Refah Toplumu isimli kitabında. Günümüzde, bu aranışın sözcülüğünü ve savcılığını Mimarlar Odası yapıyor.

6. MIT’de doktorasız ünlü bir hocaya doktora verecek bilim jürisinin kurulamadığı, öğrencisi olan ya da olmayan adayların “Ne haddimize” deyip görevi kabul etmediği, orada olduğum 1950’li yıllarda kulağımıza çalışmış bir olaydı.

7. Hasol, Doğan, 2014, Mimarlar Dik Durur! Sıradışı Öyküler, YEM Yayın, İstanbul.

Bu icerik 2405 defa görüntülenmiştir.