399
OCAK-ŞUBAT 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Kentler, Belediyeler ve Yönetimleri

Akın Atauz, Şehirci

“Merkezde ve resmî yönetimlerin her kademesinde otoriterliğin ve keyfiliğin artması, demokratik eğilimlerin sönümlenmesi, yoksulluğun ve öznel çıkarlar peşinde koşmanın yaygın bir geçerlik kazanması ve benzeri faktörler, bugünlerde olağan olarak kabul ediliyor. Bu durumda, kentlerin kendisini yönetmesi ile ilgili kuramı düşünürken, giderek daha çok dikkat gerektiren bu tür koşulları, yeniden gözden geçirmek gerekecektir.” “Kent toplulukları, yılgınlaşmış, otoriteye kolayca baş eğer ve onu kabullenen, yüzeysel politik propagandayı ve popülist değerleri benimsemekte ve ona göre davranmakta sakınca görmeyen ve sonuç olarak gerçek ve derin bir bilgi, hakikat açlığı çekmeyen, kendi geçmişindeki bütün heterodoksiyi, çoğulcu yaşamın izlerini unutmuş çoğunluklar halindeyse, yapılabilecek olan nedir?” “Sonuç olarak, kentlerin kadim tarihi içinden doğru bakılınca, bu sistemin gerçekten iyi işleyebilmesi, yerelin merkezden baskılanmadan, kendi iradesi doğrultusunda etkin bir yönetim olarak işleyebilmesi ve evrimleşmesi, merkezin de, hem sorumluluk alanın daha net ve (yereli içermediği için) daha dar olarak tanımlandığı ve böylece, maliyetlerinden de büyük ölçüde kurtulduğu için, daha verimli ve etkin hale gelmesi, olası mıdır?”

Son bir yıl içinde, birçok kentin yöneticisi, çeşitli yöntemlerle ve çeşitli nedenlerle, devletin merkezî organları eliyle değiştirildi. Bunun anlamını ve olası etkilerini nasıl yorumlayabiliriz?

Birçok kentin yerel yöneticisini (ki bunlar arasında “bütün şehir” yöneticisi olanlar da var), ulusal ölçekteki merkezin, ister parti içi hesaplaşmalar ve seçimle ilgili beklentiler nedeniyle olsun, ister muhalif partileri yıpratmak amacıyla olsun, isterse de Türk milliyetçi ideolojisinin genel stratejisi nedeniyle olsun, değiştirmesi ve böylece, kent topluluklarına, yöneticilerinin manipüle edildiği / edilebileceğinin bildirilmesi hakkında ne söylenebilir?

Belki önce, kentlerin kendisini, seçtiği birisi eliyle yönetmesinin anlamı veya “Kentlerde yönetimin yerelleşmesi neden gerekli ya da daha iyi?” sorusu üzerinde durmalıyız. Gerçekte bu üç yönlü bir alan: Merkezî yönetim, belediyeler ve kent toplumları. Kent yönetiminin sağlıklı işleyebilmesi, bu üç olguda da, bazı temel niteliklerin varlığını gerektiriyor. Sorun, sadece merkezî güç yapısı mı? Onu bir yana bıraksak bile, kent yönetimleri ve kent toplumları, canlı birer olgu olarak, yakından incelenmeyi hak ediyor.

Kentlerdeki büyük kitlenin, kendi çıkarlarını (uzun erimli ve ekolojik olarak) görmesi / hesaplaması ile ilgili varsayım, çok sayıda, ama örgütsüz / örgütlenmesi güç ve pahalı olan ile küçük ama örgütlenmesi ve örgütü finanse etmesi kolay olan kentli gruplar arasında bir dengenin kurulabileceği ve bu demokratik yönetim dengesinin, konjonktürel olarak dalgalansa bile, uzun erimde, kentli toplum için bir yarar sağlanabileceğidir. Bu varsayım ayrıca, yerel toplulukların yaptığı seçimlerdeki rasyonalitenin yerel ölçütlere göre kurulacağı ve daha büyük sistemlerin (ülke / bölge yönetimi için ideolojik tercihlerin, inanç sistemlerinin baskısının ve benzerinin) daha az etkili olacağı ve örtük olarak da, geniş toplum kesimlerinin içinde bulunduğu “kıstırılmışlık, toplumsal bir iyileşme-kurtuluş olasılığının” bulunmaması veya bu iradenin anlık / kısa erimler için yanıltılması / satın alınmasının ihmal edilebilir derecede küçük olacağı gibi ögeleri de içermektedir.

Bunlar, genel olarak doğru olmakla birlikte, her zaman / her konjonktürde doğru / geçerli olabileceğini iddia edebilmek (bugün Türkiye’de olduğu gibi) oldukça zordur. Bugün, kent üstündeki ölçeklere dair faktörlerin, birçok bakımdan, kentlilerin önceliklerinde, ilk sıralarda yer aldığını söyleyebiliriz. Merkezde ve resmî yönetimlerin her kademesinde otoriterliğin ve keyfiliğin artması, demokratik eğilimlerin sönümlenmesi, yoksulluğun ve öznel çıkarlar peşinde koşmanın yaygın bir geçerlik kazanması ve benzeri faktörler, bugünlerde olağan olarak kabul ediliyor. Bu durumda, kentlerin kendisini yönetmesi ile ilgili kuramı düşünürken, giderek daha çok dikkat gerektiren bu tür koşulları, yeniden gözden geçirmek gerekecektir.

Kentlerin kendi sosyo-ekonomik özelliklerine ve kültürüne en uygun “yaşama-evrim” anlayışını belirlemesi, bunu sürekli ve canlı bir tartışmayla sürdürülmesinin koşulları nedir? Yerel özerklikleri, merkezin iradesinden çıkmak ve merkezden belirlemek arayışları arasındaki çatışmayı veya yerel yönetim kuramının / pratiğinin işlevsel olmasının koşullarını, tam tersinden, merkeziyetçiliğin azalmasının yaratacağı sorunlar / maliyetler ve olumsuzlukların ne olabileceği ve bunların, daha çok kentin hangi kesimlerini etkileyeceği gibi konular üzerinden de tartışılabiliriz elbette.

Kentsel demokrasinin işleyiş kuralları yeniden nasıl tanımlanabilir? Yerel yönetimin güçlenmesini istiyoruz, ama nasıl bir yerel yönetim? Yönetmesini istediğimiz “yerel yöneticiler” her zaman gerektiği kadar hoşgörü sahibi, “öteki” ile ilişkisinde eşitlikçiliği gözeten, çoğulculuğu ve demokrasiyi içselleştirmiş kişiler mi? Değilse ve yine de yerel bir demokrasi istiyorsak “oyunun kuralları” bakımından, ön koşullar bile yerine getirilmiyorsa, mücadele yöntemleri nedir?

Diğer yandan, kent toplulukları, yılgınlaşmış, otoriteye kolayca baş eğer ve onu kabullenen, yüzeysel politik propagandayı ve popülist değerleri benimsemekte ve ona göre davranmakta sakınca görmeyen ve sonuç olarak gerçek ve derin bir bilgi, hakikat açlığı çekmeyen, kendi geçmişindeki bütün heterodoksiyi, çoğulcu yaşamın izlerini unutmuş çoğunluklar halindeyse, yapılabilecek olan nedir? Ana-akımın dışında kalan kentlileri ya silmiş veya onları bütün muhalifliklerine rağmen uysallaştırmaya ve ana-akımlaştırmaya çalışan baskıları ret etmeyen kentlilerin yerel çokluğu yeterli mi? Otoriteye baş eğmeye, hatta eline fırsat geçtiği anda otoriter olmaya hazır, pogromlara / linçlere kadar hızla ilerleyen şiddet yöntemleri kullanabilen toplumsal kesimlere rağmen, kentsel yerel yönetimler nasıl savunulabilir?

Sonuç olarak, kentlerin kadim tarihi içinden doğru bakılınca, bu sistemin gerçekten iyi işleyebilmesi, yerelin merkezden baskılanmadan, kendi iradesi doğrultusunda etkin bir yönetim olarak işleyebilmesi ve evrimleşmesi, merkezin de, hem sorumluluk alanın daha net ve (yereli içermediği için) daha dar olarak tanımlandığı ve böylece, maliyetlerinden de büyük ölçüde kurtulduğu için, daha verimli ve etkin hale gelmesi, olası mıdır?

Türkiye’nin içinde bulunduğu an itibarıyla, bu sorular bir işe yarıyor mu / bunlardan işlevsel bir yarar / sonuç çıkartabiliyor muyuz? Belki sadece, “önerilebilecek politikalar, stratejiler için sınırları / sınırlılıkları, parametreleri daha iyi bilmek, gerçekçi öneriler formüle edebilmeyi kolaylaştırır” diyebiliriz; ya da “her şeye rağmen (yakın bir gelecekte gerçekleşme olasılığının bulunmadığını bilsek bile) “teorik bir olasılık / doğru” üzerinde tartışmayı canlı tutabilmek, gelecek için her zaman ciddi ve önemli bir umut kaynağıdır” diye düşünebiliriz.

Bu icerik 2199 defa görüntülenmiştir.