407
MAYIS-HAZİRAN 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KRİZ ORTAMINDA MİMARLIK

Serbest Çalışan(1) , Ofis Sahibi Bir Mimarın Gözü ile

Acar Avunduk, Yüksek Mimar

Meslek pratiğinin içerisindeki ofis sahibi mimarlar yaşanmakta olan krizi nasıl görüyor? Acar Avunduk’un kaleme aldığı metin, bu soruya yanıt ararken geçmişten günümüze farklı zamanlarda yaşanan kriz ortamlarında karşılaşılanlara değiniyor.

 

Ülkemizde 2000’li yıllardan bu yana ekonomiyi kalkındırmak adına “İnşaat Ya Resulullah!”(2) denildi. (Gerçi bu inşaatla kalkınma modeli 1950’li 1960’lı yıllardan bu yana ülkemizin temel sorunlarından biri…) (Resim 1) Kentlerin -özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük kentlerin- kıymetli alanları, (yeşil alan, kamusal alan, kıyı şeridi ve benzeri) hiç dikkate alınmadan rant amaçlı inşaata açıldı. Binaları yaparken elde ne bir plan ve ne de bir program vardı. Zaten plan olsa da bizim ülkemizde imar kararlarını plan yapanlar değil, ülkeyi yönetenler belirlerdi ve son sözü de hep onlar söylerdi. Yıllardır olduğu gibi… Oysa kısa süre önce üstelik planlı programlı olduğu halde dünyanın en varlıklı ülkelerinden ABD, İspanya ve sonrasında da komşumuz Yunanistan -olimpiyat oyunları sırasında- inşaat ile kalkınmayı denemiş, ancak onlar da başarılı olamamıştı…(3) Bu örnekler önümüzde dururken, denenmişi (inşaatla kalkınmayı) bir daha denemek sonucu belli olan ya da bilinen bir filmi izlemek gibiydi…

Bu dönemde ayrıca sürekli olarak, en büyük camiyi, en hızlı treni, en büyük köprüyü, en büyük metroyu, en büyük hastaneyi ve nihayet metropol kentin, İstanbul’un, nefes almasını sağlayacak kuzey ormanlarının ortasına, su havzalarının üstüne çevre kirliliğini (gürültü, karbon salımı, doğa etkileşimi ve benzeri gibi) hiç düşünmeden, sorgulamadan dünyanın en

büyük havalimanını yapmak ile övünüp durduk… (Resim 2, 3) Oysa bir hatırlatma yapalım: Günümüzde dünyanın en işlek ve saygın kentlerinin havalimanlarında çevrede oturanların rahatsız olmaması için gece uçuş yasağı uygulanmakta, uçakların sadece belirli saatlerde iniş ve kalkışına izin verilmektedir…(4)

Ve nihayet 2018 yılına gelince deniz bitti, kara göründü…

Krize giren inşaat sektörü ve beraberinde ülke ekonomisi… Yükselen döviz, fırlayan enflasyon… Satılamayan binlerce konut, işyerleri ve tıkanan gayrimenkul sektörü… Batan, iflas eden ya da konkordatoya giden inşaat firmaları… Sonrasında, bunun doğal yansıması işsiz kalan mimar / mühendis ofisleri ve meslektaşlarımız…

Yönetim anlayışı böyle devam ettiği sürece, benzer ekonomik krizler ülkemiz için ne ilk ve ne de son kriz olacak gibi geliyor bana… Yıllar önce de Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin düzenlediği bir etkinlikte anlatmıştım.(5) Mezun olduğum 1977 yılında ilk krizimiz ile tanışmış ve tam tamına 8 ay iş aramış, iş bulmak için çalmadığım kapı kalmamıştı. Sonunda nihayet aylarca iş aradıktan sonra Aydın Ağabey’in (Mimar Aydın Boysan) yanında güç-bela iş bulmuş ve iş görüşmesinde ne kadar ücret istediğim sorulduğunda da, güçlükle bulduğum işi kaçırmamak adına “Aydın Ağabey hele bir ay çalışayım, ay sonunda siz uygun bir ücret takdir edersiniz” diye cevaplamıştım.

Asıl bu yazının amacı olan “ofis sahibi mimar olarak yaşadıklarımız”a gelince. Ofis sahibi olduktan sonra iyi kötü her 8-10 yılda bir ülkemizdeki ekonomik krizden etkilenerek kah büyüdük kah küçüldük. Bu krizlerden yine birine örnek olarak yıl 2001 ve 2002 krizi gösterilebilir. Ki bu kriz şu meşhur “Anayasa kitapçığının fırlatıldığı” krizdir.(6) O gün ülkemizin en büyük ekonomik krizlerinden biri yaşanmış, bir gecede dolar 3 katına çıkmış, bankalar, şirketler batmış, yüzlerce insan işten çıkarılmış, neredeyse piyasada yaprak kımıldamaz olmuştu. Nasıl olduysa oldu, ofisimiz bir kamu kuruluşundan ihaleyle iki adet koruma / restorasyon projesi işi üstlendi. Ofiste çalışan sayısı da yetersiz olduğu için küçük bir gazete ilanı verildi. O günün koşullarında 4 kişi (mimar, restoratör) işe alınacak. O küçücük ilana tam tamına 222 kişi (mimar, restoratör, teknik ressam) başvurmuş ve o günün iletişim aracı olan

(başvurular için kulllandığımız) faks cihazına kağıt yetiştiremez olmuştuk. Ne yazık ki başvuran 222 kişiden sadece ihtiyacımız olan 4 kişiyi işe alabilmiş ve o günün şartlarındaki acı tabloya çok ama çok üzülmüştük…

İnşaat patlamasının yaşandığı 2010’lu yıllarda ise bu kez ofisimizde iş yoğunluğu oluşmuş ve çalışan arkadaşlara yardımcı olmak üzere birkaç yeni mimar arkadaş bulmak üzere sağa, sola haber vermiş, dijital platformlarda ilan vermiş ve beklemeye başlamıştık. Aradan günler geçmiş (neredeyse birkaç hafta) hiçbir başvuru olmamıştı. Ofise takviye teknik eleman arıyoruz, gelen giden yok. Mimarlar neredeyse karaborsa. Nihayet uzun arayışlardan sonra büromuza genç bir arkadaş geldi. Uzun saçları arkadan topuzlu, her iki kulağı küpeli, katalog kıyafetli ve son derece şık, adeta televizyon yıldızı gibi bir arkadaş... (Sanıyorum LCC gibi bir adı olan, İstanbul’un sosyetik semti Nişantaşı’ndaki özel bir okuldan mezun mimar arkadaşımız, sonradan bölümünün de iç mimarlık olduğunu öğrendik.) Hoş geldin sohbetinden sonra henüz işe alınma kararını bile vermemişken, sevgili genç meslektaşımız aynen şöyle demişti: “Hocam size gelmeden önce eleman arayan ve beni davet eden üç yere daha uğradım, iş görüşmesi yaptım. Kim çok para verecekse ona gideceğim, onda çalışacağım. Söyleyin bakalım, siz ne kadar maaş veriyorsunuz?” Bu cevap ya da soru karşısında 40 yıllık bir mimar olarak çok şaşırmış ve genç meslektaşımıza açık sözlülüğü ve koşulları değerlendirme becerisi karşısında teşekkür etmiş ve meslek hayatında başarılar dilemiştim. Öyle ya, işin çok olduğu ve elemanın zor bulunduğu zamanlarda da bu sefer çalışan bizi / çalışacağı yeri seçiyordu. Bu da işin bir başka yönü…

Değerli dostlar, değerli okuyucular şimdi şöyle bir bakalım: Ülkemizde 2019 verilerine göre yaklaşık 60.000 civarında mimar var. Bunun zaten 1/3’i mesleğini yapmıyor. (Turizmle, ticaretle veya başka işlerle uğraşıyor.) Diğer 1/3’lik kısım ise ya memur mimar ya da akademisyen ya da mesleğin teorik ve kuramsal alanı ile meşgul. Geriye kalan % 15/20’lik kısım ise her dönemde olduğu gibi yönetime / yönetenlere yanaşmış günün adamı / ya da mimarı. İdarenin inşaatla kalkınma ekonomisinden büyük ölçüde onlar da yararlanıyorlar. (ki son 15 yılda bunların sayıları bir hayli arttı) Geriye kalan %10/15’lik grup ise ilkelerini ve etik değerlerini yitirmeden mesleğini yapmaya çalışan bizler gibi serbest çalışan büro sahipleri ki krizden ve mesleğin sorunlarından büyük ölçüde bunlar etkileniyor diye düşünüyorum. Ki bu kesimin sayıları Mimarlar Odası seçimlerindeki düşük katılım ile de kendini gösteriyor (Örneğin, 23.000’den fazla üyesi olan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi seçimlerine en fazla 2.000-2.500 kişi arası katılım oluyor.)

Bunlara ilave olarak son 15-20 yılın ve “İnşaat Ya Resulullah”ın verdiği ivme ile günümüzde - Mimarlar Odası’na kayıtlı aktif olan- 59.000’den biraz fazla olan mimar sayısı, halen okullarda okuyan en yakın zamanda mezun olacak 38-40.000 kişilik mimar ordusu ile yaklaşık 100.000 kişiye ulaşacak. Bu rakama ulaşan mimarlar topluluğunu hangi ekonomi, hangi ekonomik güç nasıl besleyecek, nasıl iş verecek, doğrusu bunu da çok merak ediyorum.

Bize / bana gelince, ofis olarak zaten 8-10 kişiyi hiçbir zaman geçmemiş idik. Şimdi bu kriz döneminde tamamen küçüldük ve iki kişi (1 mimar, 1 restoratör) olarak kaldık. Gerektiğinde eski projelerin revizyonlarını yapıyor, kitap okuyor ve anılarımızı yazıyoruz. Çağrılı olduğumuz etkinlik ve söyleşilerde gençlere dağarcığımızdaki bilgi ve tecrübeleri aktarmaya çalışıyoruz, umudumuzu yitirmeden…

Zaten Anadolu’da ne demişler: “Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet* ye!”

* “Mehmet”i, mimar diye de okuyabilirsiniz...

Bu icerik 2966 defa görüntülenmiştir.