GÜNCEL
Kenti “Taksim” Etmek: Bütünden Parçaya, Meydandan Kentliye
Bülent Batuman, Pelin Pınar Giritlioğlu, Ersen Gürsel, Celal Abdi Güzer, Doğan Hasol, Nurbin Paker, Yıldız Salman, Cem Sorguç, Alper Ünlü
Taksim Kentsel Tasarım Yarışması süreci devam ederken farklı alanlardan çok sayıda kişinin görüşüne yer vermeyi istediğimiz bu derleme, tarihî ve kentsel bağlam, yarışma süreci, şartname gibi öncül konuları tartışabilmeyi hedefliyor. Geçmişten büyük izlerle yeniden tasarlanmak üzere bugün karşımızda duran Taksim’e ilişkin bir kentsel yarışmanın gerekliliklerine odaklanan görüşleri bir araya getirirken soruyoruz: Nasıl bir Taksim hayal ediyoruz?
Siyaset ve Siyasetin Bilgisi Arasındaki Mesafe ya da Mekân Temsili Olarak Yarışma Şartnamesi
Bülent Batuman
Doç. Dr., Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkanı
Taksim Kentsel Tasarım Yarışması’nın en dikkat çekici yanlarından biri, çeşitli eleştirmenlerce de vurgulandığı gibi, finale kalan önerilerde siyaset mekânı olarak meydanın yokluğu. Meydan, tanımsız ve ölçeksiz bir sert zemin olarak anlaşıldığınca bir problem olarak kavranmış ve güncel tasarım stratejileri -ve özellikle yeşil elemanlar- ile ölçeklendirilmeye çalışılmış görünmekte. Bu genel eğilimi toplumsal bilinçaltı ile ilişkilendirmek ve irdelemek çok cazip görünse de, böyle bir tartışmayı yarışma sonuçlandıktan sonra yapmak daha doğru olacak. Yine de bu durumun yarışma şartnamesi ile ilişkisi üzerine bu aşamada birkaç şey söylemek anlamlı olabilir. Burada amacım siyaset mekânı olarak meydanın yok oluşunun kabahatini şartnameye yüklemek değil. Bir metin olarak şartname, Taksim’in -salt meydana indirgenemeyeceğinin de farkında olarak- çok katmanlılığını ve çok boyutluluğunu vurgulayan ve çağdaş, katılımcı bir model kurmaya çalışan bir metin. Ancak, belki de sorun, şartnamenin bir metin olarak kısıtlılıklarının, mekânın üretimini belirleyecek bir çerçeve olarak sınırlılıklarının farkında olmayışı.
Mekânın toplumsal üretimini üç boyutta ele almayı öneren Henri Lefebvre, algılanan, kavranan ve yaşanan mekân arasında ayrım yapar. Bu üç boyutlu kavramsal modelde ilk boyut gündelik (sıradan) kullanımlara tekabül eden mekânsal pratikleri, ikincisi mekâna dair kavrayışımızı belirleyen mekân temsillerini ve üçüncü boyut ise öngörülmeyen olasılıkları barındıran temsiliyet mekânlarını tanımlar. Bu çerçevede Taksim’in bir temsiliyet mekânı olarak çarpıcı ve heyecan verici çok katmanlılığını vurgulamaya gerek yok. Lefebvre’in ifadeleriyle bu niteliğiyle mekân “karmaşık sembolizmler barındırır” ve “toplumsal yaşamın saklı (yeraltı) unsurlarına bağlıdır”. Daha da önemlisi, “böylesi mekânlar tahakküm altındadır -dolayısıyla [çoğunlukla] pasif biçimde deneylenirler- ve tam da bu nedenle tahayyül gücünün dönüştürmeyi arzuladığı mekânlardır”. Öyleyse Taksim’i ele alan bir tasarım probleminin temel sorusu şudur: tahakküm altındaki kamusal mekânı özgürleştirecek anların filizlenmesi bir olasılık olarak projelendirilebilir mi?
Şartnamenin bu soruyu sormak -ve tartışmaya açmak- yerine yaptığı şey ise kamusal mekânın özgürlüklerin mekânı olduğunu vurgulamak. Bu vurgu -doğru bir önerme olmakla birlikte- yarışma şartnamesi olarak, yani bir “mekân üretimi çerçevesi” olarak ifade edildiğinde ise hayati bir hata haline geliyor. Zira iyi ihtimalle bu mekânın ne olursa olsun siyasetin -ve özgürleşimin- mekânı olacağını kabul ederek siyasetin sorumluluğunu ortadan kaldırıyor. Kötü ihtimalle ise siyasal etkinliğin mekânı ne olmalıdır sorusunun üzerinden atlamış oluyor. Böyle düşündüğümüzde yarışma şartnamesinin Lefebvreci anlamda bir mekân temsili kurduğunu söylemek mümkün: “Mekân temsilleri ideoloji ve bilgiyi birbirine bağlar… [ve] kavramsallaştırılan mekâna, bilim insanlarının, plancıların, şehircilerin, teknokratların, yani yaşanan ve algılananı kavranan ile özdeşleştirenlerin mekânına tekabül eder”. Yarışmanın sonuçlarını tartışırken, kamusal mekân ile siyaset arasındaki ilişkinin bilgisini bu iki unsur arasındaki gerçek ilişki yerine ikame eden şartnameyi ele almak elzem görünüyor. (Resim 1)
İBB Yarışmalar Sürecine Dair Birkaç Söz
Pelin Pınar Giritlioğlu
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
Yarışma projeleri fikri, ilgili meslek camiasının her daim sarıldığı ve savunduğu bir durumdu. Ülkemizde Cumhuriyet dönemi ile birlikte başlayan, ancak uzun yıllar önce kentsel tasarım projeleri ve mimari projeler, yarışma kültürü bir kenara bırakılarak ve doğrudan bir firmaya emanet edilerek üretilmeye başlanmıştı. Oysaki mesleki birikimi ve deneyimi, özünde bulunan yaratıcılık unsuru ile tatlandırarak meslek pratiğine aktarabilmenin rasyonel yoluydu yarışma projeleri.
Yerel seçimlerin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin büyük bir “sürat”le yarışma süreçlerini yeniden ayağa kaldırması bu nedenle hepimizi heyecanlandırmıştı. Bununla birlikte, bu “sürat”, yine yarışma fikrini savunan ve destekleyen kesimlerin eleştirilerini beraberinde getirdi. Yeni belediye yönetiminin bu konudaki iyi niyeti konusunda hiçbir kuşku olmasa da, yarışmaların hazırlık ve yürütülme yöntemleri, üç temel noktada itirazların yükselmesine neden oldu.
1. Yarışma kültürü: Yarışma süreçleri her ne kadar katılımcı gibi görünse de, meslek odaları ve ilgili diğer sivil toplum kuruluşlarıyla, uzmanlarla proje sürecinin öncesinde konunun tartışılması ve bu doğrultuda yol alınması beklenirken, meslek odaları olarak birden bire kendimizi zaten başlatılmış olan bir yarışma sürecinin ortasında bulduk. Bu durum, sürece yönelik yol haritasının birlikte üretilmesini engelledi. Çok disiplinli bir yaklaşımı barındırması gereken bir “birlikte üretim süreci” içinde, konunun tarafı olan farklı disiplinden birçok uzman, sanatçılar, sendikalar gibi pek çok kesim için bir alan açılmadı. Bir anlamda, yönetim eliyle, meslek odaları ve diğer ilgili kesimler olarak, ne içinde ne dışında olabildiğimiz bir belirsizlik ortamı yaratıldı. Sürecin çok hızlı işlemesi ve pandemi koşulları da gerek İBB, gerekse bizler tarafından bu katılım zeminin şeffaflık ve kapsayıcılık ekseninde oluşturulamamasına ortam hazırladı. Katılım ve birlikte yönetim sürecinin gerçek bir parçası olamamanın verdiği bir huzursuzluk süreci hâsıl oldu. Yarışma şartnamelerinin hazırlanmasında büyük önem taşıyan bu durumun göz ardı edilmesi, danışma kurullarının geniş bir katılıma olanak tanıyacak şekilde tasarlanmamış olmaması, yarışma kültürünü zedeleyen ve zayıflatan etkenler olarak hâlâ önümüzde durmakta.
2. Yarışma yöntemi: Yarışmaların, bu derece hızla, üstelik de ortada aleni “kent suçları” öylece dururken, davalar devam ederken başlatılması, kente ihanet niteliği içeren birçok projenin meşrulaşmasına yol açma tehlikesini içermekteydi. Bu süreçte, yeni belediye yönetiminin, proje alanlarına yönelik kırmızı çizgilerini, yani olmazsa olmaz kabullerini ortaya koyması önem taşıyordu. Ancak bu yapılmadı. Dahası, bir halk jürisi meselesi hala önümüzde bir sorun olarak durmaya devam ediyor. Halbuki olması gereken, yarışma sürecinin en başında halka alanı / yapıyı nasıl gördükleri, nasıl görmek ve kullanmak istediklerinin sorulması, demokratik ve rasyonel taleplerin ortaklaştırılmasının ardından, bu taleplerin şartnameye yansıtılması ve yarışmacıların da bu talepleri projelerinde değerlendirmesi idi.
3. Süreç yönetimi: Şu ana kadar sonuçlanan üç projeden biri olan Taksim Meydanı projesi üzerinden süreci konuşmak mümkün. Yarışmada eşdeğer bulunan üç proje açıklandı. Konuyu projeler üzerinden tartışmak emeğe ve mesleğe saygı noktasında doğru olmaz. Ancak, bundan sonra sürecin nasıl şekilleneceği, projelerden hangisinin kim / kimler tarafından nasıl seçilip uygulanacağı gibi sorular derin bir tartışmayı hak ediyor. Halk jürisi, meydanı tarihî ve asli kimliğinden uzaklaştırıp, bir parka dönüştürmek gibi son derece yanlış bir seçime ulaşma riskini taşıyor. Daha önce ortaya atılan “hepsinden biraz alıp” bir uygulama yapma fikri ise en tehlikeli olanı. Her projenin kendi içinde bir mantığı, kurgusu ve anlamı olduğunu unutmamak gerekli. Aksi takdirde ortaya çıkacak olan “hibrid” ve amacına ulaşmayan projeler yeni kent suçlarını ortaya çıkaracaktır.
Yarışmaların devam etmesini kuşkusuz bekliyor ve destekliyoruz. Bu itirazların, aslında bir yandan İBB’nin bundan sonraki süreçte geliştireceği yol haritasını daha sağlıklı bir hale getirmesi, öte yandan diğer paydaşların da kendi içinde bu sürece daha şeffaf ve etkin bir şekilde dahil olma yollarını tartıştırma amacı taşıdığının altını çizmek isteriz. Yani, yeni İBB yönetimi ile başlayan yarışmalar sürecinden hepimiz adına bir ders çıkarmak gerekiyor. İBB bundan sonraki süreci daha sakin, rasyonel ve şeffaf bir şekilde tasarlayacağını ivedilikle tartışmalıdır. Paydaşlar olarak bizler de katılım süreçlerinin bir parçası olmak adına, daha etkin olabilmenin yollarını aramak ve geliştirmek zorundayız.
Taksim’i “Yeniden” Tasarlamak
Ersen Gürsel
Mimar
İBB Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu kentin ihtiyacı olan kamusal alanların üretilmesi, yenilenmesi, doğal ve kültürel ihtiyaçların karşılanması amacıyla düşüncelerini kamuoyuyla paylaştı. İstanbul kentinde kaybedilmiş kamusal alanlar ile kimlikleri sıradanlaştırılmış törenlerle sürdürülen meydanların kentin sosyal yaşam alanlarına yeniden kazandırılması gereğini gündeme getirdi. Bu alanlar içinde en önemlisi, Cumhuriyet Anıtı, Gezi Parkı, Atatürk Kültür Merkezi’ni içine alan ve Cumhuriyet tarihimizle birlikte anılan Taksim Meydanı’nı yeniden ele almayı amaçlayan yarışma projesiydi. Bu proje için, önce, uluslararası yarışma açılmasına karar verilmişti.
Yarışma şartnamesi farklı meslek gruplarının temsilcilerinin katılımıyla hazırlanmıştı. Taksim Meydanı’nın en önemli özelliği, hem tarihsel hem de güncel olarak, farklı zaman dilimlerinde farklı etkinliklerin mekânı olmasıydı. Meydanın kent içindeki konumu, farklı bölgelerden, farklı amaçlarla gelen insanların kolayca ulaşımını sağlıyordu. Bu nedenle, meydanın var olan kültürel ve tarihî kentsel kimliğinin sürdürülmesi projenin temel amacı olmalıydı. Projenin amaç bölümünde de bu konu belirtilmiş ve önerilen projelerin sadece tasarım boyutuyla sınırlı olmaması gerektiğine işaret edilmişti.
Taksim Meydanı’nı kentsel bağlamda güçlendiren en önemli yönü farklı zaman dilimlerinde çok boyutlu etkinliklere yapılmasına olanak veren bir kentsel mekân olmasıdır. Bu nedenle, şartnamede tanımlanan “kentsel tasarım modeli”, meydanın tarihî ve kültürel ögeleriyle birlikte sürdürülmesini öngörüyordu.
Yarışma şartnamesini okuduğumda dikkatimi çeken bir noktayı paylaşmak isterim. Yılların getirdiği alışkanlıkla, yarışma şartnamelerinin amaçlarıyla, yarışma jürisinin, yarışmanın konusuna göre uzmanlık kimliklerini ilişkilendirmenin önemli olduğunu düşünürüm. Şartnameyi okuduğumda, bu yarışmanın hazırlık sürecindeki çalışmalarda sosyal bilimcilerin de etkili olduğunu fark ediyorum. Ancak, ne yazık ki yarışmanın jüri listesini incelediğimde (asil, yedek ya da danışman olarak) yakın tarihçi, siyaset bilimci ya da sosyolog gibi sosyal bilimcilerin yer almamasını yadırgadığımı söylemem gerekir.
Taksim gibi önemli bir mekân için hazırlanacak tasarım projelerinin fiziksel tasarım boyutuyla sınırlı olmaması gerekirdi. Bu tasarımların, ağırlıklı olarak sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel kimliği dikkate alan çok boyutlu tasarımlar olmaları beklenirdi.
Taksim meydanının kimliğini insanların, buradaki ulusal, kültürel ve çevre varlıklarıyla farklı aidiyet kurdukları tarihsel bir süreç oluşturmuştur. Bu önemli mekânı, hafıza mekânı yapan da bu farklılıkların bütünlüğüdür. Bu karmaşık kimliği bölmek ya da teke indirgemek yerine, geçmiş, bugün ve geleceği birbirine bağlayarak bütünlüğünü korumak gerekirdi.
Taksim Kentsel Tasarım Yarışması Üzerine Notlar
Celal Abdi Güzer
Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü
Meydan içerdiği kamusal boşluk kadar bu boşluğun olanak verdiği etkinlikler ve kendisini tanımlayan çeper ile anlam kazanan kentsel bir ögedir. Bugün Türkiye’de meydan olarak nitelenen çok sayıda alanda trafik kavşağı niteliği öne çıkmakta, çeperi oluşturan yapılar meydanı tanımlayacak bir süreklilik içermemektedir. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın beraberliği bir yandan önemli bir değer oluştururken öte yandan meydan ve parkın birbirleri içinde erimesi, birbirleri ile yarışması riskini barındırmaktadır. Öne çıkarılan projeler de park işlevinin ağırlık kazandığı, büyük toplanmalara olanak veren boşluğun bir yandan daralırken öte yandan sınır tanımını yitirdiği gözlenmektedir.
Taksim Meydanı diğer özelliklerinin yanı sıra yakın tarihimizle kurduğu temsiliyet ilişkisi nedeni ile sadece İstanbul değil, Türkiye ölçeğinde önemli, simgesel değeri olan bir alandır. Gösteri, kutlama ve benzeri sosyal, demokratik, toplumsal etkinliklerin en belirgin adresidir. Bu işlevinin arka plana itilmesi meydanın bellek değeri ve kimliği ile çatışır. Jürinin öne çıkarttığı üç projede bu işlev belli ölçülerde kısıtlanmaktadır. Doğrudan sonuçlara bakılacak olursa 15 ve 19 no.lu projeler kentsel bir program ve ona yönelik mekânsal öneriler, yükseltilmiş bir köprü-gezinti yolu ve çökük bir etkinlik merkezi sunmaktadır. Çağdaş anlamı içinde meydanların kullanımlarını destekleyecek bu tür program ögelerinin varlığı çok önemli olmakla birlikte, köprü yol meydanla doğrudan ilişkilenememekte, çökük alan ise meydanı bölmektedir.
Taksim gibi önemli bir alanın “açık” ve “uluslararası” bir yarışma olarak ele alınması yerinde bir karardır. Öte yandan yarışma sonuçları 3 değerlendirme aşamasından sadece birini oluşturmaktadır. Jüri seçimine ek olarak bir “halk oylaması”, bir de başkanın oluşturacağı kurulun değerlendirmesi yer almaktadır. Burada halk oylaması “katılımcılık”, “demokrasi” gibi kavramlarla ilişkilenmesi nedeni ile ilk anda çekici gelmekle beraber birden fazla nedenle gerçek anlamda bir katılımcılığı temsil etmemektedir. Oylama meydanı anlık olarak kullanan kişiler arasında yapılmakta, oylama döneminde meydanda olmayan ama meydanla çeşitli nedenlerle daha güçlü bir aidiyet ilişkisi kuran kişi ve kurumların katılımını dışlamaktadır. Benzer biçimde verilecek karar bir uzmanlık birikimi gerektirmektedir. Gerçek anlamda bir katılım yarışma şartname ve programının oluşturulması aşamasında kullanıcıların, alanla ilişkili paydaşların, uzman kişi ve kurumların görüş ve önerilerinin alınması, sürece dahil edilmesi yolu ile olmalıdır. Örneğin birçok üniversitenin doğrudan kullanımına açık olan, üzerine pek çok araştırma ve çalışma gerçekleştirilmiş, bu anlamda katılıma açık olan Haliç bölgesi yarışmasında “katılım” konusu öngörülmemiş, hatta yarışma seçilmiş ekipler arasında kapalı bir yarışma olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım farkını anlamak kolay değildir.
Taksim yarışması ilgi uyandırmış, özellikle yarışma sonrasında yoğun bir tartışma ve eleştiri ortamına taşınmıştır. Aslında bu birikim de dolaylı bir katılımı temsil etmektedir. Bundan sonraki aşamada seçilen projenin bütün bu görüşleri de sürece katan, değerlendiren bir gelişime açık olması beklenmelidir.
Taksim Cumhuriyet Meydanı
Doğan Hasol
Dr., Y. Müh. Mimar
Taksim Cumhuriyet Meydanı İstanbul’un en önemli meydanıdır; tarihteki yeri de çok önemlidir. Bugünkü perişan durumundan bir an önce kurtarılması kaçınılmaz, ciddi bir görevdir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra İstanbul’da bir tören alanı düzenlenmesi gündeme gelmiş, Beyazıt üzerinde durulmuşsa da, sonuçta Taksim uygun görülmüştür. İlkin, bir anıt yaptırılması için 1925 yılında İtalyan heykelci Pietro Canonica görevlendirilmiş, yapımına ayrıca iki genç Türk sanatçı da katılmıştır: Hadi Bey (Bara) ve Sabiha Hanım. Anıtın kaidesi ve çevre düzeni için de mimar Giulio Mongeri görevlendirilmiştir. Roma’da yapılan ve İtalya’dan deniz yoluyla getirilen anıt 8 Ağustos 1928 günü törenle açılmıştır. Anıtın bir yüzü Milli Mücadeleyi, öteki yüzü ise Cumhuriyetin kuruluşunu simgeler. Anıt, İstiklal Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi eksenlerinin kesiştiği noktada yer alır. Cumhuriyet Caddesi, Kurtuluş’tan gelen Ergenekon Caddesi ile Şişli’den gelen Halaskârgazi Caddesi’nin uzantısı olarak Taksim’de Cumhuriyet Meydanı’na varır. Bu konum ve adlandırmalar, “Bütün yollar Cumhuriyet’e çıkar” şeklinde yorumlanabilir.
Meydanın düzenlenmesi işi daha sonraki yıllarda ele alınmıştır. Düzenlemede, ünlü Fransız şehirci-mimar Henri Prost’un İstanbul planlaması kapsamında hazırladığı planlardan yararlanılmıştır. Meydanın bir yanını oluşturan Gezi Parkı, Nişantaşı ve Maçka’ya ulaşıp, oradan da Dolmabahçe’de denize kadar uzanır. Planda 2 no.lu park olarak anılan bütün o alanın düzenlenmesi 1940’lı yıllara dayanır. Taksim Cumhuriyet Meydanı İstanbul’da önemli ulusal günlerin kutlandığı en önemli alan olmuş, ilerleyen zaman içinde de kimi toplumsal ve tarihî olaylara tanıklık etmiştir. Bu bakımdan kent belleğinde önemli bir yere sahiptir.
Ne var ki, son yıllarda, mimarlık ve plan disiplininden uzak yaklaşımlarla meydan hırpalanmıştır. Meydanın ihmal edilmişliğinde, belediye yönetiminin yanı sıra merkezî yönetimin de payı vardır. Siyasal yönetimin meydanın önemine uygun şekilde yaklaşmamasında, bilime, uzmanlıklara uzak durmasının büyük payı olduğu açıktır. Çok kısa bir süre önce de yazık ki mimarlık tarihimizin önemli yapılarından olan, Atatürk Kültür Merkezi yıkılarak yok edilmiştir. (Resim 2, 3)
Şimdi Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın yeniden düzenlenecek olması İstanbul için bir şanstır. Bu amaçla düzenlenmiş olan yarışma sonucunda seçilmiş projeler halkoyuna sunulmuştur. Ne var ki, konu ciddi bir uzmanlık konusudur; bu tür konular için halkoylaması çoğu kez isabetli sonuç vermez. Seçilecek projenin, büyük tarihî değeri ve kentli belleğinde önemli yeri olan “Taksim Meydanı kimliği”ni yansıtacak nitelikte olması şarttır.
… ve Açık Planlama Süreci Başladı!
Nurbin Paker
Dr. Öğr. Üyesi, İTÜ Mimarlık Bölümü
Yaşadığımız tüm mekânlar hayatımızı şekillendiriyor. Bu yüzden mekânı şekillendiren tasarım uzmanlıklarından mimarlığın da, yalnızca yapı tasarlamak anlamına gelmediğine ve yaşanabilir bir dünyaya yol ve ufuk açıcı, “iyi” örnekleriyle ulaşabileceğimize inandığımı söyleyerek söze başlamak istiyorum. “Taksim bağlamında, bir kentsel yarışmanın nasıl olması gerektiğine odaklanan görüşlerinizi duymak istiyoruz” diye bir soru yöneltildiğinde ise; devam eden bir sürecin içindeyken, amacım, elbette Taksim meydanı projelerine ilişkin bir değerlendirme yapmak değil. Sürecin, Türkiye kentsel tasarım ve mimarlık gündemine getirdiği olumlu yanları ve potansiyellerinden bahsetmek istiyorum. Günümüzde dünyada birçok belediye, imar planları dahil çoğu kentsel yenileme projesini “açık planlama” süreçleri ile geliştiriyor. Yani kamuyu ilgilendiren bir imar eylemine başlamadan önce, çalıştaylarla, atölyelerle, tartışmalarla kentin kullanıcılarının fikrini alarak çalışmaya başlıyor. Bu çalışmaların raporlarını derleyerek internet ortamında açık tartışmaya sunuyor. Ortaya çıkan öneri ve görüşleri içeren taslak rehberler hazırlıyor, yarışmalarla konunun uzmanı tasarımcıların fikrini alıyor, sergiliyor. Bu bağlamda kentin kullanıcısı planlamaya katılsın mı, katılmasın mı tartışmasını bir kenara bırakmak gerekiyor. Kentin kamusal alanları için çoklu tartışmaların sürmesi, en önemlisi açık planlama kültürünün Türkiye’de de yaygınlaşması adına, Taksim Meydanı’nı da içeren yarışmalar dizisinin yarattığı potansiyel, önemli bir değer oluşturuyor. Bu değeri “ve evet açık planlama süreci başladı!” olarak görmek istiyorum. Bu yarışmaları önemli kılan nokta, yarışmanın kamu idaresine yol göstermek, konuyu tartışmaya açmak ve kamuoyu duyarlılığı oluşturmak için düzenlenmiş olması. Bu noktada, yarışmalardan sonra yapılan tartışmaları, duygusallıktan kurtarmak gerekiyor. Süreci, yerel yönetimin, kentin kullanıcısı paydaşları ve konunun uzmanlarıyla iletişimini sağlayacak açık ve değişebilir planlamaya getirdikleriyle bir görmek, başta belirttiğim “iyi” örneklere erişebilmek adına daha anlamlı bir değer taşıyor. Burada önemle vurgulanması gereken, kamu yönetiminin İstanbul’un en önemli ve kıymetli alanlarıyla ilgili karar ve çözüm üretmek için kolektif birikimden yararlanmak adına nasıl bir yönteme başvurduğu konusu. Bütün bunların yanında, en çarpıcı yüzleşmelerden bir diğeri de, yakın geçmişte en sert müdahalelere bile ümitsizlik içinde tepkisizleşen ve duyarsızlaşan kamuoyunun, kendilerine söz hakkı tanındığında, sürecin pozitif parçası olmaktan ziyade, bir anda ve bir anlamda susadığı eleştiri alanını bulma hissi. Atılan olumlu adımlara değil, sürecin eksik kalan yönlerine dair eleştirileriyle ön plana çıkma durumu ilk anda rahatsızlık verse de, yarışmanın belki de bütün bunları sağlayabilmesi, yani bu küllerinden doğma hali, meydanın şeklinin şemalinin sert zemin mi, yeşil mi olacağından daha kıymetli bir kazanım. Kentin sorunları ve geleceği üzerine zihinsel yoğunlaşmaları ve tartışmaları açığa çıkaracak, geleceğin mimarlığına yönelik hayaller kurduracak işleri hep birlikte paylaşarak, daha da çoğaltmak dileği ile…
Ortaklaşma Noktası: Taksim Yarışması Üzerine
Yıldız Salman
Dr. Öğr. Gör., İTÜ Mimarlık Bölümü, Docomomo_tr eş-başkanı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kentin birçok noktasında açtığı yarışmalar arasında en çok yankı uyandıranlardan birinin “Taksim Meydanı Tasarım Yarışması” olması tesadüfi değil. Haliç Kıyıları Yarışması kentin çok özel ve görece çok daha büyük bir alanı için planlama önerileri sunarken ve belki de çok daha fazla ilgi görmesi beklenirken, kamuoyunun ilgisi özellikle Taksim Meydanı yarışmasına odaklandı. Bu ilginin temel nedenlerinden birisi yarışma sonrasında halk oylaması yapılacağı olsa da bir diğeri, “yer”in toplum için önemi. Bu, çok değerli bir ortaklaşma noktası ve tam da bu nedenle -aslında tüm diğer yarışmalar gibi- çok iyi tasarlanmış bir katılımcı süreci hak ediyor.
Modern mimarlık mirası açısından bakıldığında, kentin 1930’lardan başlayan modern planlanma sürecinin önemli bir alanı olarak, heykel, meydan ve çevresinin 20. yüzyıl boyunca defalarca, yeniden şekillenmesi ve bu süreçte yüklendiği anlamlar uygulanacak yeni projede var olması beklenen en önemli koruma konuları. Taksim Topçu Kışlası’nın arazisini de kapsayan geniş bir alanda kamusal bir açık alan düzenlemesi olarak tasarlanan Gezi Parkı ve bu park ile doğrudan ilişkili bir konut alanı olarak planlanan ve biçimlenen ancak ne yazık ki yakın dönemdeki planlama yaklaşımları ve koruma uygulamaları ile İstanbul’un tasarlanmış ilk çok katlı konut alanlarından birisi olma konusunda neredeyse tüm mimari değerlerini kaybeden Talimhane bölgesi aslında “Taksim Meydanı” mekânının ayrılmaz parçaları. Şartnamede belirtilen “kent kimliği, yere dair anlam, tarihsel birikim ve toplumsal bellek gibi kavramların dikkate alınması” konusu ancak, yarışma alanı ya da proje etki alanı içinde birbiri ile varoluşsal bir ilişkide olan tüm bileşenlerin güncel uluslararası miras, koruma değerleri ve koruma yaklaşımları bağlamında değerlendirilmesi ile mümkün olabilir. Bu tür alanlarda, koruma -çoğu kez adını anmaktan çekinilse de- planlama ve tasarımın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmelidir hatta toplumun kültürel miras konusundaki farkındalığına katkıda bulunmak için adının anılması da tercih edilmelidir. (Resim 4)
Jüri tarafından halk oylamasına sunulmak üzere belirlenen her üç projenin de alanın sahip olduğu değerlere ilişkin belli bir hassasiyeti barındırdığını özellikle proje raporlarında izlemek mümkün. Bununla birlikte bu hassasiyetlerin görünür kılınabilmesi ve alanın “meydan kimliğinin korunması” konusunun geliştirilmeye açık olduğunu da söylemek gerekiyor. Bu nedenle; yarışma alanının özellikle 20. yüzyıl içinde üretilmiş olan gerek somut / fiziksel gerekse de somut olmayan / anlamsal değerlerinin uygulanacak projede en iyi şekilde değerlendirilebilmesi için, yarışma ile başlayan ve halk oylamasını da içeren bu sürecin gerçek bir katılımcı sürece evrilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, daha çok oy alan hangi proje olursa olsun, konu ile ilgili birikimi olan tüm STK’lar ile Docomomo Türkiye ve ICOMOS 20. Yüzyıl Mirası Komitesi gibi uzmanlık gruplarının da katkısının alınması hem sürecin iyiye evrilmesine hem de uygulanacak projenin sahip olduğu hassasiyetlerin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.
“Katılımcı Bir Program, Katılımcı Bir Mekânsal Projeksiyon ve Tahayyül”
Cem Sorguç
Mimar
Nereden bakarsak bakalım Taksim İstanbul’un merkezidir. Dolaylı olarak Türkiye’nin merkez meydanıdır. Böyle olduğu için de tarihsel ve siyasi olarak mekânsal bir çatışma alanıdır. İstanbul sevincini de kederini de öfkesini de buraya taşır. Bir performans alanıdır. Konu her ne kadar Taksim Kentsel Tasarım Yarışması da olsa bahsedeceklerim benzeri yarışmaları içeren genel bir bakış olabilir.
Yorumu bir sacayağına bağlayacağım: Bağlam. Temsil. Katılım.
Bağlam çetrefilli mesele. Mevcut bir örüntü düzenini tamamlayarak yeni bir öneri getirmek Taksim için mümkün değil. Burada konu, alanın mevcut fiziki düzeni üzerinden yani yapı blokları ve kentsel boşluklar ilişkisiyle bir tür zemin bağlamına indirgemek ve buradan bir deneyimin peydahlanmasını öngörmek olsa gerek.
Taksim’in aleni tasarım kodları yok. Dolayısıyla olmayan bir şeyle bütünleşecek, ara bulucu olacak bir tasarım devamlılığı, sürdürülebilirliği de epey güç. Tschumi’nin bahsettiği “taktiksel kayıtsızlık” da, bilinçli ya da bilinçsiz, bazı projelerde gördüğümüz gibi karşı kodları kullanamadığı için “yersizleşiyor”.
Taksim’in bağlamı eskiden bugüne manevi olmuştur. Soyut bağlam düzeni mimarinin baş etmekte güçlük çektiği, üzerine gitmekten çekindiği şayet giderse de sembollere, metaforlara başvurmak zorunda kaldığı ve biçimsel angajmanla sonuçlanma ihtimali yüksek olan bir alan. Dolayısıyla Taksim Meydanı için etkili olabilecek bağlamsal bir mekanizmadan bahsedemiyoruz. Olsa olsa bağlam bu yarışma vesilesiyle çoğaltılabilir. Dolayısıyla kentsel etkileşimlerin, akışkanlığın, mülkiyet özellikle kamusal mülkiyet meselelerinin bu kadar ayak bağı olmadığı, salt çizili bir alandan mülhem, etkileşimini de bu alan içerisinde neticelendirmiş bir yola çıkış tarifi maalesef eksik kalıyor.
Kodlar konusunu bırakmadan temsil meselesine gelecek olursak her tür planlama, tasarlama süreci niceliksel kodlara ihtiyaç duyar. Burada “temsil”i benzer ama farklı karşılıklar olarak bir arada kullanmaya çalışacağım. Vektörel dilin kendisi veya imajinasyonu bir tasarlama, çözme, indirgeme ve/veya fiiliyat aracıdır. Gerçek ile ilişkisi birinin var diğerinin yok olması ile tariflidir. Bu araçlar kullanıcı, deneyimleyen, gören için başka bir evrenin ifadeleridir. İçinde bulunulan, yaşanan dünyanın gözleri ile tasarlayanın gözleri aynı yere bakmayabilir. Tasarım kendi temsil araçları ile kullanıcıyı, yaşayanı yanıltma, eksik bırakma ihtimallerini de taşıyabilir. Dolayısıyla profesyonel bir dünyanın temsil araçları, kendi ifade yöntemleri, ortak dili ile kullanıcı temsilinin karşılığı zayıftır. Kullanıcı tercihine dayalı, katılımı öne koyan mekanizmaların yani icracılar ve katılımcıların temsil ve idrak ortak dilinde buluşması gerekir.
Taksim gibi bir alanın katılımcılık esasında ortaya çıkacak olması memnuniyet verici. Lakin katılım konusunda bir aksaklık yok mu? Bu son etap katılımcılığın gereklerini karşılamış oluyor mu? Belli bir sayıya indirilen projelerin seçeneklenmesi yeterince katılımcılık demek olmuyor, maalesef. Katılımcı bir program, katılımcı bir mekânsal projeksiyon ve tahayyül içermeyen süreç, neticede çoktan seçmeli bir katılımcı kisvesine bürünmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla katılımın nüfus etmediği neticenin zaafları burada da karşımıza çıkıyor. Zaaflarını ustalıkla gizleyebilen projeler katılımcılık üzerinden eksik, göründüğü gibi gerçekleşmeme ihtimalini de barındırıyor. Katılımcılık bir tasarım aracıdır, bağlamdır, neticeyi, kararı belirleme aracı değil.
Taksim Meydanı Yarışmasının Ardından
Alper Ünlü
Prof. Dr., Özyeğin Üniversitesi Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi Yönetim Kurulu Başkan Yrd.
Taksim Yarışması’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, yarışma takviminin gereği oy sandıkları kuruldu, finale kalan üç projenin müellif ekipleri, anlayamadığım bir şekilde üniversitelere ve kurumlara giderek “tanıtım” atağına girdiler. Aslında bizim için de belki ilklerden biri olan bir kamuoyu pratiğine toplumca girmiş olduk. Doğal olarak, kent toplumu olarak bu tarz kamuoyu oylaması pratiklerini çok bilmiyoruz. Geçmişte de örnekleri pek yok gibi. Aslında kent içinde kararların üretilmesi açısından; finale kalan projelerin bu şekilde halk tarafından oylanmasının kentle ilgili tartışmaları açma, kenti tanıma ve öğrenme için son derece önemli bir yöntem olduğunu düşünmekteyim. Sonuç ne olursa olsun, elimizde finale kalmış ve halkın seçtiği ya da kamuoyunun seçtiği bir proje olacak. Bu tanımsız ya da hedefsiz bir durumda olmaktan daha iyi bir durum olarak düşünüyorum.
Yarışmanın değerlendirmesini sona kalan ürünlerden bağımsız yaptığımda, bunca tarihî olay, politik çekişme ve birbiriyle karşıtlık içinde olan düşünce ve dünya görüşlerinin arenası haline gelmiş ve adı artık uluslararası literatüre ismi kazılmış bu meydanın yarışma stratejisi, şartnamesi, hazırlıkları böyle mi olmalıydı diye kendi kendime sorduğumda, özellikle sürecin planlanması ve yönetimi açısından yerel yönetimin “ciddi hatalar” yaptığı gerçeği açıkça ortaya çıkmakta.
Bu durum diğer açılan yarışmalarda da ortaya çıkmıştı; bu problemleri tek tek yönetimle paylaşmamıza rağmen, şu ana kadar bir sonuç alamadığımızı belirtmek isterim. Bu konuda ilerleyen zaman içerisinde Mimarlar Odası’nın daha farklı ve köklü çareler aramaktan başka bir çözümü olmadığını yeri gelmişken belirtmek isterim. Kötü bir yarışma yönetimi sonucunda, ortaya çıkan meslektaşlarımın değerli eserlerini de bir tarafa koyarak, onları bu problemlerden soyutlayarak, çalışmalarından dolayı bir kez daha kutlarım.
Taksim meydanı kent belleğinin en önemli, hatta Türkiye politikasının en önemli kentsel yüzlerinden birisidir. Taksim meydanı politik ve sembolik bir gösteri alanıdır. Bu gösteri alanı zaman içinde devingendir. Fiziksel yapısı müdahalelere rağmen aynı durumda kalmasına rağmen, ilettiği sembolizmalar, her gün kent belleğini yeniden inşa etmektedir. Burada önemli olan nokta, politik bir hırsla, her yeni gelenin, her erkin ya da onun şırınga ettiği düşüncenin, geçmişin tarihe mal olmuş olaylarını ortadan kaldırmak ve yıkmak istemesidir. Politik olaylar Taksim Meydanı’nın belleğidir. Bunlar İstanbul’un belleğine kazınmıştır. Bir bakıma siz fiziksel olarak ne yaparsanız yapın, insanlar bu bellekle yaşarlar, geçmişi anımsarlar ve yaşamlarını bu bellek içinde sürdürürler.
Bu açıdan bakıldığında, kent üzerindeki olayları, direnişleri ve kentsel sembolizmaları biz bir kılıç vuruşuyla sonlandıramayız. Bugün karşılaştığımız gibi yaptığımız makyaj öğeleri ile de silemeyiz. Silemediğimiz bu bellekler, kent tarihini oluştururlar. Kimilerine göre Taksim Meydanı “kanlı bir meydan”dır, ya da kentin politik nirengi noktası, aynı Santiago İtalya, Beijing Tiananmen ya da Kahire Tahrir Meydanı gibi. Politik olaylar var diye, belleğimizdeki bu özgün meydanın yerini, bu düşünceleri silebilir miyiz? Oysa kent parçaları ve boşlukları öğretici de olabilirlerdi. Bize geçmişteki izleri anımsatabilirlerdi. Tüm bunların yanında Taksim Meydanı politik gösteri alanı olmasının yanında, toplumsal düşüncelerimizin ortaya çıktığı geniş bir pota ya da çoğulcu anlayışın ortak bir zemini de olabilirdi. Taksim Meydanı Yarışması bu çoğulcu yapıyı ortaya çıkaracak türde bir yarışma stratejisi ile ortaya çıkabilirdi. Yarışmayı açan belediye ve onun yarışma komitesi, hemşehrilerine “gelecek ile ümit” verebilecek, kentle ilgili düşüncelerimizi bir potada eritebilecek bir olanak sunabilirdi. Kentin bu noktasını anlamlı kılabilecek, yüreklerimize su serpecek, çocuklarımıza “ümit” verebilecek eserleri ortaya çıkarabilecek, güzel sanatları da içine katan, kavrayan, yarışma öncesi daha derin araştırma ve çalışmalarla kamuoyuna çıkabilecek bir organizasyon yapabilirdi. Bu denli çabuk, yüzeysel ve kentsel belleği ve tarihi düşünmeden işi çarçabuk kotarmak anlayışıyla değil.
Sanırım her şeyi tüketiyoruz. Kentin belleğini çöpe atmak çok kolay. Buna bu yarışma ile bir kez daha şahit olduk. Peki, yerel yönetim olarak bundan sonra hemşehrilerinize gelecekte nasıl ümit vereceksiniz? Ne zaman Taksim Meydanı özel günlerimizi kutladığımız, toplumumuzun ortak değerlerini yansıtan, toplumun geçirdiği acıları zemin altında değil, dolaşırken anımsadığımız ve bundan dersler çıkardığımız, gelecekte torunlarımızın gitmek için tutturduğu bir “ümit” noktası, bizim politik tarihimizin “nirengi noktası” olacak? Yoksa, Gezi Parkı’nın girişinde bir mermerin üzerine, Martin Luther’in sözlerini “Bir Rüyam Var” diye mi yazsak?
Bu icerik 3266 defa görüntülenmiştir.