420
TEMMUZ-AĞUSTOS 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK-DEMOKRASİ-KATILIM

“Toplum Hizmetinde” Katılımcılık Modelleri Üzerine Düşünceler

Yavuz Önen, Mimar

 

1954 yılında TMMOB kanunuyla kurulan, kamu kurumu niteliğiyle 1961 Anayasası’nda devletin idari örgütlenmesinin bir parçası olan meslek odaları, 1980 askeri darbesiyle 1982 yılında yürürlüğe giren Anayasada görev alanının daraltılmasına ve kamu çalışanlarına üyelik zorunluluğunun kaldırılmasına ilişkin düzenlemeye rağmen varlıklarını kesintisiz sürdürdü. 67 yıllık bu dönemde, mühendis mimar kitlesi özerk ve kendi kendini yöneten demokratik ve katılımcı işleyişi hayata geçirdi. Demokrasi ve katılım vazgeçilmez değerler oldu. Kendi ortamlarında uyguladıkları demokrasiyi ülke için de savundular. Meslek odaları demokrasi odakları haline geldi. 1970’li yıllardan itibaren bağımsızlık ve demokrasi bu mücadelenin şiarı oldu. Meslek odaları demokrasi eğitimi veren okul işlevi de gördü. Arşivimizde katılımcı mimarlık, tasarım kent ilişkisi alanında çok zengin bir birikim var. Katılımcılık modelleri dosyasını hazırlayacak olanlara ilk önerim TMMOB’nin 67 yıllık mücadelesinin hafızasına başvurmalarıdır. Mimarlar Odası da bu hafızanın önemli bir ortamıdır.

Odamız 1960’lı yılların ikinci yarısında “Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde” dedi. 68 kuşağının meslek odamızı yöneten devrimci kadroları da üyelerimizin sorunlarını halkın sorunlarının parçası olarak niteledi, kapitalizme karşı emekçi sınıfların yanında saf tuttu. Kamusal ve sınıfsal alanda yapılan çalışmalarda mesleğimizin toplumumuzun ve ülkemizin temel sorunlarını tartıştı, öneriler geliştirdi. (Resim 1)

Meslek odaları yaşama, meslek ortamına ve esas olarak ülke yönetim tarzlarına eleştirel bir gözle baktı. Karar süreçlerine katılma hakkını sağlıklı kentleşmeyi kaliteli mimarlığı savunurken doğal olarak bizi yöneten sistemle karşı karşıya kaldı. Günümüz pandemi koşullarında bu konumlanmamızın değerini doğruluğunu ve haklılığını anlatmak daha kolay hale geldi. Dergimiz ortamında hazırlanacak dosya kapsamında kentlerimizi ve mesleğimizi kimliksizleştiren sisteme direnme ve onu değiştirme görevi ve iradesi öne çıkmalıdır. Ranta ortak olmak isteyenlere ve tebaa kültürüne karşı düşünsel berraklığa, birlikteliğe ve dayanışmaya ihtiyacımız var.

Katılımcılık bir demokrasi deyimidir. Demokrasi de halkın kendi kendini özgürce yönetme rejimidir; tanımının tarihi çok eskidir. Demokratikleşme çabaları Anadolu antik kent yönetimlerinin kurulduğu iki bin yıldan fazla bir süreden beri vardır. Halk kendini yönetme iradesini sivil özgür ve özerk örgütlenmeler aracılığıyla hayata geçirir. Meslek odalarımızın da içinde olduğu bu örgütlenmelerin kamusal alanda görev yapma hakkı, sivil alanda kendini ifade özgürlüğü varoluşlarının gereğidir. Günümüzde bizi kamusal denetim alanında işlevsiz kılan ve yok sayan bir uygulamayla karşı karşıyayız. Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla ortadan kaldırıldığı, iradenin tek bir şahısta toplandığı bir dikta rejimidir yaşadığımız. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, temsili veya katılımcı demokrasiyi tüm kural ve kurumlarıyla bertaraf etti. Meslek kuruluşlarının kamusal alanda karar süreçlerine -istişari düzeyde de olsa- katılma hakkı engellendi, yok edildi. Yerel yönetimlerle ortak mesleki denetim düzenlemeleri engellendi. Sivil toplum özelliğiyle de ifade özgürlüğü siyasi idari ve yasal baskı ve denetim altında. Kamusal alanın hâkimi ve kamusal tüm varlıkların sahibi gibi davranan kamusal zenginliğimize el koyan bir irade / bir sulta, yağma oligarşisi yaratarak yönetiyor ülkemizi. Bu irade yalnızca kendi tebaasına tanıdığı kendine tabi olmayanları yok saydığı gibi, alanımız ve sorunlarımıza dair bilgilerimizi, düşüncelerimizi, eleştirilerimizi ifade edebileceğimiz olanakları başka bir değişle katılım ortamlarını adım adım tümüyle yok etme programını uyguluyor. Meslek kuruluşları bir başvuru danışma mercileri değil ayak bağıdır artık. Kurucu yasamızın değiştirileceği zamanı bekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasi ve insan haklarına dayalı bir hukuk devleti olmaktan çıktığı gibi bir kanun devleti de değil artık. İmar Hukuku’nu belirleyen ulusal yasalar-yönetmelikler-kurallar, bu alanda imzaladığımız uluslararası sözleşmeler de yok sayılıyor. İmar Hukuku da bir referans alanı olmaktan çıktı. Siyasi erkin bürokrasinin ve alanımızla ilgili ihlallerini denetleyecek düzeltecek bir yargı güvencesi de kalmadı. Odalarımızın başvurusu üzerine kazanılan lehimize sonuçlanan bazı davalarda mahkeme kararları bağlayıcı değil, çoğunlukla uygulanmıyor yok hükmünde sayılıyor. (Resim 2)

Genel olarak ve özetle yaptığım durum değerlendirmeye dayanarak; sesimizi duymak istemeyenlerden bizi yok etmek isteyenlerden bir şeyler talep etmek yerine mücadelemizi güçlendirecek direnme azmini besleyecek araçları yaratma çabası üzerine düşünce üretmeliyiz diyorum. Hazırlanacak dosya bu amacın tartışılmasını hedeflemelidir. Direniş ve itiraz modelleri geliştirmeye çalışmalıyız. Dosya hazırlanırken bazı önemli konu başlıklarının gündeme alınması gerekir. Dayatan ihtiyaca ve politikalarımıza uygun çözümleri anlatmamıza yardımı olacağı düşüncesiyle temel konu başlıklarını sıralamak istiyorum.

Demokrasiyi tüm kural ve kurullarıyla savunacak insan haklarına dayalı hukuk devleti talebini öne çıkarmalıyız. Başka bir değişle meslek örgütlerimizin mücadele tarihine, arşivdeki belgelere bir göz atmalıyız.

Cumhuriyetin kuruluş döneminde devletin öncülüğünde planlı kalkınma girişimleri oldu. 1961 Anayasası planlı kalkınmayı öngördü, Devlet Planlama Teşkilatını (DPT) düzenledi. Meslek odaları için DPT’nin örgütlediği yıllık ve beş yıllık planların hazırlanma süreçleri, kararların oluşmasına katılma ve etkin olma ortamı oldu. Ülkemizin yetmiş yıla varan sanayileşme kalkınma kentleşme kırdan kente göç serüveni sağlıksız çarpık kentleşmenin barbarca çevre yıkımının tarihidir. Trakya’nın, Bursa Ovası’nın, Çukurova’nın verimli tarım topraklarını plansız kalkınma yanlış yer seçimi nedeniyle kaybettik. Ülke ekonomisinin yarıdan fazlasını oluşturan sanayi yatırımları altyapı ve yapılaşma deprem kuşağında olan Marmara Bölgesi’nde gerçekleşti. Sermaye sınıfının sözcülerinden Süleyman Demirel’in “plan değil pilav istiyoruz” deyişi hafızalarda canlılığını koruyor. Bertaraf edilen planlı kalkınma anlayışını ve kamusallığı bu dosyada yeniden tartışmaya açmalıyız. Tarihin en önemli kenti olan evrensel değerdeki İstanbul’un gelişme alanlarını helikopterle dolaşarak belirleme yetkisini kullanan yağmacılara karşıtlığımızı bilimsel tartışmalarla eylemlerle derinleştirelim. Yeni İstanbul Havalimanı, Üçüncü Boğaz Köprüsü, Kanal İstanbul gibi çılgın projelere karşı duruşumuzu planlı kalkınma tartışmasında zenginleştirelim.

Sağlıklı kentleşmenin ve halk yararına konut politikalarının çözümünde kırsal ve kentsel toprak mülkiyeti düzeni belirleyicidir. Geçmişte köylüyü toprak sahibi yapacak toprak reformunu savunduk. Kent toprakları kamulaştırılmalıdır, sahiller kamu malıdır dedik. Topraktaki özel mülkiyetin yoksul halk kitlelerini rant yağmasına ortak ederek rantçı sermaye iktidarlarına payanda haline getiren en temel mesele olduğunu anlattık, bugün de bir kez daha anlatalım. Kamu malı olan meraların, yaylaların, vadilerin, göl kıyılarının, su havzalarının, ormanlık alanların yağmalanmasını, maden işletmelerinin doğal yaşamımızı tahrip ederek ülke sathında çoğalarak yayılmasını toprak üzerindeki mülkiyet açısından da tartışalım. Coğrafyamıza fiziki çevremize yapılan bu pervasız ve haşin müdahaleye karşı mimarlık ortamını tahkim edelim.

Son kırk yıl boyunca neoliberal ekonomilerin motor gücü olarak kullanılan özelleştirme politikalarına tekrar bakalım. Özelleştirme konusu fazlasıyla bilgi belge ürettiğimiz bir mücadele alanımızdır. Özelleştirme politikalarının güncel olarak Türkiye ekonomisinin temel beslenme alanı olan turizmi geliştirme planları çerçevesinde meslek alanımızı doğrudan etkileyen yıkıcı ve yağmacı yanı da yaşamsal önemdedir.

Yerel yönetimlerdeki son görev değişiklikleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarını temelden sarsan önemli gelişmelerdir. İki yıldan beri görevde olan yeni yönetimlerle ilişkilerimize ve bu yeni yönetimlerim meslek odalarına kurumsal bakışlarını değerlendirmeler de dosyamıza girebilir. Yerel yönetimler doğrudan demokrasi pratiklerinin ve katılımcı karara süreçlerinin önemli alanlarıdır. İlişkilerin zorluklarına rağmen sürdürülmesine, varsa sıkıntıların giderilmesine yardımcı olur. AKP-MHP iktidarının demokrasinin temelini oluşturan seçme seçilme hakkını gaspeden kayyum uygulaması kapsamlı olarak tartışılmalıdır.

Meslek kuruluşları ortamında tavizsiz eleştirdiğimiz hızlı sağlıksız kentleşme ortamında mimarlar topluluğunun her evredeki davranışlarına da bakalım. Resmî ve sivil alanda müellifi olduğumuz mesleki ürünlerimizle yüzleşmemiz gerekiyor. Konutlarımıza hapsolduğumuz pandemi süresince kentleşme ve mimarinin yaşamsal önemini halkla birlikte bizler de daha iyi kavradık. Artık başka türlü kent formlarını başka türlü mimariyi konuşmalıyız. Bu dosya böyle bir tartışmanın çerçevesini belirlemeye açık olabilir.

Kapitalizmin dünyadaki hegemonyasının son kırk yıllık aşaması, yeni dünya düzeni, kalkınmakta olarak adlandırılan ülkelerin kapitalist metropollerinin bankalarına olan borçlarını devasa rakamlara yükseltti. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu ülkelerinin ekonomileri ülke halklarının refahına ve ülkeler arası dengeli kalkınmaya göre değil borçları geri ödeme planlarını uygulayan ekonomiler olmak zorundadır. Demokrasi, sömürgeciliğin bu yeni versiyonunu sürdürebilmesinin önünde engeldir. Geri bıraktırılmış ülkelerde diktatörlükler -ülkemizde yaşadığımız üzere- kapitalizmin maşası ve hizmetkarı rejimlerdir. Toplumcu ve devrimci mühendis mimarların yarım yüzyıllık emekçi halktan yana mücadelelerini bağımsızlık ve demokrasi ilkeleriyle sürdürmelerinin nedeni de budur.

Demokratikleşmemizin en büyük engelini oluşturan bu gerçekliğe de işaret etmiş oldum. Demokrasi ve katılım tartışması doğal olarak barış meselesini konuşmayı da gerektirir. Savaşların silahlı çatışmaların bölgemizde ve ülkemizde yarattığı tahribatı sivil halkın çektiği acıları uğradığı kayıpları göz ardı edemeyiz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni (İHEB) savaşın barbarca eylemlerinin yarattığı ortam doğurdu. Bildirgenin temel felsefesini belirleyen giriş bölümünde savaş ve şiddet karşıtlığı var. Bildirgenin ikinci bölümünü oluşturan ve hak ve özgürlükleri tanımlayan otuz madde giriş bölümünde öngörülen barış ortamlarında gerçekleşebilir ancak. Savaş ortamlarında kaynaklarımız silah üreten ülkelere ve silah tacirlerine akmaktadır. Savaşlar, silah insan, uyuşturucu trafiği ve kaçakçılığı için uygun ortamlardır. Yurtta sulh cihanda sulh şiarını savunmak güncel ve acil bir görevdir. Bunu da tartışalım. İHEB’nin giriş bölümünde sömürgeciliğe sömürüye savaşlara şiddete işkenceye ve zulme karşı bireylerin ve halkların direnme / isyan hakkının meşru olduğu yazılıdır.

Mimarlık dergisi Yayın Kurulu’na; beni katılım ve demokrasi başlığı altında hazırlanacak dosya çalışması sürecine kattığı, görüş ve önerilerimi sunmama yol açtığı beni meslektaşlarımla ve okuyucularla buluşturduğu için candan teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu icerik 1084 defa görüntülenmiştir.