311
MAYIS-HAZİRAN 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

OKURLARDAN

DOSYA: SORUŞTURMA 2003
MİMARLIK GEÇMİŞİNİ DEĞERLENDİRİYOR

KENTSEL TASARIM VE KORUMA PROJESİ YARIŞMASI: ANTALYA KARAOĞLU PARKI, BELEDİYE BİNASI VE ÇEVRESİ

MİMARLIK VE KENT

KORUMA

  • YARARSIZ MİMARLIK
    Gürhan Tümer, Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Bölümü



KÜNYE
MİMARLIK VE KENT

İstanbul’a Yakışan Projeler Üretebilmek

H. Bülend Tuna

Mimarlar Odası

İstanbul Büyükkent Şubesi Sekreteri.

İstanbul’da bugünlerde nereye gitseniz, bir yol yapım şantiyesi ile karşılaşıyorsunuz. Neredeyse adım atmak imkânsız hale gelmiş durumda. Yöneticilerimiz herhalde “bütün İstanbul’u şantiye haline getirdik” diye gurur duyuyorlardır. Oysa, bir kentli olarak bu kadar rahat sevinemiyoruz. Belediyenin çalışması, kente yatırım yapması güzel tabii ki, ancak yatırımların seçimi, planlanması, uygulanması sırasında gördüklerimiz bizi dikkatli olmaya sevkediyor. Öncelikle ne yapıldığını tam olarak bilemiyor, tartışamıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın gösterişli bir toplantıda açıkladığı 550 proje de bu konudaki sıkıntılarımızı ne yazık ki gideremiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bugünkü yönetiminin göreve geldiği sırada hazırladığı ve dağıttığı 500 büyük proje çalışması da benzer biçimde dikkatleri çekmiş ve eleştirilmişti. Bu çalışmalarda özellikle altını çizmek istediğimiz hususları sıralamak isterim:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi çok büyük mali olanaklara sahiptir ve bu olanakların İstanbul lehine doğru bir şekilde yönlendirilmesi en büyük dileğimizdir. Projelerin birbirlerinden bağımsız olarak değil, genel bir planın parçası olarak ele alınması ve yerleştirilmesi; bu perspektifin de tartışılması, bilimsel olarak irdelenmesi ve herkes tarafından benimsenmesi gözetilmelidir.

İstanbul gibi çok geniş bir alana yayılmış bir kentin planlamasının ana kararları özellikle belirsizleştirilmiştir. Bu, yıllar içinde bilerek, isteyerek yürütülen bir çalışmanın İstanbul’u getirdiği bir noktadır. İstanbul Nazım Plan kararlarının kolaylıkla delinebildiği, istendiğinde rafa kaldırılabildiği, uyulmadığı görülmüştür. Kentin kuzeyi, ormanları, yani şehrin akciğerleri diye tanımlanan alanlar iskâna teşvik edilmiştir. Su havzaları yapılandırılmış, hâlâ daha çeşitli ve oldukça büyük yatırımlarla, bu bölgelerde çekim merkezleri yaratılmak istenmektedir.

Ulaşımla ilgili kararlarda da benzeri bir seyir izlenmiştir. Ulaşım akslarının ve tiplerinin şehrin gelişme grafiğini yönlendirmesi beklenirken, geciken kararlarla, yerleşime açılan alanların ulaşım sorunlarına sonradan çözüm bulunmasına çalışılmıştır. İstanbul’da yaşanan plan kargaşasının üstüne, son yıllarda bir de deprem beklentisi yerleşmiş ve kentimizin yorgun binalarının depremi karşılayamayacağı, dolayısıyla yıkılması gerektiği vazedilmeye başlanmıştır. Endişelerimiz büyük; yeniden yapılaşması düşünülen yerler özellikle kentin tarihi bölgeleri …

Yerel yönetimlerin, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yanı sıra, merkezi idarenin de İstanbul üzerine hazırladığı projeler hep tartışmalı olmuştur. Örneğin radar kuleleri özel bir kararname çıkarılarak ve pek çok kanun askıya alınarak çıkarılmış, koruma kurulları devre dışı bırakılmıştır. Karayollarının büyük ulaşım projeleri, 3. köprü gibi hep tartışma konusu olmuş, yerel yönetim ve merkezi idare çekişmeleri yaşanmıştır. Şu anda nasıl işletileceği bilinemeyen Sabiha Gökçen Havaalanı gibi yatırımları, PTT ve diğer kamu kuruluşlarının ruhsat alınmayan yatırımlarını da sayabiliriz. İstanbul’da proje üretmek, İstanbul’a yakışan proje üretebilmek sorumluluk istiyor. Başta da kamu kuruluşlarının buna özen göstermeleri beklenir.

Bütün bunları bir tarafa bırakarak, yapılan yatırımların doğru kararlar olduğunu varsayarak, projeleri ve proje elde etme yöntemlerini irdelemeye çalışalım. Belediye’nin yayımladığı ilk 500 proje’nin pek çoğunda bir avan proje çizimi veya benzeri bir ilk çalışma mevcuttu. Ancak bu projelerin müellifleri belli değildi. Bir kısmının belediyenin kendi imkânları ile üretildiği, bir kısmının da çağrılı bürolar vasıtasıyla elde edilmeye çalışıldığı söylendi. Projelerin kimisinin oldukça büyük hacimli yapılar olduğu da göz önüne alındığında proje elde etme yönteminin tartışılması kaçınılmaz olmaktadır.

Özellikle belediye gibi kamu hizmeti yapan kurumların projelerini mimari yarışma ile elde etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu kapsamda yarışma yönetmeliklerinde veya bakanlığın ilgili mevzuatında bir düzenlemeye gidilmesi gerekiyorsa gidilmeli ve netleşilmelidir. Kaldı ki mülkiyeti özel şahıslarda veya şirketlerde olsa da, belli metrekarenin üzerindeki tüm yapıların projelerinin yarışma ile elde edilmesi gerekmektedir.

Belediyenin son zamanlarda 2 yarışması oldu, bu yarışmalarla ilgili olarak yer seçiminden programlarına kadar pek çok yönü eleştirildi. Oda olarak bu eleştirileri değerlendirmiş ve aktarmaya çalışmıştık. Bilindiği gibi, bu son yarışmalarla elde edilen projeler hayata geçirilmedi; yakın zamanda da geçirileceğini sanmıyorum. Ayrıca geçmiş yıllarda yarışmaya çıkarılan önemli İstanbul meydanlarının projelerinin hiçbirisi uygulanmamıştır. Bunlardan Üsküdar, Taksim, Beyazıt, Beşiktaş sayılabilir. Bu meydanlarla ilgili tartışmalar sürmektedir, ancak bir yandan da değişik projelerle uygulamaya devam edilmektedir. Bu arada Beşiktaş Yarışması’nı da belirtmek isterim. Beşiktaş Meydanı projesinin, yarışmayı kazanana değil de bir başka büroya verildiği ve yeniden üretildiği basına yansımıştır. Kolokyumu yapılarak mimari basında yer almış bir yarışmanın sonuçlarının hiçe sayılarak bir başka proje aranmasıyla, en azından harcanan emeklere yazık olmaktadır. Ayrıca yayınlanarak mimarlık kamuoyuna malolan bir projenin telif hakkı da sorgulanmalıdır.

Balmumcu Kavşağı’nın düzenlenmesi ise, başka bir sorunu gündeme getirmektedir. Bölge sakinlerinin kavşak inşaatı sırasında belediyenin ilgili dairesiyle yaptığı yazışmanın ibretlik bir cümlesi var: “Söz konusu iş kapsamında yapılacak olan işlerin proje çalışmaları devam etmekte olduğundan henüz otopark yapılacağı kesinlik kazanmamış olup, otopark yapılacak olsa dahi park altına yapılacak olup iş bitiminde park eski haline getirilecektir.” Avan proje ile ihaleye çıkılması ve ihaleyi alan firmaya uygulama projelerinin yaptırılması en yaygın yöntem olarak kabul görmektedir. Oysa bu durumda, hem ihale gerçek değerler üzerinden yapılmamakta, hem de o işin gerektirdiği proje hizmeti doğru bir şekilde üretilmemektedir. Her şeyden önce de projeler yeterince tartışılmamaktadır.

Belediye’nin 500 projenin değerlendirilmesi için, Proje Tetkik Kurulu çalışmakta, bu çalışmalara zaman zaman Odamız temsilcileri de katılmaktadır. Bu süreçten duyduğumuz rahatsızlık kendilerine bir yazı ile iletilmiştir. Öncelikle bütün projeler bu kurula gelmemektedir, en azından Temsilcilerimizin katıldığı oturumlarda gelen projelere bakarak bunları söyleyebiliyoruz. İkincisi, toplantılarda eleştiriler yapılmakta, ancak tutanak tutulmamakta, neticede proje üzerindeki çekinceler havada uçuşan laflar olarak kalabilmektedir. Üçüncüsü de böylesi bir değerlendirmenin ne kadar sağlıklı olduğudur. Proje yeterince olgunlaşmadı, diyerek reddedilince bir başkasına mı verilmektedir; bu durumda proje bedeli ne olmaktadır, ilk çalışmayı sürdüren meslektaşımızın çalışması bir başka büroya altlık olarak mı sunulmaktadır, belli değildir.

Yapılanların İstanbul’daki mimari mirasın yanına konabilecek olgunlukta olması; yarışmaların sadece bir kültürel etkinlik olarak görülmemesi, bir proje elde etme yöntemi olarak benimsenmesi; böylesine kapsamlı projelerin mimarlık kamuoyuna sunulması ve tartışılması gerekir. Belediye kendi dergisinde projelerini gururla tanıtmakta, ancak mimarından hiç söz etmemektedir. Bölgenin en büyük spor tesisinin açılışı yapılmakta, kültür merkezinin temeli atılmakta, mimarından tek satır bile söz edilmemektedir. Mimarı / veya mimarları da nedense bu durumdan rahatsız olmamaktadırlar. Belediye yetkililerine, her binanın yaptıranı kadar mimarıyla da anılmayı hak ettiğini bir yazı ile hatırlatmamıza rağmen hâlâ daha duyurularında mimardan söz edilmemektedir.

Yapılanların, özellikle meydan düzenlemesi adı altında yapılanların, kavşak düzenlemelerinin çok tartışmalı olduğunu söylemek isterim. Nitekim hayatın kendisi belediyenin arzu ettiği gibi seyretmediği için, yapılanlar kısa zamanda değiştirilme ihtiyacı göstermektedir. Belki de şimdi ilan edilen projelerin alanlarında, kısa bir süre önce yine belediyece tamamlanan düzenlemeler mevcuttur. Örneğin, Moda Sahil Dolgusu yaya alanı olarak düzenlenmiş ve pek çok fidan getirilerek dikilmişti. Aradan kaç ay geçti bilmiyorum, şimdi o fidanlar sökülerek köprülü kavşak inşaatı başladı. Balmumcu Kavşağı’ndaki parkın açılışı yapılmadan temel çukurları kazıldı.

Belediyelerin ruhsat aşamasında aldıkları otopark paralarını genel bütçe içerisine katarak harcamaları ve otopark yapmamaları neticesinde, kentimizde oldukça sıkıntılı bir otopark sorunu vardır. Ne yazık ki belediyelerimiz bu sorunun çözümü olarak yeşil alanlara göz dikmişlerdir. Zaten sınırlı bir alanda sıkışmış bu yerlerin altının otopark olarak düzenlenmesi, üstünün de göstermelik bir parka çevrilmesi tehlikesi vardır. Bu yöntemle niteliği bozulmuş, Tepebaşı Parkı gibi pek çok parkımız vardır. Örneğin, Cihangir Parkı’nın alanı belediyeye yeşil alan olarak bağışlanmış olmasına rağmen altı otopark olarak yapılaşmış, üstü de ne kadar olabildiyse park olarak düzenlenmiştir. Bugünlerde reklam panolarında Beşiktaş Belediyesi’nin gururla takdim ettiği Etiler Otoparkı’nın tanıtımını görüyoruz: “Altı otopark, üstü park”

Projeler şimdi 550 oldu. Sebebi de İstanbul’un fethinin 550. yılının bu yıl “kutlanacak” olması. Rastlamadıysanız bile en azından televizyonlardan izlemişsinizdir, dünya metropolü olduğunu iddia eden bir kent olarak İstanbul, yönetenlerinin tercihiyle her sene bir okul müsameresi sergiliyor. Özellikle bu sene 29 Mayıs’ta, oldukça abartılı bir gösteriye hazırlıklı olmalıyız. Oysa ahvadı olmakla gurur duyduğumuz ecdadımız, 500 yıl boyunca böylesi bir günü kutlamayı aklından bile geçirmemiş; ilk olarak 1953’te başlayan kutlama etkinlikleriyle yönetimler İstanbul’u yeniden fethetmeye başlamışlardır. İstanbul’da kentleşme serüveninin hız kazanmaya başlamasının aynı tarihle tesadüf etmesi şaşırtıcıdır. Kentin “el değiştirmesi” gibi bir kavramın sürekli işleniyor olmasının yadırgatıcılığı ortadadır. Bir yanda, “ele geçenin” sahiplenilerek benimsenmesi, içselleştirilmesi konusundaki sıkıntılar, öte yandan restorasyonunu yapıyoruz diyerek ve büyük paralar harcanarak neredeyse yeniden inşa edilen surlar.

Her yerel yönetimin kendi döneminin izi olarak anılacak eserler bırakmak istemesi doğaldır. Ancak sık tekrarlandığı gibi, İstanbul herkesin istediğini yapabileceği boş bir arsa değildir. Bunu gözardı eden yönetimlerin eserleriyle değil, yıkımlarıyla hatırlandığı dönemler olmuştur, Menderes yıkımları, Dalan yıkımları gibi. Bazı hemşerilerimizin yapılanları makul görmesi, yeşil alanların imara açılması, tarih tahribatı gibi konuları dile getirenleri küçümsemesi, “Omlet yapılırken, yumurta kırılacaktır” gibi veciz ifadelerle destek olmaları sonuçta bir şey değiştirmemekte, İstanbul hırpalanmakta ve yapılanlar ne yazık ki bir “kent suçu” olarak hafızalara yerleşmektedir.

Bu icerik 1578 defa görüntülenmiştir.