345
OCAK-ŞUBAT 2009
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

ANMA

DOSYA: TOPLU KONUT MİMARLIĞI: Deneyimler, Olanaklar, Olasılıklar

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: TOPLU KONUT MİMARLIĞI: Deneyimler, Olanaklar, Olasılıklar

Kültür Nesnesi Olarak Konut ve Politik Aktörlerin Arka Bahçesi Olarak Konut Üretimi

Ali Cengizkan
Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü


NORMATİF BİR OKUMA: KÜLTÜR NESNESİ OLARAK KONUT
 
Konut üretimi süreçlerine, konutun kullanıcısı / kullanıcı adayı açısından baktığımızda şunu söylemek olanaklıdır: Bütün konutlar birer kültürel nesne (obje) olarak değerlendirilebilir, değer kazanır, dolaşıma girer. Bu durum, konutu şehircilik ve mimarlık disiplinlerinin ötesinde bir ilgiye, bağlantıya, ilişkiye açar. Artık konutu bağlantısız bir nesnel karşılık olarak anlamlı bulmayız; konut, onu kullanacak / kullanmakta olan kişiyle ilinti içinde bir anlama sahiptir; bu kişi yoksa ya da bu anlamı geliştirmiyorsa konut da yoktur, bir anlamda. İnsanın yaşadığı, kendini gerçekleştirdiği, kendi kendisini ve soyunu yeniden ve tazeleyerek ürettiği mekânı imleyen konuta bir kültür nesnesi olarak bakmanın yeni görüş ufukları açabileceğini düşünüyorum.
 
Konut,
o      Bir barınma nesnesidir, bize çatıyı ve duvarları sağlayan, içinde sarmalanıp korunduğumuz bir “yuva sıcaklığını” olanaklı kılan, bizi kötü hava koşullarından koruyan, bizi sığınaktaki gibi yabancılardan saklayan...
o      Bir prestij nesnesidir, bizim hayat tarzımızı simgeleyen, sınıfsal bağlarımızı, inançlarımızı, bizi, sahibini ya da içinde oturanı temsil eden bir amblemdir, simgedir, gösteriş nesnesidir.
o      Bir meta nesnesidir, yalnızca bizi değil konut pazarını, bir son ürün olarak bütün kenti ilgilendirir; üstelik bir değişim değeri de oluşturur, ’satılık’ ‘kiralık ilanlarında somutlaşan bir özelliği vardır.
o      Bir tüketim nesnesi olarak konut, kendi cari değişim değerini oluşturur; bu değerin ne maliyet ne de meta değeri ile ilişkisi kalmayabilir.
o      Bir yatırım nesnesi olarak konut, bizimki gibi ekonomisi inişli çıkışlı, kimi zaman darmaduman olan ülkelerde, bir banka hesabı gibi, yüksek ya da düşük ama düzenli getirilere açık, kullanılabilir; türlerinin meşru, yasal, yasadışı ya da gecekondu ve kaçak gibi kategorilerde olması bunu değiştirmez.
o      Bir üretim nesnesi olarak konut, kendi içinden çıkıp oluştuğu üretim ilişkilerinde bir dizi toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmenin ortaya çıkmasını da tahrik eder.
o      Bir emek nesnesi olarak konut, kendi nitelikleri üzerinden bir dizi değerin oluşmasını sağlar; yoğunlaştırılmış emek başka emeklerle buluşur; değerler sistemi oluşturur. Emek nesnesi olarak konut, onun bu değerini alımlayanlar için bir davranış kalıbı-modeli oluşturabilir.
o      Kültürel yaratı (artifact) olarak kentin nesnesi olan konut, ki bu durumda kenti ürettiği gibi onun ürünü de olabilmektedir; nesne ile bağlam ilişkisi doğmaktadır.
o      Kültürel aidiyetin nesnesi olarak konut, kolektif/kişisel anımsamanın ajanı olarak davranmakta, ortak bir amaç doğrultusunda bir politik muhalefetin kaldıracı olmaktadır.
o      Bir mimari tasarım nesnesi olarak konut, bir çağdaş ya da güncel ya da dönemsel olarak meşru tasarım anlayışının simgesi, taşıyıcısı, temsilcisi olabilmektedir.
 
TÜRKİYE’DE KONUT ÜRETİMİ: TÜRLER, DÖNEMLER, EĞİLİMLER
 
Öte yandan “Türkiye’de konut sorunu”, 1920’lerden beri, ama 1960’lı yıllardan başlayarak ivmeli ve kitlesel bir karakter içinde, çok el üstünde tutulan, çok revaçta olan bir politik sömürü alanı oluşturmuştur. Bunun çarpıcı sonuçlarına girmeden, çok ana hatlarıyla Türkiye’deki konut üretimine değinmekte yarar var.
 
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra dar ve niteliksiz yatırım sermayesi, ancak bireysel konut üretimine elverirken, küçük girişimciliği teşvik eden bir süreç onyıllar içinde gelişti, kendi kanallarını yarattı. Birikimleri büyük olan kullanıcı kesimin yanısıra, birikimleri yetersiz kesim için de konut üretmek için oluşan “yap-sat”çı sistem, bu dar kapsamlı sermayenin çarkı döndürebileceği yeni bir alan oluşturdu. Geçici olarak koşula bağlanmış / dondurulmuş mülkiyet üzerinden, yatırım sermayesi birikimi genişletilmeye çalışılırken, kent topraklarında şehir planları açısından planlı ve mülkiyet açısından parçalı bir kentsel rant yaratma projesi olarak konut türü, tipoloji olarak apartmanda takılı kaldı. Bireysel birikimleri küçük ama kültürel ve sosyal hedefleri büyük kesim eliyle de “gecekondu” adlı, bu toprakların icadı olan bir barınak telafi biçimi oluştu.
 
Merkezî otorite kendi yatağında gelişen ekonomik sermaye araçlarının önünü açmak için, çeşitli dönemlerde akılcı araya girişlerle, yeni mekanizmalar geliştirmeye çalıştı. Bu araya girişlerin her dönemde politik yönsemeleri olduğu yadsınamaz. Daha 1920’li yıllarda, gerek Vakıf İdaresi, gerek belediyeler, gerekse çağrılı yabancı mimar grupları ve yatırımcılar eliyle, elde edilen konut türleri, tipolojileri ve elde etme mekanizmaları konusunda ‘yenilikler’, ‘taze başlangıçlar’ yaratılmaya çalışıldı. Böyle bakıldığında, merkezî otoritenin çeşitli araçlarla, örneğin büyük apartman bloklarını geliştirmeye çalıştığı; bunda kısmen başarılı olduğu; kendi çalışanları için ucuz konut ve lojman üretimini denediği, ancak bunun bir örnekle sınırlı kaldığı; 1957’de kurulan İmar ve İskân Bakanlığı içinde ise, çok nitelikli araştırma projeleri yoluyla, konut kooperatifçiliği dışında büyük sermayeleri harekete geçirmeye çalıştığı, bunda da Emlak Bankası modeliyle, bir ölçüde başlangıç yaptığı söylenebilir. Bir başka kanalda ise, konut kooperatifçiliği geliştirilmiştir; 1935’te ilk örnekleri görülen kooperatif yaklaşımı, bütün özündeki sapmalara karşın, 1945-1965 arasında, Türkiye konut üretiminde öncü sektörlerden biri haline gelmiştir: Bu alandaki üstelik de çoğu kolektif zihniyetle yapılan çalışmalara bakıldığında, yine bütün sapmalara karşın, mimari ölçekten toplumsal kuruculuk ve katkılara, bölge bölge yeni kent parçalarının ‘kurulmasından’ bu parçaların bütünleşmiş kent nüfusu ve fiziksel mekân üretimi açısından mikro ölçekteki başarılara imza atıldığı görülür. ‘Kentin ve kentliliğin ne olduğu – ne olmadığı’ konusundaki toplumsal algının belirlenmesinde de konut kooperatifçiği dönemi uygulamalarının etkisi olduğu yadsınamaz. 1960 sonrasında artık konut kooperatifçiliği girişimcilik olarak masumiyetini kaybetmiştir; tıpkı gecekondu mahallerinin üretimindeki gibi bir metalaşmaya ağırlık verme sözkonusudur, bir modelden sözetmek zorlaşır. 1970’li yıllarla birlikte devletin araya girişinin semeresi olarak artık sermayeleri büyük konut üretim firmaları da konut sektöründe belirirler; bu kanal kendi içinde gelişimini sürdürmektedir.
 
1980’li yıllarla birlikte, bu kez kentsel mekânın sorunları baskı oluşturarak buraya kadar sayılan konut edinme ve üretme biçimlerine yenilerini ekler: Gecekondu alanlarının dönüşümü için geliştirilen yasalar ve projeler, gecekondu önleme bölgelerinin (GÖB) yeterli olmadığının bir kanıtı gibidir; ortaya çıkan yeni konut bölgeleri, gecekondu mülkiyetinin çözülmesini gündeme getirdiği kadar, merkezin hemen çevresindeki alanlarda yaratılan yeni rantlarla orada yerleşik olarak en azından kırk yıldır yaşayanları ‘yerdeğiştirmeye zorlar’. Eskiyen kent merkezleri için geliştirilmekte olan ‘kentsel dönüşüm’ projeleri ise, küreselleşen sermaye döneminde bu ‘yerdeğiştirme zorlamasını’ daha merkezdeki daha yerleşik olduğunu bildiğimiz kullanıcı grubuna uygulamak üzere geliştirilmektedir: Bunun canalıcı toplumsal sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
 
POLİTİK AKTÖRLERİN ARKA BAHÇESİ OLARAK KONUT ÜRETİMİ
 
İşte bütün bu dönemlerin, aşamaların, ortamların, üretim biçimi fazlarının, her birinin bir politik bağıt içinde olduğunu düşündüğümüzde, başlangıçtaki normatif okumalardan uzaklaşır, yukarıdaki dönemlemenin yardımcı ancak yetersiz de olduğunu farkederiz. Politik bağıt, olmazsa olmaz bir toplumsal nitelik olarak konutların üretim biçimlerine içkindir. Temsili demokrasinin getirdiği politik aktörler, aslında seçilmiş olanlar olarak anımsanır; oysa onların etkin davranışları sonucunda yönlendirilen seçilmiş değil, seçme hakkı olan kitlesel politik aktörlerin varlığı, temsili demokratik alanın niteliğini belirler.
 
O nedenledir ki, sondan geriye gidecek olursak, kentin canlılığını yitirmeye yüz tutmuş olan merkezindeki dönüşümden pay alacak olan seçme hakkı bulunan politik aktörler grubu, geliştirdikleri karar bir çoğunluk ya da bir azınlık aleyhine olacakmış kaygısına kapılmadan, yani genel kamu hukuku ve kamu çıkarı gözetmeden, kendi meşruiyetleri ve çıkarları doğrultusunda seçilmiş politik aktörleri yönlendirirler. Üstelik de görünen tersi gibidir; sanki seçilmiş politik aktörler eliyle merkezî otorite yeni bir sermaye kalıplanması arayışı içinde kitleleri biçimlemektedir. Bu durum yalnızca bu son örnekte olsa iyi: En başlangıç örneklerinde bile, biliniyor ki, konut kooperatifçiliğinin dinamosunu oluşturan, konut yatırımı yapabilecek olan küçük sermaye sahipleri, çıkar grupları ve büyüklü-küçüklü politik iktidar sahipleridir. Çok bilindik örnek olan Bahçeli Evler Yapı Kooperatifi’nde, planı yapan ve yaptıran, kredi veren ve alacak olan, yasayı ve yönetmeliği çıkaran ve çıkan yasadan yararlanacak olan herkes, bu kooperatife konut hak sahibi üye olarak girmiştir. İzleyen en masum döneminde bile, konut kooperatifçiliğinin ve arsa kooperatifçiliğinin dinamosu, yine süreç olarak kooperatifçilikten yararlanacak olanlar ve sürecin içine yerleştirilen küçük spekülatif araçlardır. Politik aktörlerin de üye ya da onay veren kesimler olarak bu araçlardan yararlandıkları; bu süreçlerin seçim dönemlerinde değişime, dönüşüme açılarak kullanıma girdiği hatırlardadır. ‘Gayrimeşru’ sayılan konut üretim biçimlerinin nasıl seçim öncesindeki bir, iki ay boyunca serbest bırakıldığı ve teşvik edildiği, ama seçim sonrasında bunu gerçekleştiren politik aktörler tarafından nasıl görünürde yasaklandığı anımsanacaktır. Bu süreçler politik seçimlerle eşfazlı olarak üst üste kullanılmış, o kadar ki artık kentsel mekândaki konut hakedişi üzerinden yapılan bu politikalar, toplumsal yapının ve kentsel mekânın kuralsızlıkla biçimlendirilmesini mazur gösteren bir yapıya büründürmüştür.
 
Bu bakış açısının, Türkiye’de konut üretimi konusunda herkesi umutsuzluğa yönlendireceği düşünülebilir. Ancak, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) son altı yıllık etkinliğini değerlendirmek için yola çıktığımda, bunları düşünmeden edemedim: Nasıl olur da, 1980’li yılların sonunda, nitelikli konut tasarımı ve uygulaması konusunda olduğu kadar, bu konutların ürün olarak dar gelirli, alım gücü küçük olan kesimlere sesleneceği konusunda da kafa yorup düşünce üreten, bunu örneğin Ankara Eryaman yerleşiminin 1. Etabı’ndan başlayarak deneyen bu kurum, ilk beş etap sonunda elde ettiği bütün birikimleri çöpe atar? Sanki, müteahhitlik hizmetlerinin satın alınması; yapım-üretim sürecinde arada geliştirilen yeni aktörlerle konut bitişleri niteliğinin artırılması; konut yakın çevresinin niteliğinin yükseltilmesi; konut çevrelerinde türdeş olmayan kullanıcı kesimlerinin biraraya getirilmesi yoluyla sosyal eşitlik duygusunun desteklenmesi; konutun bir meta olarak dolaşıma girmesi noktasında, alım gücünün belirlediği bir topluluk türdeşliğinin oluşturulması; konut çevrelerinin sürdürülebilirliğinin demokratik katılımcı yönetimlerle kendiliğinden elde edilmesi; konut çevrelerinin fiziksel bölge olarak kentin ayırdedilebilir parçası olmasının, konut üretim sürecinin sonucu olması; ve benzeri konularda aşama kaydeden bu kurumun kendisi değilmiş gibi, bir çalakalem nicel üretim yoğunluğu içinde 500.000 birime ulaşılmaya çalışılıyor. Öyle ya, politik aktörlerin arka bahçesi olarak konut üretimi, bu yeni dönemde, kamu ve hazine mallarının ucuzluğunu ve bunun küresel dolaşım içindeki yüksek rantını yeni keşfetti.
 
Konutun,
o      bir barınma nesnesi,
o      bir prestij nesnesi,
o      bir meta-nesne,
o      bir tüketim nesnesi,
o      bir yatırım nesnesi,
o      bir üretim nesnesi,
o      bir emek nesnesi,
o      kentin bir kültürel yaratı (artifact) olarak nesnesi,
o      bir kültürel aidiyet nesnesi,
o      bir mimari tasarım nesnesi,
olduğunu unutmadan sorduğumuz yeni ama hamasi olmayan politik sorular, belki de bu kısır döngüden kurtulmamızı sağlayacak! Tam da bu mikro ölçekteki politikalar, seçme hakkı olan politik aktörlerin seçilmiş politik aktörlerin tasallutundan kurtulmalarını, kendi öz-iradeleri ile davranmalarını gündeme getirecek.
 
Dolayısıyla, bizim mimar olarak araya girişimizin oluşturduğu değerler dışında konutun bir kültürel nesne olduğunu hatırlamamızdan başlayan süreç, onun aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve politik oluşumların da ürünü olduğunu hatırlamamızı sağlayacak. Bu oluşumların doğrudan her bir konut üzerindeki belirleyici rolünün önemi ve yer kavramı temelinde geliştirilecek mikro ölçekteki politikalar, yeni politik aktörlerin değişimde rol almalarını sağlayacak. Arka bahçenin kurtuluşu, arka bahçenin görece özgürleşmesi buna bağlı.
 
 
KAYNAKLAR
 
Cengizkan, Ali, 2000, “Toplu Konut Idaresi (TOKİ) Bir Tasarım Deneyi: Eryaman 3. Etap ve 4. Etap Konutları”, XXI Mimarlık Kültürü Dergisi, sayı:4, Eylül-Ekim 2000; ss.136-143.
 
Cengizkan, Ali, 2004, “Özgünlük ve Tekrarın Tekrarı: Konutta Yeni Gelişmeler ve Nesne Olarak Konut”, Arredamento Mimarlık, Ocak 2004, sayı:100+65; ss.106-15.
 
Cengizkan, Ali, 2007, “Ankara’yı Konutla Varetmek: 1975 Sonrasında Kenti Kurmak ve Dönüştürmek”, 2000’lerde Türkiye’de Mimarlık: Söylem ve Uygulamalar, der. Tansel Korkmaz, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara; ss.33-54.
 
Tekeli, İlhan, 1982, “Türkiye’de Konut Sunumunun Davranışsal Nitelikleri ve Konut Kesiminde Bunalım”, Konut ’81, Kent-Koop Batıkent Konut Üretim Yapı Kooperatifleri Birliği Yayını, Ankara; ss.57-101.

Bu icerik 3617 defa görüntülenmiştir.