KRİZİN MİMARLIĞI
			Mimarlıkta Sığınmacı / Mülteci Krizini Yeniden Düşünmek / 
			Neslihan Dostoğlu, Prof. Dr., İKÜ Mimarlık Bölümü
			Yaşama mekânını terk ederek farklı coğrafyalara göç edenlerin sayısı kontrol edilemez şekilde artarken, bu hareketliliğin karşılığı olması gereken mekânsal düzenlemeler oldukça yetersiz kalıyor. Bir “kriz” durumu olarak niteleyebileceğimiz bu noktada mimarlık nerede duruyor? Bu sorunun cevabını aramak ve konu hakkındaki diğer çalışmaları gündemimizde tutmak amaçlı açtığımız “KRİZİN MİMARLIĞI” isimli bölümümüzün çerçeve metni Neslihan Dostoğlu tarafından kaleme alındı. Bundan sonraki sayılar ise katkılara açık.
			
			
			
			
			Dünyada birçok ülkede  sığınmacı / mülteci sayısı giderek artarken, hareket halindeki, transit geçiş  yapmakta olan veya çeşitli biçimlerde yerleşen sığınmacıları / mültecileri  konuk etmekle ilgili mekânsal uygulamalar farklı, yeni ve doğaçlama biçimler  olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu biçimler, formel düzenlemeler, enformel  girişimler, zorunlu olarak sürdürülen politikalar ve mekânsal uygulamaları  kapsayan geniş bir panoramaya sahip mekânsal tartışmaları yansıtmaktadır.
Oysa, sığınmacılar / mülteciler,  yetkililer, kamusal ve özel sektör paydaşları tarafından alınan fiziksel  önlemler daha geniş bir mekânsal söylem dahilinde değerlendirilebilir. Aidiyet  ve bağlılıkla ilgili değerlerin farklı bir biçimde yeniden yorumlanmaları  sürekli olarak müzakere edilirken, mimarlık alanı hem devam eden uygulamaları  sorgulayabilir hem de giderek artan sığınmacı / mülteci kökenli nüfus için  sosyo-mekânsal bağlamda ilişki kurmayı destekleyecek barınma ve buluşma ortamlarının  şekillenmesinde rol alabilir. Bu kapsamda, kentle ilgili yeni bağlamsal  zorluklardan dolayı, mimarlık mesleği krize yanıt verecek şekilde barınak,  konum ve yerleşkeler ile ilgili fonksiyonları yeniden düşünme sorumluluğunu taşıyabilir.
1951 Mülteci  Sözleşmesi’nde “mülteci”, ırk, din, milliyet, belirli bir sosyal gruba üyelik  veya politik bir görüşü sahiplenme nedeniyle öldürülme korkusunu taşıdığı için  ülkesi dışında bulunan ve bu korku nedeniyle sözkonusu ülkenin koruması altına girme  konusunda isteksiz olan kişi olarak tanımlanmaktadır. Mülteci krizi uzun  yıllardır küresel bir sorun haline gelmiştir. Yerinden edilmek daha da yaygın  bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır, çünkü yerinden edilen insanlar farklı  nedenlerle ülkelerini terk edemeseler bile aynı ülkede daha güvenli bölgelere  yerleşebilmektedir. Halen dünyada 60 milyon insan savaş veya çatışmalar nedeniyle  yerlerinden edilmiş durumdadır. Ancak günümüzde Suriye’deki savaş nedeniyle bu  sayılarda büyük bir artış olmuştur. İç savaşın başladığı Mart 2011 tarihinden  itibaren 12 milyon kişi (savaş öncesi Suriye nüfusunun yarısı) Suriye’deki  evlerini terketmiş, bunlardan 5 milyonu ülkelerini de bırakarak önce komşu  ülkelerde, daha sonra farklı coğrafyalarda mülteci olmuşlardır. 250.000’in  üzerinde insanın öldüğü, yiyecek ve ilaç gibi temel ihtiyaçların zor bulunduğu iç  savaştan kaçanlar ya çevredeki komşu ülkelerde hayatlarını sürdürmeye çalışmakta  ya da kendileri ve aileleri için fırsat yaratabileceğini düşündükleri Avrupa’ya  geçmeye çalışmaktadır. 
Krizin başından bu yana 5 milyon kişi Suriye’yi terketmiş olup, resmî kayıtlara göre  bunlardan 2,5 milyon kişinin 2015 yılının sonunda Türkiye’de yaşadığı tespit  edilmiştir. Buna resmî kayıtlara dahil olmayan Suriyeli mülteciler de  katıldığında, sayının 3 milyona dayandığı görülmektedir. Türkiye halen dünyada  en fazla sığınmacı / mülteci barındıran ülke konumundadır. Suriyelilerin mülteci  olarak gittikleri hiçbir ülke onlara Türkiye’de olduğu kadar pozitif bir  şekilde yaklaşmamaktadır.
Türkiye’nin farklı  kentlerinde 25 civarında sığınmacı kampı inşa edilmiştir. Bu kamplarda temel  eğitim ve sağlık hizmetleri sağlanmaktadır. Ancak, Suriyeli sığınmacı / mültecilerin  sadece yaklaşık % 15’i Türkiye’deki kamplarda yaşamakta ve asıl problemler bu  grubun dışında kentlerde yaşayan sığınmacı / mültecilerle ilgili ortaya çıkmaktadır.  Türkiye’deki kampların koşulları genelde iyi olmakla birlikte, prefabrik  üniteler yerine çadırlarda kalan kişiler de bulunmaktadır. Kampların dışında  yaşayan büyük çoğunluğun en büyük sorunu barınma olup, genelde bakımsız ve  kalitesiz konutlarda çok sayıda Suriyeli bir arada yaşamaktadır.
Sığınmacı / mültecilerin  yasal statüsü en sorunlu alanlardan biridir. Türkiye, Birleşmiş Milletler  tarafından 1951 yılında Cenevre’de imzalanan “Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair  Sözleşme”yi aynı yıl coğrafi kısıtlamalarla kabul etmiş olup, bu kapsamda  sadece Avrupa’dan gelenlere “mülteci” statüsünü verebilmektedir. Savaşın  başından beri Suriye sınırında açık kapı politikası izleyen Türkiye’ye gelmek  isteyen kimse geri çevrilmemiştir. Ancak, gelen Suriyeli göçmenlere sığınmacı statüsü  verilerek misafir edilmekte ve bu kişiler geçici koruma kapsamında Türkiye’de  barınabilmektedir. Bu durum Türkiye’deki Suriyelilerin statüsünü  muğlaklaştırmaktadır. Bir başka deyişle, Türkiye Suriyelilerin temel haklarını  sağlamakta ve bir anlamda toplum da onları tolere etmektedir. Ancak, bu muğlak  durum ve son döneme kadar yasal olarak çalışma izinleri olmaması nedeniyle  Suriyeliler asıl Avrupa’ya gitmek istemektedir. Yapılan araştırmalar, transit  geçiş için kullanılan ülkelerde aslında sığınmacı / mültecilerin ancak % 10’unun  başka ülkelere geçebildiği, % 90’ının ise kaldığını göstermektedir. Yine bir  başka araştırma, sığınmacı / mültecilerin savaş bitse bile ülkelerine dönmek  istemediğini göstermektedir. Tüm bu nedenler dolayısıyla sığınmacı / mültecilerin  topluma entegrasyonu için gerekli adımların atılması beklenmelidir. Evlerini ve  ülkelerini terketmek zorunda kaldıklarından yersizlik duygusunu yoğun olarak  yaşayan sığınmacı / mültecileri kentle ve toplumla bütünleştirmek için aidiyet hissini  çoğaltmak önemlidir. 
Suriyeli sığınmacı / mültecilerin  çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Özellikle genç kızlar çaresizlikten  genç yaşta güneydoğu Anadolu’da kuma olarak o bölgelerde yaşayan erkeklerle  evlendirilmekte ve mevcut aile yapıları bozulmaktadır. Ayrıca, sığınmacı / mülteciler  marjinal sektörde herhangi bir güvence veya yasal dayanak olmadan  çalışmaktadır. Ancak son dönemlerde bu konuda bazı iyileştirmeler yapılmıştır. 
Türkiye 3 milyon göçmeni  barındırıp, özellikle kamplar dışındakilerin barınma ve iş sorunları için  kapsamlı bir çalışma yapmazken, Avrupa ülkeleri bu sayının neredeyse yüzde  birinin kabulünde sıkıntılar yaşamakta, öte yandan kampların daha kaliteli bir  hale getirilebilmesi için çeşitli çalışmalar yaparak mültecilik statüsü  kesinleştikten sonra bu kişilere konut ve iş sağlanabilmesi için öneriler  geliştirmektedir.
Tüm bu gelişmeler  değerlendirildiğine, sığınmacı / mülteci konusunun dünyanın pek çok ülkesinde bir  sorun olmaya devam edeceği görülebilmektedir. Mimarlık dergisi Yayın Kurulu bu gelişmeleri değerlendirerek, bu  sayıdan itibaren “KRİZİN MİMARLIĞI”  bölümünü oluşturmaya ve devam eden sığınmacı / mülteci krizi ile ilgili farklı  disiplinlerden yenilikçi yaklaşımların belirlenmesi için araştırma ve uygulama  gündemlerini, zorluklarını ve stratejilerini sorgulayacak ve yeniden  şekillendirecek çalışmaları Mimarlık dergisinde yayımlanmak üzere davet etmeye karar vermiştir.
 
			
			
			Bu icerik 7156 defa görüntülenmiştir.