MİMARLIK VE MEDYA
Küresel Mimarlık Pazarında Yeni Bir Araç Olarak Dijital Medya
Bilgen Boyacıoğlu Dündar , Yrd. Doç. Dr., Gediz Üniversitesi, İç Mimarlık Bölümü
Özlem Erdoğdu Erkarslan , Prof. Dr., Gediz Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Tülay Erenoğlu , Arş. Gör., Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Gelişen bilgi ve iletişim teknolojileriyle dijitalleşen bilgiye erişim yöntemleri mimarlık ve medya ilişkisini de yeniden tanımlıyor. Gittikçe yaygınlaşan mimari portalları örnek gösteren yazarlar, bu mecranın içerikten ziyade sadece imge üzerinden ilerleyen gündemi takip etme istenci oluşturduğunu ve mimari ürünün söylemsel ve eleştirel olarak değerlendirilmesini engellediğini ya da böyle bir talebin giderek azalmasına sebep olduğunu söylüyor. Yazarlar ayrıca böyle bir yeniden üretim ortamının mimarlık ürününün sadece bir form üretme süreci olduğu sanısını güçlendirdiğini belirtiyor.
Makalede küreselleşme ve dijital teknolojilerin, zaten sorunlu olan mimarlık ve medya ilişkisini daha da sorunlu hale getirerek yarattığı “kriz”in varlığına dikkat çekilmektedir. Küreselleşmeyi “zaman-mekân sıkışması” olarak tanımlayan David Harvey, “sıkışma” terimiyle “hayatın hızının artışı”nı ve “mekânsal engellerin aşılması”nı ifade eder.(1) Bu “sıkışma” sonucu anlık ve derinliği olmayan bir dünya yaratılmaktadır. İletişim alanında yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde, sınırların kalktığı bir dünyada artık sabit anlamların ve mekânların varolmadığı ve her şeyin sadece akış halinde olduğu bir “mekânsız mekân” düzeninin her türlü kültürel üretimi başkalaştırdığı görülmektedir.
Giderek mimari dergilerin yerini alan mimarlık portallarının resmî istatistikleriyle ilan edilen tabloya bakıldığında kullanıcı profilinin ağırlıklı olarak 18-34 yaş diliminde, lisans ve lisansüstü eğitimini sürdüren kişiler ile mesleğe yeni atılmış meslek insanlarını kapsadığı görülmektedir.(2) Dolayısıyla mimarlığın krizi, aynı anda mimarlık eğitiminin de krizidir. (Resim 1) Mimari üretimin entelektüel boyutunun giderek erimesi, yerden, coğrafyadan, bireysellikten ve biriciklikten uzaklaşması, mimari ürünün sadece kendisine referans verecek şekilde varolması olarak tanımlayabileceğimiz kriz ortamı, küresel mimarlık pazarını besleyen yeni mimarlık medyasıyla yakından ilişkilidir.
İMGENİN DOLAŞIMI
Bugünkü çerçevesine oturmuş olan medya kavramı ve tanıdığımız araçları oluşmadan çok önce de aslında gerçekliğin yerini tutan ve onu bir anlamda dolaşıma sokan araçlar vardı. Daniel Purdy, hacılar ve turistlerin Alpler boyunca yaptığı yolculuklar aracılığıyla mimari imgelerin dolaşıma sokulduğunu söylemektedir. Mimari çizimler, “
treatise”ler, kişisel koleksiyonlar seyyahlara kendi vatanları dışında hayran oldukları yapıları kendi vatanlarında bir anlamda tekrar üretmek için aracılık etmiştir. Modern-öncesi bu medya dolaşımını en güzel belgeleyen örneklerden bir tanesi de Andrea Palladio’nun Kuzey Avrupa’da tanınması ve benimsenmesinde
Four Books on Architecture adlı kitabın etkili olmasıdır. Palladian Villaların İngiliz ve Amerikan peyzajlarında benzerlerinin inşa edilmesi, imgenin çoğaltılarak dolaştırılmasına en tipik örneklerden bir tanesini teşkil etmiştir.(3) Böylelikle yazılan ve basılan mimari gerçeklik bir tür meşruiyet kazanarak kabullenilir olmuştur. Palladio’dan bu yana imgenin yeniden üretilmesi ve dolaşıma girmesi Batı kültürü egemenliğinde gelişen medyayla kültürel tekelci bir yaklaşım sergilemiştir.
Medya kavramı zaman içinde dönüşüme uğramış ve farklı ortamlarla karşımıza çıkmış olsa da mimarlığın yeniden üretildiği zemin olarak gücünü hiç kaybetmemiştir. Mimarlık medyasının tarihi, mimarlık tarihinin en önemli dayanağı olagelmiştir. Çünkü medyanın gücü, döneme dair öne çıkarılan eğilimleri, mimarları, ürünleri belirlediği gibi, hangi mimarların / yapıların yok sayılacağını belirlemeye de muktedir olmuştur. Medyanın onay ve dışlama mekanizmalarıyla bağlantılı olarak mimari ürünün çevresinde oluşturulan söylemler, bir anlamda mimarlığı yeniden üretmektedirler. Dolayısıyla üretim ve yeniden üretim Colomina’nın dediği gibi bir döngü olarak karşımıza çıkmakta ve medya da bu döngüde bütün bu süreçlerin gerçekleştiği bağlamı oluşturmakta ve çoğu zaman belirleyici tek unsur olmaktadır.(4)
Mimarlık medyasının yeniden üretim ve yeniden yaratım süreçlerine etkisini tartışırken fotoğraf ve mimari ürün arasındaki temsiliyet sorununa tekrar dönmemiz gerekmektedir. Fotografik imge kendi başına yeniden üretimin gerçekleştiği bir temsil biçimidir. Fotoğraf, çoğu zaman bir ürünün kopyası veya temsili olarak algılanır. Fakat fotoğraf yeni bir bakış açısı oluşturma ve kimi zaman ürünün içerdiği gerçeklikten farklı algılar yaratabilme kapasitesine sahiptir. Mimari fotoğraf, mimarlık dergileri aracılığıyla mimarların idealize ettikleri resimsi anlatının meşrulaşmasına yardımcı olmuştur.
Basılı medyanın fotografik imgeye teslim olmuş eğilimine karşıt duruşlar da medya tarihinin bir parçasıdır. Pierre-Alain Croset (Casabella’nın editörü) bir mimari ürünün nasıl yayımlanacağını sorgularken, dergide fotoğraf kullanmayı, aslında yapıyı okuyucunun deneyimlemesine olanak tanımaması sebebiyle yeterli bulmamıştır. Ona göre anlatı önemli bir araçtır. Croset’e göre mimari ürünün kendi yerinde ve kendi zamanında duyularla deneyimlenmesi yazılı ve görsel medya tarafından atlanmaktadır ve bu eksikliği onarmanın en iyi yolunun mimari ürünü birinci elden deneyimleyen bir eleştirmenin anlatısı olduğunu düşünmüştür.(5)
Dolayısıyla söylemsel oluşumlar, özellikle yazılı medyada yapıya dair birçok özelliği ve imajları desteklemiş ve yapıya dair genel bir çerçeve oluşturmuştur. Bu söylemsel oluşumlar teorik, tarihsel veya eleştirel nitelikte olabildiği gibi, çizim, yazı, maket ve benzeri gibi temsil söylemleri temel alınarak da ifade edilebilmiştir. Medyayla kurulan bu ilişki üretken olabildiği gibi yeniden üretimi içermeyen sadece yansıtıcı bir ilişki de olabilmekte ve günümüzde farklı örnekleri olsa da özellikle dijital medyada izlediğimiz mimarlık ortamı kullanıcı, izleyici ve üretici açısından böyle bir ilişki biçimini içermektedir.
KÜRESELLEŞEN DÜNYADA MİMARLIK DİSİPLİNİNDEKİ KRİZ GERÇEĞİ
Teknolojideki değişimler yalnız gündelik yaşamı değil, tüm disiplinleri ve epistemolojiyi dönüştürmüştür. Mimarlık disiplini de 1990’lardan beri kendi alanı içerisinde bu değişikliği sindirmeye ve daha olumlu yönde anlamaya çalışmaktadır. Uzun bir süredir kuram alanında tartışılan “maddesizleşme”, iki anlama gelir: Birincisi, sanal gerçeklik nedeniyle iletişim kurmak için artık maddelerin kendisine veya bedenlere gereksinimimiz kalmamıştır. İkincisi de fizik ve malzeme bilimindeki yenilikler ve yeni teknolojiler biz mimarları bizden önceki kuşakların hayal bile edemeyeceği esneklik, dönüşebilme ve hafiflik nitelikleri taşıyan malzemelerle tanıştırmıştır.
Güncel teknolojilerin olanaklı kıldığı maddesizleşme süreci, hamurunu “madde” olarak gören mimarlığı o kadar derinden sarsmıştır ki, belki de tüm disiplinler içinde bu krizi en ağır geçiren alan olmuştur. Mimari formun dönüşebilir, değişebilir bir organizmaya dönüşebileceği bir teknolojinin yapı endüstrisinin her alanında uygulanabilirliği çok uzak bir gelecekte değildir. Bununla beraber formun ağırlığından kurtulmuş mimarlık aynı zamanda göstergesel ve kültürel varlığından da kurtulunca geleneksel, arkaik (ne dersek diyelim) temel meşruiyet dayanaklarını kaybetmiş olmaktadır. Çünkü esneklik kabiliyeti olan akıllı malzemeler artık kullanıcıların antropometrik ölçülerini akılda tutarak dönüşebilmekte, termal algılayıcılar sayesinde iklim kontrolü kendiliğinden ayarlanabilmekte ya da doğal ışığın aydınlatma düzeyine göre yapay aydınlatmalar kendiliğinden devreye girebilmektedir. Artık maddenin, taşın, toprağın, eğimin, ufuk çizgisinin, iklimin ve bitki örtüsünün dikte etmediği bir mimarlık yapılabilmesine olanak veren teknolojiler vardır. Buna dayanarak mimarlık, “yer”in kanonik referanslarına başvurmaksızın yapılabiliyor hale gelebilmektedir. İşte hem maddeden, hem yerden, hem kültürel referanstan kopmuş bir mimarlığın artık kriz içinde olduğu bu nedenle iddia edilmektedir. Maddesiz ve ruhsuz mimarlığın bir tehdit oluşturacağını birkaç on yıl önce öngörmek gerçekten de mümkün olmamıştır. Önceleri daha sezgisel ve genel olarak tanımlanmış olan krizin boyutları artık son on yıldır tanımlanabilir hale gelmiştir. Bunları “yersizleşme ve yerel kültürel referans eksikliği” ve “imgenin çarpan etkisi” olarak kısaca özetleyebiliriz.
Yersizleşme kavramını “yer”in Heideggerci ve fenomonolojik kökenlerinden yola çıkarak, deneyim, anılar ve paylaşım aracılığıyla üretilen anlamının yok olması şeklinde tanımlamak mümkündür. Gerçekten “yer”in fiziksel sınırlamalarından da bağımsızlaşmaya izin veren teknolojiler de vardır. Bununla beraber bu teknolojilerin arkasına saklanma gereksinimi duymadan da bağlamın kültürel ve fiziksel referanslarından kurtulmuş mimarlık ürünleri mevcuttur. Bu kuşkusuz “yer”den bağımsız bir mimarlığın eleştirel içerikten yoksun biçimde bilgi dolaşımına girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Eleştirel içerikten yoksunluk Michael Sorkin’in Architectural Review dergisinde “Critical Measure: Why Criticism Matter” adlı makalesinde dile getirdiği gibi sadece değişimin varlığını ortaya koyan bir eleştiri anlayışı demektir. Sorkin’e göre tüm kuramsallığı ve farklı bağlantıları ortaya koymasıyla pratiğe yön vermesi gereken mimari eleştirinin ana var olma sebebi değişimin yönünü tartışmak ve etkilemektir.(6) İnternet ortamında dolaşan tüm bilgi paketlerinin güvenilirliğinin yarattığı sorun gibi, mimarlık alanındaki bu yeni eğilimi yayan haber ve araçlar da güvenilir olmayan bir bilgiyi herkesin sunumuna açmış olmakta, dahası basılı imgenin gücünün tarihsel olarak kanıksanmış olmasından dolayı, bir anlamda internetteki bilgi tamamen doğru ve meşru kabul edilmiş olmaktadır.
İmgenin çarpan etkisi olarak adlandırdığımız boyut ise imgenin önceden kabullenilmiş gücünün daha da keskinleşmesini ifade etmektedir. Virilio’nun mimarlıktaki krizi erken bir dönemde, 1990’ların sonunda tanımlarken kullandığı “derinlik eksikliği” kavramı, birkaç şeyi aynı anda ima etmektedir: Yani hem imgenin iki boyutlu etkisi veya onun sahte üç boyutlu sürümlerinin gerçek boyutlara eş tutulamayacağı olgusu hem de salt imgeye sığınan bir mimarlığın entelektüel derinlikten ve içerikten yoksun olduğu eleştirisi(7) Bugün artık içinde yaşadığımız çağda mimarlık ürünlerini dolaşıma sokan ve yeniden üretme sürecine tek başına egemen olan imge, bu açıdan metnin ve eleştirinin yokluğunu ya da yetersizliğini doldurmaktadır. (Resim 2)
MİMARLIK DİSİPLİNİNDE DİJİTAL MEDYA
Mimarlık disiplininin yersizleşme ve imgenin çarpan etkisi açısından yaşadığı kriz mimarlık medyasının dijital ayağının önplana çıkmasıyla daha da destekleniyor gibi görünmektedir.
Bir dönüşüm sürecinde olan mimarlık medyasının eleştirel yönünü büyük bir oranda kaybetmesi disiplinin bu krizden çıkma çözümlerinin oluşmasını engellemektedir. Mimarlık medyası bir süre önce basılı dergi formatındaki geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır. Mimarlık ortamının eleştirel tartışmalarının yapıldığı ve pratiğe yön veren dergiler dijital medyanın açıklık, erişilebilirlik anlamında daha demokratik sayılabilecek yönünü kullanarak birtakım ortaklıklar oluşturmaktadırlar. Örneğin
Architectural Review (
AR) dergisi Archdaily web portalıyla böyle bir işbirliği içindedir. Fakat bu ortaklıkların sayısı oldukça az olmakla birlikte,
AR dergisinin söylemsel anlamda desteklediği bu eleştirel yönün kullanıcı tarafından nasıl değerlendirildiği de bir soru işareti yaratmaktadır. Dillerine hâkim olmadığımız web portallarının kullanım yaygınlığı da bunu destekler niteliktedir. İçerikten ziyade sadece imge üzerinden ilerleyen gündemi takip etme istenci mimari ürünün söylemsel ve eleştirel olarak değerlendirilmesini engellemekte ya da böyle bir talebin giderek azalmasına sebep olmaktadır.
Mimarlık medyası bu problemlerin farkında olarak kendisini sorgulamaktadır. AR dergisinin Haziran 2014 sayısında yayımlanan “Who Needs Architecture Critics” adlı giriş yazısında
editör Catherine Slessor bu problemi çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Slessor web portallarının sağlamış olduğu dahil olma kolaylığı ve açıklığa rağmen, oldukça kompleks ve farklı bağlamlarda tartışılabilecek olan mimari üretimin imajlarla beslenen sürekli ve hızlı değişen haberler ile Facebook beğenilerine indirgendiğini söylemektedir.(8) Mimari üretimin estetik-sembolik kaynakları ve teknoloji arasında oluşan bu gerilim, yavaş yavaş imgenin tarihsel olarak yadsınamaz gücünü birkaç katına çıkartmıştır. Sadece birkaç kare fotoğrafın internete düşmesi, artık bir yapıyı tanınır kılabilmektedir.
(Resim 3) Ayrıca, eskiden sadece basılı kaynaklar aracılığıyla dolaşıma giren imge artık çok daha kolay yollarla, neredeyse bedelsiz ve zahmetsiz bir şekilde erişilebilir ve taşınabilir hale gelmiştir.
Dergi ve kitapların en azından sayfa sayısı nedeniyle yayına aday mimari ürünler belli bir elekten geçmek zorunda iken sonsuz imge depolayabilen mimari web portallarında bu anlamda bir “eleme” bulunmamaktadır. Örneğin, Archdaily2008 yılında kurulmuş olmasına rağmen 6 yılda 30.000’e yakın gönderi, 15.000’e yakın yapı yayımlamış bir web portalıdır.(9) Benzer bir şekilde 2003 yılında kurulan Architizer’da böyle bir kapasiteye sahiptir. Basılı mimarlık dergileri arasında yılda on iki sayı yayımlananların bile bu kadar sürede ortalama 600 yapı tanıtımı yapabileceği göz önüne alınınca bu portalların kapasiteleri ve onlar sayesinde dolaşıma giren yapı sayısının gerçek anlamı ortaya çıkmaktadır. Söylem ve eleştiriyle desteklenmeyen ya da çok az desteklenen, daha çok tanımlanmaya yönelik bilgiler içeren web portallarında yayımlanan ürünler sadece imgeye indirgenmektedir. Web portallarının desteklediği eleştiri yoksunluğu Slessor’a göre şu anda mimari eleştiriye hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. Çünkü eleştiri mimari ürünün çok geniş bir bağlamda ilişkilendirilmesini, bir başka deyişle ürünün sadece kendisine referans vermediği bir ilişkiler ağı içinde değerlendirilmesini sağlayan kışkırtıcı ve sorgulayıcı bir süreçtir.(10) İşte eleştiri ancak bu yönüyle Sorkin’in dediği gibi değişimin yönlendirilmesini ve sorgulanmasını beraberinde getirmektedir.(11)
Dijital medyanın en önemli katkısı, Batı merkezli olmakla suçladığımız geleneksel basılı medyanın aksine dünyanın her yerinden kültürel üretimi dolaşıma sokabilme potansiyeline sahip, daha “eşitlikçi” bir potansiyeli olmasıdır. Archdaily sitesinde sitede yayımlanmış yapıların coğrafi konumlarına ve şehir bazında sayılarına ulaşılabilmektedir. (Resim 4) İlk bakışta pek çok yeni fikir ve ürünün dijital medyaya girme sürecinin Batı tekelindeki seçkinci tarih ve değer anlayışına takılmaksızın daha demokratik ve çoğulcu bir ortam doğurma kapasitesi olduğu düşünülebilir. Ancak incelediğimiz bu iki portal üzerinde yayımlanan farklı coğrafyalarda yapılan ürünlere bakıldığında, yapıların çoğunun yine merkez Batı dünyasından olduğu görülmektedir.
Mimarlık portalları, görece daha demokratik bir süreç içermelerine rağmen kopya ve orijinal arasındaki farkı ortadan kaldırmakta, eleştirel içeriğinin yetersizliği sebebiyle entelektüel ve siyasi içerikten yoksun bir alan sunmaktadır. Birçok mimarlık portalının sosyal medya ağlarıyla ortak çalıştığı görülmektedir. İstatistiklere göre Facebook üzerinden Archdailysitesinin 1.313.316, Architizersitesinin 1.471.468 takipçisi bulunmaktadır.(12) Ayrıca her haberin altında Facebook ve Twitter sayfalarına yönlendiren ve bu ağlarda konu hakkında belirtilen yorumları ve paylaşımları görebildiğimiz bilgilendirme alanları bulunmaktadır. Bu ağlar dışında, site üyeliğiyle bireylerin kendi hesaplarını oluşturarak, web sitesi üzerinden yorumlarını paylaşmaları, kendi seçkilerini oluşturmaları ve ilgi alanlarına göre veri takibi yapabilmeleri mümkün kılınmıştır.
Web portalları sosyal ağlarla bağlantılı çalışması sayesinde daha geniş kitlelere ulaşabiliyor olsa da nitelikli bir eleştirel dilin bulunmamasına ek olarak düzeysiz popüler iletişim ortamı bu portalların salt tüketime hizmet etmesi sonucunu doğurmaktadır. (Beğendim) kültürü, burada bir disipliner veya mesleki tartışma zemini üretmeden (Dot com) kentleşmesini körüklemektedir. Yapılar ile ilgili yorumlar incelendiğinde “şahane”, “dayanılmaz”, “inanılmaz”, “ölçüsüz”, “iğrenç”, “ucuz”, “sıradan” gibi kişiye özgü değerlendirme içeren ve sığ bir iletişim trafiğinin olduğu görülmektedir. Salt imgeye indirgenmiş bir yeniden üretimin daha kavramsal bir değerlendirme yapılmasına zaten olanak vermediği gerçeğini bir tarafa koyarsak (beğendim) kültürünün bir tür reyting ölçme kategorisi olarak kullanıldığını ve imgeye atfedilen değeri artırmak için kullanıldığını da belirtmemiz gerekmektedir. Bu portalların sosyal ağlara her gün düzenli yollanan paylaşımlarında editörlerin seçerek koyduğu yapılar, kişisel sosyal ağ profillerinde belirmektedir. Bunlardan herhangi bir tanesini tıklayarak incelemeye çalışan ziyaretçiyi site otomatik olarak (beğendi) listesine eklemektedir. Bu yapıyla ilgili kanaatiniz olumsuz bile olsa, portal adınızı kendi bağlantılarınızla eşleştirmekte ve bunu kişinin diğer bağlantılarına açık olarak ilan etmektedir. Dolayısıyla kişiler sadece bir istatistiğe dâhil edilmekle kalmayıp aynı zamanda bir ticari reklamında aracısı haline gelmektedir. Ya da başka bir deyişle web portalı okuyucusu (kullanıcısı) artık sadece dolaşıma girmiş bir imgeye bakmak gibi daha edilgen bir rol üstlenmemekte, farkında bile olmadan imgeyi taşıyan grup içinde rol almaktadır; hem de adil olmayan bir kapitalist yöntemle…
SONUÇ
Maddesizleşme ve yersizleşmenin günümüz mimarlık üretiminde sebep olduğu krizin bir benzeri dijital medyada da kavramsal anlamda yaşanmaktadır. Söylemsel oluşumlar bir mimari ürünün temsili açısından önemlidir, çünkü imajın vermediği bilgileri ve dolayısıyla ürüne ait farklı anlamları barındırmaktadır. Dijital medyada karşımıza çıkan temsil biçimleri söylemsel oluşumlar tarafından beslenmeyen yeniden üretimlerden ibarettir. Yapının fotografik imgelerle temsil edildiği yeni medyada mimari ürün olabildiğince madde haline, “şey” haline dönüştürülen bir temsil biçimiyle ifade edilir. Çok sayıda yapıyı, içerikten yoksun bir biçimde dolaşıma sokan mimarlık portalları ürünün imajdan başka bir şey ifade etmediği, işlev gibi mimarlığa dair önemli verilerin bile belirsizleştiği bir medyadır. Böyle bir yeniden üretim ortamı mimarlık ürününün sadece bir form üretme süreci olduğu sanısını güçlendirmekte ve bu anlamda mimarlık disiplininin yaşadığı krizi daha da artırmaktadır.
Dijital medya “değişimin” gerçektekinden daha hızlı olduğu bir ortamdır. Bu medya varetme-yoketme sürecini o kadar hızlı yapmaktadır ki, varolan sadece imajlar dahi olsa, bunların döngü hızı onların bile varlığının maddesizleşmesine sebep olmaktadır. Modern düşüncenin içerdiği anlamlardan biri olan “geçicilik”, burada tam karşılığını bulmaktadır. Buna paralel olarak bir yandan da üzerinde durulabilecek zemini hızlı değişim aracılığıyla sürekli yıkarak, değiştirerek yersiz bir mimarlık gündemi de yaratılmaktadır. Dijital medyanın da içinde bulunduğu belki de aracı olduğu bu maddesizleşme ve zeminsizleşme krizi bir noktada “yeni bir zemin” isteğini kendiliğinden getirecektir. Bu anlayışlar daha verimli olarak ve dijital medyanın sunduğu olanakları da kullanarak (çoğulculuğu daha fazla olan) indirgemecilikten ve sadece görünenin öne çıkarılmasından uzak bir şekilde “yeniden üretilmeli”dirler.
Sonuç olarak, dijital medyanın erişebildiği kullanıcı ve kapsadığı yapı sayısının basılı medyaya oranla çok fazla olması, aslında bağımsız ve eşitlikçi bir tartışma ortamı doğuracak bir potansiyeli de beraberinde getirmektedir. Bununla beraber, sadece yapı veya projeye indirgenmiş görsel bir katalog olmanın ötesine geçebilmek için 20. yüzyılın kadim medyasının bazı ideallerini sürdürmek gerekmektedir. Bunlardan en önemlisi mimarlığa kavram, olgu, ortam olarak bakabilen eleştirinin yeni medyaya etkin olarak dâhil edilebilmesi; ikincisi de derinlikli yapı ve proje analizlerine olanak veren bir seçki dizisinin oluşturulabilmesidir. Bunların gerçekleşebilmesi için mimarlık portallarının artık bağımsız ve gönüllü yürüyen ve günün her anında yenilenen dinamik içeriğini yansıtsa da süreli yayımlanacak seçki kataloglarına gereksinimi vardır. Batı merkezcilikten ve yıldız mimar saplantılarından arınmış yeni bir medyanın kriz ortamını dönüştürmesi, ancak bu yolla mümkün görünmektedir.
* Bu yazının daha uzun bir versiyonu 13-14 Ocak 2012 tarihinde Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi tarafından düzenlenen Küreselleşme Sürecinde Kent ve Mimarlık Sempozyumu’nda sunulmuş, yazı Mimarlık dergisi için kısaltılmış ve istatistikler güncellenmiştir.
KAYNAKLAR
Colomina, Beatriz, 1988,
Architectureproduction, Revisions Vol.2, Princeton Architectural Press, New York.
Croset, Pierre-Alain, 1988, “The Narration of Architecture”, Architectureproduction, (ed.) Beatriz Colomina, Princeton Architectural Press, New York, ss.200-213.
Harvey, David, 1997, Postmodernliğin Durumu, (çev.) Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul.
Purdy, Daniel L., 2008, “The Building in Bildung: Goethe, Palladio, and the Architectural Media”, Goethe Yearbook, cilt:15, ss.57-73.
Slessor, Catherine, 2014, “Who Needs Architecture Critics?”, AR, sayı:1408, s.25.
Sorkin, Michael, 2014, “Critical Measure: Why Criticism Matter”, AR, sayı:1408, ss.91-99.
Virilio, Paul, 1995, Open Sky, (çev.) Julie Rose, Verso, Londra, New York.
URL 1. www.archdaily.com [Erişim: 26.08.2014]
URL 2. www.architizer.com/en_us/
URL 3. www.alexa.com/siteinfo/archdaily.com [Erişim: 26.08.2014]
URL 4. www.socialbakers.com/facebook-pages/210740790602-archdaily [Erişim: 26.08.2014]
URL 5. www.socialbakers.com/facebook-pages/94300828653-architizer [Erişim: 26.08.2014]
NOTLAR
1. Harvey, 1997.
2. URL 3.
3. Purdy, 2008.
4. Colomina, 1988.
5. Croset, 1988.
6. Sorkin, 2014.
7. Virilio, 1995.
8. Slessor, 2014.
9. URL 1.
10. Slessor, 2014.
11. Sorkin, 2014, s. 91.
12. URL 4. ve URL5.
Bu icerik 8887 defa görüntülenmiştir.