425
MAYIS-HAZİRAN 2022
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: 2022 ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Savaş, Mimarlık ve Yaralı Mekânlar

Ahmet Tercan, Prof. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü

“Mimarlığın savaşla olan etkileşimi, mekân ve zaman sınırlamalarının ötesine geçmiş, tartışmalı bir seyirle savaş sonrası dönemlerde nitelik değiştirerek, yıkılan kentlerin yeniden inşa edilmesine, kamusal / toplumsal dayanıklılık ve epik hafıza mekânlarının üretimine doğru evrilmiştir. Mimarlık, savaşın yıkıma uğrattığı kentsel alanları onarma, yeniden tasarlama ve işlevlendirme rolünü üstlenir. Bu rol kendi içinde çelişkiler barındırır, savaşın neden olduğu acılar ve kayıplar iyileşmek için matemi ve belli bir zaman aralığında ataleti öngörürken, yıkımın neden olduğu yoksunluklar ve olanaksızlıklar acil bir eylem planı ile harekete geçmeyi zorunlu kılar.” “Refah ve varlıkların paylaşımı küresel düzeyde adaletsizdir ve dünyanın birçok bölgesinde insanlar temel sağlık hizmetine erişimde sorun yaşamakta ve açlık çekmektedir. Doğal kaynakların tahribatı ve mevcut ekonomik ve politik sistemler bu haliyle devam ederse yoksulluğun ve adaletsizliğin daha da keskinleşerek artacağı görünmektedir. Son otuz yıl içinde dünya nüfusunun zengin % 20 ilk dilimi refah payını % 70’ten % 85’e çıkarırken, yoksul % 20’lik alt dilimin payı % 2.3’ten, % 1.4’e düşmüştür. Bu endişe verici tablonun ve sürdürülemez kalıpların dünyada yaşanan politik istikrarsızlığın ve adaletsizliğin savaşların başlıca nedenlerinden olduğu açıktır.”

 

“İnsanlar savaşırlar ve savaşı kaybederler; yenildikleri halde uğrunda savaştıkları şey gerçekleşir ve gerçekleştiğinde istedikleri şeyin bu olmadığı anlaşılır; başka insanlar onların istedikleri şey için başka bir ad altında savaşmak zorundadırlar”

William Morris

Muhtemelen, kültüre ve topluma dair en etkili ve kalıcı ifade biçimi olduğu için savaşın yıkıcılığı öncelikle mimarlığı hedef alır. Özellikle önemli simgesel mimari eserler, kimi zaman savaşın nedeni iken çoğu kez ise yıkıma uğrattığı yerlerdir. II. Dünya Savaşı’nda Fransa’nın ve Polonya’nın en önemli simgesel binalarını ve alanlarını hedef alan Alman bombardımanları, savaş ile mimarlık arasında süregelen bu paradoksal ilişkinin önlenemeyen yıkıcı sonuçlarından biridir. Mimarlık, tarihsel süreç boyunca hem savaşlarla gelen yıkımları en ağır yaşayan bir “mağdur” hem de yeniden yapılanmanın ve onarımın simgesi ve öznesi olmuştur.

Savaşın neden olduğu yıkımlar arasında insan ölümleri ve yaralanmalar, üretim tesisleri ve altyapıların yok edilmesi gibi nispeten nesnel ölçütlerle ifade edilebilen, görünür tahribatın yanında simgesel mimarlık eserlerini hedef alan öznel algıya yönelik yıkımlar, doğrudan toplumsal direnç ve kimliği yok etmeyi amaçlamaktadır. Benzer biçimde 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan saldırı, doğrudan doğruya seçilmiş simgesel bir yapı grubunu hedeflese de asıl amacının söz konusu binaların temsil ettiği ekonomik sistem, yaşam biçimi ve Batı tarzı siyaset anlayışı olduğu açıktır.

Günümüzde savaşlar, muhabere meydanları yerine, git gide daha büyük bir oranla kasaba ve kentlerin sokaklarında / caddelerinde yapılmaktadır. 20. yüzyılın sonlarında Saraybosna ve Filistin, 21. yüzyılın başından bu yana ise Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, Mali ve son olarak Ukrayna’da yaşanan savaşlar ve çatışmalar, kentsel yapılı çevre içinde insanları öldürerek, yaşam alanlarını yok ederek, tahammül edilmesi ve onarılması çok güç yıkımlara ve travmalara neden olmuştur.

Esasen mimarlık, insanlara barınak edindirmek ve dışarıdan gelen tehditlere ve risklere karşı güvenliği sağlamak amacıyla ortaya çıkmıştır denebilir. Neolitik dönemde açık havanın doğal etkilerinden ve risklerden korunmak için kentler kurulmuş, yırtıcı hayvanlar ve düşmanlar gibi unsurları dışarda tutmak amacıyla çevrelerine savunma yapıları ve sistemleri inşa edilmiştir. Ancak tarihsel süreç içinde savunma yapılarının fiziksel ve siyasal varlıklarının oluşturduğu gerilim, bu alanları birer hedef olarak daha da tanımlı ve saldırıya açık hale getirmiş ve savaşın yıkıcı etkilerinden gerçek anlamda koruyamamıştır.

Mimarlığın savaşla olan etkileşimi, mekân ve zaman sınırlamalarının ötesine geçmiş, tartışmalı bir seyirle savaş sonrası dönemlerde nitelik değiştirerek, yıkılan kentlerin yeniden inşa edilmesine, kamusal / toplumsal dayanıklılık ve epik hafıza mekânlarının üretimine doğru evrilmiştir. Mimarlık, savaşın yıkıma uğrattığı kentsel alanları onarma, yeniden tasarlama ve işlevlendirme rolünü üstlenir. Bu rol kendi içinde çelişkiler barındırır, savaşın neden olduğu acılar ve kayıplar iyileşmek için matemi ve belli bir zaman aralığında ataleti öngörürken, yıkımın neden olduğu yoksunluklar ve olanaksızlıklar acil bir eylem planı ile harekete geçmeyi zorunlu kılar. Bu noktada çok tanıdık tartışmalar savaş sonrasının sıcaklığı içinde dahi kaçınılmazdır: Eskiyi olduğu gibi tekrar inşa etmek, yani sadık bir yeniden yapım (rekonstrüksiyon) veya savaş sonrasının imgesini ve mekânsal örgütlenmesini gerçekleştirecek yeni bir tasarım… Karar ne olursa olsun, aslında yapılan, savaşın izlerini silmek ve mimarlıkla kentsel çevreyi tekrar inşa etmektir. Savaşın yıkımının oluşturduğu boşluğun yerine mimarlık geçmiştir; potansiyel olarak, anlam düzeyinde, savaşın dehşeti ve acılarının oluşturduğu boşluk estetize edilerek mimari tasarıma dönüştürülmüştür. Böylece hakim düzen yeniden kurulmuş ve normalleşme sağlanmıştır.

Mimarlık ile savaş arasındaki bu ilişki, toplumsal, ekonomik, tarihî, ahlaki ve estetik boyutları olan ve içinde varoluşsal karşıtlıklarının çelişkisini taşıyan bir özelliğe sahiptir. Söz konusu çelişkinin taşıdığı çözüm potansiyeli bu bağlamda belirleyicidir ve özellikle üretilen mimari ve kentsel imajların anlamları açısından üzerinde daha fazla durulmayı hak eder.

Bilindiği gibi, mimarlık bir bakıma insanoğlunun doğa üzerinde hakimiyet kurma ve doğayı denetim altına alma eylemidir. İnsan, geliştirdiği teknolojiler vasıtasıyla doğayı etkin biçimde değiştirme ve dönüştürme yetisine sahip olmuştur. Endüstri devriminden sonra yaşanan büyük toplumsal, yapısal, ekonomik ve politik değişimlere paralel olarak yaşam biçimleri değişmiş ve insanlık, uygarlık tarihinde ilk kez çok büyük bir çevre krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Bugün bütün dünya bu krizin olumsuz etkilerini farklı boyutları ile git gide ağırlaşan biçimde yaşamaktadır.

Refah ve varlıkların paylaşımı küresel düzeyde adaletsizdir ve dünyanın birçok bölgesinde insanlar temel sağlık hizmetine erişimde sorun yaşamakta ve açlık çekmektedir. Doğal kaynakların tahribatı ve mevcut ekonomik ve politik sistemler bu haliyle devam ederse yoksulluğun ve adaletsizliğin daha da keskinleşerek artacağı görünmektedir. Son otuz yıl içinde dünya nüfusunun zengin % 20 ilk dilimi refah payını % 70’ten % 85’e çıkarırken, yoksul % 20’lik alt dilimin payı % 2.3’ten, % 1.4’e düşmüştür. Bu endişe verici tablonun ve sürdürülemez kalıpların dünyada yaşanan politik istikrarsızlığın ve adaletsizliğin savaşların başlıca nedenlerinden olduğu açıktır.

Savaş ve mimarlık ilişkisinin başka bir düzeyde ele alınarak, çevre sorunları ve temel insan hakları bağlamında ayrı bir bağlamda yeniden yorumlanma potansiyeline sahiptir. Bu çerçevede en inandırıcı ve uzun soluklu izleği Lebbeus Woods’un yaklaşımlarında görebiliriz. Savaş ve Mimarlık’ta Woods mimarlığın rolünü son derece keskin bir eleştirel yöntemle sorgular ve bir çözüm veya bitmişlik arayışından tamamen uzak durarak mimarlığın sınırlarını, olanaklarını araştırır; nasıl bir dönüşümün mümkün olabileceğini, savaşın dehşetini ve yıkıcılığını gizlemeden, “tasarlamadığı” bağlamla sağladığı kırılgan ve tavizsiz ilişki ile göstermeyi dener. Savaş ile mimarlık arasında geçişken bir ilişki olduğunu kabul etmez ve “Mimarlık savaştır, ben savaşıyorum, kendi zamanımla, tarihimle, egemen güçlerle, değişmezlikle” diyerek savaşın oluşturduğu “yaralı” mekânın direniş ve muhalefet yapma potansiyelini ortaya koyar.

Alto’nun yazılarında ısrarla belirttiği gibi, “anlamlı bir mimarlık, koruyucu bir kabuktan daha fazla bir şeydir; mimarlık, bizimle, bizim yararımıza olan bir etkileşim kurar; onun sayesinde daha iyi insan oluruz, bir barınaktan, yararlı bir maldan, gel geç bir oyundan daha fazla bir şeydir. Kültürel önceliklerimizi nasıl düzenlediğimizin, kim ve ne olduğumuzun ve neye inandığımızın inşa edilmiş bir kaydıdır. Taşlara yazdığımız vasiyetimizdir.” İnsan, haklı olarak soruyor, bugün inşa ediyor olduğumuz vasiyetimiz nedir? “Yaralı” mekânlarımızı, birer toplumsal bellek ve muhalefet potansiyeli ile koruyabiliyor muyuz? Savaş ve mimarlık bu kadar normalleştiğinde önemli olan bu soruya verdiğimiz yanıtın sorumluluğunu hissetmektir.

Sağlık ve barış dileklerimle…

 

Bu icerik 1295 defa görüntülenmiştir.
<p><strong>1a.</strong> Fütüristik tasarımcı-mimar Lebbeus Woodsun, savaşın  tahribatını biçim, malzeme ve anlam olarak görünür kılmayı önemseyen  çalışmaları <br /> 	Maket:  Epicyclarium, Richelmo Bottino </p>
<p><strong>1b.</strong> Fütüristik tasarımcı-mimar Lebbeus Woodsun, savaşın  tahribatını biçim, malzeme ve anlam olarak görünür kılmayı önemseyen  çalışmaları <br /> Çizim:  Aeroliving labs, Lebbeus Woods </p>