431
MAYIS-HAZİRAN 2023
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
CUMHURİYETİN İKİNCİ YÜZYILINA DOĞRU

Cumhuriyetin 100 Yıllık Çağdaşlaşma Mücadelesinde “Köy Sorunu”ndan “Köy Davası”na Kırsalın Düzeni

Zeynep Eres, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Yeni yılın gelişiyle birlikte başlattığımız bölümde bu sayıda yazısında köy ölçeğinde modernleşme mücadelesine dikkat çeken yazar, “insanı yaşadığı çevreyle birlikte çağdaşlaştırmayı öngören bu politikaların döneminde yaygınlaştırılamamış olması, köylünün çağdaşlaşma yolunda ön adımları atamadan kent çeperine yığılmasına, dolayısıyla da kentle bütünleşememesine” yol açtığına vurgu yapıyor.

Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Doğru teması altında kırsal mimarlık üzerine bir yazı yazmam istendiğinde konuyu “kırsalın imarı” olarak ele almanın ya da kent - köy karşıtlığı üzerinden bir değerlendirmenin eksik kalacağını düşündüm. Cumhuriyet Türkiyesi’nin özünde, “köylü” nüfusun kentlileşme süreci olduğu söylenegelir. Avrupa’dan getirilen alanında öncü şehir plancılarla kurulan ya da dönüştürülen kentler Cumhuriyetin mekânda “kentleşme” siyasetini ortaya koyar. Prof. Dr. İclal Dinçer, kentlileşme ideasını ve 100 yıl içinde aslında sürecin nasıl işlediğini bir önceki sayımızda çok yalın bir biçimde ortaya serdi. Ben de Cumhuriyetin kırsal alana bakışı neydi, köyün nasıl evrilmesini öngördü daha da önemlisi “köylü”nün “çiftçi”leştirilmesi ideası neydi, buna karşılık süreç nasıl işledi kısaca bunu kuramsal ve yasal bağlamın yanı sıra devlet tarafından üretilen köy ve köy evi projeleri üzerinden ortaya koymaya çalışacağım.

18 Mart 1924’de Meclisten geçen 442 sayılı Köy Kanunu, hemen ardından ikinci Anayasada “köy”ün bir idari birim olarak tanımlanması ve 1925’te köylüden alınan aşar vergisinin kaldırılması gibi Osmanlı döneminden kökten farklılaşan yasal düzenlemeler, devletin kırsal alana ilişkin yeni siyasetini ortaya koyar. Köylünün seçimiyle belirlenen muhtar ve ihtiyar meclisi ile köy adeta kendi kendini yöneten en alt idari birim olarak tanımlanmış, devletin aslında en büyük gelir kaynağı olan tarımsal verginin kaldırılmasıyla da yeni rejimle köylünün fikren buluşması amaçlanmıştır. Bu siyasetin mimari uygulama erkini de kurumsal olarak başlangıçta Nafia Vekaleti yürütmüş, 1963 yılında Köy İşleri Bakanlığı’nın kurulmasıyla da bu bakanlık sürdürülmüştür.

Devletin kırsala ve köy ekonomisine bakışının kuramsal boyutunu yasa ve kurumlar tanımlarken, mimarlık boyutunu da göçmenler ya da afetzedeler için kurulan “örnek köy”ler ortaya koyar. Kimi zaman adı bilinen mimarlara çoğu zaman da adsız kamu mimarlarına ait tip proje niteliğindeki çizim ve uygulamalar, bir yandan devletin çağdaş kırsal mimarlıktan ne anladığını örneklerken bir yandan da “zeitgeist” bağlamında değerlendirildiğinde devletin dönem koşulları içinde ütopyaların ötesinde gerçekçi yaklaşımını ortaya koyar.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir çağdaşlaşma ve aslında “modernleşme” süreci olduğu kuşkusuzdur. Cumhuriyetin ilanından sonra ardı ardına gelen devrim yasaları “kul” olmaya dayalı monarşik / meşruti düzenden “vatandaş”a dayalı demokratik bir düzene geçişi hazırlamanın açık göstergeleridir. Bu bağlamda dogmatik ve bağnaz bir zihin dünyası olan, dünyanın dayattığı kapitalist sistemin içinde, ancak bunun da bilincinde olmadan kapalı pazar ekonomisini sürdürmeye çalışan Türk köylüsü, devrim sürecinde aslında en zayıf halkayı oluşturmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş süreci olarak da tanımlayabileceğimiz erken Cumhuriyet döneminde (1923-1938) çıkartılan yasalar, kurumlaşmalar, TBMM meclis tutanakları ve özellikle Atatürk’ün söylevleri birlikte değerlendirildiğinde denilebilir ki çağdaşlaşma ülküsünde iki temel sorundan birincisi çocuk, genç, yetişkin tüm halkın modern / laik eğitimiyse ikincisi “köy sorunu”nun çözümü, dönemin yayınlarındaki tabirle “Köy Davası”dır. Mustafa Kemal’in konuşmalarında hitapta sıklıkla “köylü” yerine “çiftçi” demeyi yeğlemesi de aslında kentte olduğu gibi kırsalda da modern bir toplum tahayyülünün göstergesidir.[1]

OSMANLI DÖNEMİNDE “KÖY SORUNU”NUN TANIMLANMASI[2]

18. yüzyılda konar göçer aşiretlerin zorunlu iskanı ile kırsal alanda büyük bir yerleşik köyleşme süreci başlatan Osmanlı devletinin, 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde kırsala yönelik ilgisinin iki boyutu vardır. Önce tarımsal üretimi artırma hedefiyle bugünkü Bulgaristan ve Irak’a denk düşen bölgelerde kırsalda kalkınma projeleri geliştirmeye çalışmış, ardından savaşlar nedeniyle yitirilen topraklardan gelen milyonlarca köylü göçmenin iç kesimlere iskanıyla uğraşmıştır. Böylesine büyük ve kaotik nüfus akışını düzenlemek için çeşitli yönetmelikler hazırlamış, kurumlar kurmuştur. 1856 Kırım Savaşı’nda başlayan bu çaba ’93 Harbi olarak anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sürecinde iyice gelişmiştir. Ancak tüm bu zorlu süreçte tek amaç, göçmenlerin kırsal alanda iskanı ve bir an önce üretici köylü olmalarının sağlanmasıdır. Bu dönemde devlet tarafından çeşitli köy yerleşimi planları ve köy evi planları da tip proje olarak geliştirilmiş olmakla birlikte, zorlu ekonomik koşullar ve devletin yaptırım gücünün zayıf olması planlı düzgün yerleşimlerin kurulmasını zorlaştırmıştır. Esas olarak göçmenler kendi görenekleri çerçevesinde geleneksel tarzdaki köylerini kurmuşlardır. Türkiye kırsalı üzerine çok kapsamlı alan çalışmalarını yapmış olan Necdet Tunçdilek’in yorumuyla, günümüzün Anadolu köy coğrafyasını bu savaş yüzyılının yarattığı ortam belirlemiştir.[3]

Osmanlı döneminde “köy sorunu”nun ilk olarak 1890 yılında Nabizade Nazım tarafından kaleme alınan Karabibik adlı romanda ortaya konduğu söylenebilir. Antalya’nın bir köyünde geçen romanda köylünün kaderci zihin dünyası ve sağlıksız yapılı çevre koşulları olanca açıklığıyla betimlenmiştir. Böylece çağdaşlaşma sürecinde göçmen iskanından öte kırsalda Osmanlı’nın kendi yerel köylerinde büyük bir sorun alanı tanımlanmıştır. Osmanlı döneminde tüm köylerde yaşanan geri kalmışlık sorunu, sağlıksız çevre kaynaklı sıtmalı, hastalıklı nüfus ve ilkel tarım yöntemleri nedeniyle oluşan büyük ekonomik kayıp ancak II. Meşrutiyet sürecinde “köy sorunu” olarak partilerin çalışma programına girmiştir. 1913 yılında iktidarı ele alan İttihat ve Terakki Fırkası hızla çıkardığı yönetmeliklerle kırsalda sağlıklı yaşam koşullarını oluşturmak için büyük çaba göstermiş ancak dönemin sürekli savaş koşullarında bu politikaların alana yansıması pek söz konusu olamamıştır.

CUMHURİYETİN KURULUŞ DÖNEMİ: KAMUNUN VE MİMARLARIN KÖYLE İMTİHANI[4]

Osmanlı’dan büyük bir “köy sorunu” ile birlikte aslında özellikle de İttihatçıların sayesinde geliştirilmiş bir bilgi birikimini ve yasal düzenlemeleri de devralan Cumhuriyet yönetimi, hızla çıkardığı 97 maddelik Köy Kanunu ile köyün yönetim sisteminin ayrıntılandırılmasının yanı sıra 13. ve 14. maddeleriyle adeta bir imar kanunu niteliğinde köysel mekânın nasıl düzenlenmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Yalnız devlet eliyle yeni kurulan köyler değil mevcut köylerin de bu maddelere göre yerleşim dokusunu “dönüştürmesi” beklenmiş; örneğin köyün ortasında bir meydan açılması, köyün bir ucundan öbür ucuna birbirini çapraz kesen yol açılması, bu yolların iki tarafına ağaç ekilmesi detayına kadar inen bir imar tanımlaması yapılmıştır. Evin içine duvar örülerek ahır ile konut biriminin birbirinden ayrıştırılması, her evin üstü kapalı ve lağımlı helasının olması gibi hijyeni öncelikleyen yaklaşım ortaya konmuştur.

Bu bağlamda 1930’lu yıllarda Kazım Dirik’in tanıttığı ve “İdeal Cumhuriyet Köyü Planı” olarak adlandırılan ütopik köy çizimi incelendiğinde, yalnız biçimleniş değil işlevsel kurgusuyla da köyün nasıl hayal edildiği anlaşılmaktadır. (Resim 1) Ebenezer Howard’ın bahçe-şehir yaklaşımından esinlenildiği açık olan bu plana göre bir köyde 48 farklı işlevde yapı tanımlanmıştır. Okuldan, okuma odasına, radyolu köy gazinosundan gençler kulübüne, hamamdan kooperatife, köy söndürgesinden revire bir kentte olması beklenecek üretim, eğitim, sağlık, hizmet vb. tüm sektörlerin yapılarla belirlendiği plan köyü adeta bir kent gibi betimlemiştir. Özellikle de bu plan üzerinden ve Kadrocu hareketin köy ve köylüyü kent ve kentli gibi tasvir etmesi üzerinden günümüzde değerlendirmeler yapılmakta ve Cumhuriyet yönetiminin köylüyü köyünde tutma politikası olarak ele alınıp eleştirilmektedir.[5] Dönemin devlet politikaları ekonomiden, idari sisteme, eğitimden mimariye birlikte incelendiğinde, kuruluş döneminde her ne kadar sanayileşme bir ülkü olarak ortaya konsa da Türkiye’nin esas olarak tarımsal kalkınma ile ekonomisini geliştirmeyi hedeflediği, daha doğrusu artı değer oluşturabilecek tek kapasitenin tarım sektöründe olduğunun bilincinde olunduğu anlaşılmaktadır. Geliştirilecek “fenni” tarım ve hayvancılık ile artan üretimin ihracatından gelecek gelirle içte sanayileşme hamlesinin sağlanması planlanmıştır. Bu bağlamda devlet üretme çiftlikleri, numune fidanlıkları ülke genelinde yaygınlaştırılıp tarım ve hayvancılıkta ıslah edilmiş tohum, fide, küçük-büyük baş hayvanların köylüye verilerek sağlıklı ve pazarlanabilir tarımsal ürün elde edilmeye çalışılmıştır. Atatürk’ün Ankara’daki Orman Çiftliğinde traktör üzerinde verdiği poz tarımda makineleşme arzusunu gösterse de iki savaş arası dönemin zorlu ekonomik koşullarında makineleşme tabana yayılamamış, dolayısıyla erken Cumhuriyet döneminde ülke ekonomisinin can damarı olarak görülen tarım ve hayvancılık fennileşse de esas olarak insan emeğine dayalı olarak sürmüştür. Bu bağlamda Ruşen Keleş’in 1940’lı yıllarda Türkiye’de kentlerde nüfus artış baskısının henüz hissedilmediğini belirtmesi önemlidir.[6]

Bu tablo 1920’ler 1930’lar Türkiyesi’nde ana yerleşim pratiğinin köy olduğunu ve köylü nüfusun da yaşamını kırsalda sürme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Belli ki bunun bilincinde olan Cumhuriyet yönetimi de “köylünün köyünde” modernleşeceği bir yaşam düzeni oluşturmayı hedeflemiş ve bunun mimarisinin nasıl olması gerektiğini de kendi eliyle gerçekleştirdiği “örnek köyler” üzerinden ortaya koymuştur. (Resim 2, 3) Göçmen köyleri ya da doğrudan örnek köy olarak anılan köylerin sayısı ülkenin yaklaşık 70.000 köyü yanında çok çok küçük bir oranı oluşturur. Bununla birlikte dönemin Nafia ve Maarif Nezaretlerinin bir köyde bulunması gerekli yapı türlerine ilişkin yaptıkları yayınlardaki projeler incelendiğinde okuldan, hamama, köy çamaşırhanesinden, buğu sandığına, sıhhi çeşmeden okuma odasına pek çok farklı işleve uygun yapı projesi geliştirildiği görülür. (Resim 4) Bu çerçevede tüm illerin valilikleri tarafından hazırlanan “Cumhuriyeti 10. Yılı” ve “Cumhuriyetin 15. Yılı” için yayımlanan il yıllıkları tarandığında bir övünç kaynağı olarak köylerde yapılan bu tür farklı işlevlerdeki yapıların, meydan düzenlemelerinin, bayrak direği ve Cumhuriyet anıtlarının fotoğraf dökümünün yapıldığı görülür.[7] Gerek yayınlardaki projeler gerek sahadaki mimari uygulamalar incelendiğinde köyün kamusal mekanında adeta cumhuriyetin temel ilkelerinin tanımlandığı düşünülebilir; “Cumhuriyetçilik” Köy konağı (muhtarlık) ile, “Laiklik” köy okulu ile, “Milliyetçilik”, köy meydanında köy anıtı ve bayrak direği ile, “Halkçılık” göçmen köylerinde herkese eşit büyüklükte parsel ve ev sağlayan ızgara planlı yerleşim biçimi ile simgelenir.

Cumhuriyet yönetiminin kuramsal yanı güçlü tüm bu çabalarına karşın, planlanan “modern köy” ve “bilinçli yurttaş çiftçi”nin o dönemde ülke sathında yaygınlık kazandığı savlanamaz. Ülke genelinde pek çok köyde tek göz odada bir yanda hayvanların diğer yanda insanların yaşadığı ilkel ve sağlıksız yapılı çevre sürmektedir. Cumhuriyetin kuruluş döneminde köylerde gerçekleştirilen mimari uygulamalar değerlendirildiğinde, özellikle valilerin duyarlı ve yapıcı olduğu illerde önemli gelişmelerin kat edildiği, okullaşmaya önem verildiği ama ülke genelinde çok da fazla yol alınamadığı söylenebilir.[8] Bu kapsamda önce İzmir Valisi olan ardından Türkiye’nin ilk bölge planlama ve kalkınma projesi olarak tanımlayabileceğimiz Trakya Umumi Müfettişliği sisteminde müfettiş olan Kazım Dirik’in köy odaklı imar uygulamaları özellikle dikkat çekicidir. Mustafa Kemal ile 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan ekip arasında yer alan General Kazım Dirik’in Köy Kanununu ve Atatürk’ün modernleşme istemini içselleştirerek uygulamaya dökmüş bir yönetici olduğu rahatlıkla söylenebilir. Onun İzmir vilayeti ve Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale vilayetlerinde gerçekleştirdiği ve bugün halen bir kısmı varlığını sürdüren mimari uygulamaları Cumhuriyet’in kurucu ideasının mekânsal karşılığını tanımlar.[9] (Resim 5, 6)

1940’lı yılların zorlu savaş koşullarında planlı köy kurma, ya da köyleri çağdaşlaştırmaya ilişkin imar faaliyetinin azaldığı görülmektedir. Ancak 1944 yılında Ankara Sergi Evi’nde gerçekleştirilen Cumhuriyet Nafia Sergisi’nde Yapı ve İmar İşleri bölümündeki 60 maket ve projeden 21’inin köy mimarlığına ilişkin olması, devletin köy imarına verdiği önemi göstermektedir. “Deprem bölgeleri için köy okulu” ya da “deprem bölgeleri için iki odalı bir helalı köy evi” maketleri ve bu projelerin “muhtelif yerlere tatbik edilmek üzere gönderildiği” açıklanması yeni deprem geçirmiş bizler için ayrıca ilginçtir.[10] Bu dönemin en dikkati çeken çabası ise, köyün geliştirilmesi için bir çözüm olarak Köy Enstitülerinin kurulmuş olmasıdır. Böylece öğretmen olarak yetiştirilen köylülerin, kendi köylerinde bir eğitim hareketi başlatarak köylünün modernleştirilmesi sürecini hızlandırmaları amaçlanmıştır.

Devletin kamu eliyle kırsalda mimarlığı tanımlaması biçiminde kısaca açıkladığımız bu dönemde aydınların katkısı ve mimarların rolü de unutulmamalıdır. Kendisini “Köycü” olarak tanımlayan kentli “münevverlerin” köyün kalkındırılmasına yönelik sosyolojik araştırmaları, dünyadan çağdaşlaşma örneklerini tanıtan ve Türk köyünün ve köylüsünün çağdaşlaşması için ne yapılması gerektiği konusunda görüş belirten çok sayıda yayın önemlidir. Mimarlar da köyde yeni mimarlığın nasıl olması gerektiğiyle ilgili projeler geliştirmiş ve yayınlamışlardır. Modern tasarım dilinin yansıması olan bu projelerin Anadolu kırsalına ve köylüsüne ne kadar uygun olduğu ayrı bir tartışma konusudur kuşkusuz. (Resim 7) Ancak kendi alan çalışmamızda örneğin Bursa İkizceoba’da Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tasarladığı çok özenli köy evlerinin kullanıcılarının gündelik yaşamına pek de uymadığı için çok köklü değişime uğraması ya da Hamit Zübeyir Koşay’ın anlatımıyla Çorum Alacahöyük kazıları için alandan taşınan köyün yeni yerinde kurulduğunda köylünün giriş kapısının yönünden pencereye her şeyi değiştirmek zorunda kalması,[11] kentli mimarların köylü için ev ve yerleşim tasarlamasının çok da kolay olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim Reşat Türkeş’in “köy mimarlığı için köy mimarı yetiştirilmesi”önerisi,dönemin aydınlarının bu konuyu tartıştıklarını göstermektedir.[12]

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE KÖY MİMARLIĞI: ŞEKİLSEL BATILILAŞMA VE BİÇİMİN İMGESİ

1950’li yılların başında Bulgaristan’dan gelen 150.000 kadar göçmenin bir kısmı için devlet tarafından köylerde konutlar inşa edilmiştir. Dönemin iktidarı, görevi henüz yeni devraldığı için kendi politikasını oluşturamamış, bu nedenle biçimsel olarak geçmişteki göçmen evi projelerini sürdüren hızlı bir iskân uygulaması gerçekleştirmiştir. 1950’li yılların ikinci yarısında ise, artık kendi söylemini oturtan iktidar, özellikle sel, deprem gibi afet geçiren kırsal yerleşmelerdeki uygulamalarıyla, kendi “modernite” anlayışını sergilemeye başlamıştır. Bu dönemde özellikle biçim ve imaj odaklı kaygılar ön plandadır. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın doğduğu köy olan Bursa Gemlik’e bağlı Umurbey Köyü’nün kuzey kesiminde özenli mimarisi ile dikkat çeken büyük bir mahalle oluşturulmuştur.[13] Kırklareli’ne bağlı İnece Köyü’nde de, sel nedeniyle evsiz kalan insanlar için kuş bakışı “D” biçimli olan bir mahalle kurulmuştur.[14] Bu dönemde dikkat çekici bir mimari çaba, Ziraat Bankası’nın 1956’da ülkenin yedi coğrafi bölgesine özelleşmiş çok kapsamlı bir “Köylü Zirai İşletmeleri Proje Müsabakası” yapmış olmasıdır. Dönemin pek çok mimarının katıldığı yarışmaya 106 proje başvurusu olmuş, sonuçta 647 sayfadan oluşan bir yayın yapılmıştır.[15] (Resim 8)

1960’LARDA ÖRNEK KÖY YAKLAŞIMI

1960’lı yıllarda ise, daha özgürlükçü bir ortamın söz konusu olması, ülke ve bölge planlama gibi akılcı politikaların oluşturulmasıyla, “köy sorunu” tekrar çözülmesi gerekli önemli bir sorun olarak gündeme gelmiştir. Bu dönem yayınları incelendiğinde, 1930’lu yıllardaki fikirsel canlılığın geri geldiği görülür. Bu yayınlar sayıca çokluğun yanı sıra, artık birbirinden kesin çizgilerle ayrılan siyasal görüşlerle de bağlantılı bir biçimde, köy sorununu çok farklı açılardan inceleyen ve çözüm önerileri getiren çalışmalar olarak, 1930’lu yıllardan farklılaşmaktadır. Uygulama alanında da, konuyla ilgili çeşitli uzmanların bir araya getirilmesiyle oluşturulan danışma kurulları aracılığıyla “örnek köy” kavramı geliştirilmiş ve özellikle bazı İstanbul ve Ankara köylerinde örnek uygulamalar yapılmaya çalışılmıştır.[16] Burada temel yaklaşım, kısa sürede bütün köylerin eşit düzeyde kalkınmasının olanaklı olmayacağı görüşüyle, kıt kaynakların akılcı kullanımına ve planlılığa dayanan yeni bir kalkınma modeli geliştirmektedir. Bunun için ekonomik ve coğrafi bütünlüğü olan bir alan içinde göreli olarak daha gelişmiş bir köy seçilip desteklenerek, bu uygulamaların komşu köylere örnek olması amaçlanmıştır. Bu modelleme uzman görüşüne dayalı bir fikirsel altyapı içermekle birlikte, 1960’lı yılların ortasından itibaren planlı büyüme yaklaşımının dönemin iktidarınca benimsenmemesi nedeniyle geniş bir uygulama sahası bulamamıştır.

1970’LERDE “MERKEZ KÖY” VE “KÖY-KENT” YAKLAŞIMI

1970’li yılların başında “merkez köy” kavramı geliştirilmiş, bir grup köyün merkezindeki bir köyün eğitim araç, donanım vb. ile desteklenerek, diğer köylerin de bu köydeki olanaklardan yararlanması öngörülmüştür.[17] 1970’li yılların ikinci yarısında sosyal tabanlı politikaların egemen olmasıyla “köy-kent” kavramı geliştirilmiş, ancak bu da çok sınırlı bir uygulama sahası bulmuştur.[18] Bu dönemde Köy İşleri Bakanlığı’nın önderliğinde köy imarı çabaları da gündeme gelmiş ve ülke ölçeğinde coğrafi, ekonomik özelliklere göre sınıflamalar yapılarak çeşitli tip planlar geliştirilmiştir.[19] Esas olarak ızgara plan yaklaşımının benimsendiği bu projelerde, konutlar ek yapılarla birlikte artık daha gelişkin aile yaşamına uygun olarak farklı işlevleri olan çok sayıda mekândan oluşan birimler biçiminde tasarlanmış ve köylünün kullanımı için çok farklı işlevlerdeki köy yapıları için tip projeler hazırlanmıştır. (Resim 9-11)

1980’LER: NEO-LİBERAL EKONOMİDE KÖYÜN ÇÖZÜLÜŞÜ VE MİMARİ BAĞLAM

Özet olarak Cumhuriyet tarihi boyunca “köy sorunu”nun çözümüne yönelik kavramsal çabalar sürmekle birlikte, uygulama ayağının her zaman için zayıf kaldığı söylenebilir.[20] Ayrıca bu uzun süreç içinde 1950’lerden itibaren yurtdışından gelen ekonomik destek ile (Marshall yardımları) köye traktörün girmesi insan emeğine dayalı küçük ölçekli tarımsal üretimde bir patlama yaratmıştır. Bir yandan insan emeğinin boşa çıkması, bir yandan ülkede yürütülen sıtma ve verem ile mücadele gibi sağlık reformlarıyla sağlıklı nüfus artışının sağlanması, diğer yandan Cumhuriyet temel hedeflerinden olan köylüyü topraklandırma yasasının işletilememesi, kırsaldaki topraksız-işsiz kitlelerin kente göçünü gerektirmiştir. Kente göçle birlikte köy sorununun üzerine bir de kentleşme sorunu eklenmiştir. 1980’li yıllardaki yayınlara bakıldığında, esas araştırma alanının sağlıksız kentleşme ve gecekondulaşma olduğu görülmektedir. Köylerin çağdaşlaştırılması kaygısı artık geri plandadır. Askeri hükümet tarafından Kırklareli’nin Bulgaristan sınırında Beğendik Köyü’nde -Bulgaristan’a nazire olarak- gerçekleştirilen örnek köy uygulaması da, hiçbir fikirsel alt yapısı olmayan özensiz bir mimari olmaktan öteye gitmemiştir.

1980’li yıllar uluslararası düzene ayak uydurmaya çalışan neo-liberal politikaların uygulanmaya başladığı dönem olarak köyü ve köylüyü esas olarak iki bağlamda etkilemiştir; birincisi tarım ve hayvancılığı devlet desteğiyle sürdüren köylünün yeni yasal düzenlemeler sonucu hazırlıksız bir şekilde kapitalist ekonomide yalnızlaşmasıdır, ikincisi yurtdışından gelen büyük ekonomik kaynağın kentler kadar köylerin de çehresinin değişmesine neden olmasıdır. 1980’lerle birlikte kente göç çok artmış, 1990’lı yıllardan itibaren ise, artık Türkiye’de köy sorununun yerini “varoş sorunu”nun aldığı rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda köyde mimarlık da iki boyutta değişime uğramıştır. Bunlardan biri çimentonun ana yapı malzemesi olmasına bağlı olarak geleneksel mimarinin yerini kentlerdeki apartmanlara benzer briket ya da betonarme yapıların almasıdır. Geleneksel mimariyi de referans almayan, herhangi bir “modern” tasarım dili de olmayan bu yapılaşma, ülkenin her yerinde birbirine benzer “kimliksiz” yapılı çevreler oluşturmaya başlamıştır. Diğer boyut ise artık her yerde makineli tarım ile üretim hacminin çok artması ve bu ürünleri saklayacak depo yapılarından, traktör ve ekipmanını koyacak yerlere köy evinde büyük alan gerektiren yeni yapıların gerekmesi, dolayısıyla geleneksel olarak ev ile ahır, samanlık, ambar gibi küçük ölçekli yapılarla oluşturulmuş yapı topluluklarının yerini farklı ve büyük yapıların almasıdır. Bu yeni yapılaşmalar incelendiğinde kentlerdeki sıradan apartman üretimiyle benzeşen görünümüyle köy/kent ayrımı oluşturmayan, her durumda “o” yere özgü bir tasarım dili olmayan kimliksiz mimarisiyle köylünün artık geleneklerinden koptuğu düşünülebilir. Ancak evlerin iç düzeninde yer sofrasında yemek yemek gibi gelenekselin sürmesi de toplumun kırsal gelenek ile aslında pek de tanımadığı kentsel yaşam kültürü arasında sıkıştığını göstermektedir.

2001 IMF-DERVİŞ POLİTİKALARI: KÖYDE İNSANSIZLIK YA DA SINIRSIZ NEO-LİBERALİZMİN YARATTIĞI “NEO-KÖY SORUNU”

1980’li yıllarda Özal politikalarıyla başlayan tarım sorunları, 2001 ekonomik krizi nedeniyle ülkeye davet edilen Kemal Derviş’in oluşturduğu politikalarla kırsalda tam bir çöküşe neden olmuştur. Kırsalda devlet desteğinin iyice azalmasının yanı sıra tarımsal üretimin gübre, tohum, tarım ilacı vb. iş kalemlerinde ithalata dayandırılması, tütün vb. ekiminin yasaklanması ancak yerine farklı ürünlerin konmaması ve ayrıca 1990’lardan itibaren güneydoğuda köy boşaltmaların yaşanması, ülkenin her yerinde nedeni farklı da olsa köylünün ekmeğini kazanamaz duruma düşerek kente göçünü zorunlu kılmıştır.

Köylerin bu derece boşalmasında bir neden de taşımalı eğitim sistemidir. 1997-98 öğretim yılında temel eğitimin kalitesini yükseltmek için geliştirilen sekiz yıllık kesintisiz eğitim sistemi beş yıllık köy okullarını işlevsiz hale getirmiş, devlet köylerdeki okulları geliştirmek yerine taşımalı eğitim ile çocukları kent merkezlerindeki okullara yöneltmiştir. Her ne kadar köyden ücretsiz servis ile eğitim başlamış olsa da uygulamada yaşanan sorunlardan dolayı çoğu aile zaman içinde kente yerleşerek çocuğunu okula göndermeyi yeğlemiştir. Bu politikaların bir diğer büyük etkisi de köyden öğretmenlerin çekilmesi olmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca muhtarın yanı sıra öğretmen ve imam köyün farklı boyutlardaki “akil kişileri” olarak tanımlanırken, laik eğitimin temsilcisi öğretmenlerin köylerden çekilmesi köyün düşünsel ortamında yeri doldurulamaz bir boşluk oluşturmuştur.

Günümüze gelindiğinde kırsalda tarımsal üretimi arttıracak becerisi olan genç nüfusun pek kalmamış olması, köylerin adeta insansızlaşmış olması esas büyük sorunu oluşturmaktadır.[21] Tarım ve hayvancılık üretiminde büyük düşüş, ülke nüfusunun artışına bir tezat oluşturmakta ve Türkiye doğrudan tarımsal ve hayvansal ürünler için diğer bir değişle “gıda” için dışa bağımlı hale gelmiştir ki bu gerçekle esas olarak pandemi döneminde yüzleşilmiştir. Bu süreçte her ne kadar köylerde nüfus olarak büyük bir boşalma yaşanmışsa da, bir yandan da endüstriyel nitelikte tarım belli ölçüde sürmektedir. Yılın belli mevsiminde çalışma gerektiren tarım ürünleri, kentte yaşayan köylülerin yeni ulaşım olanakları sayesinde günübirlik ya da kısa süre konaklamalı köylere dönmeleri ve tarım işçicisi olarak farklı coğrafyalardan getirilen mevsimlik işçiler ile tarım çok verimli olmasa da sürmektedir. Her ne kadar tabiri caizse bu “Türk usulü” karma ekonomik model olumlu görülebilse de sonuç olarak günümüz Türkiyesi’nde “kentlileşememiş kentli sorunu” kadar bir de üretim yapamaz hale gelmiş “insansız köy sorunu” ortaya çıkmıştır. Ve tüm bu sorunların mimari yansıması da kırsalda izlenebilmektedir.

Terk edilmiş ya da çok kısa sürelerle kullanılan yerleşimlerde geçmişten süregelen geleneksel mimari harabeye dönerken, belli bir kazancın söz konusu olduğu yerleşimlerde kentle yarışır yükseklikte kuralsız betonarme yapılaşma olanca çirkinliğiyle kendini göstermektedir. İnsansız geleneksel yerleşimler artık bir mimari araştırma konusuna dönüşürken betonlaşmış köylerin çirkinliği artık kamuyu da rahatsız etmeye başlamış ve 2010 yılında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yerel mimarinin belgelenerek tasarım rehberi oluşturulan ve yeni köy evi önerileri geliştiren bir çalışma başlatmıştır. Söz konusu tip ev projeleri göze hoş gelmekle birlikte bu projelerin günümüz köy konutu kullanıcılarının beklentilerini karşılayıp karşılamayacağı ayrı bir sorudur.[22]

SONUÇ OLARAK

Erken Cumhuriyet Dönemi ile sonrasındaki yaklaşım ve uygulamalar karşılaştırıldığında, önemli politika değişikliklerinin olduğu görülmektedir. İki büyük farklılıktan biri, ilk dönemde bir yandan devlet eliyle büyük bir imar faaliyeti başlatılırken, diğer yandan da köylüye imar konusunda önemli bir görev ve sorumluluk verilmiş olmasıdır. 1935’den itibaren valiliklerden beş yıllık köy çalışma programları istenmiş ve bu işi önemseyen valiler, illerindeki tüm köyler için beş yıla yayılan bir program yaparak Köy Kanunu’nun gereklerini yerine getirmek için çabalamıştır.[23] Bunun yanı sıra, muhtarları eğitmeye çalışan yayın ve kurslarla da köylünün görevlerini yerine getirmesini sağlamaya çalışmışlardır.[24] 1930’lu yıllardaki bu heyecan, II. Dünya Savaşı ile büyük bir sekteye uğramış, sonrasında yurt içinde ve dışında “denge politikaları”nın ortaya çıkmasıyla, köye yönelik devrimci söylemde önemli tavizlerin verilmesi söz konusu olmuştur.[25] İlerleyen süreçte de, artık devlet eliyle imar yerine köylünün kendi evini kendisinin yapmasının desteklenmesi daha kolay ve gerçekçi bulunmuş,[26] her ne kadar köy ve ev projeleri hazırlansa da, bunların uygulanmasına yönelik imkân sağlama ya da denetim söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla kırsal alandaki imar faaliyetleri, eskiden olduğu gibi “kendiliğinden oluşma” biçiminde plansız olarak devam etmiştir.

Diğer farklılık ise, nüfus politikasıyla ilgilidir. Erken Cumhuriyet döneminde kendini tarım ülkesi olarak tanımlayan ve her ne kadar modern tarımı geliştirmeye çalışsa da, ekonomik koşullar gereği hızlı bir makineleşme beklemeyen Türkiye, kırsal nüfusun kırsal alanda yaşamını sürdürmeye devam edeceği öngörüsüyle kendine özgü bir çağdaşlaşma modelini geliştirmiştir. Bu çerçevede özetle “köylünün köyünde çağdaşlaşması” yaklaşımı benimsenerek, buna yönelik fikir geliştirildiği ve yasal - örgütsel düzenlemelerin yapıldığı söylenebilir.[27] Ancak 1950’li yıllarda yurtdışı desteği ile tarımda ülke ölçeğinde hızlı makineleşme ve yine erken Cumhuriyet döneminin temel hedeflerinden olan toprak reformunun gerçekleştirilememesi, kırdan kente öngörülemeyen ve hesaplanamayan bir göçe neden olmuştur. Bir yandan kırsal alanda modernleşme ülküsünün terk edilmesi ve kırsal alanın kendi haline bırakılması, diğer yandan kentleşme ile ilgili sürekliliği olan doğru politikaların geliştirilmemesi ya da uygulanamaması bugünkü durumu oluşturmuştur.

Bu çerçevede kuşkusuz erken Cumhuriyet döneminin kırsal alana yönelik duyarlılığını doğru değerlendirerek, anlamlandırmak önem kazanmaktadır. Özetle insanı yaşadığı çevreyle birlikte çağdaşlaştırmayı öngören bu politikaların döneminde yaygınlaştırılamamış olması, köylünün çağdaşlaşma yolunda ön adımları atamadan kent çeperine yığılmasına, dolayısıyla da kentle bütünleşememesine yol açmıştır. Günümüz seçim değerlendirmelerinde halen kırsal / kentsel nüfus tartışmalarının yapılması da Türkiye’nin halen derin kentlileşme sancıları yaşadığını ortaya koymaktadır.

Kırdan kente bakıldığında ise en büyük tehdit, gıdada tamamen dışa bağımlı hale gelmiş bir ülkede yeniden tarımsal üretimi canlandırmaya yönelik akılcı politikalar geliştirilse bile, köyden topraktan kopartılmış kitlelerinin artık geri dönüşünün hiç de kolay olmayacağı ve “köy sorunu”nun yerini “tarımsal üretim becerisi sorunu”nun alacağıdır. Nitekim günümüzde sınırötesinden gelen düzensiz göçmenlerin yoğun olarak kırsalda tarım ve hayvancılık sektöründe çalıştırıldığı da bilinmektedir.

NOTLAR

[1] Eres, 2008, ss.92-96.

[2] Bu bölüm Eres, 2008, s: 27-89 ve Eres, 2016a’dan derlenmiştir.

[3] Tunçdilek, 1980)

[4] Bu bölüm Eres, 2008, s:90-192 ve Eres, 2016b’den derlenmiştir.

[5] Karaömerlioğlu, 2006.

[6] Keleş, 1973, s:26.

[7] Milli Kütüphanede bulunan tüm il yıllıkları taranarak derlenen fotoğraflar yazarın doktora tezinin eki olarak sunulmuştur. Eres, 2008, ss.381-473.

[8] 1968 yılında Köy İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir çalışmada, halen köylerin %88’inde okuma odasının bulunmadığı belirtilmektedir. Köy Ekonomik ve Sosyal Tesis Tip Projeleri, 1969.

[9] Kazım Dirik’in Trakya Umumi Müfettişliği döneminde (1935-1941) gerçekleştirilen mimari uygulamalar arşiv ve alan belgelemelerine dayanılarak (Eres, 2008, s:163-278)’de ayrıntılı açıklanmıştır.

[10] Anonim, 1944.

[11] Koşay, 1974.

[12] Türkeş, 1942a ve 1942b.

[13] Özer, 2004, s.197.

[14] “D” dönemin iktidarı olan Demokrat Parti’yi temsil etmektedir.

[15] Anonim, 1956.

[16] İstanbul Vilayeti Köy Kalkınma Komitesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Tütengil, 1970:104-122, Ankara ve İstanbul köylerindeki uygulamalarla ilgili genel bilgi için bkz: Geray, 1974, 243-252.

[17] Geray, 1974, s.252

[18] Örneğin Van - Özalp’teki uygulamalarla ilgili bilgi için bkz: Anonim, 1978.

[19] Köylünün imar ve konut yapımını kendisinin de yapabilmesi için: Köy İmar Planları, 1971; köylüye ve köye hizmet götürecek kurumlara yönelik olarak: Köy Ekonomik ve Sosyal Tesis Tip Projeleri, 1969; afete uğramış köyler için hazırlanan projeler: Köyler İçin Proje Çalışmaları 1963-1965, 1967.

[20] Geray da, Köy İşleri Bakanlığı’nın kuruluşundan on yıl sonra halen işlevini yerine getirmediğini belirtmektedir. Geray, 1974, ss.139-144.

[21] Güler, 2016

[22] Güler, 2020

[23] Örneğin İzmir, İstanbul, Manisa ve Trakya için hazırlanmış beş yıllık köy kalkınma planı yayınları vardır. Bkz.: İzmir Vilayeti 5 Yıllık Köycülük Kalkınma Programı, 1935; İstanbul Vilayetine Bağlı Köylerin Kalkınma Programı, 1939; Manisa Vilayeti 5 Yıllık Köy Kalkınma Programı, 1936; Trakya’nın 5 Yıllık Köy Kalkınma Planı, 1936. Trakya Umumi Müfettişliği Köy Bürosu Yay. no:20.

[24] Kandemir [Demirkan], 1939

[25] Kuşkusuz en önemli taviz, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından açılmış olan Köy Enstitüleri’nin yine onun döneminde kapatılması olmuştur.

[26] 1960’lı yıllarda İmar ve İskân Bakanlığı’nın bu konuda çok sayıda yayını vardır. Bu yaklaşımı açıklayan ayrıntılı bir yayın içib bkz: Kaya, 1963.

[27] Bu dönemde, gelişmiş Batı ülkelerinde de, başta Almanya olmak üzere, 1929 Ekonomik Buhranı nedeniyle kentlerde oluşan büyük işsiz kitlelerinin tekrar kırsal alana yönlendirilmesi gibi politikaların söz konusu olması, Türkiye’nin geleceği yönelik olarak kentli nüfusta hızlı bir artış öngörememesiyle örtüşmektedir.

Bu icerik 676 defa görüntülenmiştir.