313
EYLÜL-EKİM 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

SORUŞTURMA 2003

DOSYA: ULUSLARARASI SÜREÇLERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

MİMARİ PROJE YARIŞMASI
TÜRKİYE NOTERLER BİRLİĞİ MERKEZ BİNASI VE KÜLTÜREL VE SOSYAL TESİSLERİ

  • Eski New York'lar
    Gürhan Tümer

    Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi,

    Mimarlık Bölümü

YİTİRDİKLERİMİZ



KÜNYE
DOSYA: ULUSLARARASI SÜREÇLERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

YENİ DÜNYA DÜZENİ VE HİZMET ALANLARINDA BAŞLAYAN ‘ZORUNLU’ DEĞİŞİM

Hasan Kıvırcık

Y. Mimar, MİMARLIK Yayın Kurulu Üyesi

Dünya Düzeni

Biçimlenmekte olan dünya düzeni, bir sunuma göre tek kutuplu hale gelen yerkürede uluslararası sermayenin iktidarını pekiştirip haklılaştırdıkça ve tam bir uyumla, halkları, bağımsız devletleri ekonomik kıskaca düşürüp teker teker teslim almaktadır. Dünya

ticareti, para piyasası ve finans kapitali, girdiği ülkelerde en az riskle serbest dolaşımda bulunmak istemektedir.

Gelişmiş ya da az gelişmiş, demokratik yahut disiplinci yönetimler olsun, sermaye girdiği ülkelerin kuralları ve hukukundan bağımsızlaşmak, sadece sermayenin merkezileşmesi ve daha çok alanı kontrol edebilme eğilimlerine göre dolaşmak istemektedir. Ancak, nasıl kapitalizm var olduğu ilk zamanlardan itibaren her ülkede tamamen saf, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini tasfiye etmiş olarak birdenbire gelişememiş ise, küresel ekonomik-siyasal yapı diye tarif edilen “yeni dünya düzeni” yahut neo-liberal politikalar da bir anda gözümüzün önünde bütün açıklığıyla belirmemektedir. Etkileri ve derin sonuçları, yaşadıkça fark edilmektedir. Liberal kapitalizmin devrevi buhranları ve emperyalizmin nasıl bütün dünya sistemini sarsan krizleri var olmuşsa, küresel kapitalizm de şüphesiz hiç sorunsuz olmayacak; doğası gereği, azalan kâr oranları-sermayenin pazar kontrolü çelişkisine bağlı olarak kendi krizlerini sürekli olarak mutlaka yaratacak gibi görünmektedir.

Ülkemiz açısından, içinde bulunduğumuz genel anlamıyla krizden (toplumsal kesimlerin krizden ne algıladıklarına bağlı ve bunların toplamı olarak...) çıkmak için gidilebilecek ve kolayca tarif edilebilecek biricik yol, ne iktidar güçleri ne de geniş emek cephesi ve hizmet alanlarının temsilcileri tarafından çeşitli önermeler sunulmuş olmasına rağmen, bir eylem bütünlüğü içinde henüz tarif edilebilmiş değildir.

Yaşadığımız günlerin sorunsalı, küreselleşmeye ‘geç kalınmış modernleşmenin tamamlanmasıyla’ aynen dahil olmak ya da küreselleşmeye bütün gücümüzle ve ancak ulusal sınırlarımızın arkasında direnmek ve ‘kendi’ ekonomik-siyasal yapımızı geliştirmemiz gibi basitçe ortaya konamayacak denli karmaşık görünmektedir.

Türkiye için küreselliğin başka bir adımı olan Avrupa Birliği’nin içinde olmak ya da AB dışında kalmak da taraftarları ve karşıtlarının kompozisyonu bir miktar değişse de aynı karmaşıklıktadır. Sadece siyasal sosyal yapının değil, demokrasinin gelişmesinin de AB’ye girmekle gelişebileceğini, AB ülke standartlarını edinmenin ve kurumlar, iç hukuk, eğitim, hizmet ve benzeri alanların hızla uydurulmasının ‘tek’ çıkar yol olduğunu düşünenler az değildir. Bazen de ABD-AB kutuplaşmasına bağlı olarak IMF-Dünya Bankası kıskacındaki kredi eki dayatma programlar yerine, AB programının “küreselleşmeye karşı” gelişme ve demokratikleşme perspektifi içerdiğini kabul edenler bulunmaktadır.

Serbest Dolaşım, Bilgi Teknolojileri

Küreselleşme ile birlikte başta gelişmiş dünya ülkelerinde olmak üzere, üretimin mekândan bağımsızlaşması eğilimi kuvvetle hissedilmektedir. Bunun yerine, bilgi ve haberleşmenin işlenmesiyle uğraşan maddi olmayan emek süreçleri daha çok öne çıkmış görünmektedir. Artık emek süreçleri, yerin ve uzaklığın pek fazla önem taşımadığı iletişim ağları sayesinde kendi muhataplarıyla buluşmaktadır. Şimdilik ağırlıkla bu emek süreçlerine, işçiler, (ya da servis ve hizmet veren sektör içinde mimari hizmet de dahil olmak üzere her kademeden çalışanlar) katılanlar birbirini tanımıyor olabilir yahut sadece hizmet verdiği enformasyon nesnesi yoluyla birbirleriyle ilişki kuruyor olabilirler. Artık yeni dünya düzeni ile ortaklaşa faaliyet kelimenin tam anlamıyla soyut bir düzeye taşınmaya, iletişim ağının bir metası haline gelmeye başlanmıştır. Ama aynı zamanda burada üretim mekânları ‘mekânsızlaştırılmış’, ancak iletişim ağlarının kendi koordinatlarıyla tanımlı olan yeni bir ifadeye dönüşmeye başlamıştır.

Mimarlık hizmeti alanını da içermesi bakımından, sistem gelişimini tamamladığında iletişim ağları, üretimi ve üretim süreçlerine katılanları tüketiciyle de sınırsız olarak -ve belki de bugün tanımlı olan kuralların dışında- karşı karşıya getirmek ve iletişim ağlarıyla sağlanan serbest dolaşımı tamamen sürtünmesiz ideal bir noktaya eriştirmek istemektedir. Bu yolla üretimle tüketim, coğrafi engelleri dışlayarak birbirlerinin karşısında hazır hale getirilirken böylece özellikle maddi olmayan üretimde sermaye, mekânın kısıtlayıcılığından, masraflarından ve önceki dönemlerdeki pazarın ‘pazarlıklarından’ kurtulmayı hesaplamaktadır.

Küresel sitemdeki “serbest dolaşım”, sözleşme geleneği, asgari ücret listeleri ve haklarıyla ‘belli’ bir gücü olan emek kesimini (maddi olmayan üretimde yer alan her kesimden küçük ölçekli işletme ve serbest çalışan...) bu özelliğinin dışına itmek, emeğin bir sözleşmeye dayalı olarak sunulduğu ve karşılıklı dengelerle sürdürülen mekanizmasını emek cephesi -ve onun bileşeni olarak hizmetler alanı- aleyhinde bozmayı hedeflemektedir. Bu durumda bir sözleşmeye bağlı olmayan, alt değerleri sosyal politikalarla desteklenip saptanamayan yeni bir ‘ücret’ sistemi içinde ağırlıkla “evde üretim”, “parça başı çalışma”, “yarım gün çalışma”, “iş olduğunda çalışma”, boşa çıkarma ve benzerleri gibi sermaye için dahice sayılabilecek bir noktanın uygulaması arzulanmaktadır.

Bir taraftan da ekonomik sistem, üretimi, iletişim ağları sayesinde çok sıkı ve çok kolayca bir denetim girdabına alarak merkezileştirmektedir. Buradan iki önemli sonuç çıkmaktadır: Birinci sonuç, üretimin tamamen kontrol altında tutularak -gerektiği zaman gerektiği kadar- ve üreticilerin çokluğuna karşın üretim etkinliğinden merkezileşen denetimle uzaklaştırılmalarıdır. İkinci sonuç ise -önümüzdeki dönem tedricen bütün dünyada- sanayi üretiminin görece olarak hizmet ve bilgi üretimine nazaran üretim toplamı içindeki oransal azalmasının getirisi olarak, endüstriyel kent modellerinin gerilemesi, bu merkezlerin eksi nüfus transferlerine girişecek olması -yahut hızlı nüfus artışı durması-, fonksiyonlarının değişecek olmasıdır. Bunun yerine küresel ekonominin yönetim yerleri, iletişim ağlarının toplandığı kentler (mekânlar) yükselişinin sürmesi beklenmelidir.

Asıl olarak küresel ekonominin amaçladığı sermaye dolaşımının, kârların güvence altında tutulduğu, girdiği ulus ekonomik-siyasal sistemlerinden kolaylaştırıcı hukuk desteklerinin alındığı, güvencelerin ulus-üstü bir hukuka bağlandığı ve ama ancak, bütün gelişmelerin iletişim ağları ile izlendiği bir sistemde meydana gelebilecek gibi görünmektedir.

Yeni Dünya Düzeni ve Otonom İradelerin Fiilen Çöküşü

Küreselleşme ve yeni dünya düzeninin dayatmasıyla, bütün dünyadaki sosyal devlet yapıları tartışmalı hale gelmiş, refah devleti ve sosyal politikalar ikinci plana atılmıştır. Ulusal devletin kendisi, eski görece özerk, düzenleyici, egemen kavramsal özünden ulus-ötesi iradenin bir parçası olmaya, küresel idarenin bir organı olmaya doğru kendini değiştirmektedir. Bu örgütlenmenin bitmiş hali, bugün “ulus” temelinde sağlanmış olan halkların birlikteliği, ulusal sınırlarla ve anayasalarla (ulusal mutabakat) oluşturulmuş egemenlik düzlemlerini tek bir dünya sistemine getirmektir. Ancak bütün dünyanın kontrolünü de küreselleşmenin iletişim ağlarıyla, sınırları olmayan bir uluslar-üstü güce teslim etmektir. 1990’lı yıllarla birlikte eskiden sadece Birleşmiş Milletler yapısı gibi çok etkin olmayan mekanizmalar aşılarak, bu mekanizmaya yeni anlamlar katılıp meşruluğu sağlamaya çalışarak, tam bir uluslar-üstü güç haline getirilmiştir. Bu uluslararası güç kendini yeni müdahaleler içinde her fırsatta yetkinleştirmekte, (Körfez Savaşı, Afganistan’a ve son olarak Irak’a müdahale ...) giderek daha ‘meşru’ hale gelmektedir.

Bize yönelik olarak konuyu ele alırsak, bağımlı ekonomik siyasal sistem olarak dünya trendine paralel, üstelik içine girdiği krizin ve açmazın sonucunda, zaten 1950’lerden itibaren terk edilmeye başlanılan cumhuriyet kalkınması modeli -küreselleşme bağlantılı olarak- 1990’lara gelindiğinde tamamen yok edilmiştir. Yakın gelecekte bu merkezkaç kuvvetinden çok daha fazla etkileneceğimizi fark ettiğimiz gelişmeler başlamıştır. Gerek AB’ye giriş süreci şartları, gerekse dünya finans sisteminin regülasyonu olarak bütün üretim sisteminin, buna dayalı olarak sosyal ve siyasal yapının formasyon değiştirmesinin önü açılmış gibi görünmektedir.

Ulus temelli siyasal yapılar eski bağımlılıklarından daha etkin bir şekilde merkez tarafından belirlenecek duruma getirileceklerdir. Ülke içindeki daha alt ölçekli demokratik ya da kurumsal yapılar bu rüzgarı kesin olarak yaşayacaklardır. Bu yüzden geleneksel karşı direniş mücadelesi ve alışılmış alternatif düzenlemeler tarifi, büyük ölçüde, etkinlik geçerliliğini bugün de fark ettiğimiz gibi yitirmektedir. Karşı mücadelenin muhatabı ulusal iktidar, aslında yerini ve yetkilerini kendi merkezine devretmeye, ulus-ötesi güç merkeziyle bütünleşmeye başlamıştır. Bir karşı-iktidar mücadelesinin, yahut toplumsal temelli hak direnişinin sonunda yaşanabilecek şu ya da bu kazanımlı “uzlaşmanın” politik mekanizmaları ortadan kaldırılmıştır.

Hâlâ devlete, anayasalarda yazan toplum yararı düzenleyici görevlerini izafe etmeye çalışan, referanslarını sadece buradan alan ve “toplum yararı mücadeleye” ulus devleti ve veya onun bazı bileşenlerini “ikna etmeye” çalışan söylemler, aynı zamanda ulus-devletin geçmişteki ve halen sürmekte olan karanlık noktalarını da bazen gözden kaçırmaktadır.

Mimarlık Hizmetinin Geleceği

Ülkemizde hizmet ticaretinin uluslararası düzeyde serbest hale gelmesi için yapılmış GATS anlaşması, bütün eklentileriyle 2005’te yürürlüğe girecektir. Hizmetlerin serbest dolaşımını öngören bu anlaşmanın yükümlülükleri, gelecek dönem mimarlık hizmetinin yapılma şeklini büyük ölçüde belirleyecektir. Uluslararası hizmet sermayesinin gücünü arkasına almış ve bütün standartları bünyesinde taşımış olan gruplar mimarlık alanında büyük ve kapsamlı işleri kolayca elde edeceklerdir.

Mimarlık ve bağlı inşaat piyasasına bugünden daha serbestçe girecek olan yabancı hizmet sermayesi, bu alanı düzenleyecektir. Bu düzenlemede yer yer işbirliklerinin yaşanması, orta ve küçük ölçekli işlerin çok düşük karlılıklarından dolayı ülkenin ‘mevcut mimarlarına’ bırakılması doğal sayılmalıdır.

Bir anlamda olumsuz sayılan bu tablo, mimarların profesyonelliklerini gözden geçirmelerine, iş yapma düzenlerini değiştirmelerini, hizmet sermayesine bağlı ve organize gruplar olarak dönüşmelerini zorlayacaktır. Hizmet sınırının yükselmesine ve yeniden tanımlanmasına yol açacaktır. Bu rüzgarla, belki de hızlı bir dönüşümle, uluslararası standartlarda hizmet verebilecek iyimser bir tahminle 5-10 grup örgütlenecektir. Fakat kısa ve orta vadede binlerce mimar için açıkça belirtirsek, daralan piyasada varlık nedeni kalmayacaktır.

Yakalanılan bu fırtınadan korunmaya çalışılırken, şimdilik çıkan sonuçlardan biri de mimarlık eğitiminde yeni noktalar yakalamak, piyasadaki ‘eğitilmiş mimarlar’ için ise yeniden ve sürekli eğitim modelleri üretmek gibi görünüyor. Zaten UIA ve Avrupa Mimarlar Birliği çevreleri de konuşmalarında mimarlık tanımı ve eğitim üzerinde duruyor ve ‘aradaki farkın’ kapanması için yollar öneriyorlar.

İşte küreselleşmenin somut yaşanan pratiğe değdiği bu noktadan itibaren teorik düzlemdeki belirlemeleri aşan yeni değerlendirmelere ve duruşlara gereksinim ortaya çıkmaktadır. Tartışmaların bu kez varlıksal bir düzeye taşındığının bilinciyle, sahiden “tarafı haline gelmek” kendi kaderi üzerinde kendi sözünü söylemek kaçınılmaz olmaktadır. Ülke mimarlık birikiminin ve mimarlar ortamının öznel duruşunun bundan sonra etkisi devreye girmekte -ya da herhalde artık girmeli- dir.

Bu icerik 1779 defa görüntülenmiştir.