313
EYLÜL-EKİM 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

SORUŞTURMA 2003

DOSYA: ULUSLARARASI SÜREÇLERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

MİMARİ PROJE YARIŞMASI
TÜRKİYE NOTERLER BİRLİĞİ MERKEZ BİNASI VE KÜLTÜREL VE SOSYAL TESİSLERİ

  • Eski New York'lar
    Gürhan Tümer

    Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi,

    Mimarlık Bölümü

YİTİRDİKLERİMİZ



KÜNYE
DOSYA: ULUSLARARASI SÜREÇLERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

GATS, AB, Mimarlık Eğitimi, Meslek içi Eğitim, Mimarlık Pratiği, Mimarlık Kültürü ve Diğerleri: SORULAR VE YANITLAR

Türkiye mimarlığının uluslararası süreçlerle yeniden şekillendiği bir dönemde, bu kapsamlı konunun ilgili alt başlıklarını sorularla tanımlayarak ele almaya çalıştık. GATS ve Avrupa Birliği süreçleri; bu süreçlerin mimarlık alanındaki etkileri; etkilerdeki ortak yönler ve ayrışmalar; konunun 1920’lerden 50’lere kadar yaşanan ‘yabancı mimarlar sorunu’ ile nasıl farklılaştığı ve bu süreçlerin özellikle “mimarlık pratiği” ve “mimarlık kültürü” ile ne yönde etkileşebileceği gibi alt başlıklar, oldukça kapsamlı açıklamalar gerektirmekte. MİMARLIK olarak bu soruları değerli isimlere yönlendirerek, konuyu enine boyuna değerlendirmeye ve farklı görüşleri yansıtmaya çalıştık.

Küresel ekonominin Türkiye mimarlığına etkileri

Küresel ekonominin yaşadığımız ülkeyi ve mimarlık ortamını nasıl ve bundan sonra ne şekilde etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Yücel Gürsel

Mimarlar Odası Genel Başkanı

“ Küresel ekonomi, ulusal ekonomileri, yaşadığımız ülkeyi ve mimarlık ortamını, tek taraflı değil, karşılıklı ve karmaşık politik, kültürel (ideolojik) ve gerektiğinde askeri ilişkiler çerçevesinde etkileyegelmiştir, etkilemektedir ve etkileyecektir. Küresel ekonomi, 1990’lardan bu yana gelişmiş ve geri kalmış tüm ülkelerde sermayeyi ve yatırımcıyı temel alan, koruyan, çalışanları düşük ücrete ve işsizliğe mahkum eden politikaların değişik şiddet ve ölçeklerde uygulandığı bir süreç içindedir. Küresel ekonomi, kapitalist ekonominin yapısı gereği, küresel doğal kaynakların dengesiz kullanımı ve tüketilmesi, geri dönüşü mümkün olmayan ekolojik kayıplar, iç çelişkileri ve çatışmaları yüzünden sürdürülemezlik-sürdürülebilirlik sorunsalı içindedir. Bu durum çalışanların, zihinsel ve bedensel emeğin, ulusal ve uluslararası planda dayanışmasını ve ittifakını gerekli ve mümkün kılmaktadır.

Çalışanların ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının savunulması ve geliştirilmesi, ulusal bir sorun alanı olarak hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile mümkündür. Küresel ekonominin, ticaret, yatırım ve sermayenin akışını, teknoloji, mal ve hizmet dolaşımını hızlandırmasına karşın, emeğin ve çalışanların uluslararası hareketliliğini, dayanışmasını ve örgütlenmesini kısıtlaması ve engellemesi, uluslararası bir karşıtlık ve sorun alanıdır. Ülkemizin ve mimarlık ortamının geleceğini, temelde dünyanın geleceğini, bu karşıtlıkların, karşılıklı etkileşimin karakteri belirleyecektir. Farklı ülkelerin çalışanlarının, farklı bilinçlenme ve örgütlenme düzeyleri, geleceğin biçimlenmesinde farklı düzeylerde rol almalarına neden olacaktır. Bazıları yaratıcı mücadele biçimleri ile önde gidecekler, bazıları dünyayı geriden takip edeceklerdir.

Böyle bir süreç ülkemizde mimarlık ortamına, zihinsel ve bedensel emeği ile çalışanların bir parçası olan mimarlara, özellikli ve öncelikli bir sorumluluk, aynı zamanda fırsatlar, olanaklar alanı sunmaktadır.

* Mimarların ve meslek örgütü olarak Mimarlar Odası’nın UIA, ACE gibi uluslararası örgütlenmelerin içinde yer alması, küresel ekonominin olumsuz etkilerine karşı uluslararası planda dayanışma ve ittifak modelleri yaratabilir. UIA, ulusal mimarlık politikalarının geliştirilmesini önermekte ve teşvik etmektedir.

* Küresel ekonominin tüketim ideolojisine, teknoloji malzeme ve hizmet ithalinin olumsuz etkilerine karşı, mimarlık hizmetlerinin, içinde yer aldıkları toplum ve kent yaşamı ile doğrudan ve demokratik etkileşimini temel alan bir mimarlık anlayışının, ulusal ve uluslararası kurallarının ve mücadelesinin geliştirilmesi, önümüzdeki dönemin vizyonu ve temel anlayışı olabilir.

* Ulusal düzeyde mimarlık ortamının temel sorunlarından başta geleni, mimarların ve meslek örgütlenmesinin, yapı üretim süreci içinde yer alan üretici güçlerle, ortaklık anlayışının ve ilişkilerinin geliştirilmesidir. TMMOB bu ortaklığın öncelikli, doğal ve yasal zemini olan ilk halkasıdır.

* Küresel ekonomi ile etkileşimin biçimlendirdiği kentlerimizin, çürük, form bozukluğuna ve kimlik kaybına uğramış, doğal afetler ve deprem tehdidi altındaki yapısının, güvenli ve sağlıklı hale getirilmesi, paralel olarak kentsel yaşamın yeniden düzenlenmesi, sosyal ve kültürel yapının da yenilenmesi gereği, mimarlığımızın karşı karşıya olduğu temel paradigma-dizge sorunudur. Bu sorunun doğru çözümü, ancak, kenti yaşayan mimarların becerisine ve yaratıcılığına bağlı olduğu için, hizmet ithaline karşı en etkili savunmadır. Türkiye mimarlığının ve mimarlarının bu doğrultudaki programı, kentsel yenileme ve bakım da, mesleki bilgi, beceri ve pratiğinin geliştirilmesini, mimarlar arası yoğun bir bilgi paylaşımı ve dayanışmayı, meslek içi eğitimin sürekli ve sistemli hale getirilmesini öncelikli ve zorunlu kılmaktadır. Bu program, aynı zamanda, mimarlık hizmeti anlayışında, kullanıcı ile, toplumla ve toplumsal ihtiyaçların değişimi ile, yapı üretim sürecindeki ortaklarımızla, merkezi ve yerel yönetimlerle ilişkilerimizde, nitelik değişikliği gerektirecektir.

* Türkiye mimarlığının geleceğini, küresel ilişki ve etkileşimler çerçevesinde, yaşanmaya değer ve mümkün, daha güzel bir dünya ve mimari çevre ideali için gösterilecek olan bireysel ve örgütlü çaba yönlendirecektir. Gelecek bu çabanın niteliğine ve niceliğine göre, olumlu, olumsuz olasılıklara açıktır.

* Türkiye’nin tarihsel, kültürel birikimi ve coğrafi konumlanışının zenginliği, olumlu bir gelecek için fırsatları ve olasılıkları işaret etmektedir.

____________________________________________________________________________

“... Küreselleşme olarak adlandırılan, dünyanın iki kutuplu bir merkezden tek kutuplu bir duruma geçişinin, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yarattığı fırtınaya karşı, kısır bir red-boyun eğme ikilemini aşmış, çok yönlü ve alternatifler üreten bir mücadele anlayışını benimser. Küreselleşmeyi esas olarak, aralarında yeni birleşmeler gerçekleştirerek büyüyen, her türlü ulusal, sınır ve denetimi aşabilen, uluslarüstü tekellerin, başta ABD olmak üzere, gelişmiş egemen devletleri ile birlikte, DÜNYANIN DOĞAL, KÜLTÜREL VE İNSANGÜCÜ KAYNAKLARININ KOŞULSUZ KONTROL EDİLMESİ İSTEMİ VE EYLEMİ olarak tanımlar. Küreselleşeme, öncelikle uluslararası/üstü sermayenin sınır ve kural tanımaz serbestisi/hareketi ama yanı zamanda, teknolojide, iletişim ve haberleşmede, bilgi alışverişinde olağanüstü hız ve olanaklar demektir ... ” *

* TMMOB Mimarları Odası 37. Genel Kurul Bildiri Metni’nden (hazırlayanlar: Yücel Gürsel, Bora Akçay ve Orol Ataman) alıntılanmıştır.

__________________________________________________________________________

*

Kaya Güvenç

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

“Uluslararası şirketlerin kâr oranlarının düşme sürecinde uygulanmaya konulan yeni liberal politikaların yarattığı ortam küreselleşme olarak adlandırılıyor. Sermayenin kârlarını arttırmak üzere gündeme getirilen bu politikalar, emperyalizmin temel çizgilerini taşımaya devam ediyor. Yani tekelleşme, sermaye ihracı, geri kalmış ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferi, vb. sürüyor. Bu politikalar bunun da ötesinde, refah devleti uygulamalarına da son veriyor; sosyal devlet ortadan kaldırılıyor ve bu alanlar özelleştirmeler yoluyla sermayeye açılıyor. Sermayenin hareketlerini kısıtlayan kurallar ortadan kaldırılıyor, emekçi sınıfların kazanılmış hakları geri alınmaya çalışılıyor, örgütlülüğü zayıflatılıyor. Kısaca, uluslararası tekelci sermaye sınırsız ve kuralsız egemenliğini küreselleşme adı altında sürdürüyor.

Çok sayıda olgunun “küreselleşmenin” yan ürünü olduğu bir gerçektir. Kabaca bile incelendiğinde, göze kulağa hoş gelen bir çok olgunun, aslında bu temel niteliklerin bir ürünü olduğu görülecektir. Dünyanın bütün ülkelerini etkileyen bu uygulamaların sonuçları da apaçık görülmektedir: Ülkeler arasındaki ve aynı ülkedeki sınıflar arasında gelir dağılımda var olan uçurum büyümekte, kuralsızlaştırma her alana yayılmakta, sermaye örgütleri yönetime doğrudan ortak olmaktadırlar. Küreselleşen, insan hakları gibi evrensel, kültürel değerler değil, uluslararası sermayenin değerleridir.

Mimarlık alanındaki gelişmeler de, kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı olarak bu başat koşullardan etkilenmektedir ve gelişmeleri son incelemede, bu çerçeveyi temel alarak değerlendirmek doğru olacaktır. Kâr arayışlarının egemenliği, bütün meslekleri olduğu gibi mimarlığı da etkisi altına almaktadır. Bu kısa not içinde birkaç konuya değinmek yeterli olacaktır. Şu anda gündemin ilk sırasındaki konu yatırım konusudur. Bizler açısından yatırımın tek başına bir anlamının olmadığını belirtelim öncelikle. Ama günümüz Türkiyesi, 24 Ocak kararlarıyla birlikte bir yatırımsızlık ortamına sürüklendi. 24 Ocak kararları, Türkiye’nin uluslararası sermaye kuruluşlarına bütünüyle teslim olmanın simgesidir. Bu durum özellikle son yıllarda belirgin bir duruma geldi. Her zaman belirtiyoruz: yatırımın olmadığı bir ülkede mühendis, mimar olmak zor. Küreselleşe sürecinin de bir parçası olan, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması, mesleki etkinliklere de yansımakta, bu etkinlikler şirketler etrafında merkezileşmekte ve yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle de, meslek değerleri ile şirketlerin kar arayışları arasında önemli bir uyumsuzluk ve mesleğin uygulanmasında önemli engeller ortaya çıkmakta ve “güçlü olanın haklı olduğu” bir sistemde, meslek değerleri yok edilmektedir.

Küreselleşme kavramı, sermayenin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı kavramlarıyla iç içedir. Bunlar arasında özellikle hizmetlerin serbest dolaşımı mimarlık alanını doğrudan etkilemektedir. Kısaca, Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS süreci olarak adlandırılan görüşmeler, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere hizmet ihracını arttırmak amacını taşımaktadır. Ülke dışından mimarlık hizmeti sunulması anlamına gelen sınır ötesi ticaret, meslek mensuplarının serbest dolaşımı gibi alanlarda serbestleşme adına, ülkemizdeki mimarların (mühendislerin) etki alanları daraltılmak istenmektedir.

Sosyal devlet alanları olarak sayılabilecek, eğitim, sağlık, kültür, sanat, sosyal güvenlik, vb. alanlar özelleştirmelerle ye da yeniden yapılanma ile sermayenin taleplerine göre biçimlendirildiğinden, ya arka planda kalmakta ya da sermayenin egemenliğini pekiştirmeye yönelik uygulamaların konusu olmaktadır. Örneğin ülkemizde gündeme getirilen “sit alanlarında yapılaşma” önerisi, bu durumun ilginç bir örneğidir. Sermayenin merkezileşmesinin meslek açısından yansıması, geri kalmış ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru hızı sürekli artan beyin göçünde kendini göstermektedir. Bunun temel nedeni teknolojinin uluslararası şirketler bünyesinde ve gelişmiş ülkelerde yoğunlaşması olgusudur. Araştırma ve geliştirmeyi görmezlikten gelerek kaynak ayırmayı dahi düşünmeyen Türkiye bir yana, AB ülkeleri dahi bu gelişmeden olumsuz etkilenmektedirler.

Burada özet olarak sıraladığım bu gelişmeler, ülkemizdeki meslektaşlarımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Sanayi devrimini yakalayamayan ülkemizin, uluslararası sermayeye teslimiyeti türlü araçlarla pekiştirilmektedir. Oysa, ulusal bilim, teknoloji, inovasyon politikalarına dayalı sanayileşme, kalkınma ile birlikte sosyal devlet ve hakça paylaşımı hedefleyen siyasi bir irade, bu olumsuzlukları en aza indirecektir. Bu nedenle, mesleğimizin uygulanması için uygun ortamın yaratılması mücadelesini önemsemek zorundayız.

GATS ve Türkiye mimarlığı

Hizmetlerin Ticareti Genel Antlaşması GATS nasıl bir süreç? Bu kapsamda Türkiye ne tür taahütler verdi? Verilen taahütler hangi tarihten itibaren geçerli olmaya başlayacak?

Arif Şentek

Mimarlar Odası Genel Sekreter Danışmanı

“GATS, uluslararası “ticaret”te engellerin giderek azaltılması ve nihai hedef olarak kaldırılması sürecinin bir parçası. Sürecin kurumsallaşmasına, yani Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmasına yönelik müzakereler ise 1986’da başlıyor. DTÖ, 1995’de GATS ile birlikte kuruluyor. Anlaşma, aralarında ülkelerin hangi sektörleri ne ölçüde dışarıya açtıklarına ilişkin taahhütlerinin de bulunduğu çok sayıda ek belgeyi içeriyor.

Süreç, kapitalist sistemin belirleyiciliğinde gelişiyor. Bugün hangi ülke kaldı kendini “sistem” dışında gören? ABD’nin son Irak işgali gerçi bu süreçte “kibarlığın” sonuç itibariyle pek de geçerli olmadığını gösterdiyse de, her sorunun silah zoruyla çözülmeyeceği açık. Bu bakımdan bu işleri “çok taraflı kurallara bağlama”yı öngören bir “müzakereler” süreci işlerlik kazanıyor..

Biz mimarlığı bir ticaret konusu gibi görmeyiz, hatta bazı meslektaşlarımız “hizmet” sözcüğünden de pek hoşlanmazlar. Ama GATS kapsamında mimarlık, bir “hizmet ticareti” olarak düzenleniyor. “Düzenleniyor” diyoruz, çünkü “kurallar”ın bütünüyle ortadan kalkması gibi bir “kaotik” ortam söz konusu değil. Uluslararası düzeyde geçerli olacak, herkesin uyacağı ortak kurallar amaçlanıyor. Kuşkusuz “son tahlilde” bu kurallar da “güçlü”den yana çalışacaktır denilebilir. Galiba sorun da burada düğümleniyor; uluslararası rekabet ortamında “güçlü” olabilmek gerekiyor.

GATS ile, uluslararası hizmet ticaretinde 4 biçim (mod) öngörülmüş. Birincisi “sınır ötesi ticaret”, yani yabancı hizmet sunucusunun tüketicinin bulunduğu ülkeye gitmeden hizmeti göndermesi. İkincisi, vatandaşın yurt dışına giderek hizmeti yerinde alması. Üçüncü “mod”, yabancıların diğer bir ülkede şirket, şube, ortaklık, temsilcilik gibi ticari varlık oluşturması. Dördüncüsü ise, yabancı gerçek kişilerin diğer bir ülkede hizmet sunması. Türkiye 1995’te, bu dört “mod”un tamamını, “geçici Oda üyeliği” koşulunun dışında başkaca bir kısıtlama getirmeden yabancılara açacağını taahhüt etmiş. Bu taahhüdün verilişinin ve bunu izleyen müzakerelerin, özellikle bizim açımızdan fazlaca bir “şeffaflığı” yok.

30 Mart 2003, DTÖ / GATS müzakerelerinde nihai tekliflerin sunulması için belirlenmiş bir tarihti. Ancak son alınan bilgilere göre, Türkiye’nin son sözünü söyleme hakkını 2005 yılı başına kadar saklı tutuyor. Bu tarihler çok katı eşikler olarak görülememelidir. Çünkü, GATS’a imza koymakla veya AB’ye girmekle, hemen anında yepyeni bir “yasal düzenlemeler” bütününün içine de girmiyorsunuz. Esasen bir “uyum” ve bir “düzenlemeler” süreci başlatılmış ve sürüyor. Örneğin, geçtiğimiz aylarda TBMM’de kabul edilen “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun” bu süreçle getirilmiş bir düzenleme.

Bu gelişmeler içinde, hükümetlerin ulusal çıkarları ne ölçüde korudukları çok önemli. Eğer hükümetiniz yabancı yatırımcıların ülkeye gelmesi için, kamu arazilerini, kıyıları, doğal sitleri bile gözden çıkaran bir politika izliyorsa, elbette işiniz pek kolay değil.

AB ve Türkiye mimarlığı

Avrupa Birliği, mimarlık alanında neyi öngörüyor?

H. H. Günhan Danışman

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkan Yardımcısı

“Avrupa Birliği, yetkili organlarının (örneğin: Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, sürekli ihtisas komiteleri gibi) yürürlüğe koyduğu kanunlar, direktifler ve yönetmelikler vasıtası ile 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Avrupa’da mimarlık alanında aşağıda belirtilen hedeflere varmayı planlamaktadır:

a) Avrupa kentlerinin sürekli yenilenmesi yoluyla sürdürülebilir kent yaşamının şartlarının oluşturulması;

b) 400 civarındaki tarif edilmiş tüm meslek grupları ile birlikte, mimarlık mesleğinin de Avrupa Birliği ülkeleri dahilinde hizmetlerin serbest dolaşımının gerçekleştirilmesi;

c) Mimarlık meslek eğitiminde Bologna Sözleşmesi’ne uygun olarak asgari standartların (5 yıl +1) ve de meslek içi sürekli eğitimin tüm Avrupa Birliği ülkelerinde düzenli olarak sağlanması;

d) Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde kamu alımlarının (özellikle de proje hizmetleri, inşaat ihaleleri ve yapı malzemeleri alımları vs.) tüm üye ülke profesyonellerine aynı haklarla açılması;

e) Mimarlık hizmetlerinin sunulması sırasında kamu yararının mutlak suretle gözetilmesi ve hem tüketicinin, hem de doğal ve kentsel çevrenin korunarak daha iyi bir yaşam koşullarının sağlanması.

Ancak, Avrupa Birliği’nin mimarlık alanında neyi öngördüğü sorgulanırken, Avrupa Birliği’ne bağlı ülkelerin mimarlık meslek örgütlerinin (artı, özel üyelik koşulları ile kabul edilmiş olan Norveç ve İsviçre mimarlar Odalarının) oluşturduğu Avrupa Mimarlar Konseyi ACE (yaklaşık 350.000 mimarı temsil eden bir birlik), bu konuda önemli bir aktör olarak ön plana çıkmaktadır. Aralarında Türkiye Mimarlar Odası’nın da bulunduğu ve Avrupa Birliği’ne aday ülkelerinin mimarlık meslek örgütlerinin gözlemci üye statüsü ile dahil bulunduğu ACE, gerek Avrupa Birliği’nin mimarlık politikalarının oluşturulması sırasında ve gerekse Avrupa çapında mimarlık mesleğinin çıkarlarının korunması, ilgili yan meslek gruplarının mimarlığın meslek alanına saldırılarının önlenmesi ve kamu yararının korunması için önemli katkılar yapmaktadır.

AB 1985 Direktifi nedir ve Avrupa ülkeleri için neyi sağlamaktadır? Bu direktif neden ve nasıl dönüştürülmek isteniyor?

H. H. Günhan Danışman

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkan Yardımcısı

“ ‘85 Direktifi, Avrupa Birliği ülkeleri dahilinde mimarlık mesleğinin uygulanması, mimarlık eğitiminde asgari standartların oluşturulması, kamu yararının korunması, mimarların ve mimarlık hizmetlerinin serbest dolaşımı ile mesleği ilgilendiren diğer tüm konularda düzenlemeler getiren kanun hükmünde bir AB Parlamentosu kararnamesidir. 18 yıldır yürürlükte olan ‘85 Direktifi ile Avrupa Birliği ülkelerinde mimarlık meslek standartlarında önemli iyileştirmeler sağlanmış, mimarlık eğitiminde standartları uyuşmayan ülkeler arasındaki sorunlar Direktif çerçevesinde kurulmuş olan “Danışma Kurulu” yoluyla çözümlenmiş ve mimarlar ile mimarlık hizmetlerinin Avrupa Birliği dahilinde serbest dolaşımında ilerlemeler kaydedilmiştir.

Avrupa Birliği’nin büyüme sürecine girmesi ile bürokrasinin hantallaştığı ve kurallar ile yönetmeliklerin çok karmaşık hale geldiği savından hareketle, AB’nin merkezi yönetimini küçültmek, bürokrasiyi azaltmak ve 400 dolaylarındaki meslek gruplarının ayrı ayrı yürürlükte olan değişik meslek direktiflerini tek ve özlü bir direktif altında basitleştirerek birleştirmek amacıyla Avrupa Komisyonu son 3 yıldır bir çalışma başlatmış bulunmaktadır. Ancak, kamu yararını ve insan sağlığını doğrudan etkileyen tıp dalındaki meslek grupları ile birlikte hareket eden ACE (bunlar “7 yönergeleştirilmiş meslekler” olarak tanımlanmaktadır), tek Direktif altına girmeye karşı çıkmakta ve özellikle de mimarlık mesleğini düzenleyen ’85 Direktifi’nin yürürlükte kalmasını istemektedirler. Fakat AB yeni direktif kararının geri dönülemez olduğunu vurgulamaktadır. Bu durumda “üçüncü yol” olarak da isimlendirilen (yeni direktifi tamamen reddetmek veya tamamen kabullenmek olan diğer iki “yol” yerine), bir ara çözüm eli mimarlık ve tıp alanındaki bu 7 meslek grubunun yeni direktif kapsamına girmelerinin kabul edilmesine, ancak karşılığında ‘85 Direktifi’nin getirmiş olduğu düzenlemeler ile eğitim şart ve “Danışma Kurulu” prensiplerinin yeni direktifte de yer almasının sağlanmasına gayret edilmektedir. Yeni Direktif bu sıralarda Avrupa Parlamentosu’nda geçecektir.

1985 tarihli Avrupa Konseyi Direktifi’nden ...

II. Kısım, Madde 3

Madde 2’de belirtilen diplomalar, sertifikalar ve resmi nitelikleri kanıtlayan diğer belgelerin elde edilmesini sağlayan eğitim ve pratik yetişme, üniversite düzeyinde verilen ve genellikle mimarlık ile ilgili derslerden oluşur. Bu dersler, mimari eğitimin teorik ve pratik yönlerini dengeleyecek şekilde oluşturulacak ve aşağıda belirtilen hususların kazanımını temin edecektir:

1. Hem estetik, hem de teknik gereksinimleri karşılayan mimari tasarımlar yapma yeteneğine sahip olmak;

2. Mimarlık ve ilgili sanat dalları, teknolojiler ve beşeri bilimlerin tarihleri ve kuramları hakkında yeterli bilgi sahibi olmak;

3. Mimari tasarımın kalitesini etkileyecek düzeyde güzel sanatlar konusunda bilgi sahibi olmak;

4. Kentsel tasarım, planlama ve planlama sürecinin gerektirdiği beceriler konularında yeterli bilgi sahibi olmak;

5. İnsanlarla yapılar ve yapılar ile bu yapıların çevreleri arasındaki ilişkileri anlayabilmek, yapılar ve yapılar arasındaki mekânları, insan gereksinimleri ve ölçüleri ile ilişkilendirme gereğini kavramış olmak;

6. Mimarlık mesleği ve mimarın toplumdaki yerini kavrayabilmek, özellikle toplumsal etkileri göz önüne alan önerilerin hazırlanmasında, bu kavrayışa işlerlik kazandırmak;

7. Bir tasarım projesi önerisi için gerekli hazırlama ve araştırma yöntemlerini anlamak;

8. Bina tasarımı ile bağlantılı olarak strüktür tasarımı, inşaat ve mühendislik sorunlarını anlamak;

9. İç mekânlarda konfor koşulları ve iklime karşı korunma sağlayabilmek için, yapıların fiziksel sorunları ve teknolojileri ile işlevleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmak;

10. Yapıları kullanacak olanların taleplerini, maliyet faktörleri ve imar mevzuatının getirdiği sınırlamalar içinde karşılayacak gerekli tasarım becerisine sahip olmak;

11. Tasarım kavramlarını yapılara dönüştürmek ve planları genel planlarla bütünleştirmek için gerekli olan üretim, örgütlenme, yasal düzenlemeler ve işlemler konularında yeterli bilgi sahibi olmak.

____________________________________________________________________________

AB projesi size neyi ifade ediyor? AB süreci ülke değişiminde nasıl bir etki bırakıyor? AB standartları (Kopenhang Kriterleri ve ekonomik şartlar) ülkemiz için ciddi bir değişim programının altlığı olabilir mi?

Selma Sökmen

Mimarlar Odası Uluslararası İlişkiler Komitesi Üyesi

“AB' nin topluluk antlaşmaları ile, üye ülkeden istediği yükümlülükleri, ülkemizin ekonomik durumu, istihdam olanakları, uygulanan politika ve sosyal olanaklar açısından, yaşadığımız koşullarla yerine getiremeyeceği bir gerçektir. İletişim devrimiyle hızla yol almaya başlayan küreselleşme ve tek hakim olmaya çalışan ülkeye karşı hem ekonomik, hem de siyasi olarak daha etkili ve sağlam temellere dayalı bir yönetim şeklini oluşturmaya çalışan AB projesini önemsemekle birlikte, AB'ye üye olmak için ülke olarak hazır olmadığımızı düşünüyorum.

Ülkemizde, birlikçe koşul olarak ortaya konan değişiklikler, şimdilik, sadece yasa koyucuların yasa oluşturma çabalarının dışına çıkmamaktadır. Değişim çerçevesinde yürürlüğe giren yasaların uygulanmasında da, çıkar çatışmaları nedeniyle sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemizin, her alanda reforma ihtiyacı vardır. AB sürecinin de bu reformların yapılmasında etkili olduğunu düşünüyorum.

AB Kopenhag Kriterleri, "Siyasi, AB üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme yeteneği için gerekli olan yasal değişiklikler ve değişiklikleri uygulayacak idari kapasite ve ekonomik kriterler” olarak sıralandığında, ilk iki kriteri uygulamaya çalışmak ülkemiz için ciddi bir değişim programının altlığı olabilir; ancak, ekonomik kriterlerden, fiyat istikrarı ve sürdürülebilir kamu finansmanı ve denge dahil, makro-ekonomik istikrarın sağlanması, tasarrufların üretime ve yatırımlara dönüştürecek gelişmiş bir finans sektörünün varlığının temini için "gelişmekte olan ülke" durumundan "gelişmiş ülke" durumuna geçmemiz gerekir ki, emperyalizmin hakim olduğu bu günkü Dünya düzeninde, kısa vadede ülkemiz açısından mümkün gözükmemektedir.

AB ülkeleri, son katılımlardan sonra yeni ve büyük bir ülke için, kendi konsepti içinde olmak şartıyla, eşdeğer bir yer açabilir mi? AB’ye kabul şartları sağlansa ve geçiş dönemi başlatılsa bile mimarlık ve mühendislik hizmetleri yönünden serbest dolaşım yakın, orta ve uzun vadede ne şekilde gelişir?

Selma Sökmen

Mimarlar Odası Uluslararası İlişkiler Komitesi Üyesi

“AB tespit etmiş olduğu kriterler ve yükümlülükleri yerine getiren ve getirebilecek kapasitedeki Avrupa kıtasındaki tüm ülkeleri üyeliğe kabul etmeyi hedeflemiştir, ancak Türkiye söz konusu olduğunda, bir çok kurucu üyenin Türkiye'ye bakışı hala "Sevr Antlaşması" na takılı kaldığı için, korkarım ki, tüm koşulların sağlanması halin dahi, birlik kapsamına alınma olasılığı zayıf gözükmektedir. Ülkemiz de halen, parasal ederi büyük projeler yasal düzenlemelere rağmen bir yolu bulunarak yabancılara yaptırılmaktadır. Kendi ülkemizde bile diğer Avrupa ve ABD mimarlık firmalarıyla rekabet şansımız yok iken, Avrupa' da şansımızın olmadığını düşünüyorum. Ancak uzun vadede yasal düzenlemeler ve hizmet içi eğitimle ve meslek örgütlerinin yetkilerinin arttırılmasıyla mimar ve mühendislerimizin rekabet yetenekleri arttırılarak karşılıklı hizmet dolaşımı sağlanabilir.

GATS ve AB süreçlerinin ortak ve farklı noktaları

GATS ile getirilen yeni düzen/süreç mimarlık ortamını nasıl etkileyecektir? AB süreci ile GATS ile getirilmek istenen “hizmetlerin serbest dolaşımı” örtüşmekte midir? Bu iki süreç birbirinden hangi noktalarda ayrılıyorlar? Hangi noktalarda ortaklıklar var?

Sait Kozacıoğlu

Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi

“GAT ve GATS'ı globalleşme değil de normalleşme diye alırsak, bu kadar vehamet atfetmemiz gerektirmediğini görürüz. 20. yüzyılda emtia ve hizmetlerin ülkeler arasında serbest ticaretinin kısıtlandırılması, 1929 Büyük Buhranı’nın, uzun sürmesine rağmen geçici olması gereken bir sonucu. 1990'ların uygun konjonktüründe komşu ülkelere büyük çapta mimarlık hizmeti sunan ülkemiz mimarlığının, bu serbestleşmeden ancak fayda sağlayacağını düşünmekteyim. Bu faydaları sağlayamaz ve hatta zarara uğrarsak, sorunu bu dışsal etmenlerde değil, kendi mimarlığımızın durumunda aramamız gerekecektir. Böyle bir olasılık var. Gerçekten mimarlığımız kötü durumda. Bunun temel nedeni son 50 yılda yaşanan hızlı kentleşme döneminde, mimarlığımızın "projeciliğe" indirgenilmiş olması. Bu durumu mesleğin her alanında gözlemleyebiliyoruz.

1. Mimarlık pratiğinin ön safları olan serbest mimarlık bürolarımız zafiyet içinde. İçinde 3 yaş grubu barındıran mimari büromuz hemen hemen yok. Oysa bilgi birikimi için gerekli bir yapı bu. Bürolarımız ya tek bir deneyimli-deneyimsiz mimardan, ya bir deneyimli mimar ve yeni mezun mimarlardan, ya da aynı yaşta ve deneyim düzeyinde bir kaç mimar-arkadaştan (çoğu kez sınıf arkadaşı) oluşuyor. Tekerleğin her ihtiyaç olduğunda yeniden keşfedilmesini zorunlu kılan bir durum bu. Bir serbest mimarlık bürosunda 10 yıl, 15 yıl ücretli çalışan bir meslektaşımızı bulmak zor. Düzenli bir kütüphane, kullanışlı bir arşiv, elle tutulur bir kalite yönetimi sistemi, düzenli araştırma serbest mimarlık bürolarında norm değil. Bunların kurulamamasının temeli, düşük kapasite ve sadece "proje" odaklı olmaktan kaynaklanan inişli çıkışlı gelir akışı. Bu eksikliliklere rağmen üretilen "proje" kabul gördükçe, serbest mimarlık bürolarındaki hizmet ve çalışma koşullarını düzeltme çabaları (haksız?) rekabet koşullarında yenilgiye uğruyor; kendi kalesine gol atmış oluyor.

2. Kamuda çok az mimar istihdam ediliyor. İstihdam edilenlerin de çoğu, idari görevlerde. Kamunun yapı edinme mevzuatı "inşaat mantığında" yazılmış. Kamuda çalışan mimarın rolü tanımsız ve belirsiz. Çalışanlar da bu dağınıklıkta kendilerini ortaya koymayı "proje" yapmakta arıyorlar. Doğru dürüst ihtiyaç programları, malzeme standartları, hastane veya okul morfolojisi üzerine araştırmalar, kamu yapılarının durumu üzerine çalışmalar, sanki kamuda çalışan mimarların görevi değil. Hâlâ 1960'larda tasarlanmış tip projelerle okullar, yurtlar, spor salonları inşa ediliyor. Eldeki bütün normlar, standartlar, şartnameler, yönetmelikler 1970'lerden kalma. Yenileyecek ne kadro var, ne de örgütlenme.

3. Mimarlık eğitiminde istikrarlı bir bozulma var. İsteksiz öğrencilerle sürdürülen bir eğitim bu. Mimarlık öğrencilerinin çok azının ilk tercihi mimarlık öğrenmek. Puanları bilgisayar, işletme vb. bölümlerine yetmediği için mimarlığa başlamışlar. Mimarlık okullarının (fakültelerinin!) eğitim kadrosu, genellikle kendilerini önce "akademisyen" sonra mimar olarak algılıyor. "Yayın" yapma peşindeki öğretim üyeleri ve "proje" yapma peşindeki öğrenciler... Okulların gündemini "akreditasyon", eğitimin süresini uzatma gayretleri dolduruyor.

4. Mimarlar Odası şartlara uyum göstermiş durumda. Mimarlığımızın ve mimarlık pratiğimizin geliştirilmesi yönünde politika üretmekten vazgeçmiş durumda. Odada yeni olan her şey "Uyum Yasaları" gibi dışarıdan geliyor; GATS tartışması, AB süreci, Avrupa Mimarlar Birliği (daha sonra UIA) Beyaz Kitabı, UIA 2005 Kongresi, Yaşasın Kentler Yarışması gibi.

Avrupa Birliği hizmet ticaretinden çok, mimarların serbest dolaşımıyla ilgili bir mevzuat ile karşımıza çıkıyor: Mimarlık Direktifi. Bu direktife göre kısaca bir AB üyesi ülkede mimarlık hak ve selahiyetini kazanmış kişi, diğer bir AB üyesi ülkede mimarlık yapabiliyor. Türkiye AB'ye üye olabilirse, bu, bizim için de geçerli olabilecek. GATS sürecinde AB kendi üyesi olmayan ülkelerin mimarlarına Türkiye’nin yüklendiğinden daha sınırlı bir serbestleşme getiriyor. Bir asimetri söz konusu. Türkiye AB'ye girmediği sürece, GATS çerçevesinde AB'li mimarlar Türkiye’de, Türk mimarların AB'de elde edeceklerinden daha fazlasına kavuşacaklar. Pratikte fazla bir anlamı olacağını sanmıyorum.

GATS ve AB ile uyum sürecinde, ülkemizde özellikle mimarlık mesleği ve ilişkili alanlar bağlamında izlenen politikalar nedir? Nasıl olmalıdır?

Arif Şentek

Mimarlar Odası Genel Sekreter Danışmanı

“Öncelikle bu alanda yeterli açıklığın olmadığını söylemek gerekir. İktidarın programında da yer alan “şeffaflık”, “katılımcılık”, “yönetişim” gibi çağdaş devlet yönetiminin temel kavramları ne yazık ki uygulamada tamamen göz ardı edilmektedir. Adet yerini bulsun kabilinden görüş istemeler veya bazı toplantılara çağırmalar, TMMOB ve Odaların sürece katılımını bırakın, yeterince bilgilenmesini bile sağlayamamaktadır. Özellikle Hazine Müsteşarlığı’nın elemanlarınca yürütülen müzakerelere, bazı ilgili bakanlıklar bile çok sonradan katılabilmişlerdir.

Belirli yasal düzenlemeler yapılırken, örneğin Kamu İhale Kanunu’nun çıkarılmasında, Dünya Bankası, AB veya IMF istediği için “öyle yapıldığı” söylenmektedir. Ancak, burada bir açıklık yoktur; kim neye dayanarak, hangi resmi belgeyle ne istemiştir anlaşılmamaktadır. Örneğin, GATS anlaşması, ticari amaç gütmeyen kamu alımlarını kapsam dışında tutmuştur. Ama, Kamu İhale Kanunu ve özellikle ilişkili yönetmeliklerde böyle bir ayırım dikkate alınmamıştır. Örneğin belirli bir eşik değerin üzerindeki ihalelerin, bu arada mimarlık yarışmalarının mutlaka yabancılara da açık olması öngörülmektedir.

Bu ortamda TMMOB yararlı bir çalışma yapmış, kurduğu ilişkilerle CHP Milletvekili Dr. Gaye ERBATUR, Başbakan’a yönelttiği ayrıntılı bir yazılı soru önergesinde GATS’a ilişkin hükümet politikalarının ve uygulamaların açıklanmasını istemiştir. Alınan ve bürokratik bir yaklaşımla hazırlanmış olan yanıtın, ayrıca ciddi bir analize ihtiyaç gösterdiğini hemen belirtelim. Ancak yanıtlardan iktidarın, uluslararası rekabete açılacak sektörde, bu arada mimarlık-mühendislik hizmetlerinde kendi vatandaşlarına karşı varolan eşitsizliği giderecek önlemleri düşünmediği anlaşılmaktadır. Başbakan bu yöndeki sorulara, yabancılara karşı “ayırımcı” uygulamalar kaldırılarak haksız rekabet önlenmektedir türünden yanıtlar vermiştir.

Bu durumda, Mimarlar Odası’nda ve TMMOB düzeyinde başlatılmış olan çalışmaların ayrıntılı politika önerileri düzeyinde geliştirilmesi ve hükümetlerce benimsenmesi doğrultusunda girişimler aciliyet kazanmaktadır.

Mimarlık hizmeti ve diğerleri

Dünya Ticaret Örgütü’nün hemen her hizmeti aynı standarda indirgeme çabası içerisinde, mimarlık hizmetini ayrıcalıklı kılan ve diğer hizmetler gibi ele alınmaması gerekliliğini ortaya çıkaran nedir? Bu konuda ne yapılabilir?

Arif Şentek

Mimarlar Odası Genel Sekreter Danışmanı

“Mimarlık, örneğin avukatlık, doktorluk vb. diğer bir grup meslek gibi özel yasalarla güvence altına alınan, “kamusal sorumluluk” taşıyan, bir anlamda kendi düzenlemeleri kendi geliştiren bir meslek. Mesleki özellikleri dikkate alan ayrıntılı ek düzenlemelere olanak tanımak kaydıyla, bu tür mesleklerin tabi olacağı genel bir çerçeve düzenleme düşünülebilir. Nitekim, Avrupa Birliği’nde, aralarında mimarların da bulunduğu ve daha önce “1985 Mimarlar Direktifi” gibi kendi ayrı düzenlemeleri olan 14 meslek artık bir genel düzenlemeye tabi olacak. AB’nin, 400 mesleği aynı çerçeveye oturtan bu kararının “aşırı” bulunduğunu ve özellikle mimarlar arasında geniş tepkilere yol açtığını da eklemeliyim.

Geçtiğimiz yıl Dünya Ticaret Örgütü’nde, mali müşavirler - muhasebeciler için hazırlanan ve diğer mesleklere uygunluğu tartışmaya açılan bir düzenleme, kendi deyimleriyle öngörülen “disiplinler”, bu açıdan dikkate alınması gereken önemli bir örnek. Mesleği uygulamada kayıt, karşılıklı tanıma, staj vb konulardaki düzenlemeleriyle bizim hiç de yabancı olmadığımız bir düzenleme getirilmiş. Düzenlemeyi inceleyen çoğu ülkenin mimarlık meslek örgütü, böyle bir düzenlemenin mimarlık mesleği için de geçerli olabileceği doğrultusunda olumlu görüş bildirmiş.

DTÖ’nün düzenlemesi, UIA’nın geliştirdiği “Uluslararası Mesleği Uygulama Standartları Mutabakat Belgesi / Politikalar ve Kılavuzlar”la önemli paralellikler taşıyor. Kuşkusuz, UIA belgeleri mimarlık özelinde çok daha fazla ayrıntıya inmiş. Diğer mesleklerde bu ayrıntıda bir çalışma yok anlaşılan. UIA’nın 2002 Berlin Kongresi’nde konuşan DTÖ Sekreterlerinden Dale HONECK de buna değinmiş, bu konuda mimarların çok önemli bir birikime sahip olduklarını söylemişti. Özetle, UIA Mutabakat Belgeleri’ne bir de bu gözle daha dikkatli bakmak gerekiyor.

Kuşkusuz, ülke kültürünün ayrılmaz bir parçası olan mimarlık, sadece “niceliksel” düzenlemelerle sürdürülemez, geliştirilemez. Bu açıdan ve özelikle “niteliksel” yönleriyle mimarlığın kamusal sorumluluğu, diğer mesleklerden çok daha ayrıntılı değerlendirilmelidir. İşte, Avrupa Mimarlar Konseyi’nin ve UIA’nın “Beyaz Kitap”ları, bu konuda birer önemli başvuru belgesi. Ayrıca AB bünyesinde ve diğer ülkelerde geliştirilen “mimarlık politikaları”bu gerekliliğe yanıt arayan belgeler olarak görülmelidir. Bizde de bu doğrultuda başlatılan çalışmaları, en kısa sürede daha yaygın ve etkin duruma getirmeliyiz.

Türkiye’nin uluslararası süreçlere girişi

Uluslararası süreçlerin başlangıç aşamasında, mimarlar adına kimler, nasıl yer aldılar? TMMOB ve Mimarlar Odası bu süreçte neler söylediler? Nasıl bir sonuca ulaşıldı? Bu konuda çalışan diğer kurum/kuruluş/örgütler nelerdir? Ürettikleri görüşler bu süreçlere ne kadar yansıyor?

Fatih Söyler

Mimarlar Odası Genel Sekreteri

“1995 yılının Mart ayında, Ürgüp’te yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da, meslek yasası arayışları çerçevesinde söz aldığımda, sürmekte olan sert tartışmalara değinerek,“…artık hem (yalnız mimarlar değil) tüm TMMOB örgütlenmesine zarar veren hem de global değişim süreçleri, gümrük birliği, işsizlik, ücretler, telif hakları ve mesleki denetim gibi yüzlerce konuda politika üretmemizi ertelettiren bu tartışma, artık sona ermelidir…” demiştim. O günlerde gümrük birliği süreci kamuoyunun gündemindeydi. Avrupa Topluluğu ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmanın ülkemize ne getirdiği, ne götürdüğü tartışılmaktaydı. Üstelik Türkiye’nin yeni dünya düzenine uyum çabaları gümrük birliği süreci ile bitmiyordu. Aynı yıl, 1995’te, Hizmetlerin Ticareti Genel Antlaşması GATS imzalandı ve Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması GATT ile birlikte küresel ekonomik dönüşümüm hukuki altyapısının temelleri atılmış oldu.

Mimarlar Odası’nın bir yandan Gümrük Birliği ve dolayısı ile AB’ye katılım süreci, diğer yandan GATS gibi mesleğin ve mesleki örgütlenmemizin hukuksal zeminlerini sarsacak gelişmeleri izlemekte geç kaldığını belirtmeliyim. Gerçi 1996 yılında Barselona’da yapılan UIA Genel Kurulu’na gidilirken bu konularda hazırlıklı gidildi. Ama UIA, EC85/384 Sayılı AB Mimarlar Yönergesi’ne referans verdiği ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) GATS sürecine uyum dayatması ile “Mimarlık Mesleğinin Uygulanmasında Uluslararası Profesyonellik Standartlarına İlişkin Mutabakat Metni” çalışmasını tamamlamak üzereydi.

GATS uyarınca mimarlık hizmetlerinin serbest dolaşımının sağlanması için yapı ve meslek standartlarının, meslek sorumluluğu ve meslek etiğinin ve mesleki uygulama ilkelerinin yeniden ele alınması ve ulusal mevzuatlarda gerekli değişikliklerin yapılması gerekmekteydi. Üye ülkeler, ulusal mevzuat ile ticari amaçlı taleplerin uyumunu sağlamak ve gerekli yapılanmayı oluşturmakla yükümlüydüler. Meslek örgütlerinden ise gerekli tanım ve ilkelerin oluşturulması için ortam oluşturmaları, örgüt ve kurumlar arasında işbirliği sağlamaları ve kurallara uyum konusunda bir yargı mekanizması olarak çalışmaları beklenmekteydi.

AB bünyesinde ise, uyumlu bir birliktelik sağlanması amacıyla tüm üye ülkelerde geçerli olacak ortak ilkelerin, standartların saptanması amacıyla sürdürülen mevzuat çalışmaları çerçevesinde mimarlık mesleği için de yukarıda sözünü ettiğim yönerge hazırlanmıştı. Buna göre, mimarlık mesleğinin eğitiminin asgari nitelikleri, unvan kullanımında eşdeğerliği sağlayacak esaslar, mimarların AB içinde serbest dolaşımı, yerleşmesi, serbest mesleki faaliyette bulunması, mimarlık hizmetlerinde kalite standartları, kalite yönetiminin kapsamı, hizmet kalitesi-bina kalitesi ilişkisi, mimarlık hizmetlerinde ortak ilkeler, mimarların hak ve yetkileri ile bunların güvenceye alınmasının kuralları, yapım ve yapı güvenliği konuları değerlendirilmekteydi.

Aslında Türkiye, bu konuların gündeme gelmesinden çok önce, mimarlık hizmetinin küresel hareketliğindeki değişime tanıklık etmeye başlamıştı: Yabancı mimarlar giderek daha çok ülkemize gelmekteydiler. Ancak, mevzuatımız onların serbest meslek faaliyetini sınırladığı için genellikle projeyi yurtdışında hazırlıyor, bir Türk mimara imzalatıyorlardı. Ancak, GATS ve AB süreciyle ulusal mevzuatımızda yapılacak değişikler sonucunda, yabancıların ülkemizde serbest meslek yapmalarının önündeki engeller tamamen kalkacaktı. Bu durum, zaten taşeronlaşma sürecini yaşamakta olan meslektaşlarımızı, özellikle AB içinde çalışmanın gerektirdiği donanıma sahip yabancı meslektaşları ile rekabette zorlayacaktı. Diğer yandan, kültürel farklılıkların, özgün doğal ve tarihi çevre sorunlarının ve kentleşme ile ilgili sorunların, mimarlık hizmetinin verildiği yabancı ülkede göz ardı edilmesi tehlikesi vardı.

Mimarlar Odası bu nedenle, mimarlıkla ilgili uluslararası mevzuatın Türkçe’ye çevrilmesi, gelişmelerin yakından izlenmesi, UIA’ya görüş verilmesi ve Türkiye’nin özgün koşullarını dikkate alarak tasarım, yapım ve denetim süreçlerinde, hizmet norm ve standartlarında yapılması gereken değişiklikler ile bunların gerektirdiği yapılanma ve ulusal mevzuat değişikliklerinin belirlenmesi amacıyla bir çalışma başlattı. UIA bünyesindeki çalışmalara etkin bir şekilde katılarak görüş ve önerilerimiz iletildi, yukarıda belirtilen sakıncalara dikkat çekildi ve 1996 Barselona Genel Kurulu’na onay almak üzere getirilen “profesyonellik standartları”na ilişkin metnin ulusal kesimlerin önerileri doğrultusunda gözden geçirilmesi için karar alınması sağlandı. Nitekim bu metin, 1999 Pekin Genel Kurulu’nda, büyük ölçüde Mimarlar Odası önerileri doğrultusunda değiştirilmiş olarak kabul edildi. UIA son olarak, ulusal kesimlerinin devlet ve hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla, küreselleşmenin gerektirdiği ulusal mevzuat değişiklikleri sürecinde, yabancı mimarların yerel birikime, kültürel değerlere saygılı bir mesleki faaliyet içinde bulunmaları gerektiğini, bunu sağlamak üzere yerel mimarlarla işbirliği yapmalarının beklendiğini bildirdi.

Diğer mesleklerde olduğu gibi, mimarlık mesleğinin de birçok alanında etkisini göstermeye başlayan akreditasyon süreci içerisinde Türkiye’deki mimarların durumu nedir? Süreci başka şekillerde yönlendirme olanağımız var mı? Bu reformların yaptırım gücü nedir? Ne tür müeyyideler vardır?

Hakkı Önel

Prof., YTÜ Mimarlık Bölümü Dekanı

“Ülkemizde, diğer mesleklerde olduğu gibi; mimarlık alanında da değişen dünyaya uyum bağlamında gerek ulusal ve gerekse evrensel ölçülerde bir “Eşdeğerlik (eşkredilenme ve akreditasyon- tanıma ve onay verme) sistemi” bulunmamaktadır. Ülkemizde; değişik kurumlarda ve çok farklı niteliklerde, denetimden uzak olarak sürdürülen mimarlık lisans eğitiminin bütünsellik ve eşgüdüm içinde ele alınması, mimarlık okullarının kurumsal kimlikleri ile tarihsel süreçteki özellikleri de özenle korunarak, mimarlık eğitiminde toplam kalitenin yükseltilmesi ve ulusallığın yanında evrensel ölçekte eğitim veren kurumlarla da eşdeğerliğin sağlanması, güncel koşullarda kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu önemli sorunu, öncelikle ve ivedilikle ulusal ölçekte ele alıp çözüme götürebilmek amacıyla kendi içinde kriterler oluşturan, hedefler belirleyen ve öz denetim biçiminde çalışan bazı organların, sürdürülebilir bir kurumsal yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Lisans eğitiminde eşgüdümün sürdürülmesi ve toplam kalitenin yükseltilmesi için:

* Belirli sürelerle yapılan Mimarlık Bölüm Başkanları Toplantısı‘nın ULUSAL MİMARLIK OKULLARI BİRLİĞİ biçiminde;

* Mimarlık alanında yararlı katkılar sağlayan Galata Grubu, ulusal buluşmalar ve AESA gibi Uluslararası Öğrenci Organizasyonu‘ na benzer örgütlenme yapısının ULUSAL MİMARLIK ÖĞRENCİLERİ BİRLİĞİ biçiminde;

öncelikli olarak kurumsallaşması sağlanmalıdır.

Yukarıda belirtilen yaklaşımların yanında, YÖK sistematiği ve ülkemizde yürürlükte bulunan öğrenci af yasasına göre getirilen sınırsız sınav hakları (5 derse kadar başarısız öğrencilere sonsuz sınav) nedeniyle, mimarlığa kaydolan tüm öğrenciler (4 yıl sürede olmasa bile) mutlaka mezun olmaktadır. Ayrılanlar da her yıl çıkan af yasalarıyla tekrar üniversitelere dönmekte, isteksiz ve yeteneksiz mimar adayları meslek elemanı olarak (hiçbir deneyim kazanmadan ve sorumluluk yüklenmeden) her türlü yetkiyi kullanmaktadır. Bunların sistemi zorlayarak mimar yapılması yerine, bu nitelikteki adaylara ön lisans diploması verilerek yapı sektöründe ara eleman (teknik ressam, sürveyan ve teknisyen vb) olarak istihdam edilmelerinin sağlanması daha akılcı gibi görülüyor.

Anayasa’da öngörüldüğü gibi nitelikli ve sağlıklı bir çevrenin yaratılması için, başta mimarlar olmak üzere yapı üretiminde yer alan tüm kesimlerin, yüksek standartlarda ve denetlenebilen bir sistemde kesintisiz olarak yetiştirilmesi, değişen dünyaya uyum sağlama açısından yaşamsal bir nitelik taşımaktadır. Özellikle mimarlık uygulamalarında, -yetki kullanımı ve sorumluluk bağlamında- meslek ve toplum adına ülke gerçekleriyle örtüşen, evrensel ölçütlerle de uyum içinde sürdürülebilir bir yapılanma içine girilmesi zorunlu ve gerekli gibi görülüyor. Bu süreçteki başarı, eğitim ve öğretimin iyileştirilmesinden başlayarak, her ölçekte öz denetime dayalı ilişkilerle toplam kalitenin yakalanmasına ilişkin, doğru bir ulusal mimarlık politikası üzerinde uzlaşma sağlanması ve bu politikanın, yasal bir güvenceye kavuşturulması ile olasıdır.

‘Yabancı mimarlar sorunu’

1920’lerden 1950’lere kadar Türkiye’de yaşanan “yabancı mimarlar sorunu”nda, sorunun kaynağı ve karşı çıkanların dayanakları ile şu an içinde bulunduğumuz süreç karşılaştırıldığında ne tür farklılıklar görüyorsunuz? Bugün yabancı mimarlar, yine aynı dayanlarla mı sorun teşkil edecekler? Yoksa bugün gelinen noktada “sorun” nasıl farklılaşıyor? Çelişki ve benzerlikler nelerdir?

Gürhan Tümer

Prof. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Yayın Komitesi Üyesi

“1920’lerde, zorlu bir savaştan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, hemen her alanda olduğu gibi, mimarlık alanında da çok büyük eksiklikler, çeşitli olanaksızlıklar vardı. Yakılıp yıkılmış kentlerin, köylerin imarı için gerekli olan mimar sayısı son derece azdı. Onların da çoğunluğu İstanbul’daydı ve bu mimarların büyük bir bölümü, Atatürk’ün, Kemalist İdeoloji’nin şaşmaz hedefi olan Batı Uygarlığı’na, dolayısıyla da, modernizme fazla yakın değildi. Atatürk ise, bu hedefe bir an önce ulaşmak istiyordu.

O yıllarda, yurt içinde durum böyleyken, yurt dışında, Türkiye’nin çok saygın bir yeri vardı. Yine o yıllarda, Avrupa’da, daha da somutlamak gerekirse, Almanya’da, Naziler iktidara tırmanmaya, aydınları rahatsız etmeye başlamışlardı. İşte bütün bu koşulların bir araya gelmesi sonucunda, Cumhuriyet’in ilânından sonra, Türkiye’ye, başta Almanya’dan ve Avusturya’dan olmak üzere, çok sayıda sanat adamının, bilim adamının yanısıra, çok sayıda mimar geldi. İlk başlarda fazla sorun yoktu. Ama zamanla, yavaş yavaş palazlanmaya başlayan ya da en azından böyle bir gereksinme duyan Türk mimarlar, tedirgin oldular ve yabancıların piyasayı, kimi zaman doğrudan yöntemlerle, kimi zaman da, çevirdikleri entrikalarla, dolaylı bir biçimde ele geçirmelerinden yakınmaya başladılar. Bu eleştirilere hedef olanların arasında, ünlü Alman Mimar Paul Bonatz da bulunuyordu.

Türk kültürünün ve onun bir yansıması olan, olması gereken Türk mimarlığının, en iyi Türk mimarlar tarafından ortaya konulabileceği gibi şoven birtakım iddialar da öne sürülüyordu ama, öte yandan da, açık seçik bir ekonomik kaygı, açık seçik bir “ekmek kavgası” söz konusuydu.

Aradan yarım yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra, bugün vardığımız noktadan, GATS sürecine girmiş olan, AB’nin kapısında bekleyen Türkiye’ye baktığımızda ise, hem birtakım farklarla, hem de birtakım benzerliklerle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Şöyle ki: 2000’lerin Türkiyesi, içinde bulunduğu bütün olumsuz koşullara karşın, gerek toplumsal yapısı, gerek ekonomik gücü, gerekse yetenekli, donanımlı mimar sayısı açısından, 1920’lerin Türkiyesiyle kıyaslanamayacak kadar ileride. Günümüz Türk mimarisi, Batı’ya da çok açık. Ama o günden bugüne, dünya mimarlığının altından da çok sular aktı. Bugün, özellikle teknoloji ve örgütlenme açısından, Türkiye’nin Batı’yla rahatça rekabet edebileceği söylenemez. Kaldı ki, daha önceki dönemde, yani 20. yüzyılın ilk yarısında, bugünkü ölçüde bir küreselleşme olgusu ve Türkiye’ye gelen yabancı mimarların arkasında, uluslararası anlaşmalar ya da kendi devletlerinin desteği yoktu. Ayrıca, o zamanlar, Türkiye’nin sınırlarının, bugünkü gibi tüm dünyaya değil, yalnızca birkaç ülkeye açılması söz konusuydu.

Değişen bu koşullara karşılık, değişmeyen nokta, pastayı paylaşmada Türk mimarlarının yaya kalabileceği kuşkusu ki, bence bu, büsbütün yersiz bir kuşku değil. O nedenle, çok dikkatli olmak, yasal çerçeveyi çok sağlam oluşturmak gerekiyor.

Mimarlık eğitimi

Okullardaki mimarlık eğitiminde ne tür bir akreditasyon gerekli? Türkiye’deki mimarlık bölümlerinin eğitim sürelerinde bir değişim söz konusu mu? Birebir meslek pratiği ile ilişkilenen bir eğitim sistemi mi öneriliyor?

Selahattin Önür

Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü Başkanı

“Bir mimarlık okulunun diplomasının, dolayısıyla verdiği eğitimin meslek kuruluşları ve ülke yönetimleri tarafından onaylanması ve akredite edilmesi (“accredit”=”credo”=güvenmek=güven üzerine yetki vermek), öncelikle: 1) Mimarlık eğitiminin amaçları ve bu eğitimden neler beklendiğinin betimlenmesini; 2) Beklenenlerin sağlanması için, gerekli ölçütler ve bunlar için öngörülecek minimum koşul ve standartların tanımlanmasını ve 3) Bu bilgiler çerçevesinde o mimarlık okulunu “tanımayı, anlamayı” gerektirir. Ancak, mimarlık eğitimi dışında kurum ve kuruluşların bu anlamda bir akademik değerlendirmeyi yapabileceklerini düşünmek zordur.

Hükümetlerarası olarak Avrupa Komisyonu’nun da desteği ile oluşturulmakta olan Avrupa Yüksek Öğretim Alanı için yapılan üç ortak kabulden birisi, “açıklık” ve “bilinebilirlik” ile birlikte tanımlanan kalite güvencesidir. Eğitim kurumlarının akreditasyonunun, kurum (özdeğerlendirme), ülke ve ülkelerarası (Avrupa) olmak üzere üç ayrı düzlemde yapılacak kalite değerlendirmelerine dayandırılması öngörülmektedir.

Avrupa mimarlık okullarının ortak görüşü, yaratılacak olan değerlendirme sisteminin, meslek kuruluşları ile ülke ve ülkelerarası yönetimlerin yetki verme ve onaylama sürecini ifade eden akreditasyon değil, eğitim programlarının akademik olarak okullararası “dost” incelemesi (“peer review”) ve değerlendirmesi anlamında olmasıdır. Kalite güvencesi ve güven, “tanıma” ve ‘anlama’ya dayalı ise, değerlendirmeye böyle bir yaklaşımın, özellikle mimarlık eğitimi için, daha geçerli olduğu savı güçlüdür. Avrupa mimarlık eğitim kurumlarının kuruluşu olan EAAE ve ortak projeleri ENHSA, kalite güvencesi için mimarlık eğitiminin gereklerine uygun bir değerlendirme sistemi geliştirmek üzere bir çalışma içindedir.

Yüksek öğretimde yer alan mimarlık lisans eğitimi profesyonel meslek uygulayıcısı yetiştiren bir eğitim değildir. Dolayısıyla, lisans diploması, ülkemizde halen sürdürüldüğü şekliyle, imza yetkisi verebilecek bir belge değil, akademik bir derecenin belgelenmesidir. Mimarlık eğitimi, birebir meslek pratiği ile ilişkilendirilmesi olanağı bulunmayan bir süreçtir. Akademik derece ile mezun olan mimar adaylarına meslek pratiğinin yetki kazandırma sürecinin ise, ayrıca düzenlenmesi ve sağlanması gereklidir. Ülkemizde bu da henüz sağlanmış değildir.

Mimarlık eğitiminin olması gerektiği süre, ülkelerarası ortak belgelerle en az 5 yıl olarak belirlenmiştir. Bu sürenin ülkemizde benimsenmesi için 15 yıldır konuşulmuş, girişimi yapılmış, ancak sonuç alınamamıştır. 4 yıl olan eğitim süresi nedeniyle, yurtdışına giden öğrenci ve mezunlarımız için pratik sorunlar da çıkmaktadır.

Oluşturulmakta olan Avrupa Yüksek Öğretim Alanı için yapılan üç ortak kabulden bir diğeri, 3 yıl lisans ve 2 yıl yüksek lisans olmak üzere benimsenen ikili düzendir. Ancak, EAAE tarafından Avrupa mimarlık okullarının ortak görüşü olarak, 3 yıllık lisans süresinin, mimar olarak çalışmayı öngören bir meslek derecesi ile değil, akademik bir derece ile bitmesinin ve bunun devamı olarak sürdürülecek 2 yıllık eğitimden sonra yüksek lisans olarak mimar diplomasının verilmesinin kabulü için girişimlerde bulunulmuştur. Ülkemiz yüksek öğreniminin Avrupa Yüksek Öğretim Alanı ile bütünleşmesi ve bu girişimlerin olumlu sonuçlanması durumunda 5 yıl eğitim süresi için bir olanak bulunmaktadır. Bu gelişmelerin sonuçlanması beklenmeksizin, mevcut olan 4 yıl sonunda alınan diplomanın meslek değil, akademik bir derece olduğuna karar verilebilir ve devamında 2 yıl sürecek tasarımda yüksek lisans eğitimi ile mimar adayı diploması verilmesi düzeni kurulabilir.

Meslek içi eğitim

Meslek içi eğitim kapsamında, mimarların ne tür formasyonlar alması öngörülüyor? Bu formasyonlar bir zorunluluk olarak mı ortaya konuyor? Mimarlık pratiği içindeki bu eğitim, belli alanlarda özelleşmeleri mi getirecek?

Bayar Çimen

Mimarlar Odası Genel Sekreter Yardımcısı

“Mesleki konularda güncelliği yakalamak için kullanılan "Yaşam boyu öğrenim" sözü, "Güçlü, fakat boş söz" den daha fazla anlam taşımaktadır. Okuldaki eğitimden sonra da öğrenim görme zorunluluğu, gittikçe artan kalite düzeyini yakalayabilmek için yasal düzenlemelerle getirilmektedir. Kaliteyi garanti etmek ve kullanıcının korunması, meslek içi eğitimde artık bir zorunluluk olarak önümüze getirilmektedir. "Zorunlu meslek içi eğitim", bugün Almanya, İngiltere, Kanada ve Amerika'da geliştirilerek, meslektaşlar arasında benimsenmiştir. Yakın dönemde “meslek içi eğitime” ilişkin getirilen yeni bir düzenlemeye değinmek yerinde olur: Zorunlu meslek içi eğitim, Almanya'nın Hessen Eyaleti Mimarlar Odası’nda 2003 yılı Haziran ayı itibarıyla yasal bir zorunluluk haline geldi. Mimarlar Odası, Hessen Eyaleti üyeleri için bir "Meslek içi Eğitim Dosyası" açtı. Temel olarak, oluşturulan dosya 6 ana maddeden oluşmaktadır:

1. Her 45 dakikalık "meslek içi eğitimi" için, 1 "meslek içi eğitim puanı" verilir.

2. Bir yıl içinde 16 "meslek içi eğitim puanı" biriktirme zorunluluğu vardır.

3. Hesaplamalar 2 yıla göre yapılacaktır. Böylece, Haziran 2003’te başlatılan bu uygulamaya göre, 31 Haziran 2005 yılına kadar en az 32 puan almak gereklidir.

4. Mimarlar, eksikliğini hissettikleri konstrüksiyon, şantiye, yasalar, büro yönetimi gibi konularda açıklarını kapatacaklardır. Odanın düzenlediği gezi ve teknik çizim seminerlerinden puan alınmaz.

5. Başka yerlerde yapılan, farklı seminerlere katılım, Mimarlar Odası’na bir belge ile kanıtlanmak zorundadır.

6. Eğer bir üye, Mimarlar Odası’nın ihtarına rağmen "meslek içi eğitim" zorunluluğunu yerine getirmemişse, yönetim kurulu tarafından meslek düzeniyle ilgili yasal yollardan, üye ile ilgili işlem yürütülecektir.

Türkiye’deki mimarlık hizmeti ne yönde etkilenecek?

Rekabetteki eşitsiz süreç nereden kaynaklanıyor? Sürekli üzerinde durulduğu gibi, mimarların hizmet verdiği alana, sadece “güçlü ülke” mimarlarının gelmesi konusunda mı çekinceler var? Tersten düşünülünce, gelişmekte olan ülke mimarlarının Türkiye’ye gelmesine de yol açabilir mi?

Sait Kozacıoğlu

Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi

“Kısa vadede reklamcılıkta olana benzer bir gelişme olabilir. Büyük yabancı büroların belirleyici ortak oldukları yerli mimarlık şirketleri doğabilir. (İstanbul’da 1-2 tane var zaten) Eğer ülkede bir mimarlık talebi doğarsa, rekabetteki eşitsiz süreç, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bizim zafiyetlerimizden, vergi yükümüzden, finansman sıkıntımızdan. Elektrik mühendisliğindeki gibi Hintli, Pakistanlı mimarların Türkiye'ye geleceğini sanmıyorum. Temel nedeni ise o (tip) ülkelerdeki mimar kıtlığı.

Bugün, Türkiye’deki mimarın teknik beceri, bilgi ve donanımı, büyük ölçekli projeleri yürütebilecek kadar yeterli mi? Büyük proje hizmetlerinin Türkiye’ye gelmesi, donanımlı büroların oluşmasına ya da büro ortaklıklarının kurulmasına yol açabilir mi?

Selim Velioğlu

Yrd. Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

“Eşit ve adil şartlarda özgür bir rekabet ortamının sağlanmasıdır gerekli olan, sağlıklı nitelikli ürünlere yönelik. Genç bir mimar büyük ve önemli bir yarışmayı kazandığında bu büyük bir büro demektir. Büronun yaşaması ve devamlılığı da iyi organize olmakla, destek disiplinlerle sağlıklı ilişkiler kurabilmek becerisi ile ilintilidir. Zaten bu beceri de çağdaş bir insanın, bir meslek üyesinin kazanması gereken olmazsa olmaz bir yetidir. Yönetmelikler, şartnameler, niteliksiz üreten hormonlu büyümelere ve zamansız budanmalara engel olacak şekilde düzenlenmelidir. Avrupa Mimarlar Birliği’nin “Beyaz Kitap”ında da dile getirildiği gibi, anahtar kurum yarışma kurumudur ve tüm unsurları ile geliştirilip, eksiklikleri giderilip, yaygınlaştırılmalıdır.

Mimarlık hizmetinin ülkemizde halen verilmekte olan biçimleri ile yapı üretim biçimlerinin değişen dünya ve Avrupa trendine göre yeniden biçimlenmesini nasıl yorumluyorsunuz? Küresel ekonominin ya da AB’nin önerdiği programlar ile gelişen “mimarlık piyasasının” sonuçları ne şekilde yaşanacaktır? Teknik anlamdaki savunulması gereken kalitenin ekonomik etkisi nasıl olacaktır? Ülke mimarlarının kısa ve orta vadede önlerine gelecek sorumluluklar nelerdir? Kendini nasıl dönüştürmesi gerekir?

Umut İnan

Y. Müh. Mimar

“Ne yazık ki bugün için doğru yanıt, dışımızdakilerin kendi yarınlarında bize nasıl bir işlev biçtiklerinde saklıdır. Nedeni, bizlerin ve yarınlarımızdan sorumlu olanların kayıtsızlığıdır. Bununla birlikte, olası sonuçlara ilişkin bazı ipuçları var. İlk ipucu (olumsuz olanı), sektörü rekabete hazırlayacak süreçlere izin verilmeden, mimarlık ve mühendislik hizmetleri piyasamızın uluslararası hizmet sermayesinin dolaşımına koşulsuz ve kısıtsız olarak açılmış olmasıdır. Diğer ülkeler bu alanda ve özellikle kültürel yok oluşa karşı önlemlerini alarak kalkanlarını kurarken, biz ekonomimizin tümden çöktüğü bir dönemde, geleceğimiz için yıkım doğuracak sonuçları idrak edemeden bilinçsizce teslim edildik. Böylece “değişen dünya ve Avrupa trendine göre yeniden biçimlendiğimiz” savı gerçek değildir.

Bize, “Para benim değil mi; Amerika’dan, Avrupa’dan, Japonya'dan dilediğime yaptırırım binamı” kafası, şark kafası egemen oldu. Türk mimarlarına mesleki deneyimler kazandıracak, kurumsallaşmalarını sağlayacak, referanslarını oluşturacak ve böylece onlara rekabet gücü kazandıracak kapsamlı hizmetlerimizin artık yaklaşık tamamı, ülkemize elini kolunu sallayarak gelen sıradan yabancılara verilmektedir. Meslektaşlarımız kendi ülkelerinde, kendi işlerinde, yabancıların taşeronluğunu öğrenmeye başladılar. Çoğumuz başımıza gelenin henüz farkında değiliz.

Yakın geçmişte meslekte kimi yüz kızartıcı, onursuzluk olarak tanımlanan konumlar günümüzde takdir edilir olmuştur. “Orta malı” kavramına “küresel” sözcüğü yakıştırması ile maalesef, hem gerçek “küreselleşmeyi”, hem de ”AB”yi pas geçmekteyiz. Bu durumumuza karşın, yeni Alman Mimarlık Yarışmaları Yönetmeliği’nin zorunlu değerlendirme ölçütlerinin başında “Ulusal Hedeflerin Gözetilmesi” anılıyor. Geçen kuşakların birikimlerinden yitirdiğimiz bunca kazanımlara, bedelini halka ödettirerek edindiğimiz boşa giden deneyimlerimize, yitirilen umutlarımıza ve özgüvenimize yanmalıyız.

Diğer ipucu (olumlu olanı), sağlıklı mimar-işveren ilişkileri, mesleki yükümlülükler ve sorumluluklar hakkında giderek daha doğru bilgi sahibi olunmasıdır. Yakın zamanda mimarın meslek sigortasına karşı da sorumlu kılınması ile uluslararası hizmet standartları ve nitelikler ülkemizde de aranır olacak, mimarın daha bilgili, becerili ve deneyimli olması gerekecektir.

Kanımca bu gelişim şu üç sonucu doğuracaktır:

* Daha uzun süreli ve daha yüksek düzeyli bir mimarlık eğitimi.

* Gelişmiş ülkelerde aranan nitelikleri taşıyan, eşdeğerliği sağlanmış meslek erbabının ülkemizde yeniden tanımlanması.

* Mimarlık eğitiminden niteliksel talepleri olan, mesleğe alan, meslekten atan, mesleğin yüksek değerlerini ve gelişimini koruyan, yasal erk ve güvencelere Mimarlık Meslek Yasası ile sahip yeni bir Meslek Kurumsallaşması.

Bu ipuçlarına bakarak meslekte aydınlık bir yarına dönüşüm için, hâlâ iki seçeneğimizin var olduğunu düşünüyorum: Ya biz mimarlar inisiyatifi ele alarak yasal düzlemde mesleği evrensel modeline uygun olarak yeniden yapılandırıp, ulusal yararlarımız doğrultusunda kendi yarınımızın biçimlenişine el koyacak ve değişim süreçlerini muhataplarımızla eşdeğer koşullarla yaşamak için gereğini yapacağız; ya da olumsuz ipuçlarının işaret etmekte olduğu yönde dayatmaların biçimlendirdiği, taşeron kimlikli onursuz bir yarına kendimizi terk edeceğiz.

Bizler birinci seçeneği seçmeliyiz. Artık eski takıntılarımızı bir yana bırakarak, sayısalımız ve laf üretimimiz içinde boğulmadan, gerekeni kendimiz yapmalıyız.

*

Murat Artu

Y. Mimar

“Türkiye'de şu anda verilen mimarlık hizmetini eczacılıkla eşdeğer görüyorum. Doktor reçete yazıyor, eczaneye gidiyorsunuz ilacı satan eczacının üniversite mezunu olması gerekiyor. (Mimarlıkta buna ek olarak, ilacın fiyatı da pazarlık ediliyor ve en düşük satandan alınıyor.) Bir hizmet sektörü olan mimarlığın yaşaması ve gelişmesini kaliteye dair değil, fiyata dair değerlendirdiğimiz için, hizmet sektörünü ticari sektöre çeviriyor ve niteliğini öldürüyoruz. Bu sebepten ötürü Türkiye'de mimarlık, kurumsallaşamamıştır ve geriye doğru bir çizgi izlemektedir. Küreselleşme, AB, şartları ne olursa olsun bugün yaşadığımız ortamdan daha kötüsünü getiremez. Dikkat edin, siz bile soruyu sorarken "mimarlık piyasası" diyorsunuz. Mimarlık mesleği demek gerek. Doktorluk ya da tıp piyasası gibi bir kavram ne kadar ürkütücü olursa, mimarlığa ticari bir sektör olarak bakmak da o kadar ürkütücüdür. Mimarlığın amacı para kazanmaya değil, kalite üretmeye yöneliktir; tıpkı tıbbın tedaviye yönelik olması gibi. Oysa şu an kârlı bulunduğu için müteahhitlerin hastane işletmesi yapabildiği bir rejim içinde yaşıyoruz. Ben şu anda Türkiye’de yaşanmakta olan mimari rejimden daha kötüsünü bilmediğim için, gelecek olan her türlü değişikliğe düşünmeksizin evet diyecek kadar umutsuzum.

Türkiye’deki mimarlık kültürü ne yönde etkilenecek?

Kültürel bir olgu olan ve kültürel mirasın devamlılığını sağlayan mimarlığın, uluslararası ortama açılması konusunda ne düşünüyorsunuz? İki farklı açıdan bakarak, Türk mimarlarının yurtdışında mimarlık yapabilmesi ile yabancı mimarların Türkiye’de mimarlık yapması, Türkiye mimarlık kültürünü nasıl / ne yönde etkiler? Dolaylı yollardan da olsa, kentler bu süreçten nasıl etkilenecek?

Cengiz Bektaş

Y. Müh. Mimar

“Birkaç yıl önce Mimarlar Odası’nın düzenlediği konuyla ilgili toplantıda düşüncelerimi dile getirmeye çalışmıştım. Daha o günlerde, devlet olarak altına adımızı koyduğumuz kimi uluslararası anlaşmalarla, anılan konularda geri dönülmez bir yola girildiğini biliyorduk. Bana göre, önünde sonunda, mimarlarımızın varolabilmek için çıtayı yükseltmek zorunluğu çıkıyordu ortaya... Bu nedenle de yurdumuza yayılmış Odalarımızın “meslek içi eğitim”e önem vermeleri gereğini (zorunluğunu) belirtiyordum.

Yurdumuzdaki mimarlık eğitiminin yetersizliğini sanırım artık bilmeyenimiz kalmadı. Hele böyle bir eğitimden sonra, diploma alır almaz önemli bir “staj” dönemi geçirmeden, uygulama yetkisi verilmesinin bizi nerelere getirdiğini de... Bu sonucu uzun yıllar önce söyleyip yazdığımda, kimilerinin eleştiri boyutlarını aşan saldırılarına uğramıştım. Sayın Şevki Vanlı’dan başka “doğru”luğumu savunan olmamıştı. Bugün okulu bitiren genç mimarlar da artık bunları kendileri söylüyorlar. Bu durumda, politik açıdan hiç de onaylamadığım anamalcıların yeni bir düzeni olduğu apaçık olan Avrupa Birliği’ne girişimizin dalımıza bir ölçüt getireceğini söylemek zorundayım. Uluslararası sulara açılınca ya boğulacağız ya da yüzüp kurtulmayı bileceğiz.

Burunlarının dibindeki kültür anıtlarımızı görüp, ölçüp-biçip tanıyıp, çağcıl bilinçlerine sokamayanlar, bu anıtları bizden daha iyi tanıyan yabancı(?)lardan utanacaklardır. Bunun da gittikçe arabeskleşen mimarlık eylemimizi olumlu etkileyeceğini düşünüyorum. Elbette kentliliğimizi de, kentlerimizi de...

Mimarlık eyleminin 19. - 20. yüzyılda çizilmiş, ulusçu sınırları tanımaması gerektiğine hep inandım. Herkes her yerde mimarlık yapabilmelidir. Becerebiliyorsa... Bunu yasaklarla, yasalarla, şunlarla-bunlarla önlemek olası da değildir. Dışarıda iş yapanlarımız da, dışarıdan gelip burada para için anamalın uşağı olmadan doğru dürüst çalışanlar da olumlu etkileneceklerdir.

Türkiye mimarlığının kısa evrelerle değerlendirilmesi yanıltıcı olabiliyor. Geçmişi, yeryüzüne katkıları bilinen yapılarla dolu mimarlığımızın geleceği, ne olursa olsun bizden ileride olacak. Geleceğin bizi bağışlaması için elimizden geleni yapmak bize düşen görev...

* * * *

Uluslararası süreçlerle şekillenecek Türkiye mimarlığının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Murat Artu:

“Umarım bu süreçleri de dejenere etmeyiz.

H. H. Günhan Danışman:

“Bu soruya “Türkiye mimarlığının geleceği”yerine “Türkiye mimarlarının geleceği”ni nasıl gördüğümü belirterek cevap vermek istiyorum, şöyle ki:

1. Uluslararası düzeyde ve öncelikle AB kapsamında, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan ve Türkiye’nin imzaladığı Hizmetlerin Ticareti Genel Antlaşması GATS çerçevesinde Türkiye kapılarını uluslararası hizmet veren mimarlara ve firmalarına açacak, ancak karşılığında da Türkiye mimarlara uluslararası arenada mimarlık hizmeti vermeye başlayacaklardır.

2. Bu durum mimarlarımızı daha girişken, atak, rekabetçi ve işbilir düzeyde mesleklerini icra etmeye zorlayacaktır.

3. Ancak, giderek “ulusal bir mimari tarz”dan uzaklaşılacak, Türkiye mimarlarının global pazaryerindeki taleplere uygun mimarlık hizmeti vermeye başlayacaklarını ve önümüzdeki 25 ila 30 yıllık sürede “uluslararası bir mimari tarz”ın ortaya çıkacağını düşünüyorum. Ve,

4. Bunun da yerel kültürel zenginliklerin ve çok çekici mimari tarzların giderek yozlaşıp kaybolmasına yol açacağına inanıyorum.

Umut İnan:

“Ben, ülkemiz mimarlığının geleceğini, ağırlıklı olarak uluslararası gelişmelerin değil, gelişen ortak “kültürel kimliğimiz”in ve üzerinde buluşacağımız “ulusal hedeflerimiz”in şekillendireceğine inanıyorum. Köklü Anadolu mimarlık kültürü, özenti örgülü moda örtüler altına gizlenmiş, az emek ürünü, yoz “şip-şak”ların çoğunluğuna elbet boyun eğmeyecektir. Genç mimarlarımızın özgür tasarımları ve uygulamaları, “yeni”yi kendi kimliğimiz içinden yorumlayacak, uluslararası süreçlere ve yarınlarımıza yön verici katkılar koyacaklardır.

Sait Kozacıoğlu:

“Türkiye mimarlığının geleceği uluslararası süreçlerden çok, kentlerimizi ne yapacağımızla ilgili. Türkiye son 50 yılda tarihi bir dönüşüm gösterdi. 1-2 milyonluk kentli nüfustan 50 milyon kentli nüfusa ulaştık. Kent sokaklarında yatan kimse yok. 50 yılda 50 milyon kişiyi barındıracak konut, işyeri, okul, hastane inşa edildi. Bu niceliksel başarı, büyük ölçüde niteliksel tavizlerle, rant yağması ile, mimarlığın projeciliğe indirgenmesi ile sağlandı. Bu süreç tıkanmış durumda. Toplumun mimarlık kaynağına, mimarlığın yaratıcılığına ihtiyacı var. Bu kaynağı değerlendiremezsek, yerleşmelerimizin sorunlarına yaratıcı çözümler üretemezsek 20. yüzyıl başında olduğu gibi yeni bir ithalat süreci başlayabilir.

Selahattin Önür:

“Türkiye mimarlığının geleceği, geçmişten bugüne değişen koşullar içerisinde kalıcı olanı belirleyebilmemize ve bugünün koşulları içerisinde uzun dönem için hayal edebildiklerimiz, istediklerimiz ve yaptıklarımıza bağlıdır. Ülkelerarası süreçlerin Türkiye mimarlığını şekillendirmesi, bizim bu süreçleri nasıl değerlendirdiğimize ve bu süreçlerde nasıl bir yer ve tavır alacağımız ile ilgili görünmektedir. Bunlardan Avrupa merkezli şekillenmekte olan Avrupa Yüksek Öğretim Alanı ve Avrupa Araştırma Alanı, mimarlık eğitimi ve araştırmaları için değişiklikler ve olanaklar getirmektedir; beklenebilecek önemli bir gelişme, ülkelerarası ilişkiler ve dolaşımın yoğunlaşmasıdır. Ayrıca, dünya genelinde bir süreç olan GATS, mesleki hizmetlerin dolaşımına yöneliktir. Bütün bunlar, ülkemiz mimarlık eğitimi ve mimarlığının içine kapalı kalamayacağını göstermektedir. Ancak, ülkemiz yönetimi ve mimarlık kurumlarının, gelişmelerin olumsuz olabilecek sonuçlarına olanak vermeyecek, yararlarını en üst düzeyde değerlendirecek önlemler alması gerekecektir. Bu da, süreçleri yakından izleyerek sürekli ve doğru bilgilenmek ve ilgili ortamlara katılarak etkin rol oynamakla olabilir.

Selma Sökmen:

“Uluslararası süreçlerde şekillenecek Türkiye mimarlığının geleceğini yorumlamadan önce bugünkü durumu gözden geçirmek gerekir. Ülkemizde son dönemlerde oluşan ekonomik krizler, en fazla meslektaşlarımızın çalışma alanlarını ve iş kapasitelerini olumsuz yönde etkilemiştir. Ülkemiz sınırları dahilinde mimar olarak iş bulmak, mimar olarak iş kaynağı sağlamak son derece zorlaşmıştır. Bunda en önemli etkenin "mimar" a, olması gereken ihtiyacın duyulmaması gel

Bu icerik 3252 defa görüntülenmiştir.