336
TEMMUZ-AĞUSTOS 2007
 

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: MİMARLIK TURİZMİ: Turizmin Nesnesi Olarak “Mimarlık”

YARIŞMA

ÖDÜL

KORUMA-YAŞATMA

MİMARLIK’tan 336



KÜNYE
DOSYA: MİMARLIK TURİZMİ: Turizmin Nesnesi Olarak “Mimarlık”

Gösteri Olarak Mimarlık: Turizmin Güncel Mimarlığa Etkileri Üzerine

Namık Erkal

Öğr. Gör., ODTÜ Mimarlık Bölümü

Mimarlık ve turizm ilişkisinde iki yönlü bir etkileşim söz konusudur. Tarihî ya da güncel mimari yapıtlar, tanıklık, temsiliyet, anıtsallık, özgün veya başka olma değerleriyle turizmi tetikleyecek veya destekleyecek bir potansiyeli tariflerken, turizmin de mimarlık yapıtının anlam ve işlevini dönüştürmesi mümkündür. Denklemin bir ucunda, bir mimarlık eseri salt kendi varlığı ile bulunduğu yeri uluslararası bir çekim noktası haline getirebilir; Bilbao Guggenheim Müzesi örneğinde, kentin müzenin varlığında turistik bir yer haline gelmesi ve ekonomisinin dönüşmesi durumu, “Bilbao Etkisi” olarak tanımlanmaktadır. Mimarlık “etkisi” daha sıradan örneklerde de gözlemlenebilir; Antalya Belek’te inşa edilen Topkapı Sarayı, Kremlin ve Venedik kopyası tatil köylerinin paket turların yer seçimini belirlemesinde olduğu gibi. Diğer uçta turizm, gerekli talebi oluşturduğunda herhangi bir yapıyı tamamen ya da kısmen dönüştürme gücüne sahiptir; turizmin talebi dini yapıları galerilere, parlamentoları gezi mekânlarına, gökdelenleri panoramik kulelere veya özel konutları müzelere dönüştürebilir. Bu yazıda, mimarlık turizmi olarak tanımlanan ve mimarlık eserlerini yerinde deneyimlemeye yönelik turlar ile mimarlık konusunda yapılan uluslararası organizasyonları kapsayan özel başlığın ötesine geçerek, güncel mimarlığın turistik bir gösteri haline gelmesi ve turizmin mimarlık yapılarını dönüştürme gücünün bilinçli bir tasarım girdisi olması konularına odaklanılmaktadır.

Mimarlık turizmi, salt mimarlığa odaklı bir turizm çeşidi olarak tanımlandığında iki genel kategoriyi içermektedir. Birinci olarak mimarlık turizmi, mimarlık mesleği bağlamında belli organizasyonları (mimarlık bienalleri, UIA toplantıları, yapı fuarları, mimarlık konferansları, uluslararası stüdyoları) kapsamaktadır. Bu organizasyonların yer seçiminde, tarihî ve güncel mimarlık yapıtlarının, mimarlık müzelerinin, uluslararası anlamda güçlü bir mimarlık medyasının ve önemli mimarlık üniversitelerinin varlığı belirleyici olabilmektedir. İstanbul’da gerçekleştirilen Habitat, UIA konferansları ve Ankara’da geçen yıl yapılan DOCOMOMO Konferansı bu yönde girişimlerin Türkiye’de oluşturulması ve uluslararası mimarlık ortamına eklemlenme açısından öncü organizasyonlardır.

İkinci olarak mimarlığın yerinde deneyimlenmesinin, bir paket halinde turistik aktivitenin merkezine oturduğu durumlardan bahsedilebilir. Bu tür turlara mimarlık mesleğinden olanlar ve mimarlık öğrencilerinin katılması yanında, konuya kültürel ilgisi olan kişiler de önemli bir talep grubu oluşturmaktadır. Örneğin İtalya’nın Veneto bölgesinde yer alan Rönesans villalarına, özellikle Palladio’nun yapıtlarına odaklı bir mimarlık turu gerek meslek paydaşları gerekse de diğer ilgili gruplar tarafından tercih edilebilmektedir. Buna benzer bir örnek olarak, Şikago modern mimarisinin oluşturduğu turizm potansiyeli verilebilir. Özelleşmiş kültür turları kapsamına giren bu tür gezilerde, genellikle, konunun uzmanı olan akademisyenler, mimarlık ve kent tarihçileri ya da eleştirmenler rehberlik görevi üstlenmektedir. Mimarlığı yerinde deneyimlemeye odaklanan turlarda, normal koşullarda girilemeyecek, manastırlar, ofisler, bakanlıklar veya konutlar gibi yapılar özel izinlerle gezilebilmektedir. Güncel mimarlık kapsamında bakıldığında da mimarlığı yerinde deneyimlemek birincil olarak bir turizm talep grubu tanımlayabilir; böylesi bir tanıma Berlin’de son yıllarda yapılan kentsel ölçekteki ve bina ölçeğindeki projeler örnek gösterilebilir. Berlin’in yeniden yapılandırılmasında kentin tarihî yapılarının da tekil veya bölgesel olarak yenilendiği düşünüldüğünde, tarihî mirasının da güncel mimarlık kapsamında değerlendirilmesi gereği ortaya çıkar. Berlin’in yeni kent mimarisi başlı başına bir turistik çekim alanıdır; bu yaklaşım kent rehberlerinin mimarlık rehberlerine dönüşümü, ayda bir gün yapılan açık kapılar turları ile bütün resmî yapıların Cumhurbaşkanlığı dahil, görülebilmesi şeklinde kentin bütün ziyaretçilerine yönelik olarak sergilenmesini içermektedir. Türkiye’de tarihî ve güncel anlamda mimarlık turizminin özel bir odak konu olarak değerlendirilmesi kısıtlı kalmıştır. Özellikle güncel mimarlığın turistik olarak sunumu çok sınırlıdır. Bu boşluğun Türkiye’de güncel mimarlığın uluslararası ortama sunumundaki yetersizlikler kadar, bu alanda uluslararası rekabet koşullarını yakalayan yatırımların az sayıda olması etkin olabilir. Bu konudaki boşluğu küreselleşen mimarlık kültürü bağlamında ayrıca irdelemek gerekir.

Yukarıda özetlenen özelleşmiş mimarlık turizmi çerçevesinin dışından bakıldığında, mimarlık eserlerinin genel anlamda turistik açıdan sunulabilecek değerlerden birisi olması durumu, turizmin kültürel ve tarihi boyutu ile ilişkilidir. Bundan farklı olarak, turizmin endüstri sonrası dönemde kentlerin ekonomisinde önemli bir yer tutmaya başlaması, turistik aktivitenin sürekli kılınması ve aynı yerin defalarla ziyaret edilmesi beklentisi, kentlerin aktiviteler ve mekânlar bazında kendilerini sürekli şekilde yenilemelerini gerekli kılmaktadır. Güncel mimarlık bağlamında, bu tür bir beklenti tekil yapılar özelinde ve kentsel yatırımlarda belirleyici olmaktadır. Kentsel dönüşüm projelerinde “multi-use”, çok işlevlilik kavramı, kısmen turistik aktiviteleri içerdiği gibi, bu projelerin estetik ve teknolojik anlamda özelleşmiş tasarımlarının olması turistik çekim alanı haline gelmelerinde etkilidir. Burada küreselleşen dünya kültürü bağlamında turizmin belirleyici etkisine değinilebilir.

Sosyal antropolog Adrian Franklin, “Tourism: an Introduction” adlı kitabında, günümüzde turizm çalışmalarında ön plana çıkan ve kendi endüstrisine yönelik araştırmalardan ayrışarak, turizmin kültürel bir aktivite olması durumunun kentlerin gündelik hayatlarının oluşumu bağlamında, küreselleşme olgusunun bir parçası olarak ele alınmasının gerekliliğine değinir; “turizm, büyük ölçülerde, kentlerin günlük hayatlarıyla bütünleşmiştir”.1 Bir başka deyişle, birçok dünya kentinde, gündelik hayat gittikçe artan bir biçimde, turistik dünyadan ayrıştırılamaz hale gelmiştir. Franklin’e göre, turistin tavrı, tüketim toplumunda gündelik hayatlarımızı yönlendiren yaklaşımlar için genel bir mecaz olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece, turistin tavrı, modern toplumlarda ayrıcalıklı ve geçici süreli bir varlık biçimi olmaktan çok -hatta ondan bir kaçıştan çok- çevremizdeki dünyaya karşı genellenebilecek bir tutum olarak ifade edilebilir. Gündelik hayat ve turizm arasındaki sınırlar çökmüştür ve küresel dünya belirgin bir şekilde turistiktir.

Bu çerçevede bir diğer referans, İsveçli sosyal antropolog Ulf Hannerz’in “Dünya Kentlerinin Kültürel Rolü” adlı makalesi olabilir.2 Hannerz, dünya kentinin oluşumunda yerel nüfus dışında geçici ikamet eden dört tip sosyal grubun etkin olduklarını belirtir. Uluslararası işadamları, üçüncü dünyadan gelen servis elemanları, üst kültür kurumlarında çalışanlar ile akademisyenler yanında dördüncü bir grup olarak turistler yer alır. Turistler geçici ikametleri ile dünya kentlerinin nüfusuna dahil olmadan, çarpıcı sayılarıyla ekonomik ve sosyal etkileri açısından önemli bir grubu oluştururlar. Hannerz, turizmin göstergebilimi üzerine çalışan Jonathan Culler’a referans vererek, Roland Barthes’ın kuramlarının çerçevesinde turistlerin her şeyi bir “gösteri” haline dönüştürerek “işlevselliğinin” ve bağlamının dışında algılamaya eğilimli olduklarını belirtir. Turistler görüneni işleviyle ve bağlamıyla kavrayacak sürede bir yerde kalmadıkları için, rehber kitapları ve kameraları ile göstergeleri ararlar; aynı zamanda bu imgelerin küresel dolaşımında ve yayılımında dolaylı olarak etkin olurlar. Turistlerde açık olarak tanımlanabilen bu davranış biçimleri, dünya kentinin diğer geçici nüfuslarının da üstü kapalı olarak paylaştığı bir algılama tarzıdır; bu gruplar deneyimledikleri mekânları “gösteriye” dönüştürürler. Franklin’in ve Hannerz’in sundukları çerçeveden “mimarlık turizmi” yorumlandığında, güncel mimarlığın küresel anlamda turistik ve gösteri olma durumundan ne yönde etkilendiği konusu önemlidir.

Turistik bakışın, turizm ve kent çalışmalarında göstergebilimsel açıdan değerlendirilmesi, mekânların gösteri olarak dönüşmesi ve “görünmeye değer kılınmasının” eleştirisi, 1990’ların başından itibaren öne çıkan bir yaklaşımdır; aynı dönemde mimarlık disiplininde de benzer eleştirilerin postmodern mimarlık ve onun modernitedeki kökenleri çerçevesinde etkin olduğu görülür. Christine Boyer’in “Kollektif Belleğin Kenti” adlı kitabı bu anlamda önemli bir referanstır.3 Boyer, tarihî koruma, kentsel tasarım ve postmodern mimarlık uygulamalarını, 1970 ve 80’lerde Amerikan ve Avrupa kentlerinde gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri özelinde eleştirme yönünde başladığı araştırmasında, kentin ve mimarlığın göstergeler halinde temsilin ticari ve politik amaçlarla kullanımının kökenini 19. yüzyıla kadar sürer. Yazara göre, 1980’ler sonrası kent, Guy Debord’un 1967’de öne sürdüğü çerçevede, gösteri toplumunun yeridir. “Gösterinin kenti” tatil olgusunun ve gündelik hayatta boş vakitlerin artmasıyla gelişecektir. Modernist kentin aksine postmodern kentte kamusal mekânlar ticarileşmiş gösterilerin sahnesine dönüşür. Mimarlık, salt kendi varlığı ile bu gösterinin bir parçasıdır. Mimarlık yarışmaları, projelerin medyada duyurulması, inşaatın kendisi, mimari tasarımın referansları ya da mimarın kimliği ve tanınmışlığı, yeni teknolojilerin tasarımda ve inşaatta kullanımı, projenin çoklu işlevlere açık olması, yapının malzemelerinde ve detaylarında mükemmelliği gibi başlıklar yanında, içerdiği aktivitelerle mimarlık kentsel bir gösteri haline gelebilmektedir. Gösteri olarak mimarlık çabuk tüketilebileceği için, küresel kentler rekabet halinde yeni mimari yapıtları projelendirmek, hatta tarihî mekânları bile yeniden tasarlamak durumundadır; yeni imgelere ve ikonlara ihtiyaç duyulmaktadır.

İngiliz mimar ve eleştirmen Charles Jencks, Architectural Review dergisinin 2006 Venedik Mimarlık Bienali sebebiyle yayımlanan, “Kentler, Mimarlık ve Toplum” adlı sayısında yer alan makalesinde, günümüzde anıtların kalıcı anıları barındırma gücünü yitirdiğini, ancak toplumun büyük yapılara olan iştahının azalmadığını belirtmektedir.4 Aksine kendi-öneminden-müstakil binalar, içinde bulunduğumuz zamanın özelliğidir. Mimarlık projelerinin ölçeği gittikçe büyümekte, mimarlar ve yapıtları dikkat çekmek için yarışmaktadır. Bu durumda Jencks’in tabiriyle anıttan çok “ikonik yapı” denilebilecek projeler gittikçe daha büyük sayılarda ve garip formlarda üretilmektedir. İkonik yapının yeni ve provokatif bir imgesi olması, ancak belirli bir ikonografiyi çağrıştırmadan, belirsiz ve sıradan olmayan görsel kodlarıyla çeşitli formal çağrışımlara açık olması gerekir (Norman Foster’ın Londra’daki Swiss Re ofis binası örneğinde: Füze, kurşun, penis, parmak, turşu, puro, kozalak). Günümüzde herşeyin bir ikon haline gelebileceğini belirten yazar, bu yapılara “gizemli işaret” (enigmatic signifier) adını vermektedir. Rem Koolhaas’ın New York ve Herzog de Meuron’un Tokya Prada binaları, Peter Eisenmann’ın ve Santiago Calatrava’nın kongre merkezleri, Future Systems’ın Birmingham Selfridges Alışveriş Merkezi, İskenderiye Kütüphanesi ve tabii, Frank Gehry’nin Walt Disney Merkezi ve Bilbao Guggenheim gibi yapıları ikonik yapılara örnek olarak sıralanmaktadır.

Bilbao’dan sonra yatırımcılar, heykelsi tarzın ekonomik mantığının farkında olarak her türlü yapıda benzer taleplerde bulunmaktadırlar. Jencks’e göre türlü çekincelere karşı, toplumun ikonik yapılara arzusu artmaktadır. Yıldız mimarlar tarafından projelendirilen bu çekici yapılar “halihazırda insanların evlerini terk etmesini sağlamaktadır”. Bir başka deyişle, güncel mimarlığın garip ve yoruma açık formları turistik gösteri olmanın yolunu açmaktadır. Mimarinin ikon olarak neyi gösterdiğinin belirsizliği ve yarattığı spekülasyonlar, medyatik olmanın aracı olarak farklı bir işlev üstlenmektedir. Burada, güncel mimarlığın turistik bir çekim nesnesi ve turistik bir gösteri haline gelmesi durumunu belirtirken, daha keskin bir örnek verebiliriz. Gila Benmajor’un Hürriyet’te çıkan yazısında aktarıldığı şekliyle, Frank Gehry, İstanbul Tepebaşı’nda Suna İnan Kıraç Vakfı’nın kültür merkezi projesini hazırlarken garanti verir: “Frank Gehry, İstanbul’a ziyaretlerinden birinde şunu söylüyor İnan Kıraç’a: ‘Kültür Kompleksi projesi tamamlandığında her yıl İstanbul’a fazladan 500 bin turist gelmediği takdirde senden para almayacağım’ ”.5

Şüphesiz, küreselleşen dünyada turistleri ve turistik akışları kendine çekmede güncel mimarlığın seçtiği tek yaklaşım belirsiz ikonografileriyle ikonik binalar tasarlamak değildir. Gösterge anlamında, neyi temsil ettiği şok edici derecede net olan projeler de mevcut. Bu noktada, Las Vegas’tan öğrenme süreci henüz tamamlanmamıştır. Dubai’de Palmiye ve Dünya haritası şeklinde adalar, “WOW etkisini” tarihsel yapı kopyaları ve kolajları üzerinden üreten tatil köyleri akla gelen ilk örnekler. Güncel mimarlığın gösteri olma bilinci ve arzusundaki tasarımları, ikonik yapılar ve kitsch arasında bir ölçekte farklılaşıyor.

Adrian Franklin’e referansla belirgin bir şekilde turistikleşen dünyada, gösteri olarak mimarlık, salt yapının imgesiyle sınırlı kalmıyor; proje programlarını da dönüştürüyor. Tanım gereği turistik olan yapıların yanında, birçok projenin programı, turistik dolaşımı içerecek ve ayrıştıracak şekilde planlanıyor. Bir başka deyişle, turistlerin mimarlık yapıtlarını deneyimleme arzusu sadece cepheyi ve kitleyi değil mekânları da belirleyebiliyor. Bu tür bir talebe ilk örneklerin, yüksek ofis yapılarının panoramik kulelere dönüşmesi olduğu söylenebilir. New York Empire States binasından, Paris Montparnasse Kulesi’ne ve Kuala Lumpur’da Cesar Pelli’nin İkiz Kuleleri’ne kuyruklarda beklemeyi göze alan turistleri özel asansörlerden gözlem teraslarına aktarmak gökdelen mimarlığının bir program girdisi. Turistik dolaşımın yapının tasarımını belirlemesi konusunda bir diğer örnek, Birleşik Almanya’nın başkenti Berlin’de restore edilerek meclis işlevini yeniden kazanan Reichtag binası olabilir. Norman Foster tarafından eski yapının yanan kubbesi, yerine tasarlanan şeffaf kubbeye ayrı bir girişten asansörlerle ulaşan turistler, buradan hem yenilenen kenti hem de ortadaki delikten Almanya Meclisi’ni görebilirler. Bu tasarım mecazi anlamda halkın meclisin üstünde olduğu mesajını verirken, aynı zamanda turistlerin teoride her yere bakışlarının olduğu, formal ve informal deneyimlerin çakıştığı yeni bir kent anlayışına da işaret ediyor. Yeni Berlin’in politik mekânları, sürekli olarak kendine çektiği ziyaretçilerin izlenimleriyle çakışmakta. “Açık” ve “demokratik” şehirlerde işi gezmek ve görmek olan ziyaretçilerin ve turistlerin varlığı mimarlık için bir veridir; işlevselliğin programa yeni girdisi doğrudan işlevi olmayan kitlelerin dolaşıma sokulmasını gerektirir.

* * *

Son olarak, mimarlık turizmi kapsamında açılması gereken bir başlık, mimarlık eserlerinin yerinde deneyimlenmesi konusunun mimarlık eğitimine dahil edilmesi konusudur. Mimarlıkta bireysel ya da toplu olarak eğitim amaçlı gezi yapılmasının tarihi çok eskidir. Batı mimarlık tarihinde Gotik döneme kadar izleri tespit edilmiş olan mimarlık tur geleneği, İtalya’ya yapılan Grand Tour’larla sürmüştür. Günümüzde birçok mimarlık okulunun kısa süreli ya da eğitimin bir dönemini kapsayacak şekilde mimarlığı yerinde deneyimlemek ve proje yapmak yönünde çalışmaları sürmektedir. Bu tür bir eğitim yöntemi, yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçevede, gösterinin arkasındaki mimarlığı kavrama anlamında, özellikle önemlidir. Mimarlık yapıtlarına dair imgeler gerek mimarlık, gerekse de popüler basında ve internet ortamında yayımlanmakta ve bu sunumlar öğrencilerin mimari beğenilerinin gelişiminde büyük yer tutmaktadır. Güncel kentsel ve mimari projelerin yerinde deneyimlenmesi, mimarlık öğrencilerinin yapıların kendilerini eleştirel bir şekilde kavramalarını sağlamaktadır.

ODTÜ Mimarlık Bölümü 1998 senesinden beri Avrupa kentlerine mimarlığı yerinde deneyimleme temelinde ve özellikle güncel kentsel dönüşüm projelerini incelemeye yönelik olarak yaz gezileri düzenlemekte; Arch 325 kodlu bu dersin yerinde yapılan çalışmaları, dönüşte poster projeleri olarak bölümün geneline sunulmakta. Ayrıca 4. sınıf stüdyosunda bazı gruplar, yurtdışında -Kıbrıs, Avrupa ve Ortadoğu- proje arazisi ve konusu vererek, öğrencilerin uluslararası ortamda proje yapma konusunda gelişimini amaçlamaktadır.

2004 senesi yazında benim yürütücüsü olduğum Arch 325 dersinde Hollanda, Fransa ve İspanya’daki kentleri içeren bir gezi yaptık. Bu gezi kapsamında, çalışma yapan bir öğrenci grubu, çektikleri fotoğrafları internet kafelerde dijital ortama kopyalarken, kopyalamayı yaptıkları bilgisayarın masaüstünde başkaları tarafından çöp tenekesine yollanmamış imajları daha sonraki projelerine malzeme oluşturması amacıyla “çalmayı” akıl ettiler. Bu çalıntı fotoğrafların bir kısmı hostel ve otel odaları gibi özel mekânları, bir kısmı ise anonim kişilerin seyahatleri sırasında gördükleri yer ve yapıları gösteriyordu. Fotoğraf karelerinde belli yapılar önünde grup veya tek olarak çekilmiş olanlardan, bu kişilerin mimarlıkla profesyonel olarak ilgileri olmadığını anlamak saptamak zor değildi. Bu karelerden, bizim mimarlık öğrencileri ve akademik programa yönelik olarak gördüğümüz pek çok güncel mimarlık yapısının, çalıntı imajların sahipleri tarafından da turistik olarak deneyimlendiğini gördük. “Kapkaççı” öğrencilerimizin projelerinde sunduğu gibi, uluslararası mimarlık gündemine oturan birçok yapının, meslek dışı kişiler tarafından da tavaf edildiğini ve birer turistik çekim noktası haline geldiğini, bir başka deyişle mimarlık turizminin potansiyelini, böylece farklı bir ortamda tespit etmiş olduk.

Bu icerik 4665 defa görüntülenmiştir.