336
TEMMUZ-AĞUSTOS 2007
 

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: MİMARLIK TURİZMİ: Turizmin Nesnesi Olarak “Mimarlık”

YARIŞMA

ÖDÜL

KORUMA-YAŞATMA

MİMARLIK’tan 336



KÜNYE
DOSYA: MİMARLIK TURİZMİ: Turizmin Nesnesi Olarak “Mimarlık”

Madalyonun Ters Yüzünde Mimarlık

Deniz İncedayı

Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Yeni yüzyılın bilgi toplumunda ülkemizde bir taraftan da kavramların farklı algılanma biçimlerinden doğan kargaşaların içerisinde yaşıyoruz. Buna yaşamın her alanından örnekler vermek olanaklı. Siyasette “demokrasi”, ekonomide “büyüme”, çevrebiliminde “sürdürülebilirlik” kavramları gibi, mimarlıkta da “dönüşüm”, “katılım”, “kamu” kavramları bunların öncelikle akla gelenleri. Böylesi bir kavram kargaşası meslek alanında yalnızca kuramsal alanda değil, uygulama alanında da üretimi ve toplumsal iletişimi olumsuz yönde etkilemekte. Daha da tehlikeli olarak, bu kavram kargaşası yanlış yönlen(dir)me ve girişimlerin nedeni olabilmekte ve sonuçları hızla çevremizi kuşatmakta.

Bu kısa yazıda mimarlığın, üzerinde çok yönlü düşünülmesi gereken kavramlarının estetik değerler ve çevre oluşumu açısından taşıdıkları önem tartışılmaktadır. Bir başka söyleyişle, toplumda kolaylıkla kabul gören ve farklı anlamlar taşıyan bu kavramların, çevrenin ve yaşamın üretim süreçlerinde sıklıkla çelişkili ve çarpıtılmış biçimleriyle karşılaşıldığına dikkat çekilmektedir. Bu sayıda ele alınan “mimarlık turizmi” konusu aynı çerçevede irdelenmek için uygun bir başlık olarak görünüyor.

“Mimarlık turizmi” ya da daha genel çerçevede düşünürsek mimarlık, ağırlıklı “kültür turizmi”, temelde mimarlık birikimlerinin izlenebilmesini, farklı ziyaretçiler tarafından belirli mimarların ve mimarilerin tanınmasını amaçlıyor. Mimari örneklerinin izlenmesi, kuşkusuz sadece bir binanın ya da çevrenin ziyaretiyle sınırlı değil. Her mimari ziyaret, ardındaki düşünce süreçlerine, kültürlere, tarihe de bir yolculuğu yanında taşıyor. Özellikle çevre olgusunu çok boyutlu olarak tartışan bugünün konjonktüründe belki mimari kritik her zaman olduğundan daha da geniş bir çerçevede ele alınmalı.

Mimarlık herhangi bir eserin plan kararları, boyutları, kütlesi, cephesi, iç düzenlemeleri, yapım yöntem ve tekniklerinin yanısıra, çevresiyle kurduğu ilişki ve duyarlılığıyla da önemli bir araştırma konusu. Bir mimarın / mimarinin desteklediği duygu ve düşünceler, yaklaşımlar, tarihsel yorumu ve hatta ahlak boyutu uzun tartışmaların nedeni olabiliyor. Bu açıdan bakıldığında, mimarlık, kültürel birikimlerin incelenmesi açısından önemli bir belgesel potansiyeline sahip. “Mimarlık turizmi” de aynı noktadan bakarak, mimarlık kültürünün çok yönlü olarak yaygınlaşabilmesinde ve çevresel eleştiri alışkanlığının kazanılmasında önemli bir süreç olarak görülmeli şüphesiz.

Ancak konuya diğer bir açıdan bakarak bazı endişeleri dile getirmek de olanaklı. “Mimarlık”, turizm için bir araç olarak değerlendirildiğinde sürecin tamamlayıcısı, çevreyi birörnekleştiren ve özgün kaliteleri yok eden, tarihsel, sosyal, anlamsal bağlamdan kopartan bir yapılaşma süreci olabilmekte. Nasıl ki, turizm gelirleri uğruna yeşil ve mavi değerler yok edilerek kıyılarımız, sahil peyzajlarımız kimliğine yabancı tek tip yerleşmelere dönüşmüşler ise, mimarlık turizminin odakları da benzer koşullar ortamında aynı ölçüde zarar verici niteliğe bürünebilirler. Turizme hizmet için inşa edilen tesisler, gerçekte turizmin nedeni olan değeri bile yok edecek boyutlarda gerçekleştirilebiliyorlar. Turizm amaçlı yapılaşmalar (konaklama, eğlence, ticaret vb.) gibi, turist beklentisi karşısında getirilen yasal ve ekonomik uygulamalar da sürecin bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Ziyaretçileri belirli bir bölgeye özel gerekçelerle (çağdaş mimari eserler, tarihî eserler, doğal, kültürel varlıklar, sitler vb.) çekmeye çalışırken, diğer tarafta otantik değerleri ortadan kaldıracak yapılaşma süreçlerini denetleyemeyen politikalarla karşı karşıyayız. Bu nedenle, özel bir coğrafyanın turizm potansiyelini karşılamak üzere geliştirilecek stratejiler, ilkeler ve politikalar küresel düzende giderek önem kazanmaktadır. Bunların çok yönlü bilimsel araştırmalara dayanarak tartışılmaları, gelecek açısından kritik bir sorun olarak ele alınmalıdır. (Resim 1)

Bu konuda çarpıcı bir örneği Galata Limanı (Galata Port) projesiyle İstanbul’da yakın geçmişte yaşadık. Tarihî alanın, önerilen yeni düzenlemeyle bir turizm odağına dönüşeceği ve kente kat kat fazla turistin gelmesini sağlayacağı açıklaması sıklıkla yinelenmişti. Diğer tarafta, tarihî Tophane Meydanı’nı görmezden gelebilen, ‘yer’in özgün kültür değerlerini ikinci planda tutabilen bir “yatırım” anlayışıyla, çevresiyle dengeli ve duyarlı bir ilişki kurmayan, konuyu kamu hakları açısından göremeyen bir düzenleme önerisiyle karşılaşılmıştı. “Galata Limanı bir çekim merkezi olacaktır ve mimarlık turizmine hizmet edecektir” saptamasındaki değerlendirme sorguya açılabilmiş midir? (Resim 2)

Toplumda ve mimarlıkta, çeşitli platformlarda turizm gibi birçok kavramın anlamının sorgulanmasına gereksinim olduğu açık. Medyanın iletişim araçlarının bu gibi kamuyu, kentli haklarını doğrudan ilgilendiren konularda düşünce yayıcı ve tartışmaya açıcı bir rol üstlenmeleri beklenmelidir. Hangi kentsel mekân, turisti dünyanın her yerinde tekrar edilen görüntüsüyle çeker ve bu daha ne kadar sürer? Yerler, ancak özlerine ait değerleriyle (maddi ve manevi), kimlikleriyle turizmin çekim noktalarına dönüşebilmektedirler.

Bu bağlamda, yine içeriği tartışılan “koruma” ve “yaşatma” kavramlarından ve bunların iç içe geçişlerinden de söz edilebilir. Özellikle, İstanbul’da, son yıllarda gerçekleştirilen koruma uygulamalarına bakıldığında, bunların koruma amacının tersine süreçleri tetiklediklerini söyleyebiliriz. Korumada özgün, tarihî değerlerin araştırılması, günün koşulları bağlamında yeniden değerlendirilerek üretilebilmeleri önem taşır. Korumak, herhangi bir eseri ya da kültür varlığını sabit kılmak, dokunulmaz, ulaşılmaz hale getirmek ve yaşamdan soyutlamak olamayacağı gibi, varolan değere, onu geçmişinden, kültürel bağlamından ve özüne ait niteliklerinden kopartılmış olarak yeni bir görüntü kazandırmak da değildir. (Resim 3) Koruma amaçlı planların bütünlüklü bir perspektiften, tarihsel değerlendirmeden, giderek sosyal ve kültürel bağlamdan yoksun geliştirildiği örneklerin çevremizde her geçen gün arttığını gözlüyoruz. Ülkemizin koruma uzmanlarının da sıklıkla vurguladıkları gibi, koruma, zamana yayılan, araştırma ve etütleri hiç bitmeyecek olan bir kültürel araştırma ve yaşatma sürecidir. Birçok uygulamada ise, eserin ve çevrenin öz değerlerini yok edici yaklaşımlarla karşı karşıyayız. Sadece sivil mimari örneklerinde değil, anıtsal boyuttaki restorasyon uygulamalarında dahi bu tür bir yaklaşımın örneklerini bulmak ne yazık ki zor değil. (Resim 4)

Tersine çevrilen kavramlar çoğaltılabilir, turizm örneğinde olduğu gibi, “dönüşüm” kavramını da karşıtlık içeren iki farklı biçimde yorumlamak olanaklı. Kentsel dönüşüm alanları olarak belirlenen mekânlardaki planlama çalışmaları yerin tarihî mirasını, özüne ait kültürel değerlerini yok edebilmektedir. Dönüşüm düşüncesi bir taraftan var olan değerlerin çağdaş yorumlarla yeniden üretilmesini, kültürel ileti araçları oluşturulmasını anlatıyorsa da, diğer taraftan ekonomik ranta yönelik bir olanağın değerlendirilmesi olarak da yorumlanabiliyor. Soylulaştırma hedefi sözkonusu edilerek geliştirilen projelerde, kültürel değerlerin üzerleri örtülebiliyor, hatta sanatçıların yaratıcılığı yerine yöneticilerin estetik algılayışlarıyla sınırlı örnekler çevremizi donatıyor. (Resim 5)

“Çevre” düşüncesi de benzer biçimde çelişkili uygulama örneklerini giderek arttırmakta. “Çevreci” olma özelliğiyle reklamları yapılan birçok uygulamanın, gerektiğinde orman alanlarını yok ederek ve yeşili yapılaştırarak gerçekleştiğini biliyoruz. Bunlar arasında çevre ödülü alanların dahi bulunması ise, kavramların ve düşüncelerin toplumda berrak olmayışı konusunda önemli bir uyarı olmaktadır. Son dönemde izlediğimiz, İstanbul’un orman alanlarındaki yerleşim uygulamaları sadece halkımızın değil, konuyla ilgili uzmanlarımızın dahi eylem ve söylem çelişkisi ve hatta kavram kargaşası içerisinde bulunduklarını gösteren kararlarıyla doludur. (Resim 6)

Denilebilir ki, tüm bunlar “mimarlık turizmi”ni neden ilgilendirsin? “Mimarlık turizmi” konusu kanımca içinde barındırdığı bu iki yönlü dinamik veya karşıtlık nedeniyle bu çerçevede değerlendirilmeye değer. Çağdaş kültür düşüncesinden ve eğilimlerinden habersiz, kentin ve kentlinin farkında olmayan bir yaklaşımla turizm gibi, mimarlık da (k)ayıpların bir aracına dönüşmemeli.

Mimarlığı turistik bir değer olarak sunabilmek, öncelikle bu alandaki belirli kavramların toplumda tartışılabilir olmasını gereksinir. Süreç aynı zamanda insanımızı, mimarlık kültürü ve çevre kavramlarıyla buluşturmak üzere bir çabayı da içermektedir.

Bugün ne sevindirici ki, ülkemizin ulusal ve uluslararası ziyaretçilerini bekleyen eski ve yeni mimarlık eserleri, doğal ve kültürel sit alanları var. 2010’lu yıllara doğru giderken, planlanan birçok yeni projenin kentsel simge değeri taşıması düşünülüyor. Ancak, günün çevre sorunlarına çok boyutlu olarak ve bir kültür-sanat-mimarlık politikası çerçevesinden bakmayan bir yaklaşımla böylesi çabalarda önemli yanlışları sergilemek de güç değil. Bu bağlamda bugün meslekteki birçok kavramı yeniden ve daha çok tartışmak bir gereklilik ya da gelecek için bir tür sorumluluk olarak görünüyor.

Resim 1. Sinop kıyılarından görünüş, Mayıs 2007. (Deniz İncedayı)

Resim 2. Tan Oral’ın çizgileriyle bir Galataport projesi eleştirisi, 2005.

Resim 3. Maltepe sahillerinden iki görünüm ve tarihî simgesel deniz kulesi, 1970’ler ve 2006. (S. ve A. Karamani)

Resim 4. Sinop Kalesi duvarlarından bir görünüm, Mayıs 2007. (Deniz İncedayı)

Resim 5. Sinop Kalesi duvarları ve çevresinde yer alan trafonun cephe düzenlemesi, Mayıs 2007. (Deniz İncedayı)

Resim 6. Akliman’dan bir görünüm, Sinop, Mayıs 2007. (Deniz İncedayı)

Bu icerik 1848 defa görüntülenmiştir.