404
KASIM-ARALIK 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Kente 95 Santimden Bakmak
    Selva Gürdoğan, Studio-X Istanbul Direktörü
    Yiğit Aksakoğlu, Bernard van Leer Vakfı Türkiye Temsilcisi
    Ardan Kockelkoren, Bernard van Leer Vakfı Araştırma Analisti
    Ege Sevinçli, Studio-X Istanbul Program Sorumlusu

YAYINLAR



KÜNYE
BİENAL

Her Şey Yolunda!

Hakan Tüzün Şengün, Arş. Gör. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

 

“Güneş yerinde

                                                                                                           Her şey yolunda”

                                                                                                          Büyük Ev Ablukada

 

1.

Son günlerde elimden düşmeyen bir kitap var. James Lord’un Bir Giacometti Portresi. Giacometti’nin çok yakın bir arkadaşı olmanın ötesinde aynı zamanda onun için modellik yapan Lord, kitap için bu süreci bir günce olarak ele almış, kişisel notları ve çektiği fotoğraflarla hem Giacometti’yi hem de stüdyosunu belgelemiş. Kitap aralıklarla on sekiz gün süren bir yağlıboya resmin üretimine ilişkin yakın bir tanıklığı anlatıyor. Aldığı notlar ve fotoğraflarla kurduğu kitapta Lord, Giacometti’nin üretim sürecine, stüdyo yaşantısına ve gündelik hayatının detaylarına eğiliyor. Giacometti’nin tuval başında olduğu zamanlarda yaratım sürecinde kendiyle ve modeliyle yaptığı içten konuşmaları, suskunlaştıkları veya çalışmanın hararetlendiği aralıklarda yazarın aktardığı hayranlıkla bezeli içten gözlemleri içeriyor büyük ölçüde kitap. Dostane sataşmalar, Giacometti’nin katatonik gündelik rutinine dair gözlemler ve tanıklıklar kitabın genel akışını oluşturuyor. Anlatının bütünlüğü içinde beni en çok etkileyen, henüz ölmeden yirminci yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olarak kabul görmüş, pek çok çağdaş müze tarafından satın alınmış bir sanatçı olan Giacometti’nin, endişeli halleri, evhamı ve çok derinden gelen iç karışıklıklarını anlatan bölümler oldu. Giacometti’nin hem heykellerinde hem de desenlerinde tarumar olmaya ramak kalmış birinin boğuk sesi duyulur. Bu ses çalışırken de onu rahat bırakmıyor. Lord’un anlatısında ve zihninin derinliklerinden gelen bu iç sesle Giacometti yüksek sesle avaz avaz bağırıyor veya homurdanarak mırıldanıyor. İşini nasıl yapacağına dair ağır bir inanç ve güç kaybı yaşıyor, tekrar eden ataklarla cesareti kırılıyor, deseni, kompozisyonu nasıl kuracağına dair sonu gelmez sıfır noktaları kurgulayıp duruyor. Haliyle resim de sürekli başa dönüyor, siliniyor, tekrar tekrar çiziliyor.

Büyük bir sanatçının üretimi ve kendiyle işi arasına koyduğu mesafe, özellikle “ustalık” iddiasına karşı bu denli istekle uzak duruşu beni kaçınılmaz bir biçimde -doğruca- Turgut Uyar’ın “Efendimiz Acemilik” denemesine götürdü. Turgut Uyar Sonsuz ve Öbürü kitabında 1985’te yayımladığı denemede şöyle diyor: “Halbuki acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız.”

Giacometti'nin de çok benzer biçimde heykel ve desenlerine hakim olan; işine, resme ve heykellerini üretme süreçlerine, kullandığı araçlardan tekniğine ve becerisine dair endişelerine kadar pek çok şey Turgut Uyar’ın “korkulu ustalığı” ile büyük benzerlik taşıyor. Orhan Koçak, Bahisleri Yükseltmek kitabının önsözünde Turgut Uyar’ın bu evham ve endişe yüklü yaratım sürecini şöyle ifade ediyor: “Uyar, korkulu ustalık derken şairi kolaycılığa, hamlesizliğe götürebilecek bir mekanik mehareti eleştiriyor.” Koçak, Turgut Uyar’ın maharetli ustalıktan bucak bucak kaçışında şiirin tazeliğine ve yeniliğe dair bir aşkı, yeniyi arama biçimlerine dair bir iç tutarlık görüyor.

2.

Giacometti’den Turgut Uyar’a uzanan bu çağrışımsal düşünceler sanat işleriyle, projelerle, bienaller ile karşılaşmalarda dalga dalga aklıma üşüşüyor. 16. Venedik Mimarlık Bienali süresince de bu düşüncelerden pek sıyrılabildiğim söylenemez. Giderek profesyonelleşmiş cömert bir organizasyon, şık bir yönetim, sunum ve sergi düzeni görüyorsunuz Venedik’te. Bunca yıl onlarca küratör ve mimar ile çalışılmış, mimarlık gündeminde ses getiren sergileri üretmiş Venedik Bienali. Peggy Guggenheim’dan Carlo Scarpa’ya, Aldo Rossi’den James Stirling’e mimarlık işinin kilometre taşlarını ağırlamış bir kadim organizasyon. 1980’de sahneye çıkan Strada Novissima sergisinden bu yana hep göz önünde olan bir mimarlık teorileri arenası burası.

Venedik Mimarlık Bienali’nin belki de en güçlü ve cazibeli taraflarından biri, mimarlık düşüncesi açısından inşa edilmiş olmakla ilgili rüşdünü ispatlamışlık payesini çok da fazla ciddiye almayışında gizli olabilir. Mimarlık alanında henüz emekleyen pek çok yetenekli mimarın, küçük ofislerin, radikal manifestoları, gün yüzü görmemiş fikirlerin, çizimleri ve maketleriyle dolu bu mabedi dolaşırken bunu çok daha iyi anlayabiliyorsunuz.

Ancak yine de bir eksiklik var. Bir tuhaflık belki. Bu iddialı sunumlar, becerikli maketler, enfes çizimler ve perspektifler arasında mimarlığa dair güçlü haykırışı duyamıyorsunuz. Temelde bir sessizlik veya monoton bir asansör müziği var fonda. Bu sadece mimarlık işinin içine hapsolduğu kapitalist düzenin en sevdiği oyuncağı olmasından kaynaklanan ironik bir suskunluk değil.

Mimarlık uzun süredir suskun, ancak tok sesli biri konuşuyor fonda. Profesyonel hayatın refleksleri, sertifikalar, yazılımlar, komisyonlar havada uçuşuyor. Venedik gibi ihtişamlı bir müze kent ona eşlik ediyor diğer yandan, yine de geçmişte hissedilen yoğun inançlı ama ürkek, hafif “acemi” sesi duymak pek mümkün değil artık. Giacometti’nin tedirgin, kırık dökük cesareti gözümün önüne geliyor. Turgut Uyar şöyle sesleniyor, “Efendimiz Acemilik” metninin satır aralarından: “Hiçbir dükkanda, hiçbir otelde birşeyinizi unutmayınız. Koduklarınız koduğunuz yerde kalsın hiç değilse. Bağlarınızı koparın. Derli toplu, hemen gitmeye hazır, köksüz.”

Sahnenin önü kalabalık olsa da, arka sıralarda kıymetli şeyler bulmayı becerebildiğiniz yerler bienaller; küçük nişlerde oyunu tersinden oynayan veya tamamen dışında kalmışların da seslerini duyabileceğiniz mekânlar. “Network” simsarlarının kendilerini daha büyük pazarlarda temsil edeceği günleri düşleyen veya kendi özgün içerikleriyle buluşacakları yeni hamilerinin beklentisiyle durgunlar. Eksikliği hissedileni adlandırmak zor. Dünyanın dört bir yanından kıtalararası bir iletişimin içinden süzülüp gelmiş bir emek, fikir ve alınteri bezeli yüzlerce işe rağmen bu büyük resimde mimarlık insanoğluna dönüp özel bir şey söylemiyor.

Büyük anlatının parçası olmak artık mümkün değil belki de. Sırf bu yüzden kısık sesli sözlerle dolu sergiler. Mimarlık edimi üzerinde çalıştığı zemini kendi eliyle işlevsizleştirdi belki de. İpler haddinden fazla başkalarının ellerinde veya zamanı değil eksikliğin, zaman tam olma zamanı.

3.

16. Venedik Mimarlık Bienali’nde hissedilen eksiklik ne küratöryel çabada ne de pek çoğu olağanüstü nitelikli olan işlerde. Küratörler Yvonne Farrell ve Shelley McNamara’nın “serbest mekân” gibi dizginleri tutulması zor temasında bile değil sanki. Belki daha çok Giacometti’nin gösterişsiz ve soğuk stüdyosunda içeriye sinmiş toz ve küf kokusunda, kanamalı bir ruhsal araştırmanın hemen kendini gösteren doğrudanlığı ve içtenliği eksik. Her gün yeni bir buluş yapmak yerine bir iç kazısı ile uğraşmayı tercih eden tasarımcıların yokluğunda. Mimarlık bienallerinin doğasından kaynaklanan profesyonel bir hizmete dair nitelikli üretimin keskin ve parlak ifadesinde bir türlü göremediğiniz o cesur ama eğri oturup doğru konuşan işler eksik bienalde. Turgut Uyar’ın korkulu ustalığında gizli yeniye dair tutkulu arayış, endişe eksik. Giacometti’nin duruşuna benzer varoluş biçimleri hiç profesyonel olmayan bu ağır yaralı varoluşsal tedirginliğe dair iç ürperten ruh bu tür bienallerde yer bulamıyor pek, özellikle mimarlık ve tasarım alanında. Dünyanın ortak bahçesine dair düşler ve sözler, kuyruğunu dik tutmaya çalışan profesyonellerin sektörel fuarına bırakıyor yerini daha çok.

Çok önemli isimleri temadan ve tüm çağrışımlarından azade misafir eden bienal, örneğin, Peter Zumthor maketlerinden oluşan müthiş bir sergiyi de baş köşesinde ağırlıyor. Temanın rahat ve serbest çerçevesi, ayrıca herkese kapılarını açışıyla bienal, giderek sis içinde seçilemeyen duruşu ve bakışı ayrıştırılamayan bir bulamaça dönüşüyor. Temel eksiklik / dağınıklık belki de fazlalıklara dair dizginsiz bir iştah içinde olunması. Akvaryumun suyu bulanık sadece, balıklar bildiğimiz balıklar yine.

Bir diğer yanda, tüm bu eleştirel bakışın dışına çıkabilen 16. Venedik Mimarlık Bienali'de diğerleri gibi bu profesyonel endamının ardında büyük sözlerini değil ama taze seslerini duyuran Ricardo Flores ve Eva Prats var. Hem Vatikan Pavyonu için tasarladıkları şapel hem de ana sergide sundukları emek ve içtenlik dolu işlerinin yoğunluğu onları apayrı bir yere koymanıza neden oluyor. Tazeliğin, yeniliğin peşinde koşmaktan belki de mimarlar artık yorgun; en içten çabaların bile giderek nasıl kirleneceğine dair özel sohbetleri dinlemekten sıkılmış bir topluluk onlar. Ricardo Flores ve Eva Prats grubunun işleri de bu yığına dahil edilebilir belki ilerleyen yıllarda. Çağın sentetik ifadesine göğsünü siper eden bu üretimle, belki pek çoklarından fazla şansı ve imkanları olacak.

Álvaro Siza’nın izinde yürüyen ve giderek yıldızı parlayan Eduardo Souto de Moura, ofisini ayakta tutmakta zorlandığı yıllardan bugünlere gelerek büyük ödülün sahibi oluyor. İki sarih hava fotoğrafıyla anlatılan, zarif bir biçimde otele dönüştürülmüş bir manastır yenilemesine dair sunumu olan Gündüz Uçuşu (Vol de Jour) ile. Proje büyük ölçüde Frampton’ın bir dönem altını özenle çizdiği “eleştirel bölgeselcilik” (critical regionalism) ile tarif ettiği eleştirel alanın çok iyi bir örneği olarak görülebilir. Kenneth Frampton 2018 Altın Aslan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alıyor ve “serbest mekân” teması herkesi kucaklıyor.

En etkili olduğunu düşündüğüm işlerden biri ise Sverre Fehn tarafından 1962’de Giardini’de tasarlanmış Norveç Pavyonu’na yerleşmiş olan Lundén Architecture Company grubuna ait “Another Generosity” yerleştirmesiydi. Doğa ve yapılı çevre arasındaki temel ilişkiyi ele alan bu iş Fehn'in yapısını kullanmaktaki becerisi ile mi önplana çıkıyordu, yoksa sadece ele aldığı konuya dair materyal ve yerleştirme stratejileri mi güçlüydü bilmiyorum ama seçimler alabildiğine doğruydu. Bunun yanında, Fehn’in olağanüstü yapısının onların tarafında olduğu ve bu cazibede büyük pay sahibi olduğu da açıktı.

Venedik Bienali’nde kendi temasını kendi üreten Vatikan, Francesco Dal Co’nun küratörlüğünü yaptığı bir özel sergi ile San Giorgio Maggiore Adası’nda mimarlık bienaline rakip başka bir kulvar açıyor ve sahanın yıldızı olmayı başarıyor. Seçilen mimarlara sipariş edilmiş şapeller, mimarlık bienalinin hakkını veren bir özen ve çeşitliliği sergiliyorlar. Özellikle Şilili mimar Smiljan Radic’in ve Eduardo Souta de Moura, Sean Godsell ve Flores & Prats grubunun yapıları dikkat çekiyor.

4.

Venedik Mimarlık Bienali’nin serbest mekân teması, esnekliği ve çeşitliliklere son derece açık yapısıyla içine girdikçe giderek muğlaklaşıyor. Serbest mekân tezahürü anlamının sınırlarını zorlayarak yok olup ufukta kayboluyor.

Düşünceler, insanlar, projeler ve fikirler bu büyük potada erirlerken farkında olmadan değersizleşiyorlar. Gösteri, yıldızları ağırlayarak ışıltısını ve şıklığını sürdürüyor ama bütüncül bir anlatıyı kurmak hevesi giderek yok oluyor. En geniş parantezi açan kazanıyor.

Pek çok yönüyle son derece şık ve zarif bir biçimde ele alındığı her halinden belli olan Venedik Mimarlık Bienali her haliyle hem mimarlık alanına hem mimarlara yenilip yutulması son derece zor, uçsuz bucaksız bir vaha sunuyor. Bu profesyonelliğin biraz dışında bir bienal nasıl kotarılabilir, daha keskin bir anlatı, daha inandırıcı bir hikaye nasıl anlatılabilir hiç bilmiyorum.

Bir şeyler eksik, tam kestiremiyorum. Büyük Ev Ablukada dinliyorum. Güneş Yerinde. Her şey yolunda. Giacometti’nin hayaleti, Turgut Uyar ile kol kola zihnimde dolaşıyor.

Her şey yolunda. Bir şey eksik.

KAYNAKLAR

Koçak, Orhan, 2011, Bahisleri Yükseltmek: Turgut Uyar Şiirinde Kendini Yaratma Deneyimi,Metis Yayınları, İstanbul.

Uyar, Turgut, 1985, “Efendimiz Acemilik”, Sonsuz ve Öbürü, Broy Yayınevi, İstanbul.

 

Bu icerik 2540 defa görüntülenmiştir.