344
KASIM-ARALIK 2008
 
MİMARLIK’tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

MİMAR PROFİLİ: Şevki Vanlı’nın Farklı Kimlikleri: Avangart? Girişimci? Eleştirmen?

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
TÜRKÇE ÖZET
YAYINLAR
MEA ARCHITECTURA MEA CULPA
Zavallı Mimar / Gürhan Tümer



KÜNYE
MİMAR PROFİLİ: Şevki Vanlı’nın Farklı Kimlikleri: Avangart? Girişimci? Eleştirmen?

Tanıdığım Yönleriyle Şevki Vanlı

İlhan Tekeli

Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Ne yazık ki, bu yaz aylarında Şevki Vanlı’yı kaybettik. Mimarlık camiasının kaybı büyük oldu. Beklenileceği üzere Mimarlık dergisi, bu kaybın adından Şevki Bey’in anılacağı bir sayı hazırlıyor. Bu sayıda değişik yazılar bulunacak. Bu yazılardan bir kısmı dostlarının, bir kısmı mimarlık eleştirmenlerinin, diğer bir kısmı ise Türk mimarlık tarihçilerinin olacak. Benim yazım son iki kategoriden çok, birinci kategori içinde düşünülebilir. Onun için başlığını “Tanıdığım Yönleriyle Şevki Vanlı” diye koydum. Bu çok sınırlandırılmış bir başlık. Onun yaşamının bu yazıda sözedilenlerinin ötesine geçen yönleri olabileceğine işaret ediyor. Onun mimarlık alanındaki katkılarından çok kişilerin özgeçmişleri içinde yer almayan, benim şahidi olduğum olgulara ilişkin bilgi vermeyi amaçlıyor.

 

Bu nedenle önce Şevki Vanlı’yı nasıl ve hangi işleri gerçekleştirirken tanıdığımın bir öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Daha sonra da bu öyküden Şevki Vanlı hakkında yaptığım bazı çıkarsamalara yer vererek onun portresinin çizilmesine yardımcı olmaya çalışacağım.

 

ŞEVKİ VANLI’YI NASIL TANIDIM VE DOSTLUĞUMUZ NASIL GELİŞTİ

 

Şevki Vanlı’yı ben 1950’li yıllarla 1960’lı yılların ilk yarısında uzaktan, yani ismen tanıdım. Şimdi geriye dönüp nasıl tanıdığımı hatırlamaya çalıştığımda üç farklı bağlam aklıma geliyor. 1950’li yılların ikinci yarısında İstanbul’da Menderes’in imar operasyonları başlamıştı. Yeni kurulmuş olan Mimarlar Odası, plansız ve modernitenin yıkıcı yüzünü gösteren bu uygulamalara karşı çıkıyordu. O yıllarda ben İTÜ’de İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde okurken, abim Doğan Tekeli’yle aynı evde yaşadığım için bu eleştiriler konusunda çok duyarlı hale gelmiştim. Bu eleştirilere ve bu eleştirileri yapanlara ilgi duyuyordum. Bu isimler arasında Tuğrul Akçura, Şevki Vanlı ve diğerleri belleğime yerleşiyordu.

 

Aslında 1950’li yılların ikinci yarısında, Demokrat Parti iktidarının demokrasiden uzaklaştığı görülüyor ve aydınlar arasında DP’nin uygulamaları konusunda eleştiriler yoğunlaşıyordu. Ben de bir üniversite öğrencisi olarak bu eleştirilere hak veriyordum. Bu eleştirilerde iki dergi başı çekiyordu. Bu dergilerden daha popüler olanı Metin Toker’in çıkardığı Akis’ti. Daha kuramsal, daha seçkinlere dönük olanı Forum’du. Şevki Vanlı’nın yazıları bu dergide çıkıyordu. Herhalde o günlerde Forum dergisini çıkaranlar arasında Şevki Vanlı’nın bulunduğunu bilmiyordum. 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrasında Forum dergisi konusundaki ilginin düştüğü, Forumcuların parçalandığı bir dönemde derginin yayınının sürdürülmesi konusunda, Şevki Vanlı’nın çaba gösterdiğini ve fedakarlık yaptığını öğrendiğimde, onun Forum’la olan ilişkisinin ne kadar derin olduğunu farketmeye başladım.

 

Bu dönemde Şevki Vanlı’yla bir başka karşılaşmam, Şevki Vanlı’nın Frank Lloyd Wright konusunda, İnsana Dönüş kitabının Dost dergisi yayınları arasında çıkmasıyla oldu. O yıllarda ben Dost dergisi ve yayınlarını izliyordum. Modern mimarlığın bu efsanesi hakkında Türkçe bir kitap çıkmıştı. Ben de hemen satın almıştım. 1968’lere kadar Şevki Vanlı benim için uzaktan saygı duyulan bir kişiydi.
 
Şevki Vanlı’yı tanımam sanıyorum 1968 yılında oldu. O yıllarda Şevki Vanlı’nın İzmir Caddesi’nde bir bürosu vardı. Ersen Gömleksizoğlu ile ortaklıklarının sürdüğü yıllardı. Beni konuşmak, tanışmak için bürosuna çağırmıştı. Ben de o yıllarda İmar ve İskân Bakanlığı Bölge Planlaması’nda çalışıyor, ODTÜ’de yarı zamanlı dersler veriyor, Mimarlar Odası’nın faaliyetlerine aktif olarak katılıyordum. I. Milli Fiziki Plan Semineri’nin örgütlenmesinde ve “Boğaz Köprüsü’ne Hayır” kampanyasında aktif olarak çalışıyordum. Herhalde bu faaliyetleri gözlemlemesi sonucunda etkilenerek yeni bir girişimine katılmam için beni bürosuna davet etmişti. Şevki Vanlı’yla dostluğumuz o gün yaptığımız, genel olarak Türkiye’nin gidişini değerlendiren, konuşmalarla başladı.
 
Şevki Vanlı daha sonra Planlama, Araştırma, Uygulama (PAU) Vakfı kurma konusunda bir projesi olduğunu, benim de bunun kurucuları arasında bulunmamı istiyordu. O günler de bir sivil toplum kuruluşu olarak vakıf kurmak henüz yaygın değildi. 1960 sonrasında Vehbi Koç’un gayretleriyle vakıf kurumunun gelişmesine olanak sağlanmıştı. Şevki Bey de bunu algılamış ve yararlanma yolu arıyordu. Gerek vakıf senedinin hazırlanmasında, gerek vakfın faaliyetlerinin ne olacağı konusunda yaptığımız çalışmalar sırasında Şevki Vanlı’nın dünyaya bakışını ve değer yargılarını yakından tanımaya başladım. Şevki Vanlı için önemli olan uygulamaydı. Tasarıma inanıyordu. Ama uygulamada etkili olamayan tasarım onun için önemli değildi. Adı bilinen bir mimar olmasına karşın önemli uygulama şansları elde edemiyordu. Böyle bir vakıf girişiminde bulunmasının temelde iki nedeni vardı. Bunlardan biri vakfın faaliyetlerinin ona uygulama fırsatını açabileceğini ummasıydı, diğeri ise Mimarlar Odası’nın faaliyetleri içinde ele alınmayan tasarım merkezli faaliyetler için bir platform yaratabilmekti.
 
Bu vakfın hatırladığım kadarıyla iki faaliyeti oldu. Bunlardan birincisi, Ankara’da imgelem konusunda bir konferanslar serisi düzenlenmesiydi. Tasarıma önem veren Şevki Bey, bir tasarımcının imgelem yaratabilme yetisine önem verdiği için bu konunun tartışılmasını istiyordu. O günlerde Mimarlar Odası’nın ağırlıkla toplumsal sorumluluklar üzerinde durması dolayısıyla bu konuların konuşulmayışının eksikliğini gidermek, tasarımcının yaratıcılığı konusunun bilimsel çözümlemelere dayanarak gündeme getirilmesini istiyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla Nusret Hızır, Şerif Mardin ve ben konuşma yaptık. Sanıyorum başka konuşmacılar da vardı. O günlerde Devlet Planlama Teşkilatı, Güney Doğu Anadolu için bir kalkınma planının hazırlanmasını ihaleye çıkarmıştı. Vakıf olarak ikinci faaliyetimiz, bu ihale için bir teklif hazırlamak oldu. Ekipte Necat Erder gibi ilk plancılar bulunuyordu. DPT açısından bu ekip kabul görmedi. Daha sonra vakıf büyük ölçüde uykuya daldı.
 
Vakıf çalışmaları devam ederken Turizm Bakanlığı Side Projesi’ni uluslararası bir yarışmaya açmıştı. Şevki Bey bu proje yarışmasına katılmak istiyordu. Şevki Vanlı bu dönemde İller Bankası deneyimi olan Ersen Gömleksizoğlu ile ortaktı. Ben de çalışmalara dışarıdan katılıyordum. Başka kişiler de zaman zaman katıldılar. Ama bu çalışma bir sonuca ulaşmadı. Ama bu çalışma sırasında Şevki Vanlı’nın tasarım pratiğini gözlemleme fırsatını buldum.
 
Şevki Vanlı’nın bu aşamadan sonra hayallerini bir tasarımcının ötesine geçerek bir girişimci niteliği kazanmaya başladığını gözlemeye başladım. Şevki Bey bu dönemde Milli Kütüphane Yarışması’nda bir birincilik kazanmıştı. Ama Bayındırlık Bakanlığı bu projenin uygulanmasına olanak vermemişti. Sanıyorum bu olay Şevki Vanlı’yı çok etkiledi. Uygulama şansı elde etmesinde kendisinin girişimci ya da karar verici hale gelmesinin önemini görmeye başladı. Başka bir deyişle, tasarımcılığıyla girişimciliğini iç içe geçirmeye başladı. İşte bu ortamda Türkiye’deki özel kesim eliyle uygulanan ilk uydu kent/ toplu konut girişimi olan ORAN’ı başlattı. Şevki Bey genellikle kendi maddi olanaklarının çok ötesine geçen projeler gerçekleştirmek istiyor ve olanakları zorluyordu. Bu bakımdan ORAN’ın öyküsünün iyi değerlendirilmesi gerekir.
 
Şevki Bey’in yeni bir girişimi başlatmak için algıladığı fırsat, İkinci Beş Yıllık Plan’da ilk kez toplu konuttan söz edilmesi olmuştu. O yıllarda Türkiye’de yapsatçı uygulamalar konut sorununun çözümünde yetersiz kalmaya başlamıştı. DPT’de konut sektöründen sorumlu olan Tulgar Can da, Türkiye’nin konut sorununun çözümünde toplu konutu bir çözüm olarak savunmaya başlamış ve bu görüş İkinci Beş Yıllık Plan’a girmişti. Birinci Beş Yıllık Plan’dan itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu kapsamı içinde çalışanlara konut sağlamakta konut kooperatifçiliği oldukça etkili biçimde kullanılmaya başlamıştı. Ayrıca o yıllarda mimar ve mühendisler, 10195 sayılı bir kararnameye göre çalıştırılıyorlardı. Onlara bu yolla memurlardan daha yüksek ücret verilebiliyordu. Bu kararnameye göre çalışanlar SSK’ya tabiydiler. Onlar da kooperatifleşerek konutları için finansman sağlayabiliyordu. Şevki Bey’in tahayyülü bu olanaklar içinde oluşmuştu. Küçük hissedarlardan oluşan bir anonim şirketi kurulursa ve bu şirket kent uzağında bir toprak satın alırsa, burada yeni bir kentsel yaşam biçimi getiren bir kent kurulabilecekti. ORAN girişimi bu tahayyül üzerine başladı.
 
Önce ORAN’ın bugünkü yeri seçildi. Küçük birikimleri olan ortakların katkılarıyla ORAN İnşaat Anonim Şirketi kuruldu. ORAN girişimi, bir tür uydu kent projesiydi. Bu projeyi kamuya sunabilmek “Ankara Civarında OR-AN Toplumesken Girişimi Ön Projesi” hazırlandı. Bu ön projenin ilk taslağında bulunan tarih 14 Eylül 1969. Bu ön proje, Ankara Metropoliten Planlama Dairesi’ne, Devlet Planlama’ya sunuldu. Bu projenin yapılmasında ve raporun hazırlanmasında Tuğrul Akçura’nın, Necdet Vidinlioğlu ve benim katılımım oldu. Bu raporun bir kopyası kütüphanemde var. Aslında bu girişim orta sınıf profesyonellerin ilgisini çekti. 10195’ye tabi personellerin katıldığı kooperatifler oluşturulmaya ve arsaların köylülerden satın alınmasına başlandı. O zaman Ecevit’in Halk Sektörü perspektifine uygun küçük ortakların oluşturduğu bir anonim şirket kuruldu. Şevki Vanlı bu şirkete para kazandırabilmek için ORAN Yapı Endüstri Merkezi kurdu. Sergileme mekânları oluşturmaya başladı. Bu merkez bir dergi yayımlamaya başladı. Günümüzde çok gelişmiş bulunan Doğan Hasol’un Yapı Endüstri Merkezi de kurulalı henüz bir yıl olmuştu. Şevki Vanlı, Doğan Hasol’la dirsek teması içinde bu kuruluşu da geliştirmeye çalışıyordu.
 
İlk bakışta işler planlandığı gibi gelişecek görülüyordu. Eğer bu girişim beklendiği gibi gelişseydi bir mucize olurdu. Dünyada ancak büyük finansman gücü olan şirketlerin oluşturduğu uydu kentler, Türkiye’de belli bir birikimi olmayan bir mimar tarafından gerçekleştirilmiş olacaktı. Tabii mucizeler öyle sık sık gerçekleşmiyor. Türkiye ortamının böyle bir projeye hazır olmamasının ve genel olarak yönetim sisteminin istikrarsızlığının tüm sorunları birer birer ortaya çıkmaya başladı. Öncelikle Türkiye’nin imar ve yapı izin mevzuatı tek tek yapılan yapılarla büyüyen kentler için gelişmişti. Bu mevzuat toplu konut yapımına uygun değildi, pratikte önemli zorluklar yaratıyordu. Bu usullerin değiştirilmesi konusunda sabırlı bir mücadele verilmesini gerektiriyordu. İlk toplu konut girişimi, yol açma işlevini de zorunlu olarak yükleniyordu. Bunlarda bir başarı sağlansa da işler gecikiyor, sermayesi sınırlı olan şirketi büyük risklerle karşı karşıya bırakıyordu. En beklenmedik gelişme, Hükümetin 10195 sayılı kararnameyi kaldırması ve bu statüde çalışanları memur statüsüne geçirmesiyle yaşandı. Atık onlar SSK tarafından finanse edilecek, kooperatif kuramayacaktı. Şirket bir anda müşterilerinin önemli bir kısmını kaybetmişti. Muhtemelen girişimin başında Şevki Vanlı gibi zor koşullarda varolmayı becerebilen ve bunun psikolojik gerilimlerini taşıyabilen bir kişi olmasaydı şirket batardı. Şevki Bey şirketin yapısını değiştirerek söz verdiği yapıların gerçekleştirilmesini, ilk başta tahhayül ettiği standartlarda olmasa da gerçekleştirebildi. ORAN dolayısıyla Şevki Bey’in taşıdığı psikolojik yükün ne kadar yüksek olduğunu biliyorum.
 
Bu varlığını sürdürme çabası içinde gerçekleşen ORAN tahayyül edilenden çok farklı hale geldi. Küçük sermaye şirketinden, yapsatçı sermayesinin hakim olduğu bir şirket yapısına geçildi. Dört katlı kooperatif apartmanlarının eşitlikçi adalarından oluşan bir dokudan, villa arsaları ve yüksek yapsatçı apartmanlarının oluşturduğu bir yerleşme dokusuna geçildi. ORAN planının bütünlüğü İmar ve İskân Bakanlığı mensuplarının oluşturduğu kooperatiflerden oluşan ve imar hakkını iki misline yükselten Atatürk Sitesi gelişmesiyle parçalandı. Gerçekleşebilen kesimi ilk planın çok küçük bir kısmı oldu.
 
ORAN girişimi yeni koşullarda varlığın sürdürmeye çalışırken, Ecevit’in Birinci Hükümeti döneminde Mimarlar Odası yönetim kurullarında yer almış olan Ali Topuz İmar ve İskân Bakanı olmuştu. Bu dönemde bakan bir danışma kurulu kurmuştu. Hatırlayabildiğim kadarıyla bu kurulda Tuğrul Akçura, Şevki Vanlı, Yiğit Gülöksüz, Haldun Özen ve ben bulunuyorduk. Bu kurul, 1974 Aralık ayında Türkiye’nin konut üretim süreci konusunda çok kapsamlı bir rapor hazırladı. Konut sorununa bir tasarım sorunu olarak değil, bir toplumsal süreç olarak yaklaşması bakımından bu rapor dönemine göre önemli yenilikler içeriyordu. Ne yazık ki bu rapor yayımlanmadı. Onun için geniş çevrelerce bilinmiyor. Bu raporun yeni bir perspektifle hazırlanabilmiş olmasında, yazarları arasında bulunan üç kişinin ORAN deneyimini yakından tanımış olmalarının payı vardı. Ecevit Hükümeti iktidardan düşünce, geliştirilen öneriler uygulamaya konulamadı.
 
Şevki Vanlı’nın Cezayir’de Ulusal Kültür Merkezi’nin proje yarışmasını kazanarak bu büyük kompleksin planlama işini alması, onun yaşamında önemli bir dönüm noktası oldu. ORAN’ın sıkıntılarından uzaklaşma ve ferahlama yılları oldu sanıyorum. Şevki Vanlı’ya bir mimar olarak özlediği bir çalışma ortamı sağladı. Büyük bir işti. Mimar olarak muktedir bir muhatap bulabiliyordu. Saygı görüyor ve para kazanıyordu. Bir ekip kurarak Cezayir’de çalışmaya başladı. O yıllarda KTÜ Rektörü Erdem Aksoy ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Özgönül Aksoy, 12 Eylül 1980 rejimi tarafından üniversitelerinden uzaklaştırılmıştı. Şevki Bey’le onların da Cezayir’e gitmesi güçlü bir büro kurmasına yardımcı oldu sanıyorum.
 
Şevki Bey Cezayir’den bir miktar para kazanarak dönmüştü. ORAN’da onun elinde kalmış arsalar da değerlenmişti. Bu Şevki Bey için alışılmış bir durum değildi. ORAN’da kendisine değişik işlevlere olanak verebilecek büyücek bir büro binası inşa etmişti. Dostluğumuz sürüyordu. Ara sıra büroda koşuyorduk. Kendisini sıkıntıya sokacak yeni tahayyüller, yeni projeler geliştirmekte gecikmedi. Bu arada Ankara’ya çok yakın olmayan bir yerde Erkeksu Çiftliği’ni satın almıştı. Başlangıçta böyle bir girişim içinde olduğundan haberim yoktu. Bir gün bürosunda bana yeni tahayyülünden sözetti. Şevki Vanlı bir mimarlık vakfı kuracaktı. Bu vakıf, Türkiye’de mimarlık düşüncesinin ve beğenisinin gelişmesinde öncülük edecekti. Üniversitelerin eğitim programlarının bu bakımdan öğrencilere yeterli heyecan veremediğini düşünüyordu. O yıllarda Türkiye’de STK’lar yeni bir heyecan rüzgarı estirmişti. Ben de Tarih Vakfı’nın kurucu başkanı olarak bu konuda belli bir deneyim sahibi olmuştum. Konuşmamız sırasında bu tür STK’ların temel sorununun düzenli kaynak akışını sağlamak olduğu üzerinde durduğumu hatırlıyorum. Şevki Bey’de kendisinin bu düşüncede olduğunu söyleyerek Erkeksu Çiftliği’ni bu amaçla aldığını, burada oteliyle, golf alanlarıyla, tenis kortlarıyla, menajerleriyle bir toplumsal kulüp oluşturacaktı. Ankara için hafta sonu dinlenme alanı işlevini görürken, okul ve konutlarıyla önemli yeni bir merkez olacaktı. Bu girişimin getirileri ve toprak üzerindeki değer artışları da Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı’nın akarını oluşturacaktı. Şevki Bey tüm birikimini bu projesini gerçekleştirmeye yatırdı. Oteli ve kulüpleri oluşturdu. Ankara’dan yeterli ilginin doğmasını sağlayacak bir işletmenin geliştirilmesinde karşılaştığı sorunlarla uğraştı. Şevki Bey bir kez daha kaynağına göre çok daha büyük tahayyüle sahip olmanın sorunlarını yaşamaya başladı. Erkeksu Çifliği’nin yaşamının son gününe kadar Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı’nın akarı haline gelmesi için uğraş verdi.
 
Şevki Bey bürosundaki konuşmamızda bana yalnız yeni projesini anlatmamış, aynı zamanda benim vakfın yönetiminde yer almamı istemişti. Ben de Şevki Bey’in bu heyecanı ve iyi niyeti karşısında yönetimde yer almayı kabul ettim. Halen yönetim kurulu üyeliğim sürüyor. Şevki Vanlı mimarlık konusunda içtenlikli çaba gösteren gençleri hemen algılıyor ve onları vakfa çekmeye çalışıyordu. Haluk Pamir’i Vakfın Genel Sekreterliği’ne getirdi. Haluk Pamir de henüz maddi kaynakları oluşmamış vakfın performansını yükseltmek için elinden geleni yapıyordu. Vakıf ilk önemli projesi olarak kitap yayımlamaya öncelik verdi. Mimarlık yazının temel kitapları Türkçeye çevrilmemişti. Vitruvius’un kitabından başlayarak bir seri çeviri yayın yapıldı. Ayrıca Türk mimarlık tarihiyle ilgili yeni yayınlar yapmaya başladık. Bu seri içinde Selim İlkin’le benim Mimar Kemalettin’in Yazdıkları kitabım yayımlandı. Bu serinin son kitabını Şevki Vanlı uzun yıllar süren bir çalışmadan sonra kendisi yazdı, Mimariden Konuşmak, Bilinmek İstenmeyen 20. Yüzyıl Mimarlığı, Eleştirel Bakış başlığıyla yayımlandı.
 
Vakfın belki de en heyecan verici girişimi, Suha Özkan ve Haluk Pamir’in gayretleriyle ANY Grubu’nun toplantılarından birinin Türkiye’de yapılmasında Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı’nın yerel ortak olmasıydı. Özel toplantılar yapılarak Türkiye’deki mimarlık düşünce ortamı bu toplantıya hazırlandı. Hâlâ tam olarak bilmediğim nedenlerle Şevki Vanlı bu girişimden çekildi. Toplantı Tepe Grubu’nun sponsorluğunda gerçekleşti.
 
Vakfın son yıllardaki faaliyeti, Archiprix Türkiye’yi Yapı Endüstri Merkezi’yle birlikte sürdürmek oldu. Bu yarışma, Türkiye’deki üniversitelerin mimarlık fakültelerinden mezun olan öğrencilerin diploma çalışmaları arasında yapılmaktadır.
 
DOSTLUK ÖYKÜSÜNÜN ORTAYA ÇIKARDIĞI ŞEVKİ VANLI
 
Kısaca özetlediğim Şevki Vanlı’yla 40 yıl süren dostluk öykümüz sırasında kendisi hakkında edindiğim kanıları şöyle özetleyebilirim.
 
Şevki Vanlı mimar olmaktan çok memnundu. Kendisinin iyi bir mimar olduğu konusundaki güveni çok yüksekti. Bunun ötesinde, iyi mimarlık becerilerinin toplumun sorunlarını çözmekte en uygun formasyon olduğuna inanıyordu. Onun için kendi deneyimlerini yazdığı kitabına Mimarlık Sevgilim adını vermişti. Mimarlık onun için bir tutkuydu.
 
İyi bir mimarlığı mimarın toplumsal sorumluluğunun bir parçası olarak görüyordu. Ama toplumsal sorumluluğunu mimarlık faaliyetleri ile sınırlamıyordu. O kamusal bir özne olmayı istiyordu. O kamusal özne olmayı bir türde mimarlıkla ilintili sosyal içerikli projelerin girimcisi olarak gerçekleştirme yolunu seçiyordu.
 
Kendi yaşam deneyimine baktığımızda, genellikle kendisinin doğrudan denetleyebildiği kaynakların ötesinde kaynak gerektiren projeleri tahayyül ediyor ve bunu gerçekleştirmek için olanaklarını ve ilişkilerini zorlayan çabalar içine giriyordu. Bu bir taraftan onun iyimserliğinin bir göstergesi ve psikolojik stres taşıma kapasitesinin bir kanıtı olarak yorumlanabilir.
 
Kendisini toplumsal bir aktör haline getiren roller yüklenmesine karşın, benim gözlemlediğim kadar Şevki Vanlı oldukça yalnızdı. Bunda değişik faktörlerin etkisinin olduğu söylenebilir. Bu faktörlerden birinin, eğitimini Türkiye’deki mimarlık okullarından birinde almayıp İtalya’da Floransa Mimarlık Fakültesi’nden mezun olması yüzünden olduğu düşünülebilir. Ama Şevki Vanlı’nın iç dayanışması oldukça yüksek olan Galatasaray’dan mezun olduğu hatırlanırsa, bu ilişkilerini kullanmamış olmasına dayanarak kendi tercihi olarak yaşamı boyunca küçük kliklerin dışında tek başına varolmayı seçtiği söylenebilir. Onun kendi yaş gruplarından çok, sürekli olarak daha gençlerle, özellikle de ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun gençlerle dostluk ilişkisi kurmayı yeğlediği söylenebilir.
 
Şevki Vanlı’nın yaşam biçiminin merkezinde çalışma olduğu söylenebilir. Şevki Vanlı kendisine sürekli olarak yeni çalışma konuları yaratmıştır. Kendine bir çalışma konusu yaratmadan boş olarak duramadığını biliyorum. Ama bu bir profesyonel çalışma biçiminden çok, bir çalışma tutkusuydu. Onun değerleri içinde profesyonellik olumlu bir yere sahipti. Ama onun bürosunda disiplinli profesyonel bir iş yapma biçiminin oluştuğunu söylemek zordur. Şevki Vanlı’nın tasarım süreci son dakikaya kadar yeni kararlara açık tutuluyordu. Çalışmalarda bir profesyonel disiplinden çok, amatör bir heyecan hakim oluyordu. Çalışanlardan da profesyonel bir ilişkiden çok bir sadakat ilişkisi bekleniyordu.
 
SON VERİRKEN
 
Tabii ki Şevki Vanlı’nın eseri esas olarak mimarlık başarısı ve Türk mimarlık tarihi konusundaki yorumları açısından değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeyi konunun uzmanları yapacaktır. Ben bu yazıda bu temel konulara özellikle girmedim.
 
Ben bu yazıda, Şevki Vanlı’yı yakından tanımış olmanın sağladığı olanaklardan yararlanarak onun sosyal girişimci yönünü üzerinde durdum. Sanıyorum ki Şevki Vanlı’nın bu yönünü ihmal eden yaklaşımlar onu tanıtmakta eksik kalacaktır. Bu eksikliği olabildiğince gidermeye çalıştım sanıyorum.

Bu icerik 3617 defa görüntülenmiştir.