KENT TARİHİ
DEVRİM CEPHELERİ: 1789 Paris, 1848 Berlin, 2013 İstanbul
Devrim Işıkkaya, Yrd. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, İç Mimarlık Bölümü
Yapı “cepheleri”nin savaş “cepheleri”ne dönüştüğü, kentsel mekânların direnişe evsahipliği yaptığı kentlerden üçü: Paris, Berlin ve İstanbul. Neredeyse ardışık yüzyıllarda gerçekleştirilen bu eylemlerin ortaklıklarını ve farklılıklarını inceleyen yazar, konuyu aynı zamanda Ortaçağ’a kadar giderek karnavallarla ilişkilendiriyor. İsyanlar sırasında kentler, kentlilerin iradesi ile kamusallaşarak asıl kimliklerini ediniyorlar.
Şehir havası insanı özgürleştirir.
Ortaçağ anonim sözü
Kentin bir söylemi, bir de güzergâhı vardır.
Henri Lefebvre
Kent, aynı zamanda arzunun yeri olarak da tanımlanabilir.
Richard Sennett
KARNAVAL
Ortaçağ’ın iç-yönelimli kent halklarının, değişik kostüm ve maskeleri kullanarak çoğunlukla bir öteki yönelimliye hatta ötekiye ya da başkasına, dahası aktif bir “
citoyen”(1)e dönüşebildiği, yılda birkaç kez düzenlenebilen karnavallar, kentli için aynı zamanda bir tür psikolojik rahatlamadır. Karnavallar, kentliye, adeta bir dekor ya da üç boyutlu sahneye dönüştürdüğü kent morfolojisi içinde gündelik hayatın kurmaca aktör ve aktrislerine, yoksun olduğu ve yasaklanmış olan her şeyi yaparak içinde bulundurduğu isyankâr ruh ile belli bir süreliğine de olsa aslında olmak istediği “kurmaca kişiliğe”, yani daha yüksek birer şahsiyete evrilme şansı verirler.
Rönesans’ın devrimci dönemi ile Ortaçağ arasında organik bir bağ kuran karnavallarda kent halkı, mevcut kapalı feodal düzen ve onun temsilcileri olan baskıcı, kuşatıcı mutlakıyetlere ve ruhban sınıfına karşı, azizlerle dalga geçerek, dini hikâyeleri eğip bükerek, krala taç giydirme ve indirme temsili törenleri yaparak aynı zamanda bir tür mizah dolu isyana kalkışırlar, içinde biriktirdiği öfkeyi kusar ve güç biriktirirler.(2) Bu gösterilerde Lefebvre’in sözünü ettiği gibi kent toplumu nadiren de olsa “organik bir bütün” haline gelir, toplum bir bütün halinde kentleşir ve Antik Romalı’nın resmî bir yükümlülük meselesi(3) olarak baktığı kamuyu, yani genel gözleme açık ve ortada olanı, sivil olarak devralır. Eğlence ve isyan, rahatlama ve huzursuzluk, genişleme ve radikalleşme, barış ve savaş, mizah ve trajedi gibi ikilemeler ile şeklini bulan ve bugünün birçok isyan ve devrimlerinin ilhamını veren Ortaçağ karnavalları, daha sonrasında kendisiyle akraba kentsel isyan ve devrimler, Lefebvre’in(4) deyimiyle kent söylemi ile güzergâhını örtüştürerek politik kenti, ticari ya da endüstriyel kenti bir anlığına “kritik alana” dönüştürürler. Kentli, bu “delirme” sürecinde kolektif bir icracıya, kent ise yüzleşme ve çatışmaların, basitçe ancak hayati olarak yeniden arzunun yerine evrilir. Kentin kamusal açık ve kapalı mekânları, süreç boyunca oyununa kavuşmuş bir “teatrum mundi” yani dünya tiyatrosu dekoru gibi kullanılır, gündelik hayat kostümleri aynı zamanda bu tiyatronun kostümüyle değiş tokuş edilir. (Resim 1, 2)
Özellikle 18. yüzyıldan günümüze kadar olan süreç, bir yandan kentlinin duygularını takdir eden aktörlükten duygularını gizleyen izleyiciliğe, öteki yönelimlilikten iç yönelimliliğe, kolektif kişilikten kaba bireyciliğe dönüşümünün tarihidir. Öte yandan aynı süreç içinde kendini iyiden iyiye tanrısallaştırmış ve Lefebvre’e göre(5) “izotopyası”nı yani akılcı mekân düzenini, “heterotopya”ya yani şehir pratiklerine ve “düzen dışı” grupların dışa vurumcu arzusu olarak “ütopya”ya dayatmaya programlı ve böylelikle kentsellik ile sürekli biçimde zıtlaşan devlet ya da iktidar, kendi simgesel mekânlarında, özellikle kapitalist döngünün sağlıklı işleyebilmesi adına kentli kitleleri birer pasif izleyici ve tüketiciye dönüştürmek amaçlı denetleme, ehlileştirme, ıslah etmenin yolunu tutmuştur.
1789 Fransız Devrimi, 1848 Berlin isyanı ve 2013 Gezi Parkı isyanı ya da Haziran direnişi, öncesinde, süresince ve sonrasında oluşmuş ya da oluşturdukları benzer siyasal, kültürel, kentsel iklim ve yapılanmalar, talepler, aktörler ve özellikle kentle kurdukları teatral - sinematografik ilişki biçimleri bağlamında birbirleriyle ilginç benzerlikler ve zıtlıklar taşımaktadırlar. Burada amaç, Ortaçağ karnavalları ile genetik bağları olduklarını düşündürten her üç devrimci hareketin, sosyal ve fiziksel karakteristiklerini, devrim, isyan ya da direniş cephelerinin kent morfolojisiyle ilişkisini, metin ve haritalar aracılığıyla karşılaştırmalı olarak analiz etmek, kentlinin izleyici konumunu terk edip yeniden ve ancak bir süreliğine bir icracıya, kamusal mekânın ise yeniden “arzunun mekânına” bir tür “kritik alana” dönüşümünü belgelemek ve irdelemektir.
DEVRİM, DİRENİŞ, İSYAN
Burada iktisadi durum ve mevcut yönetimden bize gına geldi. Onun tarafından yönetilmekten çok, bizzat onun kendisinden utanır haldeyiz. Politik bakımdan değerlendirecek olursak; bir avlunun etrafına dizilmiş, avluya değen ancak içine giremeyen ve en az elli yıldır uyuyakalmış ve hayatı eskimiş bir topluma dönüşmüş durumdayız.
Theodor Fontane
1848 Berlin Devrim Sözcüsü
Devrimsiz bir devrim mi istiyordunuz?
Robespierre
Fransız Devrimi Lideri, Beyni ve Bilinci,
Jakobenler Kulübü Temsilcisi
Birbiri ile organik bir bağa sahip, birinin diğerine ilham verdiği kesin olan 1789 yılı Fransız Devrimi ile 1848 yılı Berlin isyanı ve tuhaf bir biçimde bunlarla kısmen özdeş 2013 yılı Gezi-Haziran direnişi, her üç dönemin mevcut iktidarlarına ve onların hegemonik yönetim biçimlerine, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kentsel karar ve uygulamalarına, insan hakları, anayasal düzen, basın özgürlüğü ve güçler ayrılığı ilkeleri adına ve hatta bizzat yönetici sınıfın ya da şahısların kendilerine (Paris’te Kral VI. Louis ve saray erkanına, Berlin’de mutlakçı monarşik ve aristokratik Prusya Krallığı’na, İstanbul ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinde neo-liberalist, İslamcı, otoriter AKP rejimine) yöneliktir. Her üç iktidar da uzun süre isyancı kitlenin gücü ve potansiyelini ve hangi mantık ve iradenin bu kitleyi biraraya getirdiğini uzun süre kavrayamamışlardır. Her üç kalkışma da böylelikle beklenenden uzun sürmüş ve öngörülemeyecek biçimde kritik ve trajik boyutlara varmıştır. Buna karşılık, her üç devrimci hareket de çok katmanlı kitlesel, örgütlü / örgütsüz, kısa zamanda planlanmış ya da planlanmamış, kendiliğinden, çoğulcu, özgürlük, eşitlik ve adalet talep eden, yeni bir yaşam kültürünün savunucusudur. Her üç hareket de, yeni bir insan yaratmış ya da yaratmaya aday olmuş, kendisiyle birlikte toplumu dönüştürmüş ve (birbirlerine) ilham vermişlerdir. (Resim 3)
Devrim süresince kent morfolojisini yatayda ve dikeyde etkin bir biçimde kullanmış, kent merkezinin ele geçirimi stratejisi temelli bu devrim hareketlerinde herkes öncü, herkes kahramandır. Sözkonusu ayaklanmalar, aynı zamanda bir tür haysiyet ayaklanması(6) olarak da nitelenebilen, ancak iktidara yönelik, iktidarı almaya ya da paylaşmaya adaydır.(7) Ayaklanmalara, her üç kentte de kent nüfusunun öncelikle ancak %1’i ile %10’u arasında bir nüfus aktif olarak katılmıştır. Kalkışmalar, son derece genç yaşta, çalışma ve tutumluluktan yana, yağmadan tiksinen, La Fayette Ailesi ya da Baden Prensliği gibi yüksek ve orta sınıf burjuva(8) önderli halk tabanlı sivil toplum hareketleridir. Paris’te Jakobenler, Jirodenler, Kordöliyeler, Sankülotlar, Montaryanlar, Berlin’de Baden’li demokratlar, İstanbul’da Taksim Dayanışma Platformu, üniversite gençliği ve bazı sivil toplum örgütleri öncülüğünde, kent kökenli organize edilen devrimci isyanlardır. Her üç kentsel kalkışmada da isyancı kitle heterojen bir yapıya sahiptir ve bu kalkışmalarda kadınlar ciddi anlamda öncü rol oynamışlardır. Fransız Devrimi’nde “örgü örenler” lakaplı Devrimci Cumhuriyetçi Siyasi Kadın Yurttaşlar Kulübü(9), Berlin isyanında ve sonrasında “3K”ya (Kinder / çocuklar, Küche / mutfak ve Kirche / kilise) karşı çıkan kadın kolları devrimin adeta simgesi olmuşlardır.(10) Gezi direnişi ise Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de aynı zamanda ilk kadın hareketidir denilebilir.
KARŞILAŞTIRMALI “CEPHE” ETÜDLERİ
Burada üzerinde durulan 1789 devrimi ve 1848 isyanı, bir tür saldırı / atak ya da hücum niteliğindedir; statüko, devrim temsilci ve yandaşları karşılıklı olarak çarpışma, çatışma ve şiddet üretmişlerdir. Gezi kalkışması, direnişin tabiatı icabı bir öz ve alan savunması harekâtıdır. Ancak her üç ayaklanmayı birleştiren, kendilerine seçtikleri ya da buna mecbur kaldıkları tarihsel, kentsel açıdan simgesel başlangıç noktalarıdır: Fransız Devrimi Bastille Hapishanesi’nde, Berlin isyanı Brandenburg Kapısı’nın önünde ve Gezi direnişi Gezi Parkı, Taksim Meydanı’nda, kentin cumhuriyet ve erken modern hafızasının, omuriliği AKM ve Taksim Cumhuriyet Anıtı yakınlarında.
Her üç eylemde de kriz ve uzlaşmaların, çarpışmaların ve anlaşmaların kent merkezinde yoğunlaştığı açıktır. Ancak sözkonusu eylemler kent çeperlerine, banliyölere çok kısa sürede yayılmış, buralarda yeni cepheler açılmış, sözkonusu ikincil cephelerden merkezdeki asıl çatışma duvarları olan birincilere katılımcı ve lojistik akışları gerçekleşmiş, bu durum özellikle Paris ve Berlin’de kent dışından güvenlik güçlerinin, askerin iktidarca kent merkezine sevkiyatına yol açmıştır.
Fransız Devrimi, merkezî kentsel alan içerisinde, daha çok kentin iç dolaşım ağı üzerinde, siyasal, sosyal, kültürel veya tarihsel bakımdan birer simge değerinde olan binalar arasındaki caddeler, köprü ve sokaklarda çizgisel bir tutunma, bir hatlar boyu eylemidir ve düpedüz bir kuşatma ve hücum niteliğindedir. Belli bir yönelim stratejisi ve rotası vardır. İsyan, açık alan savaşıdır ve bazı kamusal avlular, bu çatışmalarda lojistik ve tıbbi destek veren yarı açık alanlar, mühimmat merkez noktalarıdır.
Amaç kapalı alanların, binaların ve içindekilerin, yani saray ve diğer resmî idare noktalarının ele geçirilmesidir. Gezi direnişi, küçük bir topluluğun dozer ile Dolmabahçe Sarayı’na doğru hareketlenme çabası ile bu anlamda sadece bir geceliğine Louvre Sarayı’na taarruzu andırır. Dolayısıyla burada, bir sokak hareketi olan devrimin akış yönü açık alandan organize ve bütünlükçü biçimde kapalı alana doğrudur. Bastille Hapishanesi, Notre Dame Katedrali, elbette Louvre Sarayı, Lüksemburg Saray ve Bahçeleri, St. Germain des Prés Basın Binası, Les Invalides Oteli ve Ecole Militaire askerî binası, Jakobenler Kulüp Binası ve tıpkı Gezi direnişinde Divan Oteli gibi devrimde bir tür konaklama misyonunu yerine getiren, bundan ötesi devrimin en kanlı sahnelerinin yaşandığı Hotel de Ville binaları bu devrimin “kritik alanları” olmuşlardır. (Resim 4-7)
6 Mart 1848 günü, halkın Brandenburg Kapısı’nda çadır kurmasıyla (Var bu çadırda bir keramet!) başlayan Berlin isyanı, merkezden çepere ve sonra tekrar merkeze doğru diyalektik ve geri beslemeli, yayılmacı, statik ve saldırgandır. Burada mesele, mevcut iktidara karşı, ele geçirilmiş ya da elde olan, konumunu kent morfolojisi, topografyası ve kentin içinden geçen Spree Nehri’nin kıvrımlarına dayayan iç ve dış/merkez ve çeper alanların (Luisenstadt, Rosenthaler, Stralauer, Spandau banliyöleri) savunulmasıdır. Bir tür set hücumu, özünü yerle bir tutan bir kara savaşıdır. Burada kritik olan binalar değil, isyanın kapladığı ve binaları yutmuş alanlardır. Her üç kalkışmada da barikatlar kullanılmış, cepheler oluşturulmuştur. Ancak Fransız Devrimi’nde barikatlar cadde ve sokaklar boyunca peş peşe yerleştirilmiştir ki bu bir yürüyüşün / ilerleyiş rotasının ipuçlarını verir. Berlin isyanında kritik alanlar yani çatışma noktaları öncelikle meydanlar ve avlulardır. Halk, bu noktaları tutan köşe başları ve sokak ağızlarına barikat kurmayı (Gezi direnişinde olduğu gibi) yeterli bulmuştur. İsyan boyunca polis ve asker, özellikle Unter den Linden (Ihlamurlar Altında) ve Friedrich caddelerini karşı taarruz amaçlı kullanmıştır. Bulvarlar ve ana caddeler polis ve askerin, sokaklar, avlular ve meydanlar halkındır. Bunun yanı sıra, çatışmaya aktif olarak katılan ve Berlin kentinin %1’lik nüfusunu oluşturan dört bin kişiye, sözkonusu meydan ve avlulara bakan bina pencerelerinden, Prusya Kralı’nın polis ve askerine ateş açılmak suretiyle destek gelmiştir.(11) Gezi direnişinde direnişçilerin dışındaki belli bir toplumun apartman pencerelerinden tencere tava çalarak direnişe destek vermesi benzer bir toplumsal refleks olarak kabul edilebilir. İsyan, kenti hem yatayda hem dikeyde bir çatışma alanına, üç boyutlu bir dekora dönüştürerek aslında üç boyutlu bir cephe ve yeni bir kentsel kullanım, hatta kent kurgulamaktadır denilebilir.
(Resim 8, 9)
Mevcut kent morfolojisinin kaotik dokusunu ayaklanmaların mekânına dönüştüren, bu anlamda kentin güzergâhı ile söylemini birebir olarak örtüştürebilmiş 18. yüzyıl Paris ve 19. yüzyıl Berlin isyanları kentin imarını değiştirmişlerdir. Eylemler sonrasında Paris’te Hausmann, Berlin’de Hobrecht planları radikal biçimde ve ivedilikle uygulamaya alınmıştır. Gezi direnişi, bu anlamda, tam tersine, iktidar tarafından kurgulanan ve uygulanan kentin dönüşüm planlarına, kentsel belleğin ve kimliğin silinmesine de karşıdır. İlk iki devrim kalkışmasında kent, isyana bir tür ortam, bir arkaplan sağlamaktadır. Gezi direnişinde kent öznelerden bir tanesidir.
Bu bağlamda, bir öz savunma, yer tutma ya da tutunma (direniş) eylemi, kamusal alanın kendisinin ve temsil ettiklerinin yeniden ele geçirilişi ve bu anlamda bir tür karşı fetih girişimi olan Gezi direnişinde ise temel motivasyonlardan biri, kentin söylemi ile güzergâhını yeniden örtüştürme çabasıdır. Buradan bakıldığında Gezi Parkı, AKM gibi kentsel objeler, hem devrim kalkışmasına bir referans, yok edilmek istenen kamusal bellek, fiziksel ortam; ama aynı zamanda uzlaşılamayan konu, isyanın sahnesi, süreci; yani devrimin ta kendisidir. Gezi direnişi, kent merkezi, çeperleri (Kadıköy, Kartal, Maltepe, Bakırköy ve bazı boğaz köyleri) ve hatta ülkenin diğer kentleri ile etkileşimlidir. Hem somut hem soyut mekânda vardır. Bir metropol eylemidir. Görünen ve görünmeyen cepheleri, koridorları ve bunları birbirine bağlayan siber ağları vardır. Dolayısıyla, kent üzeri kent kurulumu ile aynı zamanda çok katmanlıdır. Güvenlik güçleri, belli bir bölge, resmî mekân ve makamların koruyuculuğunu yapmak adına direniş süresince ve sonrasında, tıpkı Berlin isyanında Prusya Kralı IV. Wilhelm ve İçişleri Bakanlığı’nın korunması için oluşturulan uzun süreli tampon bölgeler gibi İstanbul’da da belli bölgelerde
cavalier cordon yani “kalıcı tampon alanlar”(12) oluşturarak bir anlamda Pekin Yasak Şehir’i gibi kentiçi kentlerin sınırlarını ve dolayısıyla öteki ile berikinin kutuplaşmasını derinleştirmişlerdir. İçten dışa doğru yayılan Gezi direnişi, çok küçük bir merkezî açık alana, kapalı devre biçiminde yoğunlaşmış; stratejisini aslında iktidarın, polisin müdahalesine karşı kurmuş; şiddeti, çeperlere doğru azalan; çarpışmadan ziyade dramatik karşılaşmalardır. Cepheler ve barikatlar, savunulan alan ya da alanların cidarları niteliğindedir ve belli noktalara yerleştirilmişlerdir (Gümüşsuyu, Sıraselviler, İnönü, Mete, Cumhuriyet caddelerinin Taksim Meydanı’na çıkan ağızları, ya da Gezi Parkı’nın kenarları). Savunulan alan bir tür kentiçi kente dönüşmüş, kentli kendisini adeta buraya kapatmış, burada kendisine yeni bir insan modeli düşünmüş ve yaratmış, bir park, yeni bir şehir ve hatta yeni bir ülke düşlemiş, planını çizmiş ve kısmen de uygulamıştır.
(Resim 10-13)
Gezi direnişi, içerik ve aktörler bakımından daha çok Fransız Devrimi’ni çağrıştırır, ancak eylemin ortaya konuş biçimi bir açıdan Berlin İsyanı’na daha yakındır. Fransız Devrimi ve Berlin İsyanı kenti teatral bir mekâna dönüştürürken, Gezi direnişi sürecinde İstanbul, yaz gecesi kent semalarında dolaşan helikopterleri, gökyüzünden süzülen hafif kırmızı renkte biber gazı partikülleri ile pekâlâ sinematografik bir ortama evrilir. Fransız ve Alman ayaklanmalarından sonra yeni imar uygulamaları ile Paris ve Berlin kamusal alanlarında, “öngörülemeyen” ortadan kaldırılmıştır. Gezi’deki direniş, bizzat öngörülemeyenin ortadan kaldırılmasına bir isyan niteliğindedir. Fransız ve Alman devrimleri, ortak alandaki trajedi iken, Gezi direnişi bir ortak alan çağrısıdır. Gezi direnişi bizzat ortak alanın mizahı ve trajedisidir aslında ve bu bağlamda fevkalade Ortaçağ karnavallarını çağrıştırır.
Her üç eylem sürecinde, ancak özellikle Gezi direnişinde, kentli, bir tür oyun alanına çevirdiği kamusal alanda izleyiciden, icracı olmaya evrilmiştir. Belirtmek gerekirse, Gezi direnişi sergilediği paradoksal tutum (neşeli hüzün, sakin hırçınlık), ürettiği görsellik, kentsellik ve kamusallık biçimi, kurmaca kostümleri ve retoriği ile isyanın kızgınlığı ve trajedisini, eğlencenin mizahını ve umudunu taşıyan adeta bir Ortaçağ karnavalıdır ve karnavalı olmayan İstanbul’da bunun yaşanması özellikle manidar ve son derece değerlidir. (Resim 14)
SONUÇ
Lefebvre’e göre(13) kent, insanların yaya olarak yürüdükleri, obje yığınlarının önünde ve içinde buluştukları, faaliyetlerinin sonuçlarını göremeyecek şekilde çaprazlama temas kurdukları, öngörülemeyen durumlar meydana getirecek şekilde kendi durumlarını karmaşık hale getirdikleri yer olarak tanımlanır. İşte bugünkü siyasi, ulusal ya da yerel kapitalist iktidarlar aracılığıyla, sözü edilen “öngörülemeyen”in ortadan kaldırılmasıyla geriye kalan mekân kamusal mekânın son halidir.(14) Çünkü iktidar sahibi sınıf, örneğin bugünkü AKP, korkunç bir iki yüzlülükle, devinen bir
kenti ekonomik olarak arzular, ancak sosyal ve kültürel bakımdan kontrol edebildiği bir tür statükonun temsili, değişmeyen
şehri benimser. Oysa şimdiki zamanın gerisinde, tamamlanmış bir gerçeklik olarak değil, aksine ufuk, aydınlık bir virtüellik olarak tanımlanan kent, aslında durağan, tanımlı ve nihai bir nesneye işaret eden şehrin(15) tam aksini savunur. Bu anlamda otoriter iktidarlar, dikotomilerle dolu, palimpsest, melez bir ucube yaratmanın peşinden koşar.
Ortaçağ karnavalları ile genetik bağı bulunan devrimci kent isyanları, durağan şehir statükosunu parçalarlar. İktidarın birbirinden ayırmaya çalıştığı organik, algısal ve simgesel mekânları(16) tekrar biraraya getirirler, mekânsal biçim ile toplumsal sürecin aynı konuyu düşünmek olduğunu, asıl coğrafi muhayyilenin bu olduğunu(17) iktidara hatırlatırlar.
Öyleyse, 19. yüzyıldan beri iç mekâna tıkılmış sanat ve oyunu kamusal alana taşıyan, kamusal insanı pasif izleyicilikten bir icracıya / “
citoyen”e dönüştüren, yapılı çevreyi kentleştiren, güzergâh ile söylemi buluşturan, sürekli bir devrimci isyan ya da karnaval ortamına olanak tanıyan, özgürlükçü, eşitlikçi ve adaletli, üretken, arzunun ve arzulamanın mekânlarının düşünü kurabilmek ümidiyle…
Tüm özgürlükçü devrimlerin, yine Ortaçağ’a ait “Feneri yüzlerce kez elime aldım, öğlen ortası ararken” anonim sözünün(18) çağrıştırdığı akıl tutulması ve beyhudelikten uzak kalması dileğiyle... (Resim 15, 16)
KAYNAKLAR
Cassirer, Ernst, 2007,
Aufsätze und kleine Schriften (1941-1946), (der.) Birgit Recki, Felix Meiner Verlag, Hamburg.
Çakmak, Sinan, 2013, Gözün İsyanı Gezi, Boyut Yayınları, İstanbul.
Foucault, Michel, 1992, Deliliğin Tarihi, İmge Kitabevi, İstanbul.
Heinrich, Gerd, 2007, Kulturatlas Berlin: Ein Stadtschicksal in Karten und Texten, Scantinental Verlag, Berlin.
Harvey, David, 2013, Asi Şehirler-Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, (çev.) Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, İstanbul.
Harvey, David, 2003, Sosyal Adalet ve Şehir, (çev.) Mehmet Moralı, Metis Yayınları, İstanbul.
İnal, Kemal (der.), 2013, Gezi, İsyan, Özgürlük-Sokağın Şenlikli Muhalefeti, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
İnsel, Ahmet, 2013, “Haysiyet Ayaklanması”, Radikal, 4 Haziran 2013.
Koolhaas, Rem, 2006, Generic City, GG Minima.
Lefebvre, Henri, 2013, Kentsel Devrim, Sel Yayınları, (çev.) Selim Sezer, Sel Yayıncılık, İstanbul.
Mai, Manfred, 2009, Deutsche Geschichte, Beltz & Gelberg, Hemsbach.
Rowe, Colin, Koetter, Fred, 1997, Collage City, Birkhaeuser Verlag, Berlin.
Sennett, Richard, 1996, Kamusal İnsanın Çöküşü, (çev.) Abdullah Yılmaz, Serpil Durak, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Tanilli, Server, 2007, Fransız Devriminden Portreler, Alkım Yayınevi, İstanbul.
Wheatcroft, Andrew, 1983, The World Atlas of Revolutions, Hamish Hamilton, Londra.
NOTLAR
1. Fransızca kökenli “citoyen”, sitenin yani kamunun, daha geniş anlamda da toplumun sorunlarıyla ilgilenen, politik özne olan, sürece aktif bir özne olarak katılan, müdahale edebilen vatandaş ya da yurttaş anlamındadır.
2. İnal, 2013.
3. Senett, 1996.
4. Lefebvre, 2013.
5. Lefebvre, 2013.
6. İnsel, 2013.
7. İnal, 2013.
8. Tanilli, 2007.
9. Tanilli, 2007.
10. Mai, 2009.
11. Mai, 2009.
12. Heinrich, 2007.
13. Lefebvre, 2013.
14. Koolhaas, 2011.
15. Lefebvre, 2013.
16. Cassirer’e göre (2007) üç temel mekân deneyimi kategorisi ortaya çıkmaktadır. Buna göre, organik mekân: Genetik olarak aktarılıyormuş gibi görünen, yani biyolojik olarak belirlenen, mekânsal deneyimle ilgilidir. Algısal mekân: Her türlü duyu deneyiminin (görme, dokunma, duyma ve hareket) nörolojik senteziyle ilgilidir. Anlık bir şema ya da izlenim oluşabilir ve hafıza bu şemayı saklayabilir. Simgesel Mekân: Mekânsal boyutları olmayan simgesel betimlemeler yoluyla mekânın dolaylı olarak yaşanmasıdır.
17. Harvey, 2013.
18. Foucault, 1992.
Bu icerik 8393 defa görüntülenmiştir.